8 Eylül 2010 Çarşamba

12 Eylül'de Direnenler de Vardı!.. / Sadık Varer

12 Eylül'de Direnenler de
Vardı!.. / Sadık Varer

size="2">resim : sadık varer

12 EYLÜL'DE DİRENENLER DE VARDI
!..
 
12 Eylül generallerinin
öncelikli hedefi olan devrimcilerin kayda değer bir
bölümü, cezaevlerinde yaşadıkları ağır işkencelerden ve
uzun tutsaklık yıllarından hareketle, 'mağdur' edildiklerini
düşünüyorlar...
 
Uluslararası ve 'ulusal'
sermayenin 12 Eylül operasyonunu yürüten faşist generaller
650 bin kişiyi göz altına aldılar, 210 bin 'dava'
açtılar ve 230 bin kişiyi 'yargıladılar', 517 kişiye
idam 'cezası' verdiler ve 50 kez darağacı kurdular, 98 bin 404
kişiyi örgüt üyeliğinden 'yargıladılar', 1
milyon 517 kişiyi fişlediler, işkencede katlettikleri belgelenmiş 171
kişi dışında 300 kişiyi daha katlettiler, sakıncalı buldukları 30 bin
kişiyi işten attılar, 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim
üyesinin işine son verdiler, 23 bin 677 derneğin kapısına kilit
vurdular, 14 bin kişiyi yurttaşlıktan çıkardılar, sakıncalı
buldukları 937 filmi yasakladılar, 388 bin kişiye pasaport yasağı
koydular ve daha bir sürü şey…
Elbette böylesi büyük bir
faşist operasyondan söz edildiğinde, aynı ölçüde
büyük, kitlesel mağduriyetlerden de söz edilecektir ve bu
anlaşılır bir şeydir. Ne var ki, 12 Eylül faşizminin devrimcileri
de 'mağdur' ettiğini düşünen arkadaşları anlamakta
zorlanıyorum!..
 
Faşizmin 12 Eylül operasyonunu
tutsaklık koşullarında yaşadım ve 11 yılı aşkın bir süre
'içeride' kaldım, fakat kendimi hiçbir zaman
'mağdur' saymadım. Kanımca, işkenceyle, tutsaklıkla ve
ölümle 'karşılaşma' ihtimalini bilerek devrimci olan
birinin, işkenceyle ve tutsaklıkla karşılaştığında, durumunu
mağdurlukla ilişkilendirmesi, görmezlikten gelinebilecek denli
'hafif' bir şey değildir. Farkında olup olmadıklarını
bilmiyorum ama şunu biliyorum; bu durumdaki arkadaşların ürettikleri
mağduriyet kültürü, devrimcileri devrimci yapan direniş
kültürünü aşındırmaktadır.
 
Oğuzhan Müftüoğlu, "Biz
kendimizi 12 Eylül mağduru olarak görmüyoruz, 12
Eylül'ün muhatabıyız." demiş. Oğuzhan arkadaşa
katılıyorum, doğru bir saptama yapmış.
 
Ve fakat şu sorunun da boşlukta
kalmaması lazım; 12 Eylül'ün muhatabı devrimciler, 12
Eylül zindanlarında 'muhatapları' ile karşı karşıya
geldiklerinde ideolojik ve siyasal kimliklerinin hakkını vermeyi
başardılar mı?
 
"Ama bize çok işkence
yaptılar; ortalama bir insanın hayal gücünü aşacak sonu
gelmez 'kurallara' uymamız için sabah akşam dayak
attılar, karların üzerinde süründürerek saatlerce
'eğitim' yaptırdılar, biteviye istiklal marşı ve cop
eşliğinde ezberletilen başkaca bir sürü marş söylettiler,
işkenceci subaylara ve erlere 'komutanım' dedirttiler,
saçlarımızı kazıyıp tek tip elbise giydirdiler, büyük,
çok büyük acılar yaşattılar…" diyen
kardeşlerimizin bu soruya olumlu yanıt vermeleri zordur, evet, ama
kapitalizmi tasfiye edip emeğin ve insanlığın özgür geleceğini
kurmaya karar vermiş ve de kapitalist sömürüyü disipline
eden devlet iktidarına karşı ilan edilmiş bir mücadeleye girmiş
devrimcilerin olmazsa olmazlarından sayılan direniş
kültürüne daha fazla 'halel' gelmemesi için
bu soruyu sormak gerekiyor.
 
İçinde yaşayan biri olarak ifade
etmek zorundayım; 12 Eylül cezaevlerindeki kardeşlerimizin
çoğu, ne yazık ki, ideolojik ve siyasi kimliğimizi yok etmek, bizi
kişiliksizleştirip 'hiçleştirmek' isteyen askeri
faşist diktatörlüğün terörüne karşı dik durmayı
başaramadı…
 
Peki, cezaevlerinde 12 Eylül
faşizmine boyun eğmeyen, dik durmayı başaran devrimciler yok muydu?..
 
Ağırlıkla 'mağdurların
hikayelerini' dinleyen genç devrimciler bilmeyebilirler; evet,
böyle devrimciler de vardı, ama onlar sayıca azdılar, kendilerinden
söz etmeyi de pek sevmezler ve asla kendilerini 'mağdur'
olarak görmezler. Onlar, dik başlı sosyalist yarınlarımızdır ve
devrimin namusu!..
 
12 Eylül
'mağdurlarından' çok söz edildi, edilsin!.. Ama
artık, biraz da direnen devrimcilerden söz edilsin
istiyorum…
 
Mamak Cezaevi'nde işkence
gören, acı çeken ama yaptırımlara uyan kardeşlerimizden de
söz edilsin tabii, fakat onların gördüğü işkencelerden
çok daha fazlasını karşılayıp dik duran, boyun eğmeyen Haydar
Yılmaz'dan da söz edilsin mesela…
Diyarbakır zindanında yaşanan tarifi
imkansız vahşetten söz edilsin, ama direniş manifestosunu bedenlerini
ateşe vererek yazan Mazlum Doğan'dan, Ferhat Kurtay'dan, Eşref
Anyık'tan, Necmi Öner'den, Mahmut Zengin'den daha
çok söz edilsin...
 
Ve Metris Cezaevi'nde,
'mağduriyeti' akıllarından bile geçirmeden yıllarca
direnerek işkencecilerine 'pes ettiren' kadın - erkek
yüzlerce devrimciden de söz edilsin...
 
12 Eylül askeri faşist
diktatörlüğü Metris cezaevinde başarıya ulaşamadı;
Metris'i, Diyarbakır ve Mamak haline getiremedi.. Asker, Diyarbakır
ve Mamak'taki askerdi; Metris'te de faşist generallerin
programını uygulamak üzere vazifelendirilmiş Esat Oktay
Yıldıran'lar, Raci Tetik'ler vardı ama Metris
Cezaevi'ndeki devrimcileri yenemediler.
 
Nasıl oldu bu; 12
Eylül'ün eli kanlı generalleri Metris cezaevinde neden
başarılı olamadılar?..
 
Metris Cezaevi'nin
'açılışını' Halkın Devrimci Öncüleri
yaptı. O zamanlar benim de içinde yer aldığım bu örgüt,
12 Eylül'ü Alemdağ Askeri Cezaevi'nde "kahrolsun
faşist cunta!" sloganıyla karşılamış, hiçbir yaptırıma
uymamış ve askerlerin saldırılarını karşı saldırıyla cevaplamak
gibi 'çılgın' tavrı yüzünden, bir an
önce ezilmesi gereken 'kötü bir örnek' haline
gelmişti. Metris'te yapılmak istenenlerin
gerçekleştirilebilmesi için öncelikle bu
'kötü örneğin halli' gerekiyordu!.. Bizi
Metris'in ilk 'konukları' haline getiren bu durumdu. Ama
feci şekilde yanıldılar; diğer cezaevlerinde uygulanan bütün
'kurallar' bize de dayatıldı, reddettik. İnsanlık dışı
ağır işkenceler yaptılar, direndik. Hiç 'fire'
vermedik. Kan revan içinde, baygın ve yarı baygın bir vaziyette
sürüklendiğimiz koğuşlarımızda aktif direnişe devam ettik.
Vahşice saldırdıklarında onları çok şaşırtan, hiç
beklemedikleri bir şey yaptık; biz de onlara saldırdık, onlar bize
vurdukça, gücümüz yettiğince biz de onlara vurduk ve
durumu bir 'çatışmaya'
dönüştürdük.
 
Metris'e 'alınan'
ikinci örgüt Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği idi.
MLSPB'li kardeşlerimiz de yaptırımlara uymadılar. Güzel bir
aktif direniş örneği sergilediler. Hasan Şensoy'un karate
hocalığı çok işe yaradı; karate bilen MLSPB'li arkadaşlar
işkenceci askerleri adamakıllı hırpaladılar.
 
Metris direnişi, her şeyi göze
alıp aktif direnişe geçen bu 'küçük'
ama 'iflah olmaz' iki devrimci örgütle başladı.
 
Daha sonra gelen devrimcilerin
önemli bir bölümü de direnişi tercih ettiler ve
böylece, hep birlikte 'Metris tarihi'ni
yazdık.
 
Ve yıllar sonra, 1986'da,
Metris'i düşüremeyeceklerini anlayan çok yıldızlı
bir grup askerin 'itirafını' dinledik; "Kaç yıl
uğraştık, sizi teslim alamadık. Kutlarız!.."
 
Şimdi sözü şaire bırakma
zamanıdır:
"İşte böyle Laz İsmail /
mesele esir düşmekte değil / teslim olmamakta bütün mesele.
"
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder