23 Eylül 2011 Cuma

Somali’de Açlık veya “Gayri İnsânî” Yardım Fikret BAŞKAYA

<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7576>Somali'de Açlık veya
"Gayri İnsânî" Yardım Fikret BAŞKAYA</a></h1>Somali'de insanlar
açlıktan ölüyor, uydulardan rahatsız edici, utandırıcı görüntüler
dünyanın dört bir bucağına yayılıyor, BM ve "insânî" yardım
kuruluşları herkesi yardıma çağırıyor. Birleşmiş Milletler Örgütü
sözcüleri, Somali'de, Kenya'da ve bir bütün olarak 'Doğu Afrika
Boynuzu'nda' 12 milyon insanın açlık ve ölüm riski altında
olduğunu, acilen müdahale için 1,6 milyar dolar toplanması gerektiğini
söylüyorlar...

Şimdilerde artık 'neden" sorusu pek sorulmuyor, onun yerini
"nasıl" sorusu almış durumda ve bu tesadüfen böyle değil... Zira,
"neden" sorusuyla başlanırsa, problemin kaynağına inme yolu
açılabilir. Böyle bir şey de 'yeryüzünün egemenlerinin' işine
gelmez. O zaman olabildiğince "neden" sorusundan uzak durmak "tercih
edilir" hale geliyor... Neden Somali'de açlık var sorusuna, geçerli
egemen söylem dahilinde verilen cevap mâlûm: Kuraklık... Kuraklık
yüzünden yeterli besin maddesi üretilemiyor ve bu yüzden insanlar
açlıktan ölüyor... Eğer "Somali'de, Afrika Boynuzu'nda neden açlık
var? Sorusu sorulabilse ve başka "neden" sorularıyla da devam
edilebilseydi, 'kuraklık gerekçesiyle' yetinilir miydi? Neden
kuraklık ABD ve Avusturalya'nın bazı bölgelerini vurduğunda oralardaki
insanlar açlıktan ölmüyor? Kaldı ki, açlık kapitalizmin mantığında
içkin [mündemiç] olan bir şeydir. Halen dünya'da yaklaşık 1 milyar
insan açlıkla cebelleşiyor, yeterli beslenemiyor, bir kısmı da doğrudan
veya dolaylı açlığa dayalı nedenlerle [hastalıklar, vb.] ölüyor. Bu,
bu dünya'da yaşayan her 7 insandan birinin açlık belasıyla yüzleşmek
durumunda olması demektir. Oysa, dünya'da besin maddesi [hububat]
kıtlığı değil, bolluğu var... 1960'lı yıllardan bu yana dünya
nüfusu 2 kat, gıda maddeleri üretimi de 3 kat arttı. Demek ki, bu günkü
gıda [besin] maddeleri düzeyi, bırakın 1 milyar insanın açlık
çekmesini, 12 milyar insanı doyurmak için yeterli... Hepsi bu kadar da
değil, söylendiğine göre üretilen gıda [besin] maddelerinin yaklaşık
üçte biri israf ediliyormuş... [İngiltere'de her yıl 7 milyon ton
yiyecek maddesi, Türkiye'de her gün 4,5 milyon ekmek çöpe atılıyor]
Afrika Boynuzu'ndaki kritik durumun üstesinden gelmek için 1.6 milyar
dolar yetiyormuş ve dünyanın en zengin adamı, Meksika'lı Carlos Slim
Helu 74 milyar dolarlık servete sahip... Üstelik son bir yılda servetini
tam, 20,5 milyar dolar artırmayı da "başarmış"... Somali'de ve
başka yerlerde insanların açlıktan ölmesiyle milyarderlerin servetindeki
hızlı artış arasındaki belirleyicilik ilişkisi biliniyor mu? Merak
konusu yapılıyor mu?

Bir tarafta bolluk, öteki tarafta açlık, aşağılanma, utanç, ölüm...
Peki neden? 1935 yılında faşist Musolini' İtalyası tarafından
Habeşistan'ın [ bu günkü Etyopya] işgal edilip-sömürgeleştirilmesi
üzerine yazdığı, Taranta Babu'ya Mektuplar'da, bir şiir dehası olan
Nazım Hikmet, sorunun cevabını çarpıcı ve etkileyici bir şekilde
veriyordu:

Fakat ne hikmettir ki TARANTA - BABU

büsbütün tersine burda bu!.

Bir öyle şaşılası

dünya ki burası,

bollukla ölüyor,

kıtlıkla yaşıyor.

Varoşlarda hasta, aç kurtlar gibi

insanlar dolaşıyor

ambarlar kilitli

ambarlar buğdayla dolu..

Tezgâhlar

ipekli kumaşla dokuyabilir

topraktan güneşe kadar giden yolu.

İnsanlar yalnayak

insanlar çıplak... *

O halde sadede gelebiliriz. Kuraklık dalgalarına rağmen, 1970'li
yıllarda Somali kendi kendini besler durumdaydı. Nitekim 1970'li
yıllarda da bu günküne benzer kuraklık yaşanmış olmasına rağmen,
ciddi bir açlık sorunu yaşanmamıştı. Zira, o zaman duruma müdahale
edebilecek bir hükümet vardı. Emperyalist müdahalelerle Somali ulusunun
dokusu yırtıldı, ülke parçalandı ve tarım çökertildi. 2005 de 300
bin Somalili açlıktan öldü. Oysa, 1980'li yıllarda bile Somali
ihtiyacı olan hububatın %85'ini üretebilir durumdaydı. Somali'nin bu
gün içine sürüklendiği durum, emperyalist müdahalelerin sonucu olarak
anlaşılabilir ancak... 1980'lerden itibaren IMF ve Dünya Bankası, dış
borç ödemelerini [yağmasını densin] güvence altına almak üzere,
Somali'ye "yapısal uyum programları" dayattı. Bunun tarım
sektöründeki karşılığı, tarımın dış rekabete açılması,
"liberalizasyonuydu" . Tarımın "liberalizasyonu", Somali tarımsal
üretiminin emperyalist ülkelerin [ABD, AB] sübvansiyonlu ürünlerinin
rekabetine açılması demeye geliyordu. Somali yerli üretiminin Avrupa ve
Amerika tarım tekellerinin üretim maliyetlerinin altında satılan
ürünleriyle rekabet etmesi mümkün değildi. Giderek ulusal üretim
sürdürülemez duruma geldi ve çöktü. Köylü üreticiler tarım
alanlarını terketti. [ Kaldı ki, bu sadece Afrika'ya özgü bir durum
değildir, Asya ve Latin Amerika için de geçerlidir]. Afrika Boynuzu'nda
açlığın başlıca nedenlerinden biri de, ana besin maddelerinin
fiyatlarındaki aşırı artışlardır. Nitekim, Somali'de son yılda
mısır ve kızıl süpürge darısının fiyatı % 106 arttı... Hububat
fiyatlarının Mayıs 2010 ve Mayıs 2011 aralığında %240 oranında
arttığı ileri sürülüyor. Somali parasının ard arda
devalüasyonları, petrol, gübre ve diğer tarımsal girdi fiyatlarını
yükseltti. Veterinerlik hizmetleri özelleştirildi ve ABD kökenli tohum
'sağlayıcılar' sahaya indi... Bu artışların gerisinde de gıda
maddeleri üzerinde yürütülen spekülasyon var. Çokuluslu şirketler
tarafından tarımsal alana yapılan 'yatırımların' yaklaşık
%75'inin spekülatif olduğu ileri sürülüyor. Bu arada milyonlarca
hektar verimli Afrika toprağının yabancı ülkeler [Güney Kore, Birleşik
Arap Emirlikleri, Kuveyt, vb. ve çokuluslu şirketler tarafından satın
alınıp, ihraç amaçlı üretime tahsis edilmesi de üzerinde önemle
durulması gereken bir husustur.

Artık gıda maddelerinin de, herhangi başka bir şey gibi kâr ve
spükülasyon alanı ve aracı haline geldiği koşullarda, insanların
açlıktan ölmesi neden şaşırtıcı olsun? Demek ki, açlık tamı
tamına politik bir sorun, sadece kuraklıkla açıklanabilir bir şey
değil...

Dramın gerisindeki ikinci temel neden emperyalizmin Kara Afrika'ya
dahlidir. 1992 Aralığında ABD, Birleşmiş Milletler Örgütü şemsiyesi
altında Somali'ye askerî bir müdahelede bulundu. Elbette emperyalizmin
hizmetinde Kore'ye asker gönderip "dünya barışına" katkı sunan
TC'nin, bu operasyona dahil olmaması düşünülemezdi. Dönemin
karizmatik generali, 27 şubat 'post-modern' darbesinin mimarlarından
Korgeneral Çevik Bir de "insânî" askerî müdahalenin"
komutanlarındandı. Bu emperyalist kuşatmaya her zaman olduğu gibi,
şiirsel bir ad bulunmuştu: " umudu yeniden yaratma operasyonu" [
Operation Restore Hope]... Ve askerî işgal "insânî yardım" olarak
sunuldu. İnsânî yardım topla, tüfekle, tankla, savaş uçağı ve savaş
helikopteriyle mi götürülürdü? Yiyecek, içecek, giyecek, çadır,
hekim, hemşire, ilaç, vb. götürülmesi gerekmez miydi? Önce Somali'de
devleti çökerttiler, işlevsiz hale getirdiler ve sonra ona "fail
state" [kifayetsiz devlet] dediler... Emperyalist ABD'nin ve avânesinin
gerçekten 'insânî kaygıları' olabilir miydi? Emperyalist herhangi
bir rejimin insânî kaygılar taşıması mümkün müdür? ABD'nin
"insânîlik" ve "yardım" retoriğinin gerisine gizlenerek murad
ettiği iki şey vardı: 1. Başta petrol olmak üzere, Somalinin enerji ve
maden kaynaklarına el koymak; 2. Afrika Boynuzu'nun stratejik konumunu
ABD'nin emperyal çıkarları için kullanmak. Bilindiği gibi, Afrika
Boynuzu'nun, Süveyş Kanalı, Aden Körfezi ve Güney Asya ve Hint
Okyanusunun militer denetimi için stratejik önemi büyüktür.

"İnsânî" yardımı nasıl bilirsiniz?

Kolonyalizmin doğrudan versiyonunun tasfiye edildiği ikinci emperyalistler
arası savaş sonrasında, politik planda bağımsızlaşan ülkelerin
emperyalizmden kopmalarını engellemenin 'yumuşak' aracı yardımlar
olacaktı. Aslında yardımların kelimenin bilinen anlamında yardımla bir
ilgisi yoktu. Yardım denilen, oltaya takılan zokaydı. Yüksek faizle borç
veriyorlar ve bir de ona 'yardım' diyorlardı. Yardımların bir tuzak
olduğu anlaşılınca, önüne bir niteleme sıfatı getirdiler ve
"insânî yardım" dediler. Aynı sürdürülebilir kalkınma gibi...
Zira, ortada kalkınma diye bir şey yoktu, sermayenin büyümesine kalkınma
diyorlardı. Bu yardım retoriğini John Galbraith şöyle ifade etmişti:
" aşıya sahip olduğumuza göre artık frengiyi keşfedebiliriz..."
Velhasıl 'yardımların' bir tek amacı vardı: Çok uluslu
şirketlerin kârını artırmak. Fakat sadece yardım kelimesinin önüne
'insânî" sıfatını getirmek yeterli olmazdı. Bir de bizde Sivil
Toplum Örgütü [STK] denilenin Batıda'ki aslı olan Hükümet Dışı
Örgütler [ NGO'lar] denilenler devreye sokuldu. Şimdilerde bu örgütler
yardım endüstrisinin etkin araçları durumuna gelmiş durumdalar. Elbette
gerçekten yardım amaçlı NGO'lar da var ama, bunlar istisna.
NGO'ların çoğunluğu USAID [ Birleşik Devletler Uluslararası Yardım
Ajansıyla] çalışıyor, USAID'ın da Pentagona çalıştığı
biliniyorken devre tamamlanmış sayılır. Diğer emperyalist ülkelerin
NGO'larının durumu da az-çok aynı. Varlık nedenleri ve misyonları,
politik, ekonomik stratejik amaçlara hizmet etmek, çokuluslu şirketlerin
kârını artırmak, bu amaçla da "seyirciyi oyalamak..."

NGO'ların devletten ve sermayeden bağımsız olmaları ancak istinai
olarak mümkündür zira, ya devletlerden ya da sermayeden besleniyorlar.
"Bağımsız" örgütlermiş, "insânî" amaçlar taşıyormuş
yanılsaması yaratmadan pis misyonlarını sürdürmeleri mümkün
değildir...Bir de "politika dışı" olmakla öğünüyorlar. "Biz
politikaya bulaşmayız, biz yardım kuruluşuyuz" diyorlar. Böylece asıl
soruyu, yani "neden sorusunu" sormaktan kurtuluyorlar... Aksi halde
sorunun kökenine inmek gerekecektir, emperyalist oyunun ve iki
yüzlülüğün teşhir edilmesi mümkün hâle gelecek, ayıp açığa
çıkacaktır... Ben politikanın dışındayım demekle kimse 'politika
dışı' olmaz, ama mevcut kepazeliğin meşrulaştırılmasına ve
sürdürülmesine hizmet edebilir. Böylece sorunun kaynağına inmek
isteyenleri devre dışı bırakmak kolaylaşıyor. Sanki bu dünyada
politika dışında kalınabilirmiş gibi...

"İnsânî" yardım NGO'ları, daha çok yardım toplamak için durumu
abartıyorlar, ölümler başlayıncaya kadar seslerini çıkarmıyorlar,
daha çok yardım almak için bir birleriyle rekabet ediyorlar. Toplanan
yardımların önemli bir kısmı bu örgütler tarafından kendi bürokratik
işleyişlerinin finansmanında kullanılıyor. O kadar ki, Birleşmiş
Milletler Örgütü bile topladığı yardımların yaklaşık % 25'ini
ihtiyaç sahiplerine ulaştırabiliyor, geri kalanı BM memurlarına yüksek
maaş, büro kirası, pahalı cipler satın alma, lüks otellerde konaklama,
vb. kullanıyor. Toplanan yardımın bir kısmı yardımı veren ülkenin
uzmanlarına maaş olarak geri gidiyor... Velhasıl insâni yardım 'iyi
kazandırıyor'... Hiç şu "yardımsever" Birleşmiş Milletler
Örgütü personelinin ve "insânî" NGO çalışanlarının aldıkları
maaşı merak eden var mı?

Elbette milyonlarca insanın samimi cabalarını küçümsemek haksızlık
olur. Âcil müdahale gerektiren felaketlere âcil yardım vazgeçilmezdir
ama açlık da dahil, insanlığın temel sorunlarını 'iyilikçilikle'
çözmek mümkün değildir. Bu sorun sadakayla üstesinden gelinebilir
mâhiyette bir şey değildir. Üstelik sorunun çözümünü, bu durumun
asıl sorumluları olan emperyalist ülkelerden ve onların "insânî"
yardım kuruluşlarından beklemek abesle iştigal etmektir. Kaldı ki, asıl
yapılması gereken yardım değil, bölüşme/paylaşma kültürünü
işlevselleştirmektir. Toplumsal eşitsizliğin kökenine inmektir ki, bunun
da yolu sömürüye karşı çıkmaktan geçer... Üretim ve yaşam
araçlarının özel mülkiyet konusu olmasını sorun etmekten geçer...
Büyük hırsızlara karşı çıkmadan, sömürüyü, yağmayı ve talanı
sorun etmeden, sorunları çözmek mümkün değildir ama, sözde insânî
bir söylemle mevcut statükoyu sürdürmek şimdilik mümkün olabiliyor.
Onun için "neden" sorusunu inat ve israrla sormak ve gereğini yapmak
gerekiyor. Böylece egemenler cephesinin ikiyüzlülüğünü ve
sahtekârlığını teşhir etmek mümkün olabilir...

Duyduğuma göre başbakan R.Tayyip Erdoğan, BM oturumunda Somali'deki
açlığı gündeme getirecekmiş. Eğer bu konuya değinmeye gerçekten
niyetliyse, gıda maddelerinin bir metaya dönüştürülüp kâr ve
spekülasyon aracı haline getirilmesini, 'insânî yardım" denilenin
aslında insânî değil, politik, ekonomik, ticari ve finansal çıkarların
hizmetinde olduğunu, gıda maddeleri üzerindeki spekülasyonu,
emperyalistler tarafından 30 yılı aşkın zamandır dayatılan "yapısal
uyum programlarını" ve bunların neden olduğu insânî, sosyal ve
ekolojik yıkımı, önüne 'insânî' sıfatı eklenen ABD ve NATO'nun
askeri operasyonlarını, Afrika topraklarının emperyalistler ve onların
güdümündeki devletler ve çokuluslu şirketler tarafından satın
alınmasını, köylülerin topraklarından ve yurtlarından kovulmalarını,
dış borç ödemelerinin tahribatını, depremzedelere "yardım"
bahanesiyle ABD'nin Haiti'yi işgal etmesini... velhasıl
kapitalist-emperyalist sömürü, yağma ve talanı da gündeme getirebilir
mi?

Bir çift söz de şarkıcı, türkücü, sinema oyuncusu... şov
endüstrisinin ünlülerine: Her "insânî yardım" kampanyasına
"dahil" olduğunuzda asıl sorunların, tartışılmasını, bilince
çıkarılmasını, anlaşılmasını engellediğinizin ve birilerinin pis
misyonunu meşrulaştırdığınızın farkında mısınız? Elbette aynı
şey sorunun özüne inmekten özenle kaçınan gazeteciler için de
geçerli. Neden felâket bölgelerine kendi imkânlarınızla değil de,
politikacıların uçaklarına binip gidiyorsunuz? Neden emperyalizmin
hizmetindeki NGO'ların verdiği bilgilerle yetinip, kendi gözünüzle
şeylere bakmaya yanaşmıyor sunuz?

21 Eylül 2011
Kaynak: Düşünadası

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder