4 Şubat 2011 Cuma

İhtilalin ruhu Arap coğrafyasını sarıyor / Volkan Yaraşır

İhtilalin ruhu Arap
coğrafyasını sarıyor / Volkan Yaraşır

Mısır’da isyan ve ayaklanma

“İtaat sona ererse efendilik de sona erer”
Max Stirner

Tunus ayaklanması, çeyrek asırdan fazladır Arap coğrafyasında
oluşturulan statükoları parçaladı ve yıkıcı etkiler
yarattı. Emperyalizme tam bir uşaklık, kölelik ve
işbirlikçilikle simgelenen bu statüko, Arap halkları
için diktatörlük, açlık, sefalet, yoksulluk
anlamına geldi.

Uzun yıllar Arap coğrafyasına sessizlik hakim oldu. Öfke ve kin uzun
yıllar birikti. Tunus ayaklanması bu yıkıcı birikimin patlamasıyla
oldu. Bir politik devrim potansiyeli taşıyan ayaklanma, önce Cezayir
ve kısa bir zaman sonra Mısır’ı sardı. Her gelişme kendi
dalgasını yaratarak Lübnan’dan Yemen’e,
Ürdün’den Umman’a, Suudi Arabistan’dan
Suriye’ye kadar etkisini gösterdi, gösteriyor.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/b90a3293af.jpg"
style="width: 284px; height: 190px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: left; " />Tunus ayaklanması
en başta bu yönüyle yakın dönem Arap halkları tarihinde bir
moment olarak öne çıktı. Yeni bir tarihsel dönemin
başlangıcını işaretledi.

Bu süreçte; devrimin ve isyanın o muhteşem, yenileyen,
ruhları ayaklandıran gücü ve kudreti ortaya çıktı.
Kitlelerin isyan dalgası içinde yeniden doğuşu, ayağa kalkışı
ve tarih yapışı bütün çıplaklığıyla kendini
gösterdi. Üst sınıfların
çözümsüzlüğü ve asalaklığına karşın,
alt sınıfların başta proletaryanın yaratıcı zenginliği ve yıkıcı
gücü hissedildi.

Tunus’ta ve Mısır’da isyanın içinde kurulan
çeşitli özyönetim organları bunun en somut
göstergeleri oldu. Kendilerine doğrultulmuş namlulara çıplak
bedenleriyle korkusuzca yürüyen onbinler birkaç gün
içinde çeyrek asırlık diktatörlükleri alaşağı
etti. Bu kitle hareketlerinin gücünün ve kudretinin
ifadesiydi. Alt sınıfların muktedir olma becerisiydi.

Tunus ayaklanması Arap halklarına yol gösterdi ve umut verdi.
İnternet üzerinden sosyal paylaşım sitelerinin yanısıra El Cezire
gibi yayın organları iletişimi sağlama, yaygınlaştırma ve hızlı
koordine olma imkanını sağladı. Sansür ve dezenformasyon
politikaları boşa çıkarıldı. Tunus ayaklanması Arap
halklarının içinde bulunduğu olağanüstü olumsuz
koşulların altını bir kez daha çizdi. Her ne kadar Arap
coğrafyasında dünyadaki doğal kaynakların yüzde 45’inin,
petrol rezervlerinin yüzde 58’inin, doğalgaz rezervlerinin
yüzde 30’unun bulunmasına rağmen Arap halkları kronik
yoksulluk, işsizlik ve sefalet içinde yaşıyor.

Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın
hazırladığı rapora göre; Yakındoğu ve Ortadoğu’da 22 Arap
ülkesinde 140 milyon kişi yoksulluk sınırında yaşıyor. Arap
nüfusunun yüzde 19’u ise günlük 2 doların altında
bir gelirle yaşamını sürdürüyor. 22 Arap ülkesinin
toplam nüfusu 280 milyondur. Arap Birliği üyesi bu 22 ülkenin
toplam GSMH ise İspanya’nın GSMH’sından daha azdır.

Arap ülkelerinde işsizlik oranı resmi rakamlara göre yüzde
15 ama gerçek işsizlik oranı yüzde 20’nin üzerine
çıkmış durumda. Özellikle genç işsizlerin oranı
tüm ülkelerde çok yüksek. Ayrıca 65 milyon Arap okuma
yazma bilmiyor. Kadınlar içinde bu oran daha vahim. Her
üç Arap kadınından ikisi hiçbir düzeyde formal
eğitimden geçmiş değil. Bu tablo Arap halklarının çıplak
yoksulluğunu ve sefaletini ortaya koyuyor. Bir başka anlamda on yıllar
içinde birikmiş öfke ve kinini işaretliyor.

Tunus “devrimi” bu kini ve öfkeyi, kısacası “Arap
İhtilali”ni simgeledi. Ya da “Arap İhtilali” kendini
Tunus “devrimi”nde biçimlendirdi. Yönetenlerin artık
yönetemez, yönetilenlerin de artık yönetilemez olduğu devrim
günlerinin etkisi Yemen’den Ürdün’e,
Filistin’den Mısır’a kadar yayıldı. Arap halklarına
yönelik uzun yıllardan beri uygulanan segregasyon ve diskriminasyon
politikası kitlelerin görkemli ayağa kalkışıyla parçalandı.
Sol içinde de etkili olan oryantalist eğilimler iflas etti. Sessiz,
biat eden ve köle ruhlu olduğu iddia edilen Arap halkları isyan ve
devrim günleri içinde yeniden ayağa kalktı.
“Unutanlara” halkların yaratıcı ve yıkıcı
gücünü hatırlattı. Devrimi işaretledi. İsyanın erdemini
muazzam yenileme gücünü ve “sıradan insanın”
tarih yapışını simgeledi.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/misir-01-02-4.jpg"
style="width: 274px; height: 187px; float: right; padding-top: 10px;
padding-right: 10px; padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; " />Bugün
Tunus’ta ve Mısır’da “sıradan insanlar” tarih
yapıyor. Bugün Tunus ve Mısır’da yaşananlar gerçek bir
sınıf mücadelesidir. Alt sınıfların, başta işçi
sınıfının, yoksulların, ezilenlerin kendi kaderlerini ellerine alma
çabasıdır. Oscar Wilde “tarihi okumuş olan herkesin
gözünde itaatsizlik bir insanın ilk erdemidir” der ve devam
eder. “İlerleme itaatsizlik sayesinde olur, itaatsizlik sayesinde ve
isyan sayesinde ileriye gideriz.”

Tunus ve Mısır’da halklar itaatsizlik ve isyanla kuşanıyor.
Özgürlüğü avuçlarının içine alarak
sokakları ve caddeleri işgal ediyor.

Mısır: “Cevap esen rüzgarda” (1)

Mısır kadim bir kültürü simgeler. Ortadoğu ve Arap
halklarının entelektüel merkezidir. Politik açıdan da bu
özelliğini korumuştur. Ortadoğu ve Arap dünyasında
gelişmelerin nabzı Mısır’dan okunabilir. Bir başka yanıyla
Mısır Ortadoğu ve Arap halklarının laboratuarıdır.

Özellikle Tunus isyanının yarattığı dalganın Cezayir sonrası
Mısır’ı vurması Ortadoğu’da ve Arap dünyasında bir
dönemin bitişi, yeni bir dönemin başlangıcı olarak
değerlendirilebilir. Mısır’ı tutuşturan bir isyan Ortadoğu
jeopolitiği kadar dünya jeopolitiğini etkileyebilecek
içeriktedir. Mısır’daki gelişmeler ve altüst oluşlar
her zaman siyasal vakum etkisi yaratmıştır. 19. ve 20. yüzyıllarda
yaşanan bir dizi gelişme Mısır’ın jeopolitik konumunun altını
tekrar tekrar çizmiştir.

Tunus ve Mısır ayaklanmalarından sonra Ortadoğu ve Arap dünyasında
hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Artık tüm statükolar
parçalanmış ve parçalanma sürecine girmiştir. Daha
sürecin başındayız. Daha dipten gelen dalganın bunlar ilk yıkıcı
sarsıntıları ve bu sarsıntılar devam edecek. Arap halkları
sömürgeci tahakküme karşı 1950-60’lı yıllarda nasıl
ayağa kalktıysa “Arap İhtilali” Arap ulusal kurtuluş
mücadelesi nasıl bütün coğrafyada yankı bulduysa Tunus ve
Mısır ayaklanmalarının etkisi benzer ölçüde
olacaktır.

Mısır’ın yakın dönem siyasal tarihine baktığımızda
Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da kilit rolünü daha iyi
anlayabiliriz. Uzun dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun
tahakkümü altında kalan Mısır, 1882 yılında İngiltere
tarafından işgal edildi. Mısır bir dünya imparatorluğu olan
İngiltere için stratejik önem taşıdı. Mısır’ın Kuzey
Afrika ile Ortadoğu arasında bir köprü işlevi görmesi
imparatorluğun küresel tahakküm politikalarına hizmet etti.
Ayrıca Mısır, İngiltere’nin tekstil sektörüne
yönelik bir pamuk tarlası olarak işlevlendirildi. Ülkenin
bütün kaynaklarına İngiliz tekelleri tarafından el konuldu.
Koloni-sömürge rejimi İngiliz Valisi, krallık, feodal toprak
ağaları ve komprador burjuvaziden oluşuyordu. 19. Yüzyıl’ın
son çeyreğinde bazı sanayi dallarında gelişmeler yaşandı.
Ayrıca demiryolu, limanlar ve sulama tesisleri inşa edildi. Özellikle
pamuk plantasyonları yaygınlaştırıldı.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/misir29-8.jpg"
style="width: 287px; height: 215px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: left; " />I. Emperyalist
Paylaşım Savaşı sonrası ulusal burjuvazinin ve öğrenci
gençliğin önderliğinde bağımsızlık mücadelesi
güçlendi. 20. yüzyılın başlarından itibaren demiryolu,
liman ve pamuk plantasyonlarında çalışan işçilerin
mücadelesi gelişti. Çeşitli örgütlenmeler
yaratıldı. Sınıfın bu nesnel ve öznel şekillenme süreci 1920
yılında Mısır Komünist Partisi’nin kuruluşuyla yeni bir
evreye girdi. Aynı dönem (1928) Mısır’da bir başka önemli
akım olan siyasal İslam’ın ortaya çıkışına sahne oldu.
Müslüman Kardeşler Örgütü Mısır siyasal
yaşamında etkili bir güç olarak hızlı bir gelişim seyri
izledi. 1923 yılında İngiltere Mısır’ın resmi olarak
“bağımsızlığını” tanıdı. Bu tanıma İngiliz
sömürgeciliğinin gerileme dönemine tekabül etmekteydi ve
Mısır’da İngiliz tahakkümünün restorasyonunu
içeriyordu.

Özellikle İngiltere, ordu üzerindeki hakimiyetini
sürdürdü. Mısır ordusu 1936’ya kadar protokol ordusu
özelliği taşıdı. 1920’li yılların sonunda işçi
sınıfında belirli hareketlenmeler yaşandı. 1929 yılında 35 grev
yapıldı. İngiltere Mısır’da protektora ya da himayeci bir rejim
kurdu. Özellikle Süveyş Kanalı’nın denetimini kaybetmek
istemiyordu. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda İngiltere
Mısır’ın stratejik konumundan ve hammadde kaynaklarından
olağanüstü biçimde yararlandı. Savaş sonrasında
işçi sınıfı, köylüler, zanaatkar ve aydınların aktif
yer aldığı sömürgeciliğe karşı kurtuluş mücadelesi
gelişti. Kolonyal sömürü İngiliz tekellerinin hakimiyetine
güç veriyordu.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/Arap-israil-savasi.jpg"
style="width: 265px; height: 181px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: right; " />Mayıs 1948
Arap-İsrail Savaşı Ortadoğu’nun tarihi kadar Mısır tarihi
açısından da önem taşıdı. Mısır, Suriye, Lübnan,
Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan yeni kurulan İsrail devletine
karşı savaş açtı. Çatışmalar sonucunda İsrail bazı Arap
topraklarını ilhak etti. Başta İngiltere ve diğer emperyalist devletler
ilhakları BM kararlarına rağmen tanıdı. 1948 Arap-İsrail Savaşı
yenilgisi, Mısır hükümetinin İngiliz işgaline son vermemesi
Mısır halkının tepkilerini yoğunlaştırdı. Mısır ordusunda
reaksiyonlar ortaya çıkmaya başladı. 1951-1952 yılları
içinde öğrenci, köylü, işçi ve subayların
kurduğu gerilla güçleri İngiliz birliklerine karşı etkili
vur-kaç eylemleri gerçekleştirdi. 25 Ocak 1952 tarihinde
İsmailiye’de halka yönelik İngilizlerin katliamı
büyük tepkilere yol açtı. İngilizlere ait çeşitli
bina ve kuruluşlar yakıldı. Halkın artan tepkisi sonucu Kral Faruk,
hükümeti azlederek yeni hükümet kurulması için
çeşitli kişileri görevlendirdi. Ayrıca ulusal kurtuluş
mücadelesine karşı yoğun bir terör kampanyası başlattı.
Çeşitli örgütlenmeler bu saldırılardan ağır darbeler
aldı. Ama bu olay özellikle Müslüman Kardeşler’in
güçlenmesine neden oldu. Bu arada küçük burjuva
ve köylü kökenli genç subaylar illegal
örgütlenmelere girişti. Bir taraftan İsrail yenilgisi öte
taraftan Süveyş Kanalı’nın halen İngiliz denetiminde olması
ve kralın orduyu denetim altına almak için uyguladığı taktikler
genç subayları ajite etmekteydi.

İçinde Enver Sedat’ın da bulunduğu 12 kişilik Hür
Subaylar Grubu orduyu harekete geçirerek 1952 yılında krallığa son
verip iktidara el koydu. Hür Subaylar’ın önderliğini Cemal
Abdülnasır yapmaktaydı. Hür Subaylar arasında İslamcı
güçlerden, marksistlere kadar birçok hareketle
bağlantılı kişiler bulunuyordu. Mısır İhtilali diye anılan bu politik
devrim sürecinde bütün iktidar Nasır’ın elinde
toplandı. Nasır’ın politik çizgisi belirgin bir ideolojik hat
taşımıyordu. Ağırlıkta pratik uygulamalar sonucunda geliştirilen
eklektik fikirleri içeriyordu. “Arap sosyalizmi”
vurgularıyla bezenmişti.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/nasir.jpg"
style="width: 200px; height: 246px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: left; " />Nasır iktidarı
tipik bir Bonapartist diktatörlüktü.(2) 20
yıllık iktidarı döneminde Nasır Mısır’ın iç ve dış
siyasetini oligarşik yetkilerle belirledi. Krallığın yıkılmasında
önemli payı olan Müslüman Kardeşler ve Komünist
Parti’ye yönelik sistemli tasfiye operasyonları
gerçekleşti. İşçi sınıfına karşı yoğun şiddet
uyguladı. 1952’de Kafr-el Dawar olayında yaşandığı gibi
işçilerin üzerine tanklarla, ordu birlikleriyle gitti.
İşçi önderlerini idam etti.

Mısır’da komünist hareket, Arap komünist hareketinin genel
çizgisinde şekillendi. Arap komünist
partileri(3) pro-sovyetik bir çizgide yer aldı.
Özellikle II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası SSCB'nin
Ortadoğu'ya ilişkin politikalarına tam bir angajman yaşadılar.
Mısır Komünist Partisi politikalarını Nasır SBKP ilişkileri
belirledi. Nasır'ın toprak reformu, millileştirme politikaları
komünist partinin varoluş zeminlerini yok etti. Parti, Nasır'ın
politikalarını aktif olarak destekledi. Hatta o kadar ileri gidildi ki,
parti, “kapitalist olmayan yol” tezinden hareketle kendini
feshedip Nasır'ın liderliğini yaptığı Sosyalist Birlik
Partisi'ne katıldı. Köklü bir geçmişi olan
“parti” Mısır’ın siyasal yaşamından giderek
silindi.

Nasır iktidarının en önemli özelliği bir kitle partisinin
desteği olmadan yönetimi ele geçirmesiydi. Eski devlet
mekanizmasına dokunulmadı, bürokraside yapılan birkaç
düzenlemenin dışında bürokratik yapı olduğu gibi kaldı.
Nasır iktidarı döneminde bürokratik diktatörlük
bütün ağırlığını hissettirdi. Yapılan bazı büyük
sosyal atılımlarda bürokrasinin ağırlığı ve tutuculuğu kendini
gösterdi. Kısaca bürokrasi bütün
diktatörlüklerin temel dayanağı olduğu gibi Nasır’ın da
dayanağıydı. Sınıflar üstü, partiler üstü
görünmeye çalışan diktatörlük asker, polis ve
bürokrasiden güç aldı. Bunun yanında Nasır, Mısır
kapitalizminin rasyonalizasyonu yönünde önemli adımlar attı,
1952 yılında toprak reformu gerçekleştirildi. Devlet, toprak
mülkiyetini sınırladı ve kamulaştırdığı toprakları topraksız
köylüye (fellahlara) dağıttı. Toprak reformu, Mısır
ihtilalinin en ciddi sosyal ve politik gelişmesiydi. Nasır’ın Arap
halkları içinde ününü arttırdı, imajını
güçlendirdi. Toprak reformu başarıyla uygulandı. Böylece
feodal sınıfların gücü önemli ölçüde
sınırlandı. Ne var ki bu süreç toprak burjuvazisinin
etkinliğini arttırdı. “Mısır İhtilali”nin sosyal
potansiyeli böylece kırıldı. Gelişmelerin rotasını burjuvazi
belirledi. Nasır ayrıca millileştirme kampanyaları başlattı.
Birçok şirket ve bankanın yanısıra Süveyş Kanalı da
millileştirildi. Devlet bu süreçte önemli rol oynadı. Bu
aynı zamanda bürokrasinin politik ve ekonomik alanda ağırlığını
arttırıcı faktör oldu. Bütün bu adımlar burjuvazinin
gücünü geliştirici bir içerik taşıdı. En verimli
toprakların büyük bir bölümü ticaretin yüzde
50’sinden fazlası, inşaat ve taahhüt işleri burjuvazinin
denetimindeydi.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/suveys.jpg"
style="width: 230px; height: 126px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: right; " />Burjuvazi
devletin açtığı yeni olanaklardan da faydalandı ve özellikle
devletin gölgesinde ve eteğinde toptan ticaret, inşaat ve
büyük bayındırlık projelerine girdi. Bu süreç asalak
ve parazit bir kapitalist sınıfın (kapitalist sınıf genel karakteristik
olarak asalak ve parazittir. Buradaki vurgu devlet himayesine ilişkindir)
türeyip gelişmesini sağladı. Millileştirme politikalarının bir
başka boyutu ise işçi sınıfı üzerinde hissedildi. Nasır
iktidarı, bu adımlarla Bonapartist politikalarını daha rahat hayata
geçirdi. Özellikle bu politikaların paternalist etkileri
sınıfın bilinç ve örgütlülük düzeyini
aşındırdı.

Nasyonalizm, ulusal kalkınmacılık, vulger bir sosyalizm anlayışıyla
birleşen Arap sosyalizminin ünlü ismi Nasır, Mısır’da
Bonapartist bir işlev gördü ve Mısır kapitalizminin
gelişmesinin önünü açtı.

Bunun işçi sınıfı için anlamı hayal kırıklığı ve
çıplak diktatörlüktü. Arap milliyetçiliği
etkisinde olan ve yaygın bürokrasi ve kamu sektörü
içinde yer alan küçük burjuva kökenli
bürokrat ve teknokrat kadrolar Nasır iktidarının temel dayanağı
oldu. Bu “yeni sınıf” büyük imtiyazlarla,
büyük burjuvazinin değerleriyle bütünleşti ve
Mısır’da kapitalist yolun açılmasına hizmet etti.

Mısır Nasır döneminde “kapitalist olmayan yol”, Mısır
sosyalizmi gibi vurgulara rağmen dünya kapitalist sisteminin dışına
çıkamadı. Uluslararası düzeyde meta zincirini kıracak,
sermaye dolaşımını engelleyecek bir programı hayata geçiremedi.
Emperyalist-kapitalist sistem Mısır’daki gelişmelerden bu bağlamda
çok rahatsız olmadı. 1960’larda Kennedy-Nasır diyaloğunun
başlaması bunun göstergesi oldu. Ayrıca Nasır sonrası
Mısır’ın siyasal ve toplumsal değişim yaşamadan dünya
kapitalist sisteme entegre oluşu dikkat çekicidir ve
“kapitalist olmayan yol tezi”nin özü ulusal
kalkınmacılıktan öte anlam taşımamaktadır. İki kutuplu
dünyada makro dengeler Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanı
politikaları Mısır’daki gelişmelerin “kapitalist olmayan
yol” diye rasyonalize edilmesini sağladı. Nasır dış politikada
Sovyetler Birliği ve Çin eksenli bir çizgide yer aldı.
Bağlantısızlar Hareketi içinde konumlandı.

Küresel düzeyde ABD ve SSCB arasında makro denge böylesi
pratiklerin gerçekleşme zeminlerini yaratıyordu. Sovyetler
Birliği’nin izlediği ‘büyük devlet’
politikasının bir yansıması olan “kapitalist olmayan yol
tezi” antikapitalist içerikten yoksun bir düşünce
yelpazesinin gelişmesine yol açtı. Üçüncü
dünyacılık, Baasçılık, Nasırizm, Arap sosyalizmi gibi
akımlar ortaya çıktı. Bu akımlar 1960-1970’li yıllarda
Türkiye’de etkili oldu. 27 Mayıs Darbesi, Doğan Avcıoğlu ve 9
Mart 1971, MDD tezleri, kemalizmin sol içinde kurduğu ideolojik
hegemonya bu sürecin parçası olarak değerlendirilebilir.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/enver-sedat_doenemi.png"
style="width: 283px; height: 200px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: left; " />Nasır sonrası
iktidara gelen Enver Sedat Mısır’da bir restorasyon süreci
başlattı. Sedat döneminde emperyalizmle ilişkiler
kurumsallaştırıldı. Bonapartist devletin işleyişi içinde
“örtük” kurulan emperyalist-kapitalist sistemle ilişki
ve bağlantılar Sedat döneminde alenileştirildi. Mısır dünya
kapitalist sistemi içinde açıkça yerini aldı. Camp
David zirvesi ve Mısır-İsrail anlaşması bunun somut göstergeleri
oldu. Mısır ABD emperyalizminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ileri
karakolu haline geldi. İsrail-Mısır anlaşması, Mısır’ın İsrail
için bir dalgakıran işlevi görmesini sağladı. Arap bloğu
parçalandı. Ayrıca İsrail devleti meşruluk kazandı. En
önemli Arap ülkesi siyonist politikalara onay verdi. İsrail,
Mısır, Suudi Arabistan, Şah dönemi İran ve Türkiye Cumhuriyeti
Ortadoğu emperyalizminin vurucu güçleri olarak konumlandı.

Enver Sedat, ABD'nin bölgeye ilişkin politikalarını Arap
dünyasında savunan, meşrulaştıran ve realize eden bir tarzda ve tam
bir işbirlikçi olarak hareket etti.

Arap ülkeleri içinde Mısır, kapitalist
“gelişme”düzeyi en yüksek olan ülkedir. Nasır
döneminde izlenen ekonomik politikaların Mısır’ın bu aşamaya
gelmesinde oldukça önemli payı vardır.

Sedat dönemi, Mısır’ın emperyalist kapitalist sisteme hızla
entegre oluş dönemiydi. Uluslararası sermayenin yatırımlarında
yoğunlaşmalar görüldü. Mısır Ortadoğu'da yeni
sömürgecilik politikalarının merkezinde yer aldı.

Sedat iktidarı “1977 Ekmek Ayaklanmaları”nda
görüldüğü gibi toplumsal muhalefete karşı yoğun
şiddet ve terör politikası uyguladı. Sivil diktatörlük
kurumsallaştı. Özellikle ordu ve polis, CIA, Pentagon ve MOSSAD
aracılığıyla yeniden yapılandırıldı. 
Enver Sedat'ın Sovyet ekseninden uzaklaşarak ABD angajmanlı
politikaları milliyetçi Arap yığınları içinde ve
işçi hareketindeki gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan
sol çevrelerce tepkiyle karşılandı. Sedat hem iç dengelerden
dolayı hem de ABD'nin bölge politikalarına uyumlu olarak islamcı
güçlerle hareket etmeye başladı. Nasır döneminde
örgütsel gücü dağıtılan islamcı güçler bu
dönemde toparlanma sürecine girdi. Enver Sedat, özellikle
“İhvan” grubu ve Müslüman Kardeşler'le ilişkiler
geliştirdi. Cezaevindeki islamcı kadrolar serbest bırakıldı. Sola ve
milliyetçi Arap kesimlerine karşı islam bir denge unsuru olarak
kullanıldı. (4) Enver Sedat ekonomide liberalleşme ve
serbest piyasa yönelimli politikalar izledi. Bu yönelim uzun
yıllar ticaretle uğraşan güçlü bir sermayeye sahip İhvan
yanlısı islamcı aktörlerin piyasaya girişine olanak sağladı.
Müslüman Kardeşler gibi örgütlerin önemli pay
sahibi olduğu bu sermaye grupları kısa sürede güçlü
şirketler kurdu. İçlerinden birçok işadamı çıktı
ve bazı bankalar bu cemaatlerin denetimine girdi.

İslamcı hareketin yükselişi yoksul kesimler tarafından da
desteklendi. Fakat yoksul Mısırlılar zengin sınıfların aksine
“İran Devrimi”ni model olarak benimsedi. Bazı (El Cihad El
İslami, El Cemaat El İslami gibi) radikal örgütler kuruldu.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/seyid-kutup.jpg"
style="width: 250px; height: 190px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: right; " />Yaşanan
süreç yoksul islamcı kesimlerle zengin islamcı kesimler
arasında gerginliklerin yaşanmasına yol açtı. Bu gerginliğin
kökleri 1960'lara ve Seyid Kutup'un
öldürülüşüne dayanıyordu. Yoksul islamcı
yığınları düzen içi arayışlara yöneltmeye
çalışan zengin kesim denetimindeki finans kaynaklarını geniş
ölçüde kullandı. Amerikan modeline uygun,
“ılımlı” islamcı çizgide hareket edecek yeni bir orta
sınıf yaratılması için uğraşıldı. Bu arada İhvan
içinden de radikal gruplar çıktı. Seyid Kutup çizgisi
hakim çizgiydi. Seyid Kutup İhvan içinden çıkan
önemli bir islamcı kimlikti. Kutup, İhvan'ı pasiflikle ve
düzenle uzlaşmayla suçladı. Radikal islamcılar yoksul
kesimlerin desteğini hızla kazandı. Seyid Kutup ve yandaşları cihad
çağrısında bulundu. Bu cihad emperyalizme karşı olduğu kadar
nefse karşı mücadele düşüncesini içeriyordu. Ayrıca
müslümanların lüks düşkünü yaşamlarını ve
Amerikancı eğilimlerini eleştiriyordu. Seyid Kutup düzenden kopmayı
ve düzene karşı savaşı içeren bir islam anlayışını
savundu. Daha sonra islamcılar arasında Kutupçu çizgi diye
anılan örgütlenmeler doğdu. Seyid Kutup’un
düşünceleri radikal islamcıların ideolojik temellerini
oluşturdu.

İhvan grubu Seyid Kutup çizgisine karşı sert tutum aldı.
Güçleri bölen bir fraksiyon olarak değerlendirildi. Seyid
Kutup 1967 yılında Nasır döneminde idam edildi. Seyid Kutup
ölümü bir “dava adamı” gibi
karşıladı. (5) Seyid Kutup Mısır'ın yanında
uluslararası düzeyde islamcı hareketleri etkiledi. Özellikle
Enver Sedat suikasti Mısır'da radikal islamcı güçler
için dönüm noktası oldu. Eylemi düzenleyen Cihad
örgütü diğer radikal islamcı gruplar gibi Kutup
çizgizini devam ettirmeye çalışıyordu.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/Suikast.png"
style="width: 249px; height: 183px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: left; " />Enver
Sedat’ın öldürülmesinin ardından radikal islamcılara
yönelik sert yaptırımlar uygulandı. İktidara geçen
Hüsnü Mübarek, sistematik bir devlet terörü
başlattı. 1980-90'lar radikal islamcılar ile devlet
güçleri arasında savaşlara sahne oldu. Radikal islamcılar
büyük kentlerin banliyö bölgelerindeki yoksul kesimler
içinde ciddi örgütsel güç sağladılar.
1991'den sonra islamcı örgütler yeniden eylemlere
geçti. Mübarek yönetimi başta Cihad ve İslami Cemaat
grupları ve Müslüman Kardeşler'i kapsayan sert operasyonlara
girişti. Kısa sürede 5 bine yakın militan tutuklanarak cezaevine
kondu. 1993'ten sonra radikal islamcılar sansasyonel eylemlere
yöneldi. Bu dönemde özellikle Kanal bölgesinde devlet
güçleri ile islamcı militanlar arasında çatışmalar
yoğunlaştı. Mübarek ancak bir müddet sonra kontrolü
sağlayabildi.

Müslüman Kardeşler yasaklanmasına rağmen yaygın olan
örgütlenmelerini korudular. Liderleri ülkeyi
terketti. Örgüt devleti rahatsız etmeyecek politikalar izledi.
Özellikle neoliberal yıkım politikaları yarattığı boşluğu
çeşitli sivil örgütlenmelerle (hayır kuruluşları,
yardımsever organizasyonlar) etkin olarak doldurdu. Müslüman
Kardeşler bu faaliyetleriyle ciddi meşruluk ve örgütsel
güç sağladı. Kontrol altında tutulan ılımlı ve uyumlu
sistemle bütünleşen bir yapı Mübarek yönetiminin de
işine geldi. Müslüman Kardeşler yerel ve genel seçimlere
farklı siyasal ad ve yapılarla katıldı. 2005 seçimlerinde
bağımsız adaylarla yer aldı. Parlamentoya 88 milletvekili sokmayı
başardı. Müslüman Kardeşler Mısır'ın en yaygın ve
örgütlü grubudur. Mısır'ın bundan sonraki tarihinde de
önemli bir yere sahip olacaktır.

Mübarek dönemi: “Sessizlikten isyan ve
ayaklanmaya”

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/Bush_ve_Muebarek.png"
style="width: 265px; height: 198px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: right; " />Enver Sedat
sonrası iktidara gelen Hüsnü Mübarek özellikle radikal
islamcıların varlığını ve çatışma ortamını gerekçe
göstererek, bir polis devleti kurdu. Ordu, gizli servis ve
bürokrasi sac ayağına dayanan sivil diktatörlük
Mısır'da 30 yıl terör estirdi. Ülkede 30 yıl
olağanüstü hal uygulandı. Mübarek dış politikada Enver
Sedat'tan aldığı mirası, yani emperyalizme uşaklığı
derinleştirdi. ABD Mısır'da stratejik askeri üsler inşa etti.
Özellikle Süveyş Kanalı'nın denetlenmesi ABD
açısından önemliydi. Mısır ABD'nin son çeyrek
asırda Ortadoğu'ya yönelik emperyalist projelerine tam angaje
oldu. İsrail'le birlikte bu politikaların aktif uygulayıcısı olarak
hareket etti. Bunun en somut örneği Filistin sorununa yaklaşımda
kendini gösterdi. Mısır İsrail'in siyonist politikalarını
meşrulaştırdı. En az onun kadar katı ve saldırgan tutum sergiledi.
“Modern” bir soykırım olan Filistin ablukasının
“görünmeyen” mimarlarından biriydi. İsrail'in
güvenliğinin garantörü gibi davrandı. Mübarek bu
tutumuyla ABD tarafından her zaman ödüllendirildi. ABD
Mısır'a Camp David Anlaşması'yla başlayan her yıl yapılan 2
milyar dolarlık yardımını sürdürdü.

Mübarek döneminde neoliberal politikalar hayata geçirildi.
Kritik önemdeki birçok devlet işletmesi özelleştirildi.
1990'ların başında neoliberal dönüşüm daha radikal
uygulanmaya başlandı. Mısır'da uluslararası sermayenin tam bir
soygunu ve talanı yaşandı. 1991'de IMF ile imzalanan stand-by
anlaşması (Sedat döneminde 1976,1978 ve 1980'de imzalanmıştı)
geniş ve yaygın özelleştirmeleri dayatıyordu. Devletin ekonomik
alandan bütünüyle çekilişini içermekteydi.
Ayrıca sermaye hareketlerinin serbestliği yönünde
düzenlemeler yapıldı.

Mısır liberalleşmede gösterdiği performansı nedeniyle
ödüllendirildi. ABD ve Arap ülkelerine olan 14 milyar
dolarlık borcu silindi. Nasır döneminden kalan kamusal varlıklar
bütünüyle uluslararası sermayeye sunuldu. 1992-1998 arasında
314 kamu işletmesinin 92’si finans kapitale satıldı. 2000 yılında
hükümet 90 kamu işletmesini satışa sundu. Özelleştirmeler
2000'li yıllarda hız kesmeden sürdü. Mısır'da her
alanın piyasalaşması ve metalaşması yönünde adımlar atıldı.
Motorola, Citi Bank, General Electric gibi uluslararası birçok tekel
Mısır burjuvazisi ile ortak yatırımlar (Orascom Osman, Bahgat gibi
gruplarla) gerçekleştirdi.

Ekonominin çeşitli alanlarında oligopoller oluştu. Bu arada 1974
yılında Mısır'da bankalar 7 iken 1998'de bu sayı 98'e
ulaştı. Ayrıca “kar payı dağıttığı” iddiasıyla kurulan
100'ün üzerinde islami yatırım şirketi halktan
topladıkları paraları kullanarak çeşitli spekülasyon
hareketleriyle ciddi karlar elde etti. Bu sürecin Mısır halkı
için anlamı kronik işsizlik, yoksulluk ve sefaletti. Tarımda
uygulanan tasfiye politikaları köylülük için yıkım
oldu. Toprak kiralarının artması, topraksız kiracı
çiftçilerin yığınsal işsizliğine yol açtı. Hızlı
bir proleterleşme süreci yaşandı. Radikal özelleştirmeler
sonucu toplu tensikatlar gündeme geldi. İşsizlik kronikleşti. Resmi
rakamlara göre işsizlik her ne kadar yüzde 10 ilan edilse de
gerçek oran yüzde 20’nin üzerindedir. Sefalet
korkunç boyuta ulaştı. Sadece başkent Kahire'de mezarlıklarda
500 ila 800 bin arasında yoksul yaşamını sürdürüyor. 82
milyon nüfusa sahip Mısır'ın yarısı yoksulluk sınırının
altında yaşıyor. 23 milyona yakın kişi günlük 2 dolarla
geçiniyor. Nüfusun yine üçte biri kronik
açlık çekiyor. Böylesi olağanüstü şartlara
karşı kitlelerden yükselecek her tepki polis devleti tarafından
şiddetle bastırıldı.

Mısır'da 2004 yılından sonra yükselen işçi hareketi
Mübarek rejimi tarafından ciddi bir tehlike olarak
görüldü. Sınıfı, korporatist ve bürokratik sendikalar
aracılığıyla kontrol etmeye çalışan rejim bunu başaramayınca
değişik taktiklere başvurdu. Grev kırıcıları kullanılarak grevler
engellenmek istendi. Önder işçilere yönelik tutuklama
operasyonları yapıldı. Ayrıca her işçi direnişi ve eylem
şiddetle bastırılmaya çalışıldı. Özellikle
çıkarılan anti-terör yasalarıyla ve Müslüman
Kardeşler'e karşı “savaş devleti”ne
dönüşmüş hukuki düzenlemeler ve uygulamalarla sınıf
hareketi terörize edilmeye ve bastırılmaya çalışıldı.
Mübarek rejimi tarımın tasfiyesine yönelik kır
emekçilerinin radikal direnişine karşı da şiddet uyguladı.
1997-2001 arasındaki direnişlerde, köylülerle devlet
güçleri arasında bir dizi çatışma yaşandı. Bu
çatışmalarda 90'a yakın kişi hayatını kaybetti.
500'ün üzerinde kişi yaralandı. 800 kişi tutuklandı.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/misir-30-4.jpg"
style="width: 272px; height: 204px; padding-top: 10px; padding-right: 10px;
padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; float: right; " />Mübarek
rejiminin, toplumsal muhalefeti her düzeyde bastırma girişimine
karşı ciddi direnişler gerçekleşti. Özellikle 2000'li
yılların başlarından sonra yaygın özelleştirme saldırılarına
karşı işçi sınıfı harekete geçti. Sendikaların
işbirlikçi tavırlarına, grev yasaklarına ve devletin şiddet
politikalarına karşı işçi sınıfı işsizliğe ve açlığa
karşı direndi. Bazı özelleştirmeler bu direnişler karşısında
durduruldu. 2007 yılı bu anlamda bir moment oldu. 2007’de 600'e
yakın direniş, grev ve işgal eylemi gerçekleşti. Bu eylemlerin
350'sine 150 binden fazla işçi katıldı, 35 grev yaşandı.
Özellikle Mahalla Tekstil grevi Mısır işçi sınıfının
mücadelesinde yeni bir dönemin habercisi oldu. Kapitalist kriz
sonrasında işçi eylemleri ve direnişleri yaygınlığını
sürdürdü. Bu birikimler bir silkinmenin, ayağa kalkışın
işaretleri oldu. Kapitalizmin yapısal kriziyle birleşen toplumsal arayış
30 yıllık bir diktatörlüğü yıkacak olanakları sağladı.
Kapitalist kriz ve neoliberalizmin yıkıcı etkileri Arap coğrafyasında
olduğu gibi Mısır'da da sınıfsal antagonizmayı keskinleştirdi.
Kronik açlığa, yoksulluğa, işsizliğe ve geleceksizliğe karşı
Mısır halkı ekmek, eşitlik, özgürlük ve onur
mücadelesi için ayağa kalktı. Tunus'ta başlayan isyan
dalgasal olarak ve kendi özgünlüğünde Mısır'ı da
sardı. Diktatörlüğe karşı kitleler ayaklanarak tarihsel bir
eyleme atıldı. Tunus'ta Bin Ali diktatörlüğü
devrilirken, Mısır'da Mübarek devriliyor. Tunus'ta ve
Mısır'da “devrim” sürüyor.

Olasılıklar ve sonuçlar

Bugün Mısır'da devrimci durum hala sürüyor.
Ayaklanmanın gelişim seyri belli değil. Kitle hareketinin muazzam
zenginliği ve karmaşıklığı en saf haliyle kendini dışavuruyor.
Mısır'da yaşanacak olasılıkları genel başlıklar altında
şöyle toparlayabiliriz:

1- Kitle hareketi büyük salınımlarla devam
ediyor. Ayaklanmanın ve isyanın kitlelerde yarattığı coşku, arayış,
muktedir olma duygusu kendini koruyor. 1 Şubat'ta Tahrir
Meydanı'nda 2 milyon kişinin toplanması ve Mısır'ın diğer
büyük şehirlerinde yüzbinlerin biraraya gelmesi bunun
göstergesi oldu. Kitleler Mübarek'in iktidarı bırakmasına
kilitlenmiş haldeler. Mübarek iktidarı fiilen çökmüş
durumda. Mübarek'in iktidarı bırakmama ısrarı kitleyi yormak,
ajitasyonu en üst noktaya çıkarmak, rejime soluk aldırmak
amacına bağlıdır. Böylece statükoda daha kolay revizyon
gerçekleştirilebilir.

Arjantin'de kriz sonrasında başlayan ayaklanma birkaç
cumhurbaşkanının feda edilmesiyle yatıştırılmıştı. Benzer taktikler
Mısır'da da denenebilir. Ama her şeyden önce egemenler
açısından kitle hareketinin kontrolü önem taşımaktadır.
Çünkü yıkıcı gücün ne yapacağı belli
olmaz.

2- AB'nin ve ABD'nin açıklamaları
benzerlik taşıdı. Mübarek'e, reformların hayata
geçirilmesi tavsiye edildi. Mısır ABD emperyalizmi
açısından jeo-stratejik olarak son derece önemli bir
ülkedir. Ortadoğu ve Akdeniz Havzası'nı kontrol etmesi ve
politikalarını realize etmesinde Mısır'ın belirleyici bir rolü
var. Ayrıca Mısır ABD'ye Ortadoğu'da jandarmalık yapıyor.
İsrail'in koruma duvarı gibi hareket ediyor. Mısır'da
statükoları değiştirecek her gelişme özellikle ABD ve
İsrail'i yakından ilgilendiriyor. ABD ve İsrail açısından
statükonun devamı büyük önem taşıyor. Anlaşılan,
Mübarek sonrası revize edilmiş bir statükoyla süreç
aşılmaya çalışılıyor. Bu yönde kitle hareketinin
kontrolü için CIA ve Pentagon'un devreye girdiğini
düşünmek abartılı bir değerlendirme olmayacaktır.

3- Bu gelişmelere paralel olarak ordunun tavrı
ilginç bir seyir izledi. Polis, diktatörlük ve Mübarek
rejimiyle özdeş tutulurken kitlelerin orduya yaklaşımının son
derece ılımlı olması dikkat çekicidir. Ayaklanma başladığı
sırada polis kitlelere şiddetle saldırdı. 200'e yakın kişinin
ölümüne, binin üzerinde kişinin ise yaralanmasına neden
oldu. Polis ayaklanan kitlelerin ilk hedefi oldu. Ayaklanmanın
üçüncü ve dördüncü gününde
sokaklardan çekildi. Kitleler rejimin simgesi olan iktidar partisi
binalarına, dışişleri bakanlığına, parlamento binasına,
içişleri başkanlığına, devlet televizyonuna saldırdı. Ayrıca
polis merkezleri, emniyet müdürlükleri, karakollar ve
istihbarat merkezleri öfkeli kitleler tarafından yakıldı. Ordu 29
Ocak'ta sokağa indi. Halka yönelik bir hamlede bulunmadı. Askerle
halk arasında sıcak görüntüler ortaya çıktı.
“Ordu halk elele!” sloganları atıldı. Bugüne kadar da bu
“sıcak” ilişki sürüyor. Mısır'ın siyasal
tarihinde ordunun rolü hep belirleyici oldu. Anlaşılan, ABD, AB,
İsrail ve Mısır burjuvazileri ordunun bu rolü koruyarak halktan bir
reaksiyon almadan yeni dönemin şekillenmesinde aktif olmasını
hesaplıyor. Ordunun bir anlamda Mübareksiz dönemin statüko
koruyucusu olarak devrede olacağını söylemek olanaklıdır.

2 Şubat'ta Mübarek taraftarları diye yansıtılan (ama
içlerinde çok büyük oranda sivil polis ve gizli
servis üyelerinin bulunduğunu tahmin etmek zor
değildir) (6) yansıtılan geniş kitlenin isyancılara
saldırması Mısır'ın biraz da kurgulanan bir tarzda iç savaş
sürecine girme olasılığını yükseltmiştir. Bu gelişme
karşısında ordu taraflara itidal çağrısında bulundu.
Böylesi bir ortamda, ordunun “anarşiyi, iç savaşı ve
kardeş kavgasını engellemek” söylemleriyle aktif olarak devreye
girme olasılığı arttı. Diktatörlük toplum mühendisliği
operasyonlarıyla orduya yeni imaj ve misyonlar yüklemeye
çalışıyor. Ordu son derece programlı ve politik bir şekilde
“tarafsız” ve Mübarek'le mesafeli bir
görüntü veriyor. Çatışmaların yaygınlaşması
askeri darbe ihtimalini arttırıcı bir faktördür.

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/Muebarek_yikilis.png"
style="width: 278px; height: 248px; float: left; padding-top: 10px;
padding-right: 10px; padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; " />Her şeye
karşın devrim, ayaklanma ve isyan günlerinin neyi getireceği belli
olmaz. Bir günde halkla “kaynaşmış” ordu nefret imgesi
haline dönüşebilir. Aynı ordunun ekmek ayaklanmalarını
bastıran diktatörlüğün uzun yıllar temel dayanağı olduğu
kitleler tarafından kavranabilir. Böylesi bir gelişme sistemin temel
kurumlarıyla hızla çöküşünün
önünü açabilir. Bu süreç bir yanıyla
politik devrim sürecidir. Sürecin
olağanüstülüğü içinde siyasal
güçlerin hızla şekillenmesi olasıdır. Bunun yanında aynı
süreç bir iç savaş süreci olarak da yaşanabilir.
Devrim bir karşıdevrimle, askeri darbeyle bertaraf edilebilir.

4- Bugün ayaklanma içinde yer alan burjuva
muhalefet etkili bir güç değildir. 6 Nisan Hareketi ve ayaklanma
başladığında Mısır'a yollanan M. El Baradey ayaklanmayı
şekillendirecek organizasyon ve etkiye sahip değildir. Ayaklanmaya ilk
gün mesafeli davranan, ikinci gün vatandaş olarak
katıldıklarını açıklayan ancak dördüncü gün
bir aktör olarak yer alan Müslüman Kardeşler organize olma
kabiliyeti olan tek yapıdır. Ayaklanmada yer alan diğer toplumsal kesimler
başta işçi sınıfı, yoksul yığınlar, özellikle
gençlik, küçük burjuvazi ve orta sınıfın bir
kesimi ise örgütsüzdür. Ya da etkili
örgütlenmeleri bulunmamaktadır. Ayaklanmada öne çıkan
şiarlar, atılan sloganlar bunun göstergeleridir. Ama yığınların
diktatörlüğe karşı büyük bir hıncı, kini ve
öfkesi açığa çıkmıştır.

Ayaklanma islamcı, dini bir karakterde gelişmemektedir. Bunda
Müslüman Kardeşler'in Mübarek yönetimiyle
uzlaşmasının da etkisi vardır. Bu uzlaşma örgütün
gücünü azaltmış ve parçalı bir karakter
göstermesine yol açmıştır. Yine de mobilizasyon yetenekleri,
ayaklanmanın ilerleyen günlerinde Müslüman Kardeşler
öne çıkabilir.

Her ne kadar Müslüman Kardeşler radikal bir programa sahip olmasa
da bu süreçte inisiyatifi alması ABD ve İsrail'in
istemediği bir durumdur. Ordunun tek etkili güç olarak devrede
olması böylesi bir gelişmeyi kesmeye yöneliktir.
İlginçtir, Müslüman Kardeşler de girdikleri ittifaklarda
ve önderlerinin açıklamalarında bugün ayaklanmanın genel
rotası dışına çıkmamaya özen göstermektedir.

5- Bütün bu vurgularımız bir yönelim
tespit etme ve olasılıklar üzerinedir. Ama devrimler ve isyanlar bize
tek bir şey göstermiştir. Son sözü kitleler söyler.
Mısır'da da son sözü kitleler söyleyecektir. Her şeyden
önce Mısır halkı ayaklanmanın içinde
“arınmış”, “silkinmiş” ve “yeniden
doğmuş”tur. Devrimi tatmıştır. Yapabilme, muktedir olma duygusunu
yaşamıştır. Sokakların, eylemin özgürleştiriciliğini
yaşayarak görmüştür. Kitle hareketi karşısında koca bir
sistemin sarsıldığını hissettirmiştir. Mısır halkı tıpkı Tunus
halkı gibi müthiş bir devrim pratiği içindedir. Artık
hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Mısır ayaklanmasının sonucu
ne olursa olsun Mısır halkı devrimin, ayaklanmanın yıkıcı
gücünü yaşayarak görmektedir. Bu kitlelerin
mücadelesinde müthiş bir deneyimdir. Halkların başlı başına
böylesi bir deneyim sahibi olması bile önemlidir. Arap
coğrafyasında Mısır'da yeni bir tarihsel momentuma girilmiştir.
Artık bu coğrafya isyan ve ayaklanmaların coğrafyasıdır. Dalga
durmayacaktır. Kavga yeni başlamıştır.

Sonuçlar

src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/misir-polis.png"
style="width: 286px; height: 215px; float: right; padding-top: 10px;
padding-right: 10px; padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; "
/>1- Hobsbawn, “Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991
Aşırılık Çağı” adlı kitabında 20. Yüzyıl'ı
büyük sarsıntıların yaşandığı ama kısa bir yüzyıl
olarak tanımladı. Aslında bugün Tunus ve Mısır'ı saran
ayaklanma dalgası, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'yu sarsan gelişmeler
“uzun 20. Yüzyıl”ın göstergeleri oldu.
Bütün bu bölgelerdeki gelişmeler soğuk savaş sürecinde
oluşmuş statükolarının parçalanması ve
diktatörlüklerin yıkılmasını içeriyor. Sovyetler'in
çöküşü ve Doğu Bloku'nun yıkılması (1989-1991)
gerçekleşti. Bu dönemde başlayan büyük alt-üst
oluşlar, 20 yıl içinde toplumsal fay hatlarındaki enerji
birikimleriyle birlikte Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da bugün
patlamalar şeklinde kendini dışavuruyor. Bunun en temel nedeni
1970'lerin başında kapitalizmin yaşadığı yapısal krizdir. Bir uzun
dalga biçiminde şekillenen kriz Sovyetler'in
çöküşü, Doğu Bloku'nun dağılması yaklaşık
1,5 milyar insanın kapitalist sisteme entegre oluşu ve sosyal devletin
ilgasıyla uzun süre resesyon döneminden geçti. 2008 krizin
depresif aşamasıdır. Bu dönemde (çeyrek asırlık
dönemde) finans kapitalin krize karşı geliştirdiği karşıdevrimci
neoliberal politikalar tarihin gördüğü en büyük
talan ve soygun hareketi oldu. Bu politikalar halklar için
açlık, sefalet ve yıkım anlamına geldi.

Kapitalizm doğayı tahrip etti, metalaştırdı, öldürdü.
Salt insanlığın değil dünyanın ve bütün canlıların
geleceği tehlike altına girdi. Bu katastrof 2008 sonrası bütün
coğrafyalarda sınıfsal antagonizmayı keskinleştirdi. Krizin ve
neoliberalizmin yıkıcı etkileri küresel düzeyde sınıfsal
öfke ve kini açığa çıkardı.

Önce Avrupa'nın Akdeniz Havzası'nı sarsan büyük
işçi hareketleri, grevler, genel grevler, direnişler ardından
karşı yakada Kuzey Afrika’da ayaklanmalar ve isyanlar şeklinde
kendini dışavurdu. Bu ülkelerde 30-40 yıldır
“sarsılmaz” statüko, korku imparatorlukları
paramparça oldu. Artık Akdeniz gerçek anlamda “bizim
denizdir” Yani Mare Nostrum. Yani isyanın, ayaklanmanın, devrimin
coğrafyası... Daha yeni 21. Yüzyıl'a giriyoruz.

2- Mısır ve Tunus ayaklanmaları başlı başına
müthiş gelişmelerdir. Ayaklanmalar halkların yaratıcı ve yıkıcı
gücünü açığa çıkardı. Unutulmuş,
unutturulmuş isyan ve ayaklanma ruhu yeryüzünde dolaşmaya
başladı. Bu iki ayaklanma da kendiliğindenci karakterdedir. Aslında bu
özellik her devrimin ve ayaklanmanın karakteristik özelliğidir.
Mısır ve Tunus'ta yaşananlar yakıcı bir şekilde devrimci özne
ve program ihtiyacını ortaya koymaktadır. Bu tanımlama, gelişmelerin
olağanüstülüğünü görmeyen
“doktriner” bir bakış açısı değildir. Politik devrim
potansiyeli taşıyan bu deneyimlerin içeriğine ve olası
yönelimine yönelik bir vurgudur. Çünkü İtalyan
komünisti Gramsci'nin 1920 İşçi Konseyleri pratiğinden
çıkardığı sonuç gibi “kendiliğindenlik alt
sınıfların tarihinin karakteristik özelliğidir.” Devrimci
komünistler kendiliğindenci harekete tepeden bakmazlar ya da başka bir
bağlamda kendiliğindenci harekete tapınmazlar. Kendiliğindenci hareketle
bilinçli önderlik arasındaki diyalektiği kurarlar. Bu
diyalektik üzerinde dururlar.

Çünkü saf bir kendiliğindencilik olmadığını bilirler
ve kendiliğindenci hareketin yarattığı muazzam devrimci olanakların
altını çizerler. Ancak şu da unutulmamalıdır. Yine
Gramsci'nin altını çizdiği gibi her kendiliğindenci hareket
aynı zamanda karşıdevrimci güçlerin tepkileriyle
içiçe gelişir. Bu durum Tunus ve Mısır için de
geçerlidir. Buradaki vurgumuzu, Troçki'nin “Parti ve
Kitle Mücadelesi” metaforuyla biraz daha açarsak, kitlesel
mücadele buhar gibidir. Devrimci parti de buhar makinasını
çalıştıran pistondur. Buharsız bir piston sadece bir metal
parçasıdır. Pistonsuz buhar ise dağılır ve sonuca ulaşamaz.
Devrimi parti değil kitleler ve işçi sınıfı yapar, parti
işçi sınıfının rehberidir.

“Rehber bir örgütlenme olmaksızın kitlelerin enerjisi
piston kutusu tarafından çevrilmemiş buhar gibi dağılıp gider.
Ancak, şeyleri hareket ettiren piston ya da kutu değil buhardır.”
Kısaca Tunus ve Mısır ayaklanmaları ve Avrupa'nın Akdeniz
Havzası'ndaki gelişmeler yaşadığımız dönemin altını bir kez
daha çiziyor. “21. Yüzyıl sosyalizmin ve devrimin
yüzyılı, önümüzdeki binyıl ise komünizmin
binyılı olacaktır.” 

 

Dipnot:

1- Joan Baez’in bir şarkı sözü

2- Nasır ve politikaları, Arap sosyalizmi hakkında
daha geniş bilgi için bakınız, Volkan Yaraşır, Sokakta Politika,
Gendaş Yayınları 2002; Hasanneym Heykel, Kahire Dosyası, Bilgi
Yayıncılık, 1974; Peter Mansfield, Mısır İhtilali ve Nasır, Akşam
Kitap Kulübü, 1967; Nasır, Arap Devriminin Yöntemleri, Habora
Kipatevi Yay., 1970; Ahmet El Kadsi, Arap Dünyasında
Milliyetçilik ve Sınıf Mücadelesi, Köz Yayıncılık,
1975; Adid Davışa, Arap Milliyetçiliği Literatür, 2004

3- Arap Komünist Partileri üzerine dikkat
çeken bir çalışma olarak bakınız; Tarık Y. İsmail, Arap
Dünyasında Komünist Hareket, Kapı Yayıncılık, 2006; Faruk
Pekin, “Ortadoğu'da Sosyalist Mücadele ve Komünist
Partiler”, Ant SosyalistTeori ve Eylem Dergisi, Şubat 1971,
sayı:10

4- Mısır'da siyasal islamın gelişimi,
Müslüman Kardeşler ve Seyit Kutup çizgisi hakkında daha
geniş bilgi için bakınız. Volkan Yaraşır, Siyasal İslam ve AKP,
Tümzamanlar Yayıncılık, 2002, Salih El Verdani, Mısır'da
İslami Akımlar, Fecr Yay., 1986

5- Kutup'un idamından sonra İhvan grubu
üyelerinin “cehenneme kadar yolun var” diye bağırması
Mısır'daki islamcı ayrışmanın boyutunu göstermesi
açısından ilginç bir örnektir.

6- Mısır'da 1,5 milyon polis görev
yapıyor. Polis teşkilatının sicili oldukça bozuktur. Şiddet
politikaları ve sistematik işkence uygulamalarıyla ün yapan
teşkilat, isyan günlerinde büyük bir katliam
gerçekleştirdi. Kitlelerin öfkesini üzerine çekti.
Mübarek sonrası süreçten en çok etkilenecek
kurumlardan birinin polis teşkilatı olduğu ortadadır. Polis ve
kontrgerilla güçlerinin karşıdevrimci operasyon girişimleri,
isyan bastırma taktikleri sürecektir. Hatta bu taktikler dikkatleri
“en kötüye” çekerken ordunun
“aklanmasına” hizmet edebilir.

Kaynak: kizilbayrak.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder