"Mağlup mu Denir Şimdi
Onlara?"
"Ki insanlar
rüya görmüyor
rüya görmüyor
Ve sıfır nedir biliyorlar
Düş kuranlarsa
çoktandır
çoktandır
Meczup sayılıyor
artık."[1]
artık."[1]
"Yenildiler./Yenenler, yenilenlerin/ dikişsiz
ak gömleğine sildiler/ kılıçlarının
kanını."
ak gömleğine sildiler/ kılıçlarının
kanını."
Ve devam eder Usta:
"Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların/ zaruri
neticesi bu! deme, bilirim!/O dediğin nesnenin önünde kafamla
eğilirim./ Ama bu yürek/ o, bu dilden anlamaz pek./ O, 'hey gidi
kambur felek,/ hey gidi kahpe devran hey',/ der."
neticesi bu! deme, bilirim!/O dediğin nesnenin önünde kafamla
eğilirim./ Ama bu yürek/ o, bu dilden anlamaz pek./ O, 'hey gidi
kambur felek,/ hey gidi kahpe devran hey',/ der."
Veyl ettiği, Şeyh Bedreddin şakirdi
Börklüce Mustafa ile onbin mülhid yoldaşının, Osmanlı
Sultanı Yıldırım Beyazıd orduları karşısındaki
yenilgisidir…
Börklüce Mustafa ile onbin mülhid yoldaşının, Osmanlı
Sultanı Yıldırım Beyazıd orduları karşısındaki
yenilgisidir…
* * *
Orhan İyiler'in, Nurhak'da katledilen Sinan
Cemgil ve yoldaşlarının cenazelerini teslim almak üzere Adnan ve
Nazife Cemgil ile birlikte çıktığı yolculuğu
öykülediği "Öldükleriyle Kalmadılar"ın
belki de en çarpıcı sahnesi, geceleyin apansız ortaya
çıkıp jandarmadan kaçak, gizlice cenaze namazı için
saf tutan köylülere ilişkin betimlemesidir…
Cemgil ve yoldaşlarının cenazelerini teslim almak üzere Adnan ve
Nazife Cemgil ile birlikte çıktığı yolculuğu
öykülediği "Öldükleriyle Kalmadılar"ın
belki de en çarpıcı sahnesi, geceleyin apansız ortaya
çıkıp jandarmadan kaçak, gizlice cenaze namazı için
saf tutan köylülere ilişkin betimlemesidir…
* * *
Ahmet Yaşar Ocak, Anadolu'da Babaî İsyanı
önderlerinin mezarlarının "Filanca Osmanlı paşasına
ait" olduğu söylentisiyle saygı gördüğünü
hikâye eder…
önderlerinin mezarlarının "Filanca Osmanlı paşasına
ait" olduğu söylentisiyle saygı gördüğünü
hikâye eder…
* * *
Ertuğrul Kürkçü, anlatır:
"12 Eylül gelip hapishanelerin de
üzerine çöktüğünde Malatya 'L Tipi'
cezaevine nakledildik Niğde'den. Cezaevi idaresi 'ıslahı gayri
mümkün' olarak kategorize edilmiş olanlar için
özel bir 'karşılama töreni' hazırlamıştı. Kapı
altından karga tulumba hamama götürülüp soyuluyor ve
sopa yiye yiye hücrenize götürülüyordunuz. Sıra
bana geldiğinde itilip kakıldımsa da fazlaca yaralanıp berelenmeden
hücreme tıkıldım.
üzerine çöktüğünde Malatya 'L Tipi'
cezaevine nakledildik Niğde'den. Cezaevi idaresi 'ıslahı gayri
mümkün' olarak kategorize edilmiş olanlar için
özel bir 'karşılama töreni' hazırlamıştı. Kapı
altından karga tulumba hamama götürülüp soyuluyor ve
sopa yiye yiye hücrenize götürülüyordunuz. Sıra
bana geldiğinde itilip kakıldımsa da fazlaca yaralanıp berelenmeden
hücreme tıkıldım.
'Azrailler'ime 'neden' diye
sorduğumda aldığım yanıt 1969'da dinlediğim uzun konuşmanın 15
yıl içinde Türkiye'nin her yerinden duyulmuş olduğunun,
1972'de feda edilen hayatın değerinin toplum vicdanında biline
geldiğinin bir işaretiydi benim için: 'Sen, Mahir'in,
Deniz'in arkadaşısın!' Kendime doğru arkadaşlar
seçmiştim."[2]
sorduğumda aldığım yanıt 1969'da dinlediğim uzun konuşmanın 15
yıl içinde Türkiye'nin her yerinden duyulmuş olduğunun,
1972'de feda edilen hayatın değerinin toplum vicdanında biline
geldiğinin bir işaretiydi benim için: 'Sen, Mahir'in,
Deniz'in arkadaşısın!' Kendime doğru arkadaşlar
seçmiştim."[2]
* * *
Ve sonuncusu… Bu da kendi gözlerimle
gördüklerim, kulaklarımla duyduklarımdan:
gördüklerim, kulaklarımla duyduklarımdan:
Latin Amerika kentlerinin şamatacı ana caddelerinde,
tozlu ara yollarında, şehirler arası yollarda seyreden rengarenk
"chicken bus"ların ("tavuk otobüsleri" -
yolcuları genellikle denklerini, tavuklarını yanlarında taşıyan yoksul
köylüler olduğu için böyle anılırlar) arkalarında,
iki portreden biri yer alır genellikle: ya Hz. İsa ya da Che…
tozlu ara yollarında, şehirler arası yollarda seyreden rengarenk
"chicken bus"ların ("tavuk otobüsleri" -
yolcuları genellikle denklerini, tavuklarını yanlarında taşıyan yoksul
köylüler olduğu için böyle anılırlar) arkalarında,
iki portreden biri yer alır genellikle: ya Hz. İsa ya da Che…
Ve Latin Amerika'nın yoksulları, genellikle
O'nun öldüğünü kabul etmezler. "Condor
oldu," derler. "Gökyüzünde
uçuyor…"
O'nun öldüğünü kabul etmezler. "Condor
oldu," derler. "Gökyüzünde
uçuyor…"
Bolivya'nın Che'nin yaşamının son
anlarına tanık olan Vallegrande'sinde bizi gezdiren genç yerli
rehberimize köylülerin o zamanlar Che'nin
öldürülmesini nasıl karşıladıklarını soruyoruz.
"O'nu bilmiyorlar, tanımıyorlardı ki… Gerillaların
çoğu yabancıydı. Öldürülmelerinden iki gün
sonra, hastanenin bahçesinde sergilenen bedenleri görmelerine
izin verildiğinde, oraya meraktan gittiler."
anlarına tanık olan Vallegrande'sinde bizi gezdiren genç yerli
rehberimize köylülerin o zamanlar Che'nin
öldürülmesini nasıl karşıladıklarını soruyoruz.
"O'nu bilmiyorlar, tanımıyorlardı ki… Gerillaların
çoğu yabancıydı. Öldürülmelerinden iki gün
sonra, hastanenin bahçesinde sergilenen bedenleri görmelerine
izin verildiğinde, oraya meraktan gittiler."
Ya şimdi?
"Şimdi tabii çok daha iyi tanıyorlar.
'Keşke başarılı olsalardı; belki çok daha iyi bir
dünyada yaşıyor olurduk,' diyorlar…"
'Keşke başarılı olsalardı; belki çok daha iyi bir
dünyada yaşıyor olurduk,' diyorlar…"
* * *
Adları Spartaküs, Börklüce Mustafa, Pir
Sultan Abdal, Olympe de Gouges, Geronimo, Che, Deniz, İbo, Mazlum Doğan,
Bobby Sands… Aralarında yüzlerce, binlerce yıl, yüzlerce,
binlerce kilometre var…
Sultan Abdal, Olympe de Gouges, Geronimo, Che, Deniz, İbo, Mazlum Doğan,
Bobby Sands… Aralarında yüzlerce, binlerce yıl, yüzlerce,
binlerce kilometre var…
Ama hepsinin düşü ortak…
Tümü de yaşadıklarından daha adil, daha eşitlikçi, daha
özgürlükçü, daha iyi bir dünyanın
mümkün olduğunu düşünüyordu. Düşleri
birbirini besledi… Düşleriyle beslediler
birbirlerini…
Tümü de yaşadıklarından daha adil, daha eşitlikçi, daha
özgürlükçü, daha iyi bir dünyanın
mümkün olduğunu düşünüyordu. Düşleri
birbirini besledi… Düşleriyle beslediler
birbirlerini…
Bir ortak yanları daha var: düşleri uğruna
gözlerini kırpmadan gittiler ölüme…
gözlerini kırpmadan gittiler ölüme…
* * *
Trajik, çoğunlukla
ürkütücüydü ölümleri. Çarmıha
gerilmek, kurşunlarla delik deşik edilmiş bedenleriyle bir çeşme
yalağında teşhir edilmek, meydanlarda yakılmak, işkencelerde lime lime
edilmek… Meydan okudukları, başkaldırdıkları düzenin
efendileri, "aleme ibretlik"e çevirmek istedi, eline
geçirdiği "görkemli mağlupları"n cezalarını.
Hemen hepsinin önüne sürüldü, onursuzlaşma
seçeneği: " 'Pişmanım' de,
'yanılmışım', 'kandırılmışım' de, yalvar
bize…"
ürkütücüydü ölümleri. Çarmıha
gerilmek, kurşunlarla delik deşik edilmiş bedenleriyle bir çeşme
yalağında teşhir edilmek, meydanlarda yakılmak, işkencelerde lime lime
edilmek… Meydan okudukları, başkaldırdıkları düzenin
efendileri, "aleme ibretlik"e çevirmek istedi, eline
geçirdiği "görkemli mağlupları"n cezalarını.
Hemen hepsinin önüne sürüldü, onursuzlaşma
seçeneği: " 'Pişmanım' de,
'yanılmışım', 'kandırılmışım' de, yalvar
bize…"
Ölüm, daha buzdan kollarıyla onları
sarmalamadan önce her birinin aklında, yüreğinde sopsoğuk bir
seçim olarak vardı; biliyorlardı ergeç onunla
yüzleşeceklerini… O nedenle, önlerine
sürüldüğünde tereddütsüz yeğlediler, onursuz
bir teslimiyete onu.
sarmalamadan önce her birinin aklında, yüreğinde sopsoğuk bir
seçim olarak vardı; biliyorlardı ergeç onunla
yüzleşeceklerini… O nedenle, önlerine
sürüldüğünde tereddütsüz yeğlediler, onursuz
bir teslimiyete onu.
* * *
"Halk psikolojisi" denilen alan -eğer
böyle bir psişik coğrafya varsa- çetrefillidir, anlaşılması
güç, bulanıktır… İhbar ederler önce,
"kahraman"larını… Sonra meydanları doldurur,
idamlarını izlerler. Kayıtsız gözlerle… Sonra da…
Türkülerini yakarlar…
böyle bir psişik coğrafya varsa- çetrefillidir, anlaşılması
güç, bulanıktır… İhbar ederler önce,
"kahraman"larını… Sonra meydanları doldurur,
idamlarını izlerler. Kayıtsız gözlerle… Sonra da…
Türkülerini yakarlar…
* * *
Bu nedenledir ki belki de yeryüzündeki
problemlerin en zorudur, bile bile "kaybeden" olmayı
seçmek. O zorlu ve yazgılı yolun her anında, "Pardon"
deyip, şana, şöhrete, en azından ılıman ve müreffeh bir
yanaşmalığa dümen kırmak mümkünken, uğruna bayrak
açtıklarının taş yağmuru altında kavgayı sürdürmek.
"Ölüm nereden gelmişse hoş geldi, sefalar getirdi"
diyebilmek cellâdına karşı… Belki bu nedenden dolayı
sayıları parmakla sayılacak kadar az…
problemlerin en zorudur, bile bile "kaybeden" olmayı
seçmek. O zorlu ve yazgılı yolun her anında, "Pardon"
deyip, şana, şöhrete, en azından ılıman ve müreffeh bir
yanaşmalığa dümen kırmak mümkünken, uğruna bayrak
açtıklarının taş yağmuru altında kavgayı sürdürmek.
"Ölüm nereden gelmişse hoş geldi, sefalar getirdi"
diyebilmek cellâdına karşı… Belki bu nedenden dolayı
sayıları parmakla sayılacak kadar az…
Ve adları hâlâ çivi gibi
çakılı belleklerimize… Ve "ne vakit bir yaşamak
düşünsek/ bu kurtlar sofrasında belki zor/ Ayıpsız fakat
ellerimizi kirletmeden…" Onları, onlar için
yakılmış türküleri, söylenmiş şiirleri
düşürüyoruz aklımıza… Bize direnme gücü,
bize umut, bize onurlu bir yaşam özlemi veriyorlar…
"Promete belki Zeus'un sistemini yıkamayacağını biliyordu,
ama... Zincire bağlanmayı göze aldı. Bizim de böyle bir Promete
dürüstlüğüne ihtiyacımız var," diyor
örneğin, Şahika Tekand.[3]
çakılı belleklerimize… Ve "ne vakit bir yaşamak
düşünsek/ bu kurtlar sofrasında belki zor/ Ayıpsız fakat
ellerimizi kirletmeden…" Onları, onlar için
yakılmış türküleri, söylenmiş şiirleri
düşürüyoruz aklımıza… Bize direnme gücü,
bize umut, bize onurlu bir yaşam özlemi veriyorlar…
"Promete belki Zeus'un sistemini yıkamayacağını biliyordu,
ama... Zincire bağlanmayı göze aldı. Bizim de böyle bir Promete
dürüstlüğüne ihtiyacımız var," diyor
örneğin, Şahika Tekand.[3]
Göze almayı (yeniden) öğrenmeye
ihtiyacımız var… Bu nedenle vazgeçemiyoruz
onlardan…
ihtiyacımız var… Bu nedenle vazgeçemiyoruz
onlardan…
* * *
Çünkü Onlar, Onlar'ın bize
öğrettikleri olmaksızın hayatın -üstelik bizler farkına
varmadan- nasıl bir vurdumduymazlık, nasıl bir yoksunluk cehennemine
dönüşmekte olduğunu yaşıyoruz topluca…
öğrettikleri olmaksızın hayatın -üstelik bizler farkına
varmadan- nasıl bir vurdumduymazlık, nasıl bir yoksunluk cehennemine
dönüşmekte olduğunu yaşıyoruz topluca…
"Mensup olduğunuz grubun davranış
kurallarına, giyim - kuşam, adet, gelenek, göreneklerine ne
ölçüde uyuyorsunuz?" diye sorulduğunda, her 100
kişiden 82'si dinini, yüzde 76'sı mezhebini, yüzde
46'sı mensup olduğu etnik grubu, yüzde 34'ü de mensup
olduğu dini cemaati referans aldığını söylüyor,
örneğin.
kurallarına, giyim - kuşam, adet, gelenek, göreneklerine ne
ölçüde uyuyorsunuz?" diye sorulduğunda, her 100
kişiden 82'si dinini, yüzde 76'sı mezhebini, yüzde
46'sı mensup olduğu etnik grubu, yüzde 34'ü de mensup
olduğu dini cemaati referans aldığını söylüyor,
örneğin.
Soruluyor: "Bir kişi mensup olduğu grubun
kurallarına uymazsa çevresinden olumsuz tepki alır mı?"
Deneklerin yüzde 38'i "mensup olduğu din", yüzde
34'ü "mensup olduğu mezhep", yüzde 31'i de
"mensup olduğu dini cemaat", yüzde 30'u da
"mensup olduğu etnik grup"un olumsuz tepki vereceğini
söylüyor.
kurallarına uymazsa çevresinden olumsuz tepki alır mı?"
Deneklerin yüzde 38'i "mensup olduğu din", yüzde
34'ü "mensup olduğu mezhep", yüzde 31'i de
"mensup olduğu dini cemaat", yüzde 30'u da
"mensup olduğu etnik grup"un olumsuz tepki vereceğini
söylüyor.
Yine soruyorlar: "Kimlik baskısı altında
nasıl davranırsınız?"
nasıl davranırsınız?"
Yanıt verenlerin yüzde 59'u "beni zor
durumda bırakacak ortamlara girmemeye çalışırım veya girdiğimde
sessiz kalırım" yanıtını veriyor. Yüzde 30'luk bir
kesim "dışlanmayı göze alarak kimliğimi
açıklarım" cüretini gösterirken, yüzde 5 ise,
"çoğunluk tarafından kabul görecek bir kimliği
benimserim" diyor[4] …
durumda bırakacak ortamlara girmemeye çalışırım veya girdiğimde
sessiz kalırım" yanıtını veriyor. Yüzde 30'luk bir
kesim "dışlanmayı göze alarak kimliğimi
açıklarım" cüretini gösterirken, yüzde 5 ise,
"çoğunluk tarafından kabul görecek bir kimliği
benimserim" diyor[4] …
Bir başka deyişle "Onlar"ın iflah olmaz
meczuplar olduğuna inandığımız, "Onlar"ı unuttuğumuz
yenilmişlik iklimlerinde, dünyamız küçülüyor.
Bize benzeyenlerin ılıman sığınaklarına sinip, soluk almazsak
koruyabileceğimizi sanıyoruz kendimizi.
meczuplar olduğuna inandığımız, "Onlar"ı unuttuğumuz
yenilmişlik iklimlerinde, dünyamız küçülüyor.
Bize benzeyenlerin ılıman sığınaklarına sinip, soluk almazsak
koruyabileceğimizi sanıyoruz kendimizi.
* * *
Oysa olmuyor… Er ya da geç,
yenilmişliğimiz, dışlanmışlığımız,
yoksunlaştırılmışlığımız gelip buluyor bizi… Sokağın
ortasında… İşsizler kahvehanesinde… Sebze artıklarının
yığıldığı akşamüzeri pazaryerlerinde… Birbirimize,
görmeden, balık gözleriyle baktığımız tıklım tıklım halk
otobüslerinde… Halk-Ekmek kuyruklarında… Siftahsız
kepenk indirdiğimiz dükkânlarımızda… Cemaati gaz
bombalarıyla dağıtılan cenazelerimizde… Bize sormadan bizi
konuşan beyaz camlarda… Her yağmurda dizboyu çamur,
mutfaklarımızda… Evimizin yanıbaşında yığılan
çöplüklerde… Karakol kuytularında yediğimiz
imansız dayaklarda…
yenilmişliğimiz, dışlanmışlığımız,
yoksunlaştırılmışlığımız gelip buluyor bizi… Sokağın
ortasında… İşsizler kahvehanesinde… Sebze artıklarının
yığıldığı akşamüzeri pazaryerlerinde… Birbirimize,
görmeden, balık gözleriyle baktığımız tıklım tıklım halk
otobüslerinde… Halk-Ekmek kuyruklarında… Siftahsız
kepenk indirdiğimiz dükkânlarımızda… Cemaati gaz
bombalarıyla dağıtılan cenazelerimizde… Bize sormadan bizi
konuşan beyaz camlarda… Her yağmurda dizboyu çamur,
mutfaklarımızda… Evimizin yanıbaşında yığılan
çöplüklerde… Karakol kuytularında yediğimiz
imansız dayaklarda…
"Onlar"ın çekip gittiği
"makul" iklimlerde bize düşen, birer Alfredo Tale-Yax
olmak… O da kim midiyorsunuz? Dinleyin o
zaman…
"makul" iklimlerde bize düşen, birer Alfredo Tale-Yax
olmak… O da kim midiyorsunuz? Dinleyin o
zaman…
"Hugo Alfredo Tale-Yax, 31 yaşında yeni bir
hayat umudunu ABD'de arayan Guatemalalı bir gençti. Ama iyi bir
yaşam adına ümitleri kısa zaman içinde söndü ve New
York'taki binlerce evsiz arasına katıldı. 18 Nisan 2010'da
sabah 6.00 sularında yolda önünde yürüyen bir kadın ve
erkeğin kavgasına tanık oldu, adamın kadına şiddet uyguladığını
görünce engellemek istedi.
hayat umudunu ABD'de arayan Guatemalalı bir gençti. Ama iyi bir
yaşam adına ümitleri kısa zaman içinde söndü ve New
York'taki binlerce evsiz arasına katıldı. 18 Nisan 2010'da
sabah 6.00 sularında yolda önünde yürüyen bir kadın ve
erkeğin kavgasına tanık oldu, adamın kadına şiddet uyguladığını
görünce engellemek istedi.
Bölgedeki güvenlik kameralarına da
yansıyan görüntülere göre, saldırgan kendisini
durdurmaya çalışan Tale-Yax'ı birçok kez
bıçakladı. Saldırgan ve yanındaki kadın olayın ardından farklı
yönlere doğru kaçarken Tale-Yax aldığı bıçak
darbelerine karşın adamı kovalamaya çalıştı, ancak kısa bir
süre sonra yere yığıldı.
yansıyan görüntülere göre, saldırgan kendisini
durdurmaya çalışan Tale-Yax'ı birçok kez
bıçakladı. Saldırgan ve yanındaki kadın olayın ardından farklı
yönlere doğru kaçarken Tale-Yax aldığı bıçak
darbelerine karşın adamı kovalamaya çalıştı, ancak kısa bir
süre sonra yere yığıldı.
Olayı daha da vahşi kılan ise Tale-Yax'ın
yüzükoyun yere yığılmış hâline çevreden
geçenlerin aldırmaz, sanki o orada değilmiş gibi tavırlarıydı.
Genel olarak çalışan kesimin yaşadığı, az katlı binaların
yanı sıra yakınında fast food restoranlarının bulunduğu mahalleye
yerleştirilmiş güvenlik kameralarına yansıyan
görüntülere göre, Tale-Yax'ın yanından farklı
zamanlarda en az 7 kişi geçiyor.
yüzükoyun yere yığılmış hâline çevreden
geçenlerin aldırmaz, sanki o orada değilmiş gibi tavırlarıydı.
Genel olarak çalışan kesimin yaşadığı, az katlı binaların
yanı sıra yakınında fast food restoranlarının bulunduğu mahalleye
yerleştirilmiş güvenlik kameralarına yansıyan
görüntülere göre, Tale-Yax'ın yanından farklı
zamanlarda en az 7 kişi geçiyor.
Bir kısmı kafasını diğer yana
döndürürken birkaçı da durup yerde boylu boyunca
uzanan genç adama boş boş bakıyor.
döndürürken birkaçı da durup yerde boylu boyunca
uzanan genç adama boş boş bakıyor.
Hatta içlerinden biri genç adamın
vücudunu sarsıyor, yukarı kaldırıyor ve üstündeki kanı
görüyor… Ama o ve oradan geçen diğerleri
Tale-Yax'a sırtlarını dönüp yollarına devam
ediyor."[5]
vücudunu sarsıyor, yukarı kaldırıyor ve üstündeki kanı
görüyor… Ama o ve oradan geçen diğerleri
Tale-Yax'a sırtlarını dönüp yollarına devam
ediyor."[5]
* * *
Evet, "Onlar"ı anımsamak, daha doğrusu
Onlar'ı unutmamak, egemenlerin bize dayattığı bu yenilmişlik
"zaman"ını ilga edip, yerine her bir başkaldırı
döngüsünün acılarının yanı sıra umutlarını,
deneyimlerini ve bilgilerini biriktiren kümülatif ve
sıçramalı "devrimci zaman"ı ikame etme
girişimidir…
Onlar'ı unutmamak, egemenlerin bize dayattığı bu yenilmişlik
"zaman"ını ilga edip, yerine her bir başkaldırı
döngüsünün acılarının yanı sıra umutlarını,
deneyimlerini ve bilgilerini biriktiren kümülatif ve
sıçramalı "devrimci zaman"ı ikame etme
girişimidir…
Tüm ezme ve sömürme biçimlerinin
üst üste çakıştığı bu yenilgi dalgasının
üstesinden gelebileceğimize dair akla ve yüreğe
çıkartılmış bir çağrıdır. Spartaküs'ü
Che'ye, Geronimo'yu Mazlum'a, Pir Sultan'ı
İbo'ya, Prometheus'u Kawa'ya bağlama
çağrısı…
üst üste çakıştığı bu yenilgi dalgasının
üstesinden gelebileceğimize dair akla ve yüreğe
çıkartılmış bir çağrıdır. Spartaküs'ü
Che'ye, Geronimo'yu Mazlum'a, Pir Sultan'ı
İbo'ya, Prometheus'u Kawa'ya bağlama
çağrısı…
"Modern çağın zaman kavramı
türdeş, çizgisel ve içi boş, temsili imalathanelerdeki
iş deneyiminden doğar ve döngüsel olana karşı tek
biçimli düz çizgili devinimi öne
çıkartır," diyor Mustafa Ö. Soylu.
"Marksizm içindeki devrimci damar, bu burjuva zaman
kavramının farkındadır. Devrimci damarın temsilcilerinin ana tezinde,
'tarihin' oluşumunda (egemen ideolojinin söylediğinin
aksine), insanın sürekli çizgisel zamana köleliği değil
ondan kurtuluşunun çabası olduğu iddiası vardır. Tarihin, an ve
sürekliliğine devrimci müdahale, yeni bir kronoloji oluşturma
değil, niteliksel bir zaman değişimi olarak tanımlanır. Zaman ve burjuva
tarihin iptali olarak hem de. Bu aynı zamanda gözler önünde
olmayan ama hep orada olan ezilen çoğunluğun, tarihsel deneyime
yeniden davetidir."[6]
türdeş, çizgisel ve içi boş, temsili imalathanelerdeki
iş deneyiminden doğar ve döngüsel olana karşı tek
biçimli düz çizgili devinimi öne
çıkartır," diyor Mustafa Ö. Soylu.
"Marksizm içindeki devrimci damar, bu burjuva zaman
kavramının farkındadır. Devrimci damarın temsilcilerinin ana tezinde,
'tarihin' oluşumunda (egemen ideolojinin söylediğinin
aksine), insanın sürekli çizgisel zamana köleliği değil
ondan kurtuluşunun çabası olduğu iddiası vardır. Tarihin, an ve
sürekliliğine devrimci müdahale, yeni bir kronoloji oluşturma
değil, niteliksel bir zaman değişimi olarak tanımlanır. Zaman ve burjuva
tarihin iptali olarak hem de. Bu aynı zamanda gözler önünde
olmayan ama hep orada olan ezilen çoğunluğun, tarihsel deneyime
yeniden davetidir."[6]
"Onlar" bu davetin
sahibidirler…
sahibidirler…
Bu nedenle
"görkemli"dirler…
"görkemli"dirler…
Sibel Özbudun
14 Ağustos 2010 20:53:33, Çeşme Köy.
N O T L A R
[*]
Yeni Özgür Politika Eki, PolitikArt, No:47, 21 Ağustos
2010… Esmer, No:64/1, Eylül 2010…
Yeni Özgür Politika Eki, PolitikArt, No:47, 21 Ağustos
2010… Esmer, No:64/1, Eylül 2010…
[1]
Ahmet Telli.
Ahmet Telli.
[2]
"On'ların Hayatı: Mahir Çayan",
http://bianet.org/bianet/siyaset/120963-onlarin-hayati-mahir-cayan
"On'ların Hayatı: Mahir Çayan",
http://bianet.org/bianet/siyaset/120963-onlarin-hayati-mahir-cayan
[3]
Akt. Ceren Çıplak, "Düzene Yenilenlerin
Tragedyası", Cumhuriyet size="2">, 18 Temmuz 2010, s.19.
Akt. Ceren Çıplak, "Düzene Yenilenlerin
Tragedyası", Cumhuriyet size="2">, 18 Temmuz 2010, s.19.
[4]
Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Vakfı'nın
"Türkiye'de Ötekileştirme ve Ayrımcılık"
araştırması sonuçlarından. Bkz. Belma Akçura,
"Kadınlara Ayrımcılık Eşcinsellere Baskı Var", size="2">Milliyet, 27 Mayıs 2010,
s.15.
Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Vakfı'nın
"Türkiye'de Ötekileştirme ve Ayrımcılık"
araştırması sonuçlarından. Bkz. Belma Akçura,
"Kadınlara Ayrımcılık Eşcinsellere Baskı Var", size="2">Milliyet, 27 Mayıs 2010,
s.15.
[5]
"Bir Evsizin Ölümü", size="2">Cumhuriyet, 28 Nisan 2010,
s.10.
"Bir Evsizin Ölümü", size="2">Cumhuriyet, 28 Nisan 2010,
s.10.
[6]
Mustafa Ö. Soylu, "Denizler Sol Omuza Konar", size="2">Radikal İki, 23 Mayıs 2010,
s.7.
Mustafa Ö. Soylu, "Denizler Sol Omuza Konar", size="2">Radikal İki, 23 Mayıs 2010,
s.7.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder