<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7475>Leyla Halid'le Söyleşi:
Yaşanmış Gündelik Bir Deneyim Olarak Direniş ve Devrim</a></h1><h1
class="singlePageTitle" style="text-align: justify;"><span style="font-size:
small;">Leyla Halid'le Söyleşi: Yaşanmış Gündelik Bir Deneyim Olarak
Direniş ve Devrim</span></h1><h1 class="singlePageTitle" style="text-align:
justify;"> </h1><p style="text-align: justify;"><span
style="text-decoration: underline; font-size:
small;"><em><strong>Çeviri;</strong> Kutlu Tunca</em></span></p><p
style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><em>Aşağıdaki
metin, yazarın [<strong>Ziad Abu-Rish</strong>] 2007 yazında Leyla
Halid'le yaptığı söyleşi dizisinin 1.
bölümüdür. </em></span></p><p style="text-align: justify;"><span
style="font-size: small;"><em><strong>"İşgal terörizmdir; bir mülteci
olmak cehennemdir; yurdunuzun çalınması </strong></em><em><strong>bir
suçtur; bir özgürlük savaşçısı olmak
özgürleşmektir</strong></em>."</span></p><div id="attachment_13954"
class="wp-caption alignright" style="width: 215px; text-align:
justify;"><span style="font-size: small;"><a
href="http://www.haberfabrikasi.org/s/?attachment_id=13954" rel="attachment
wp-att-13954"><img
src="http://www.haberfabrikasi.org/s/wp-content/uploads/Leila_Khaled_by_ChairmanLongJohn.jpg"
alt="" title="Leila_Khaled_by_ChairmanLongJohn" width="205" height="282"
class="size-full wp-image-13954 " /></a></span><p
class="wp-caption-text"><span style="font-size: small;">Leyla
Halid</span></p></div><p style="text-align: justify;"><span style="font-size:
small;">Bu tümcelerle başladım, çünkü Filistinli bir mülteci olma
hikayesiyle ilgili birkaç husus üzerinde durmak istiyorum. 1944'de
Hayfa'da doğdum. Ancak 1948'de vatanlarından çıkartılan tüm diğer
Filistinli'ler gibi yurdumdan sürüldüm. Babasız kaldık. İkisi
erkek ve ben dahil altısı kız, sekiz kardeştik. Babam o dönemde direniş
savaşçılarıyla birlikteydi ve 1947'de patlak veren çatışmalardan
sonra nerede olduğunu bilmiyorduk.</span></p><p style="text-align:
justify;"><span style="font-size: small;">Annem bizleri, dönüşümüz
güvenli oluncaya kadar kalmak üzere güney Lübnan'da, Tyre'deki
ailesinin yanına götürmeye karar verdi. Yolculuk boyunca tüm kardeşler,
hep birlikte ağladığımızı anımsıyorum. Babamızın nerede olduğunu
ve her şeyi arkada bıraktığımızı bilmiyorduk. Annem bana neden
ağladığımı sordu. Yaşıtım ve Filistinli bir Yahudi olan arkadaşım
Tamara'yı düşünüyordum. Anneme Tamara'yla birlikte olmak
istediğimi söyledim. Onun annesi aileme evinin kapısını açmış,
anneme hiç kimsenin onun evinde bizlere zarar veremeyeceğini
söylemişti. Bu iyi niyetli yaklaşımı gösterdiğinde, Deir Yassin
katliamının hemen sonrasıydı. Buna rağmen çatışmaların
yoğunlaşması ve Siyonist operasyonların devam etmesi artık ayrılmak
zorunda olduğumuz anlamına geliyordu. Bu olay hayatım boyunca bende derin
bir iz bıraktı. Sokaklara çıkan ve kaçışan insanların
görüntülerini anımsıyorum. Diğerleri yürürken biz arabayla
gidiyorduk. Onları gördük: Yaşlıları, kadınları, çoçukları. Hava
henüz sıcak değildi.</span></p><p style="text-align: justify;"><span
style="font-size: small;">Tyre'ya vardık ve annem bizleri amcasının
evine götürdü. Bina portakal ağaçları olan büyük bir bahçeyle
çevriliydi. Ağaçlardaki portakalları gören çocuklar onları koparmak
istedi. Annem ise bize çıkıştı: "Bunlar sizin portakallarınız
değil; sizin portakallarınız Filistin'de." Elbette Hayfa'daki
arazimizde birkaç portakal ağacımız vardı. Fakat bu olaydan sonra uzun
bir süre boyunca portakaldan nefret ettim. 1980'lere kadar hiç portakal
yiyemedim. Yine de portakalları görmek, beni o güne ve bu sözlere geri
götürüyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span
style="font-size: small;">Amcam onunla birlikte evde yaşamamızı önerse
de, annem bunu reddetti. İkamet edilmesi imkânsız türde bir bodrum
katına yerleştik. Tüm kardeşler annemle amcamın yaptığı konuşmayı
dinlemiştik. Annem sürekli ağlıyor, evimizin Hayfa'da olduğunu
söylüyordu. Babamızın nerede olduğunu sorduğumuzda, bilmediğini, onun
devrimcilerle çalıştığını söyledi. Tyre'ya varşımızdan altı ay
sonra, babam nihayet bize katıldı. Diğer savaşçı yoldaşlarıyla
birlikte Gazze Şeridi'nin yolunu tutmuş. Bir defa Mısırlı makamlarca
tutuklanarak bir esir kampına kondu. Ordayken sağlığını ciddi biçimde
bozan bir kalp krizi geçirmişti. Onu yasa dışı yollarla kamptan
çıkartan bir grup Alman doktoruyla birlikte Lübnan'a geldi. Sürekli
haykırıyordu: "Ülkemizi kaybettik, ailemi kaybettim!" Annemi
gördüğünde ona söylediği ilk şey, artık geri dönmeyeceğimizdi.
Yolculuğumuzun başta düşündüğümüzden daha uzun olacağını
anlamıştı. Yine de babamın söylediklerini dikkate almadık. Her gün
annemize dönüş günü hakkında sorular sorup durduk.</span></p><p
style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;">Lübnan'a
vardığımızda gittiğim ilk okul, çoçukların Kur'an okutmayı
öğreten bir kadının evinde toplandığı bir yer olan geleneksel
bir khuttab okuluydu. Tyre'de 1950'de bir Anglikan okulu kurulduğunda
okulumu değiştirdim. Yeni okulum bodrum katı evimizde yakındı;
öğrencilerin yerde oturarak, ressam sehpasına dayalı bir kara tahta
üzerinde eğitim veren öğretmeni dinledikleri, esasen dört sınıfa
bölünmüş kocaman bir çadırdı. Ordayken okul müdürüne giderek,
Arapça okumayı bildiğimi söyledim. Bunu göstermemi isteyen müdüre bir
kitaptan farklı bölümler okudum. Ardından kara tahtaya birkaç İngilizce
harf yazarak onları okumamı söyledi. Okuyamadım. Okul müdürü,
İngilizce bilmediğim için birinci seviyeden başlamam gerektiğini
belirtti. O zaman daha yedi yaşındaydım. O çadırda kaldık ve bir kış
günü çadır üstümüze çöktü. Eve gittim ve anneme okula gitmek
istemediğimi söyledim. Annem Hayfa'ya dönmem gerektiğini ve orada
okulun üstüme çökmeyeceğini söyledi.</span></p><p style="text-align:
justify;"><span style="font-size: small;">Bu ana kadarki hayatımın bana
verdiği mesaj açıktı. <strong>Portakallar bize ait değildi; bizim
portakallarımız Hayfa'daydı. Okul sürekli okulumuz değildi; bizimki
Hayfa'daydı. Bayramlarda bizden yeni giysiler istendiğinde, yanıt; yeni
giysilerin Hayfa'da olduğuydu.</strong> Tüm yoksunluklarımız
nakba'yla [Filistinliler'in "felaket günü" olarak adlandırdığı
İsrail'in kuruluş yıldönümü çn.], kurtuluşumuz ise Hayfa'ya
dönmekle bağlantılıydı. Bu, bilincimize kazınan ilk şeydi:
Hayfa'ya dönmeliydik ve bu bizim hakkımızdı. Hepimiz için gelecek
Hayfa'daydı, başka bir yerde değil. Bu, ailemiz için dönüş fikrinin
kaynağı oldu. Birçok Filistinli aile gerçekliklerini bu şekilde
kavradı. Çoçuklar mevcut durumun nedenlerine dair sorular sorduklarında,
yanıt; Siyonistler'in onları sürdüğü, topraklarını işgal
ettiği ve evlerine dönecekleri günün mutlak geleceği
şeklindeydi./<a
href="http://solkure.wordpress.com/">solkure.wordpress.com</a></span></p><p
style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><span
style="font-size: small;">Kaynak: <a
href="http://www.jadaliyya.com/pages/index/2587/resistance-and-revolution-as-lived-daily-experienc">Jadalliya</a></span></p><p
style="text-align: justify;"><span style="font-size: small;"><br
/></span></p><p style="text-align: justify;"><strong><span style="font-size:
small;">Kaynak:haberfabrikasi.org</span></strong></p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder