31 Ocak 2011 Pazartesi

Hasta Tutsaklara Özgürlük Yürüyüşü'nde 76. Hafta

Hasta Tutsaklara Özgürlük
Yürüyüşü'nde 76. Hafta

Her hafta cuma günü Hasta tutsaklar serbest
bırakılsın
talebiyle gerçekleştirilen ve
katledilmeye çalışılan hasta tutsaklara umut olan eylemler devam
ediyor. 28.01.2011 günü 76. haftasına ulaşan hasta tutsaklara
özgürlük talebi istiklal caddesinde bir kez daha
yükseldi.

Saat 19.30'da taksim tramvay durağından yaklaşık 60 kişiyle
başlayan yürüyüş taksimde bulunan duyarlı kesimlerin
katılımıyla 100'ü aşkın bir kitleye ulaştı. Atılan
sloganların arasında megafonla sık sık halka seslenilerek yapılan
bilgilendirmede, halk düşmanı Hizbullahçılar tahliye
edilirken, hasta tutsakların içerde tutularak katledildiği
vurgulandı.  Yürüyüş boyunca atılan
Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın, Devrimci Tutsaklar
Onurumuzdur, Katil Devlet Hesap Verecek, Bedel Ödedik Bedel
Ödeteceğiz, Yaşasın Devrimci Dayanışma”
sloganları
ile hasta tutsakların isimlerinin
okunarak"Özgürlük"
talebinin haykırıldığı eylemde Mephisto Kitapevi
önüne gelindiğinde oturma eylemine geçildi. Oturma
eyleminde Çav Bella marşının hep bir ağızdan söylenmesinin
ardından yürüyüşe devam edildi. Galatasaray lisesi
önünde okunan basın açıklamasının ardından atılan
sloganlarla eylem sonlandırıldı.

Tıp Fakültelerinde Her Şey Dahil Sistemi ve Hocaların Sökülen Rütbeleri / İlker Belek

Tıp Fakültelerinde Her
Şey Dahil Sistemi ve Hocaların Sökülen Rütbeleri / İlker
Belek

Aslında şu sıralar aklım yine Arap devrimlerinde. O coğrafyada,
halkın devrimci enerjisine ilişkin önemli soyutlamalara olanak
tanıyan bir pratik deneyimleniyor. Ancak hekim olmaklığım nedeniyle bizim
sektördeki bir gelişmeyi bu hafta ele almam gerekiyor. Tıp
fakültelerindeki bu gelişme, verimli tohumların toplumsal
mücadele toprağına düşmesine yarıyor.

* * *

1 Şubat tarihinden itibaren tıp fakültesi hastanelerinde yapısal
bir değişiklik uygulamaya sokuluyor: Performansa dayalı
ücretlendirmeye geçiliyor. “Hasta bak, hep-daha çok
hasta bak, gece yarılarına kadar hasta bak, parayı böyle kazan”
deniliyor. Eğitim ve bilim arka plana itiliyor.

Hocaların hastane içinde özel hasta bakmaları da
yasaklanıyor.

Hükümet bu yaklaşımını, vatandaşa, “bundan sonra para
ödemeden hocalara muayene olabileceksiniz” diyerek anlatıyor.
Hocalar ise hastalarının hekim seçme haklarının ellerinden
alındığını belirterek karşı çıkıyorlar yeni sisteme.

Hocaların bu savunularının doğru olmadığını kabul etmek gerekir.
Çünkü eskiden hastaların kendilerine ulaşması ancak para
ödemeleriyle olanaklıydı.

Biz sağlık hizmetinin parayla satılmasına da, kamu kurumlarında
özel hasta bakılmasına da, sağlığın özel sağlık
kurumlarında pazarlanmasına da karşıyız.

Ancak, aynı zamanda, hekimlerin haftalık 40 saatin üzerinde
çalışmaya zorlanmasını da, emeklerinin değerinin kapitalist
piyasaya yem edilmesini de, devletin aynı sağlık hizmeti için
özel hastanelere kamuya ödediği paranın iki üç
katını ödemesini de onaylamayız.

Kesin olan olgu şudur: Yeni yasayla hocaların ayrıcalıklı konumlarına
son veriliyor.

* * *

Ancak durum bu kadarla sınırlı da değildir.

Esas önemlisi bundan sonrasıdır ve hocaların özel hasta
muayene yetkilerinin ellerinden alınması bundan sonrası içinde
yalnızca bir ayrıntıdır.

Koca koca hocaların kendi canlarını yakan bir ayrıntıyı, yalnızca
kendi canlarını yaktığı için, her şey gibi algılamaları
kendilerine yakışmaz.

Meselenin bundan sonrasında hastanelerin finansman mekanizmasının toptan
değiştirilmesi bulunmaktadır.

* * *

Bundan böyle hastaneler global bütçeleme yöntemiyle
finanse edilecektir. Şimdiye kadar hastaneler ürettikleri hizmeti
Sosyal Güvenlik Kurumu'na (SGK) fatura öder, SGK da bedelini
öderdi. “Geriye dönük” olarak tanımlanan bu
ödeme mekanizması SGK'yı zorlasa da hastaneler kendilerini maliyet
muhasebesi yapmak zorunda hissetmezlerdi.

Şimdi “ileriye yönelik” finansman mekanizması
gündeme getiriliyor. Global bütçeleme bunun en olgun
biçimidir. Bu yöntemde hastaneye bir sonraki yıl için
tahmini bir bütçe verilir ve bütün gereksinimlerini bu
bütçeyle karşılaması beklenir. Böylece hastane o
bütçe ölçüleri içinde kendi kaderiyle
baş başa bırakılır.

İlaç ve teknoloji gibi sağlık hizmeti girdilerindeki yıllık
fiyat artışlarının enflasyonun üzerinde gerçekleştiği ve
global bütçedeki artış oranının da enflasyonun altında
tutulduğu dikkate alınırsa, bu yöntemin hastanecilik hizmetlerinin
kalitesini ileri derecede etkileyeceği hemen anlaşılır.

Bu sistemin fakülte hastanelerindeki etkisi daha da katmerlidir.
Çünkü burada en zor hastalıklar en pahalı tekniklerle
tedavi edilmek zorundadır. Üstelik fakülteler eğitim ve
araştırma kurumlarıdır ve bu iki kalem ayrıca pahalıdır.

Kısacası global bütçeleme belki SGK'nın üzerindeki
mali yükü hafifletecektir, ancak sağlık hizmetinin, tıp
eğitiminin ve bilimsel araştırmaların niteliği çok olumsuz
etkilenecektir.

Bu sistemle fakülte hastaneleri ayakta kalamaz. Bu sistem
içinde bütçe bellidir ve performans ücreti bu belli
bütçenin paylaştırılmasına yöneliktir. Kısacası
hocalar arasındaki rekabet acımasız olacaktır. Bu sistemde
bütün bu nedenlerle hocaların özel hasta bakmasına izin
verilmesi de olanaksızdır.

* * *

Batacak fakülte hastanelerinin alıcısı ise Sağlık Bakanlığı
olacaktır. Nitekim bu yönde bir gelişme çok yakın
geçmişte Marmara Üniversitesi hastanesinde yaşandı ve
Bakanlık bu hastaneye el koydu. Hocaları da kendisine bağlı başka
hastanelerde görevlendirmeye başladı.

Sonuçta Bakanlık bir taşla iki kuş vuruyor: Fakülte
hastanelerinde dönen paraya (ki SGK harcamalarının beşte birden
fazlası 60 kadar tıp fakültesi hastanesine akıyor) el koyuyor,
öte yandan da üniversitelerdeki aydınlanmacı direnci tıp
fakültelerini ele geçirerek yok ediyor.

Hocalar şimdi bütün bunların farkında olmak zorundalar. Sorun
yalnızca özel hasta bakma yetkisinin ellerinden alınması değil.
Önlerinde kendilerinin proleterleşmesi, hastanelerinin işletmeye
dönüştürülmesi ve Sağlık Bakanlığı'na
bağlanması, hastaların müşterileştirilmesi süreci var.

Artık toplumsal muhalefetin, emek cephesinin aktif bir bileşeni olmak
dışında bir seçenekleri bulunmuyor.

Kaynak: sol.org.tr

30 Ocak 2011 Pazar

EVRİM KURAMINI ANLATAN ÖĞRETMENLERİN CEZALANDIRILMASINI KINIYOR, BU TİP UYGULAMALARIN SİSTEMLİ BİR EHLİLEŞTİRME POLİTİKASI OLDUĞUNU BASINA VE KAMUOYUNA DUYURUYORUZ

EVRİM KURAMINI ANLATAN
ÖĞRETMENLERİN CEZALANDIRILMASINI KINIYOR, BU TİP UYGULAMALARIN SİSTEMLİ
BİR EHLİLEŞTİRME POLİTİKASI OLDUĞUNU BASINA VE KAMUOYUNA
DUYURUYORUZ

 


Toplumu bilimden, bilimsel öğretiden yoksun bırakarak, kendini,
doğayı, yaşamı, evreni, geleceğini tanımasını anlamasını
engelleyen, toplumun bilim damarlarını keserek, sürü toplumu
yaratmanın yöntemlerinden biri olarak uzunca bir süredir evrim
karşıtlığı ABD`den ihraç, sistemli bir ehlileştirme politikası
olarak uygulanmaya devam ediliyor.


1920`lerde Amerika`da patlak veren büyük ekonomik krizle birlikte
evrim karşıtı antipropagandalar yükseltilmiş, dini duyguları
güçlendirerek Amerikalılık ve Amerikan değerlerini
yüceltmek adına evrim kuramı karşısına yaratılış teorisi
konmuştur. Toplumun geniş kesimlerini etkisi altına alan ve
gittikçe şiddetlenen evrim-yaratılış tartışmaları pek
çok eyalette evrim kuramının yasaklanması ve öğretenlerin
yargılanmasına kadar uzanmış, evrim yanlılarının davaları
kazanmasıyla bu süreç son bulmuştur.


1960`larda Vietnam Savaşıyla, Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte devam
eden, Ortadoğu ülkelerini kontrol altına almak ve kendilerine
bağlamak amacıyla başlattıkları Körfez Savaşı, ardından
Afganistan, Irak, Lübnan Savaşlarında da stratejinin de içinde
bir parça olan "yaratılış bilimi" ya da yeni
versiyonu  "akıllı tasarım" toplumları ehlileştirme
politikası olarak kullanılmıştır. Avrupa`nın gelişmiş hiçbir
ülkesinde tutmayan ve bilim çevrelerince ciddiye bile alınmayan
"akıllı tasarım" 1980`den sonra dönemin Milli Eğitim
Bakanının da büyük çaba destekleriyle ülkemize
girmiştir.


Bugün, Yerçekimi kadar tartışmasız olan evrim kuramının
karşısına konulmaya çalışılan "yaratılış",
"akıllı tasarım" teorilerinin safsata olduğu, doğanın,
evrenin ve toplumun diyalektik düşüncesi, bilimsel
gerçekliklerle ortaya konmuşken; ABD kaynaklı, iktidar destekli
yaygınlaştırma çabaları, biyoloji kitaplarından evrim kuramını,
Darwin`i çıkartmaya,  safsataları ders kitaplarına sokmaya
varacak bir dizi girişimle somutlanmaya başlanmıştır.


Bilim ve bilimsel düşüncenin yerine doğma ve hurafeyi
yerleştirmeye çalışan, akıl ve bilimden uzak kitapları
ilköğretimden TBMM ye kadar her yere sokan gerici düşüncenin
tahammülsüz uygulamaları da devam ediyor. 


Bilgi fakiri ve sorgulamayan bir toplum oluşturma özlemleri son
yıllarda giderek artmış, evrim kuramını öğreten öğretmenler
açık ya da örtülü baskılara maruz kalarak
sürgün veya başka cezalandırma yöntemleriyle
susturulmaya/sindirilmeye çalışılmıştır. Bunun tipik bir
örneği yakın tarihte Ankara`daki bir ilköğretim okulunda
yaşanmıştır.


Ankara Mamak Ticaret Odası İlköğretim Okulu 5. Sınıf
öğretmeni Süleyman Biçer`in Fen ve Teknoloji dersinde
öğrencilerinden birinin "insanlar maymunlardan mı geldi?"
sorusunu yanıtlamak için tüm canlıların değişime
uğramasını ve Darwin`in Evrim teorisini anlatması üzerine şikayet
edilmiş ve soruşturmaya tabi tutularak uyarı ile cezalandırılmıştır.
Mamak İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından
onaylanarak kesinleşen cezaya karşı öğretmenin üyesi olduğu
Eğitim Sen davayı idare mahkemesine taşımaya hazırlanıyor.


TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak; bilim karşıtlığını ve
bu cezalandırma uygulamasını kınıyor, öğretmen Süleyman
Biçer ve benzeri uygulamalara maruz kalan diğer öğretmenleri
desteklediğimizi belirterek, gericiliğin değil bilim ve aklın
üstün geleceğini bir kez basına ve kamuoyuna duyuruyoruz.


Saygılarımızla


 


TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI

İvme Kent Komisyonu Küçük Mamak'da Bildiri Dağıttı

İvme Kent Komisyonu
Küçük Mamak'da Bildiri Dağıttı

30 Ocak Pazar günü, yaklaşık 5 saat boyunca Ankara’nın
Mamak ilçesinde 3 mahallede mühendis, mimar, şehir planlamacı
ve öğrencileri olarak 380 tane bildiri yoğun kar yağışı
altında
mahalle halkına ulaştırıldı.

Mamak ilçesinde kentsel dönüşüm projeleri kapsamında
yer alan 17 mahallenin içerisinde bulunan Çobançeşmesi,
Dostlar ve Tepecik mahallelerinde kızıl baretlerimizle beraber 10
mühendis, mimar, şehir planlamacı ve öğrencileri olarak
yıkımlara ve talan projelerine karşı halkın yanında olacağımızı 30
Ocak Pazar günü yaptığımız ilk bildiri dağıtımımızla
gösterdik. 380 adet bildiri, bu mahallelerde sokak sokak gezilerek
mahalle sakinlerinin evlerine, 10 civarında mahalle derneğine,
dükkanlara ve kahvehanelere girilip halkla birebir konuşularak
dağıtıldı. Halkın bize olan sıcaklığı çalışmamızın
ileriki zamanlarda daha yoğun ve sürekli yürütülmesinin
zorunluluğunu bir kez daha hissettirdi.

Uzun süredir yürüttüğümüz kentsel
dönüşüm çalışmaları kapsamında +İvme Kent
Komisyonu, her Pazar mahallelere giderek, bölgenin sorunlarını tespit
edecek anket çalışmaları yapacak ve halkın yıkımlara karşı
bilgilendirilmesi çalışmalarına devam edecek.

 

+İVME

Bursa'da Yeni Bir Direniş

Bursa'da Yeni Bir
Direniş

Bursa'da bulunan Tecasa Isı'da sendikalı olmak isteyen 3
işçi işten çıkartıldı.

Birleşik Metaş-İş Sendikası'nın işyerinde çoğunluğu
sağlayıp Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na Toplu
İş Sözleşmesi başvurusu üzerine fabrika patronu 3
işçiyi işten attı.Bunun üzerine sendika ve işçiler
fabrika önünde direnişe geçti.

Sendikanın talepleri ise atılan işçilerin yeniden işe alınması
ve işyerinde sendikalı çalışma düzenine geçilmesi.

Kaynak: Anadolunun Sesi

29 Ocak 2011 Cumartesi

TARTIŞIYORUZ: KENTSEL DÖNÜŞÜM ETKİNLİĞİ YAPILDI

TARTIŞIYORUZ: KENTSEL
DÖNÜŞÜM ETKİNLİĞİ YAPILDI

İvme Dergisi Ankara bürosu “Tartışıyoruz”
etkinliklerinin 4.sü “Kentsel Dönüşüm ve
Yıkımlar” Kent Komisyonu tarafından 29 Ocak 2011 Cumartesi
günü 28 kişinin katılımıyla gerçekleşti.

Son dönemlerde tekrardan gündeme gelen ve bir milyon evin
yıkımını planlayan kentsel dönüşüm projelerini incelemek
amacıyla düzenlenen söyleşi,  Çağdaş
Hukukçular Derneği’nden Av. Özgür Yılmaz’ın
konuşmasıyla başladı. Yılmaz, kentsel dönüşümün
tarihsel sürecini, hukuksal ve mücadele boyutunu aktardı. Mamak
Kültür ve Dayanışma Derneğinden Arif Kandemir ise 2007’de
Mamak’ta gerçekleştirilen Kentsel Dönüşüm
süreci ve bu süreçteki mücadelelerden bahsetti.

Söyleşiye katılanlar; kentsel dönüşümün bir
ıslah çalışması değil emperyalistlerin bir rantsal
dönüşüm projesi olduğunu belirtirken, “Kentsel
Dönüşüm” kavramının nasıl, nerden ortaya
çıktığını, ülkemize bu kavramın ne zaman yerleştiği ve
nasıl uygulanıldığına değinildi.

Gecekonduların şehrin merkezinde bulunmaları bu arazilerin değerini
artırdığını belirten konuşmacılar,  böylelikle Kentsel
Dönüşümün aynı zamanda gecekondularda yaşayan yoksul
halkın bölgeden uzaklaştırılması anlamına da geldiği vurgulandı.
Bu şekilde, yüksek değerli araziler rant amacı ile sermayeye peşkeş
çekilebilecektir.

Yapılan kentsel dönüşüm projelerinin o bölgede
yaşayan insanların ihtiyaçları doğrultusunda değil sermayenin
çıkarları doğrultusunda geliştirildiği belirtilen
söyleşide, adı her ne olursa olsun
“dönüşüm” veya “ıslahın” siyasal
iktidar tarafından halk aleyhine kullanılacak argümanlara
dönüşebileceği vurgulandı.

28 Ocak 2011 Cuma

Haiti Nasıl Terkedildi? / 2. bölüm

Haiti Nasıl Terkedildi? /
2. bölüm

Peter Hallward'ın Damming the Flood isimli kitabında
sözettiği gibi depremden beri ABD ve BM yardım operasyonunu:

adanın yakın tarihinin genel doğrultusunu biçimlendiren
üç karşı devrimci stratejiye [çn. göre ele
almaktadır]. a) “güvenlik” ve “istikrar”
sorularını ön plana alacak, ve bu soruları askeri veya yarı-askeri
şekilde çözmeye çalışacaktır. b) Haiti'nin
liderleriyle ve hükümetiyle saf tutacaktır. c) Seçkin
azınlık ile sömürdükleri yoksullaştırılmış milyonlar
arasındaki engin boşluğu genişletme ve pekiştirmek için
çaba gösterecektir.

ABD, MINUSTAH'ta konuşlanmış olan askerlerini iki katına,
13000'e çıkardı. BM işgali için 2004'ten beri 500
milyon dolar harcamıştı, ve şimdi, Haiti'ler yardım ve temel
barınmadan oldukça yoksunken, BM işgali, maliyeti 850 milyon dolar
olacak şekilde bir yıl daha uzattı. Bu kararlar, OAS'ın kovulmuş
temsilcisi Seitenfus'un MINUSTAH'ı, “Haiti'lileri kendi
adalarında birer tutsağa dönüştüren” gardiyana
benzetmesine yol açtı.

ABD ayrıca Haiti'nin gerçek hükümeti olarak ICHR'i
atadı; Bill Clinton'ı emperyalist kontrolü sağlayacak şekilde
eş başkan, Dünya Bankası'nı da organizasyonun hazinecisi olarak
görevlendirdi. Geçen Nisan'da ABD, Haiti'nin mali
işlerini ve yeniden inşasını ICHR'ye teslim etmesi için Haiti
parlamentosuna karşı zor kullandı.

O zamandan beri ABD, egemen sınıftaki 12 Haitiliyle saf tutarak, onları
style="width: 399px; height: 300px; float: right; border-width: 0px;
border-style: solid; margin: 5px;" />ICHR'ye kabul etti. Jamaica Observer
gazetesi “René Préval'in ofisinden Suze Percy
Filippine IHRC'nin 12 Haitili üyesi adına heyecanla konuştu.
Kendilerini mankenler gibi hissettiklerini, ayrıca takdir edilmediklerini,
ve bazı zamanlarda saygısızlıkla karşılaştıklarını söyledi.
Eylül ayında katıldıkları bir toplantıda masada kendileri
için sandalye bile sağlanmadığına da değindi.”

Kendisi ve diğerleri bir protesto mektubu yazarak, “gerçekte,
komisyonun Haitili üyelerine bir rol biçilmiş: icra
müdürü ve icra komitesinin kararlarını onaylamak”
olduğunu söylediler.

IHRC, depremden önce Britanyalı akademisyen Paul Collier'le
Clinton'un Haiti'nin yeniden inşa modeline dair yazdıkları bir
planı uygulamaya koydu. Plan, çalışma şartları kötü
işyerleri (çn. yoğun emek sömürüsünün
yaşandığı işyerleri, “sweatshop” ), büyük
tarlalar, ve turist tuzaklarıyla dolu ve neoliberal politikaların
dayatıldığı Baby Doc dönemindeki eski planla aynıdır.

ICHR, yeniden inşa için hükümetler tarafından
bağışlanan 10 milyar dolarlık  miktarı toplama ve kullanmakta
başarız olurken, fonları Haiti devletine değil de; ABD, Fransız ve
Kanadalı çokuluslulara (çn. şirketlere) ve STK'lara
dağıttı. ABD'nin Irak'ta kullandığı aynı yozlaşmış sistemi
kullandı – teklifsiz, ihalesiz anlaşma.

Bu felaket kapitalistleri, her çeşit gözde projeyi
başlattılar. Nitekim, New Orleans kamu okullarının
özelleştirilmesinde öncü olan Paul Vallas, kamu
fonlarını Haiti'nin özel okullarına yönlendiren bir proje
başlattı, Kore şirketleri yeni çalışma şartları kötü
işyerlerini kurma sürecindeler ve Coca Cola Mango tarlaları kurmayı
planlıyor.

OAS'ın eski temsilcisi Seitenfus; “etik açıdan
Haiti'ye bir laboratuvar şeklinde davranmak kabul edilemez.
Haiti'nin yeniden inşası ve 11 milyar doların parlak
çekiciliği şehvet uyandırıyor. Görünen o ki
birçok kişi Haiti'ye geliyor, ama Haiti için değil, iş
(çn. para kazanmak için) yapmak için. Benim için,
bir Latin Amerikalı olarak, bu bir yüzkarası, vicdanımızın
aşağılanmasıdır” şeklinde doğru bir yargıda bulunuyor.

Deprem src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/haiti-deprem-2.jpg" style="width:
400px; height: 244px; border-width: 0px; border-style: solid; margin: 5px;
float: left;" />ABD ve diğer güçler, BM ile birlikte, kendi yeni
kolonici projelerini gizlemek için bir demokrasi
örtüsünü korumada umutsuzlar. Préval'in,
başkan olarak süresinin bitmesiyle, 28 Kasım'daki seçim
için 30 milyon dolar harcaması için bu güçler
işbirliğine girdiler. Seçim baştan itibaren bir utançtı ve
daha uç krizlere zemin hazırladı.

Préval Geçici Seçim Komisyonunu (CEP) elle
seçerek sonucu etkileyeme çalıştı. Aralarında ülkenin
en gözde politik partisi de - Aristide'nin Fanmi Lavalas partisi -
olan 14 partiyi seçime katılmaktan men etti. Préval
kutsanmış ardılı Jude Celestin'in seçimi kazanması
için yapabileceği her şeyi yaptı.

ABD milletvekili Maxine Water diğer 45 meclis üyesiyle birlikte
seçimi protestoya katıldı. Devlet Sekreteri Hillary Clinton'a
yazdıkları bir mektupta şunu belirttiler:

Haiti'nin bir sonraki hükümeti, Haiti toplumu üzerinde
kalıcı bir etki yaratacak olan yeniden inşa sürecinde, toprak
reformu ve yeniden inşa projelerinin kentsel ve kırsal bölgeler
arasında tahsisi gibi zor kararlar vermek üzere görevlendirilecek.
Bu kararların gayrı meşru olarak algılanan bir hükümete
bırakılması, felaket için davetiyedir.

Başkan Obama ve Clinton, bu ricayı görmezden gelerek planlarını
sürdürdüler ve hatta kolera salgını anti-MINUSTAH protesto
dalgalarını ortaya çıkardığında bile görmezden gelmeye
devam ettiler. Seçimi onaylamaları için OAS ve CARICOM'a
dayılandılar. Los Angeles Times yazarı Dan Beeton, Burma'da bir
seçimi utanç verici olarak kınayan Obama'nın
ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardı. Dan Beeton
“eve daha yakın bir yerde aynı süreç tekrarlamak
üzere ve bu sefer Obama yönetimi, saçmalığın devam etmesi
konusunda tamamen mutlu gözüküyor” diye yazdı.

Haitililer, farklı olarak, boykot çağrısında bulunan
Jean-Bertrand Aristide ve partisi Fanmi Lavalas'ı dinlediler.
Seçimde seçmenlerin sadece %23'ü oy kullandı, geri
kalan çoğunluk seçimi boykot etti.

Seçimin kendisi yozlaşmışlığın bir karnavalıydı. Toronto
Star'da seçimler, “Doldurulan oy sandıkları. Oy olmayan
oylama istasyonları. Seçmen listesinde ölü kişiler.
Dışarıda bırakılan yaşayan kişiler. Birden fazla oy kullanan kişiler.
Haiti'deki hafta sonu seçimi, hilenin veya yetersizliğin ya da
her ikisinin bol bol yetecek kanıtlarına sahipti” şeklinde
tanımlanıyor.

Yine de, ABD ve müttefikleri; BM, OAS ve CARICOM seçime resmi
onay verdiler. CEP Mirlande Manigat'ın oyların %31.37'sini alarak,
%22.38'lik oy alan Préval'in adayı Celestin'i
geçerek kazandığını duyurdu. Kompa müzisyeni Michel
“Tatlı Mickey” Martelly % 21.84 ile geride kaldı. Bu
sonuçlarla birlikte Ocak ayı için Manigat ve Celestin
arasında yeni bir seçim planlandı. Kızan Manigat, Martelly ve
diğer 12 başkan adayı oylamayı protesto etti, ücretli
protestocularını gösteri yapmaya seferber etti ve Préval
hükümetini tehdit ettiler.

Seçim saçmalığının 
çözüküşüyle karşılaşan ABD, OAS'ın CEP
seçim sonuçlarını  gözden geçirtti.
Associated Press'e göre, OAS'ın raporunun bir taslak
örneğinde “tartışmalı 28 Kasım seçimi ne iptal
edilmeli ne de tekrar sayılmalı, ama hileli veya uygunsuz oyların
geçersiz sayılmasıyla iktidar partisi adayı Jude Celestin'in
üçüncü sıraya düşmesi ve seçimin ikinci
turundan elenmesi” gerektiği söylendi.

OAS, Préval'e baskı uygulayarak Şubat ayının sonunda
Manigat ve Haiti Deprem Sonrası src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/haiti-earthquake.jpg"
style="width: 400px; height: 265px; border-width: 0px; border-style: solid;
margin: 5px; float: right;" />Martelly arasında ikinci turu yapması
için baskı uyguluyor. Manigat yeni-Duvalcilerden Leslie
Manigat'ın eski eşi. Leslie Manigat 1988'de yapılan hileli
seçimlerde asker tarafından seçilen başkandı. Martelly
Aristide'yi 1991 ve 2004'de deviren darbe liderleriyle uzun
süredir bağlara sahip.

Çoğu Haiti'li herhangi biri için oy kullanmayacaktır,
ABD'nin, ülke üzerindeki neoliberal planları uygulayacak olan
ve herhangi bir demokratik amacı olmayan kukla hükümeti
seçmesi güvence altındadır.

Vermont senatörü  Patrick Leahy, seçim krizi
çözülmezse Haiti yardımlarının askıya
alınacağı şeklinde tehditlerde bulunarak azami
vurdumduymazlık  örneği gösteriyor. Gerçekte
Haiti'deki bu seçimi ABD zorladı ve Haiti'liler
ülkelerin ulaşan ufak yardımın da kesileceğiyle
korkmamalılardır.

ABD, BM ve onların yardakçısı STK’lar, Haitilileri
krizden kurtarmada yardımcı olamayacakları konusunda kendilerini
kanıtladılar – onlar aslında ülkeyi harap eden bitmeyen
krizlere neden olan temellerdendir.

Seitenfus’un söylediği gibi:

2 Ocak'taki durumla birlikte, dünyanın Haiti'de neyi
yanlış yaptığını anlayacağını umut etmiştim. Maalesef dünya
aynı politikayı destekliyor. Değerlendirme yapmak yerine, daha fazla asker
gönderdik. Yollar yapmalı, barajlar inşa etmeli ve hukuksal bir
sistemin, devletin kuruluşuna iştirak etmeliyiz. BM, bunun için
yetkisi olmadığını söylüyor. Onun Haiti’deki yetkisi
mezarlıklardaki barışı sağlamak.

Umut Haiti’de MINUSTAH’a karşı ortaya çıkan
dirençte yatıyor. Umut Aristide’in Haiti’ye geri
dönme hakkı için tekrar tekrar yapılan eylemlerde. Umut,
ülkenin yeniden yapılandırılması ve yardımlarla ilgili alınan
kararlarda yer alma demokratik hakkını isteyen, mülteci kamplarında
sıkışıp kalmış insanların düzenli protestolarında yatıyor.

Bir protestocu Aliodor Pierre, Haiti halkının bir bölümünde
gelişen radikal bilinci açığa vuruyor. Associated Press muhabiri
Aliodor'un söylediklerini şöyle ifade ediyor:

“Ben bu durumda ABD’yi suçluyorum, ABD dünyanın
en büyük gücü” diyor. “Neden bizim yoksulluk
içinde yaşamamızı kabul ediyorsunuz? Eğer Dessalines [1804
devriminin lideri] şimdi hayatta olsaydı; hükümete, yabancı
askerlere ve yardım etmeyen diğer yabancılara karşı insanların
yapacağı devrime liderlik ederdi” diyor Aliodor.
Atalarının
ruhlarının geri gelip Haitililere yeniden özgür olmayı
öğretmesini umut ediyor.

Protestolar ve Seitenfus gibi kızgın görevlilerin kamuya
açıkladıkları, dünyadaki insanların gözünde işgali
gayri meşrulaştırabilir. Özellikle Brezilya’nın sol tarafı,
Bolivya, Uruguay ve Arjantin; askerlerinin MINUSTAH’tan
çekilmesini sağlamak için hükümetlerine baskı
uygulamalı. ABD’de ve Kanada’daki Haiti diyasporasının,
işgalin sonlanmasını sağlamak üzere Obama’yı ajite edebilecek
potansiyeli var.

Bu şekildeki bir uluslararası hareket, herhangi bir bağımlılığı
olmadan, Haiti'nin bağımsızlığı ve oradaki insanlara yardım
için bir hareketi zamanla oluşturabilir. Sadece ondan sonra
Haiti'lilerin büyük bir çoğunluğu toplumlarını kendi
çıkarları doğrultusunda tekrar inşa edebilirler.

İvme Çeviri Grubu

Kaynak: href="http://socialistworker.org/2011/01/13/how-haiti-was-abandoned"
target="_blank">http://socialistworker.org/2011/01/13/how-haiti-was-abandoned

href="http://www.ivmedergisi.com/haiti-nas%C4%B1l-terkedildi-1-b%C3%B6l%C3%BCm.html">Yazının
1. bölümü için tıklayınız

Açıklama:41 - Torba Yasa Halka Yönelik Yeni Bir Saldırı Yasasıdır!

Açıklama:41 - Torba Yasa
Halka Yönelik Yeni Bir Saldırı Yasasıdır!


Kamuoyunda “Torba Yasa” olarak bilinen
Bazı
Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve KHK'larda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”
style="background-color: rgb(255, 255, 255);"> 26 Ocak Çarşamba
gününden itibaren Meclis Genel Kurulunda
görüşülmeye
başlanıldı.


 


 


14 Ocak günü TBMM Plan ve Bütçe
Komisyonu’ndan geçirilerek Genel Kurul’a havale edilen
Torba Yasa kapsamında borçların yapılandırılmasından
öğrenci aflarına, asgari ücretle ilgili düzenlemelerden
stajyer çalıştırma koşullarına, 657 Sayılı Devlet Memurları
Kanunu’nda yapılması düşünülen değişikliklerden
işsizlik sigortası fonunun kullanımına kadar pek çok
düzenleme ele alınmıştır.


 


Patronlara daha fazla zenginlik, emekçilere daha fazla
açlık ve yoksulluk getirecek olan torba yasadaki düzenlemeler
emperyalizm ve işbirlikçi tekellerin talepleri üzerine
gündeme getirilmiştir. Emperyalist politikaların bir sonucu olarak
zaten fiiliyatta uygulanmakta olan esnek ve kuralsız çalışma,
güvencesizleştirme, sendikal ve demokratik hakların kullanımına
yönelik engellemeler, emekçilere yönelik baskılar, cezalar,
işten atılmalar gibi pek çok hak gaspı, yapılacak
düzenlemelerle yasalaştırılmak istenilmektedir. AKP iktidarının
torba yasası, geçici ve kadrolu işçilere, kamu
emekçilerine, işsizlere, yoksullara, yani bir avuç azınlık
dışında tüm halka yönelik kapsamlı bir saldırı yasasıdır.
Sermayenin bir dediğini iki etmeyen, tekellerin ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için tüm gücünü kullanan AKP
iktidarı halka yönelik saldırılarında öylesine
pervasızlaşmıştır ki; milyonlarca emekçiyi işsizliğe,
yoksulluğa ve yıkıma sürükleyecek bu yasayı -seçim
öncesi bir dönemde bile- gündeme getirmekten
çekinmemiştir. Torba Yasayla, emekçilerin uzun yılların
mücadelesi sonucu elde ettiği ekonomik-demokratik tüm
kazanımları gasp edilerek çalışanlar üzerindeki baskılar
arttırılmak istenilmektedir.


 


Egemenler, halka yönelik saldırı yasalarını uygulamaya
geçirirken bu yasaları açıktan savunamadıkları için
içeriklerini halktan gizlemekte, göstermelik birkaç
iyileştirmeyi öne çıkarmakta ya da “reform” adı
altında allayıp pullayarak topluma sunmaktadır. Sağlık reformu, sosyal
güvenlik reformu, üniversite reformu vb.. isimlerle sermaye
tarafından getirilen tüm yasal düzenlemeler halkı daha da
yoksullaştırmış, haklarını ellerinden almış, halka yönelik
baskıyı katmerlendirmiştir. “Torba Yasa” için de aynı
şeyleri söylememiz mümkündür. İlk olarak vergi
borçlarının yapılandırılması, kapsamlı öğrenci affı,
çalışma hayatına ilişkin düzenlemelerle kamuoyuna sunulan
yasa tasarısının özünü güvencesiz ve esnek
çalışmayı yaygınlaştırma, sendikasızlaştırma ve emekçi
kesimlerin susturulması politikaları oluşturmaktadır.


 


Yasa tasarısının içerisine, 5510 Sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 4857 Sayılı İş Kanunu,
657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu vb.. gibi birçok kanunda
yapılan düzenlemeler eklenmiştir. Bu kanunlarda bir bütün
olarak değişiklik yapmak yerine istenilen düzenlemeler
“çaktırmadan” parça parça hayata
geçirilecek, böylece kitlesel tepkilerin önüne
geçilecektir.


 


Tasarıdaki en önemli maddelerden birisi, genel sağlık
sigortalıların kapsamının genişletilmesidir. Bu düzenleme ile
kısmi süreli veya çağrı üzerine çalışan ya da
herhangi bir nedenle bir ay içinde sigortası eksik yatmış olan
(Taşeron işçi, yevmiyeli çalışanlar vb gibi) bir
emekçinin sigortasını “30 tam güne” kendi cebinden
tamamlaması istenilmekte, eksik sürelerini ceplerinden tamamlamak
şartıyla sağlık hizmetlerinden yararlanabileceği
belirtilmektedir.


 


Tasarıda asgari ücrete ilişkin yapılmak istenilen
düzenleme de dikkat çekicidir. Yasadaki,
style="background-color: rgb(255, 255, 255);">“18 yaşından
küçük sigortalılar için prime esas aylık
kazanç alt sınırı, yaşlarına uygun asgari ücret tutarına
çekilecek”
maddesiyle 16-18 yaş arasındaki 200 binden fazla gencin asgari
ücretinde 80 TL civarında bir azalma olacağı
öngörülmektedir. Mevcut durumda açlık sınırının
bile altında olan asgari ücretin düşürülmesi,
sermayenin ne kadar saldırgan olabileceğinin bir
göstergesidir.


 


Torba Yasanın amaçlarından biri de kamu
emekçilerinin başta iş güvencesi olmak üzere kazanılmış
haklarını gasp etmek ve kamuda esnek çalışmayı
yaygınlaştırmaktır. Kamu emekçilerinin tabi olduğu 657 Sayılı
Devlet Memurları Kanunu zaten bir süredir emperyalistlerin ve
işbirlikçi iktidarların hedefindedir. AB’ye uyum
sürecinde yürütülen müzakerelerde de 657 Sayılı
Yasa’nın değiştirilmesi gündeme alınmış ve yasadaki
"iş garantisi" AB emperyalistleri tarafından serbest
çalışma mekanizmasına aykırı olarak
değerlendirilmiştir.


 


Yasa tasarısında yer alan style="background-color: rgb(255, 255, 255);"> “memurların, kamu
yararı ve hizmet gerekleri sebebiyle ihtiyaç duyulması halinde
kurumlarınca Devlet Personel Başkanlığının uygun görüşü
alınarak diğer kamu kurum ve kuruluşlarında 6 aya kadar geçici
süreli olarak görevlendirilebileceği”
style="background-color: rgb(255, 255, 255);"> maddesiyle kamu
emekçileri isteği dışında başka bir kuruma ve yere
gönderilebilecek, bu görevlendirme 6 ay sürebilecektir. Bu bir
anlamda kamuda yaşanan sürgünlerin yasal hale getirilmesidir.
Ayrıca yasayla, kamu emekçilerinin bağlı bulundukları kurumun
ihtiyaçları doğrultusunda belirleyeceği çalışma saat ve
sürelerinde çalışmaları yasalaştırılmakta, esnek
çalışma kamuda da yaygınlaştırılmak
istenmektedir.


 


Böylesine kapsamlı bir saldırı yasasına karşı
bugüne kadar gerek sendikalardan, gerek meslek odalarından gerekse de
DKÖ’lerden saldırının boyutu oranında ciddi bir tepki
gelmemiştir. Zaten siyasal iktidarın tüm halk kesimlerine yönelik
topyekun saldırısı, ancak halk güçlerinin birlikte ve kararlı
mücadelesiyle boşa çıkarılabilir.


 


Tüm halk kesimleriyle birlikte giderek yoksullaşan,
hakları ellerinden alınan, çalışma koşulları
kötüleşen ücretli ve işsiz meslektaşlarımız da Torba
Yasanın hedefindedir. Bu anlamda, mimar-mühendis ve şehir plancıları
da bu mücadelenin içerisinde yer almalıdır. Bizler + İvme
Dergisi olarak, emekten halktan yana güçlerle birlikte sermayenin
Torba Yasa’sına karşı mücadele içerisinde yer
alacağımızı belirtiyor ve tüm mimar-mühendis-şehir
plancılarını bu mücadeleye güç vermeye
çağırıyoruz.


 


 


TORBA YASA GERİ
ÇEKİLSİN!


MÜHENDİSİZ MİMARIZ HAKLIYIZ
KAZANACAĞIZ!


 


Mühendislik Mimarlık ve Planlamada


Artı İVME


 


 


 


 


 


 


 

Torba Yasa Taksim’de Protesto Edildi

Torba Yasa Taksim'de
Protesto Edildi

Siyasal iktidarın tüm emekçi kesimlere dönük
kapsamlı bir saldırı olan yasa paketi, 26 Ocak Çarşamba
günü Taksim’de yüzlerce kişi tarafından protesto
edildi.

Türk-İş, KESK, çeşitli demokratik kitle örgütleri
ve siyasi kurumlardan oluşan kitlenin bir kısmı saat 18:00’de Taksim
Tünel Meydanı’nda toplanırken, DİSK, İstanbul Meslek Odaları
Koordinasyonu (TMMOB İstanbul İKK, İstanbul Dişhekimleri Odası,
İstanbul Tabip Odası, İstanbul Eczacı Odası, İstanbul Veteriner
Hekimler Odası, İstanbul Barosu) ile Herkese Sağlık Güvenli Gelecek
Platformu tarafından oluşan diğer kısım ise 18:30’da Galatasaray
Lisesi’nin önünde toplanarak yürüyüşe
geçti. İVME’de kızıl baretleriyle “Torba yasa
işsizlik, güvencesizlik, kuralsız çalıştırma demektir -
Sessiz Kalmayacağız – Güvenli Gelecek Birleşik Mücadeleyle
Mümkündür!” pankartının arkasında Galatasaray
lisesinin önünden yürüyüşe başlayan kitle ile
yürüyerek eylemde yerini aldı. Tünel'in önünden
katılan kitle ile Galatasaray Lisesi Önünden katılan kitle
yürüyüş esnasında  İstiklal Caddesi üzerinde
birleşti. Taksim Meydanı’na kadar “AKP yasanı al başına
çal”, “Hak verilmez alınır, zafer sokakta
kazanılır”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka
hesap verecek”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya
hiçbirimiz”, “Direne direne kazanacağız”
sloganlarıyla yürüyen topluluk, burada DİSK ve TÜRK-İŞ
temsilcilerinin yaptıkları konuşmaların ardından dağıldı.

27 Ocak 2011 Perşembe

İstanbul Polisinden Akılalmaz Uygulama!

İstanbul Polisinden
Akılalmaz Uygulama!

Esenler'de kimlik kontrolü yapan motorize Yunus ekipleri,
durdurdukları bir aracın içindeki kas gevşetici ilaçlara
uyuşturucu hap muamelesi yaptı. Polis,
araçta bulunan 4 kişiyi kelepçeleyip gözaltına aldı.
Karakolda ifadeleri alınan kişiler 4 saat sonra serbest bırakılırken,
ilaçlarla ilgili hiç bir işlem yapılmaması akıllara keyfi
gözaltı uygulamasını getirdi.

 

Olay dün saat 15:00 saatlerinde Esenler'de meydana
geldi.

Özel araçlarıyla hasta ziyaretine giden Tuna Erdaş, Murat
Demir, Fikret Topbaş ve İrfan Topbaş, motorize Yunus ekiplerinin
kontrolüne takıldı.

Esenler'de Örnek Mahallesi girişinde durdurulan araçta
bulunan 4 kişiye kimlik kontrolü yapan polis, İrfan Topbaş'ın
çantasında 2 adet ilaç gördü.

İlaçlardan bir tanesi soğuk algınlığı için kullanılan
Katarin, diğeri ise bir kas gevşeticiydi.

Polisler, kas gevşetici olan ilacın uyuşturucu hap olduğunu iddia
ederek, araçta bulunan kişileri kelepçeyip göz altına
aldı.

Yunus ekipleri, 4 kişiyi Doğancılar Karakolu'na götürerek
nezarathaneye koydu. İfadelerini alınan kişiler 4 saat sonra serbest
bırakılırken, ilaçların uyuşturucu hap olup olmadığı konusunda
ise herhangi bir tespit yapılmadı.

Konuyla ilgili bilgi veren Murat Demir, polis ekipleri tarafından
durdurulduklarını ve polisin yapılan üst aramasında İrfan
Topbaş'ın çantasında iki adet hap bulunca kendilerine karşı
üsluplarını sertleştirdiklerini söyledi.

Murat Demir, defalarca haplardan birinin Katarin, diğerinin ise kas
gevşetici olduğunu, bunu isterlerse eczacılara da sorabileceklerini
söylemelerine rağmen, polislerin kendilerine karşı sert
davrandıklarını ve küfürlü konuşmaya başladıklarını
belirtti.

Demir, "Polislerin üslupları değişti bir anda. Hakaretler
yağdırmaya başladılar. Bunun uzerine 'bizimle böyle
konuşamazsınız' dedik. Biri soğuk algınlığı diğeri kas
ağrılarında kullanılan ilaç" deyince polisler de "biz
bunlara uyuşturucu hap olarak işlem yaparız sabaha kadar nezarethanede
yatacaksınız" dediklerini aktardı.

Demir, sözlerini şöyle sürdürdü: "Hiç
suçumuz olmamasına ragmen kelepçe taktılar ve hakaretler
eşliğinde bizi karakola götürdüler. Karakola girdigimizde
orada görev yapan polisler 'atın bu ş.......... nezarete dediler.
Daha ifademiz bile alınmadan nezarethaneye attılar. Polislere 'neden
bizi burada tutuyorsunuz?' dediğimizde 'kapatın lan
çenenizi' gibi sözlerle bizi bastırdılar. Arkadaşım Tuna
Erdas bacağından yaralı olduğunu söyledi ve raporum var dedi. 'O
zaman sen ayakta bekle' dediler. "

Demir, 4 saat sonra polislerin ifadelerini aldıktan sonra serbest
bıraktıklarını söyleyerek, polisler hakkında davacı olacağını
söyledi.

Murat Demir, iki adet ilaç ile ilgili karakolda hiç bir işlem
yapmadıklarını, ilaçların uyuşturucu hap olup olmadığının
tespitinin yapılmadığını ve ilaçları kendilerine geri
vermediklerini de söyledi.

"Madem bunlar uyuşturucu hap iseler neden bu konuda bir tespitte
bulunulmadı" diyen Demir, yapılan uygulamanın keyfi olduğunu
savundu.
 

 

Kaynak: CNNTÜRK
 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

Mutki'nin Savcısı Zekeriya Öz'dü

Mutki'nin Savcısı Zekeriya
Öz'dü

Mutki'deki toplu mezarlara defin izni veren dönemin
belediye başkanı M. Sait Birlik, Savcı Öz'ü işaret etti:
'Gidin Savcı Zekeriya Öz'e sorun. O dönemde Mutki
savcısıydı'

Kendisinin bir rolünün olmadığını savunan Birlik, Ergenekon
Savcısı Zekariya Öz'ü işaret etti. Birlik, "Bir
çatışma olduğunda ölenlerin cesetleri, Jandarma
Karakolu'nun önüne dizilirdi. Bu yaşananları savcı, jandarma
komutanı, doktor dahil herkes görüyordu. Ben görevdeyken
1999'da savcı Zekeriya Öz'dü. Bunları gidin konunun
gerçek muhataplarına, o dönemin savcılarına sorun"
dedi.

'Toplu mezarları Savcı Zekeriya
Öz'e sorun'

Mutki Jandarma Karakolu'nun çöplüğünde ortaya
çıkan toplu mezarlardan sonra toplu mezarın resmiyete
kavuşturulmasında yer alan ve resmi defin işlemi yapan dönemin
DYP'li Mutki Belediye Başkanı Mehmet Sait Birlik, toplu mezarlarla
ilgili kendisinin bir rolü olmadığını savundu. Birlik, 1998 ile 2000
yılları arasında Mutki'de görev yapan Ergenekon savcısı
Zekeriya Öz'ü işaret etti.

'KARAKOLUN ÖNÜNE DİZİLİRDİ'

1999 yılında çatışmada yaşamını yitiren PKK'liler ile 9
sivil gence ait toplu mezarlara ilişkin defin belgesinin altında imzası
olan Birlik, söz konusu belgeyle ilgili sorulara,
"Hatırlamıyorum" dedi. Defin belgesini görmediğini iddia
eden Birlik, şunları söyledi: "Orası OHAL'di. İlçeye
girişler çıkışlar yasaktı. Her şey jandarmanın emriyle olurdu.
Toplu mezarları bana değil oradaki jandarma komutanlığına veya savcıya
sorun. Bir çatışma olduğunda ölenlerin cesetleri Jandarma
Karakolu'nun önüne dizilirdi. Bu yaşananları savcı, jandarma
komutanı, doktor dahil herkes görüyordu."

Savcı Zekeriya Öz'ün o dönem sorumlu savcılardan biri
olduğunu anlatan Birlik, "Ben görevdeyken 1999'da savcı
Zekeriya Öz'dü. Adı Mustafa olan bir savcı daha vardı, ancak
soyadını hatırlamıyorum. Bunları niye bana soruyorsunuz? Ben resmiyet
dışı hiçbir şey yapmadım. O dönem kimse çocuğunu
soramıyordu. Benim de 4 akrabam Kızıltepe'de yardım ve yataklıktan
içeri alındıktan sonra kayboldu. Sorduk akıbetlerini, ancak
bulamadık. Benim üst üste gömülme olayından haberim
yok. Bunları gidin konunun gerçek muhataplarına, o dönemin
savcılarına ve jandarma komutanlarına sorun" dedi style="display: none"> .

 

Kaynak: gunlukgazetesi.net

Mimar ve Mühendisler İtfaiye Eri Kuyruğunda!

Mimar ve Mühendisler
İtfaiye Eri Kuyruğunda!

Çorlu Belediye Başkanlığı, İtfaiye
Müdürlüğü'ne href="/guncel.konular/kpss/211/index.html" jquery1296165495856="8"
rel="301">KPSS
sınavından enaz 70 puan almış 36 itfaiye eri
alınacağını duyurdu.

Bunun üzerine İstanbul başta olmak üzere, çeşitli
kentlerden gelen çok sayıda kadın ve erkek, belediye
önünde uzun kuyruklar oluşturdu. Sırayla içeriye giren
adayların ilk olarak boyunun ölçüsü alındı ve
kiloları ölçüldü.

Ardından da getirdikleri evraklar İnsan Kaynakları
Müdürlüğü görevlilerine teslim edildi. İtfaiye eri
olmak isteyenler arasında Bilgisayar, İnşaat ve Makine Mühendisleri
ve mimarların olma ıda dikkat çekti.

Mesai saatinin başladığı saat 08.00'dan öğle saatine kadar
olan 4 saat içinde başvuru sayısı 420'ye ulaştı. Bu sayının
gün içinde 750'ye, yarında 2 bine kadar çıkması
bekleniyor.

2 gün sürücek olan başvuruların sonuda yaklaşık 2 bin
kişinin müracaat etmesinin beklendiğini belirten href="/guncel.konular/chp/364/index.html" jquery1296165495856="9"
rel="1511">CHP
'li Belediye Başkanı Ünal Baysan,
"Belediyemizin İtfaiye Müdürlüğü bünyesinde
çalıştırılmak üzere 36 href="/guncel.konular/memur/434/index.html" jquery1296165495856="10"
rel="341">memur
alacağız. Bunun için açmış olduğumuz
başvuruların ilk gününde sayının yüksek olması ve gelen
başvuruların içinde çoğunluğun mühendislerin
oluşturduğu gördüm. Buda ülkedeki işsiz krizinin ne
boyutlarda olduğu göstermektedir" dedi.

İtfaiye eri olmak isteyenlerin yarın mesai bitimine kadar başvurularını
Çorlu Belediyesi İnsan Kaynakları
Müdürlüğü'ne teslim edebilecekleri bildirildi.
Başvuru evrakları daha sonra sınav komisyonuna teslim edilecek. Komisyonda
en yüksek puan alanları 17 Şubat tarihinde yapılacak olan
mülakata çağıracak. Mülakatı geçen ve en
yüksek puanı alan 36 kişi de işe alınacak.

 

Kaynak: CNNTÜRK

 

Öğrencilere Polis Saldırısı: 30 Gözaltı

Öğrencilere Polis
Saldırısı: 30 Gözaltı

Beşiktaş Yıldız Teknik Üniversitesi önünde toplanan
Öğrenci Kollektifi üyesi öğrencilerin Beşiktaş’a
yürümek istemesine izin vermeyen polis cop, biber gazı ve tazikli
su ile sert müdahalede bulundu. Başbakan Erdoğan’ın
öğrenci kurultayına katılmak için Erzurum’a giden
arkadaşlarının şehir girişinde provakasyon olacağı ihbarı nedeniyle
bekletildiğini protesto etmek isteyen öğrenciler dün Yıldız
Teknik Üniversitesi önünde toplandı. Başbakan’ın
Beşiktaş’taki çalışma ofisine yürümek isteyen
öğrencilere izin vermeyen polis sert müdahalede bulundu.
Müdahale sonrasında yaklaşık 30’a yakın öğrenci
gözaltına alınırken birçok öğrenci de yaralandı. Bunun
üzerine gözaltına alınan arkadaşlarının serbest
bırakılmasını isteyen öğrenciler, Balmumcu da tekrar toplanarak
polis nezaretinde ''Müşteri değil öğrenciyiz'',
''YÖK'ü kaldırın'' ve ''Parasız
eğitim tek yol devrim'’ sloganları atarak, Beşiktaş
Meydanı’na yürüdü. Burada polis çemberi
içinde Öğrenci Kollektifleri adına basın açıklaması
yapan Gökçe Çiçek Kösedağ,
‘’10'dan fazla arkadaşımız gözaltına alındı.
Gerçek öğrenci temsilcileri olarak, arkadaşlarımızın
Erzurum'da buluşmaya katılmasını istedik. Ama arkadaşlarımızın
polis baskısına maruz kalması ve Erzurum girişinde bekletilmesi nedeniyle
sesimizi duyurmak istedik. Arkadaşlarımız sadece talepleri iletmek
için gitmişti. Az önceki müdahale sırasında
gözaltına alınan çok sayıda arkadaşımız olduğu gibi
yaralı olarak hastanelerde bulunan arkadaşlarımız da var. Ben kendim sulu
gazla müdahale edilmesi sonucu 5-10 metre sürüklendim. Hala
nefes alamıyorum'' dedi. 
 
Kaynak: birgun.net

TARTIŞIYORUZ: TÜRKİYE’DE AYDIN SORUNU

TARTIŞIYORUZ:
TÜRKİYE'DE AYDIN SORUNU

TARTIŞIYORUZ!

Yürürken, işe giderken, yemek yerken, iş yaparken;
otobüste, vapurda, trende, minibüste; hastanede, iş
yerlerimizde,  evimizde, sokağımızda, mahallemizde, şehrimizde,
ülkemizde ve dünyada  tanık olduğumuz, ailemizden ve
dostlarımızdan dinlediğimiz, gazetelerden okuyup,  televizyonlardan
seyrettiğimiz bizlerin içini buran, vicdanımızı sızlatan,
“bu kadarda olmaz!” dedirten olaylar, durumlar ve gelişmeler
karşısında ki düşüncelerimiz ve tutumumuz bizleri insan
olmakla/olmamak; yurtseverlikle/milliyetçilik;
demokratlıkla/gericilik; devrimci olmakla/faşist olmak arasındaki
tercihlerimizi belirliyor.

 Bu tercihlerimizi neden bilinçli olmasın? Neden dünyayı
anlamak, yorumlamak ve değiştirmek görevimizi  bilerek
yapmayalım? Neden, sağda/solda değil de, devrimci ve demokrat
güçler safında yer aldığımızı; bu güçler
arasında ne yaptığımızı ve ne yapmak istediğimizi bilerek, anlayarak
ve anlatarak öğrenmeyelim?

O zaman okuyalım, soralım ve TARTIŞALIM…..

+İVME Dergisi olarak her gün olumlu veya olumsuz karşımıza
çıkan durumları bilince çıkarmak ve yaşamımıza uygulamak
için TARTIŞMAYA karar verdik.  Her ay bir konuda sohbet
ortamında görüşlerimizi sunmak ve birlikteliğimizi geliştirmek
için TARTIŞIYORUZ…

Bu ay ki konumuz: TÜRKİYE’DE AYDIN
SORUNU……

Bildiğiniz gibi aydınların toplum içindeki rolleri her zaman
güncel tartışma konusu olmuştur. Özellikle toplumu derinden
etkileyen bunalım dönemlerinde, sergiledikleritutum ve
üstlendikleri fonksiyon gereği burjuvaziye azımsanmayacakhizmette
bulunmaları, ona soldan destek vermeleri, bu konu üzerinde durmayıdaha
da gerekli kılmakta. Ülkemizde de aydınların tavrı bu
genellemenindışında olmamıştır. 12 Eylül döneminde de tıpkı
12 Martkoşullarındakigibi bütün olumsuz yanlarıyla ortaya
çıktılar ve küçümsenmeyecek bir rol
üstlendiler. Üstelik bu dönemdeaydınlar, salt birey olarak
kendileri ya da gruplaşmaları, mesleki örgütleriaracılığıyla
değil, proletarya saflarında gözüken uzantıları vasıtasıyla
da saldırıya geçtiler. Devrimci demokrat saflarda görülen,
gerek örgütsel, gerek "bireysel" düzeydeki
dağınıklık, başı bozukluk, davayı inkar, "bireyin"
keşfedilmesigibi yeniden piyasaya sürülen idealist felsefi
yaklaşımlar, cinsel ahlaksızlıkteorileri ve psikolojik
tahlillerdevrimcidemokrat saflarda yankı buldu. 

12 Eylül,  azgın terörününyanı sıra,
"aydınca" olumsuzlukların had safhada sergilendiği bir
dönemoldu. İdeolojik, örgütsel, felsefi, sanatsal
düzlemde de (hepsi birer düzeysizlikörneği olsa da)
devrimcileri, demokratları kötüleme kampanyası başladı. Bir
zamanlar baştacı edilen düşüncelerşimdi eleştiri konusu
oluyordu! Bir zamanlar vazgeçilmeyenkolektif örgütsel
hareket, şimdi "bireyin" üzerinde bir baskı
olarakgörülüyor ve varoluşçu felsefenin "birey
her şeydir, bireye özgürlük" sloganıcüretle
sahipleniliyordu.

Bu süreç bugün de devam ediyor. Dolayısıyla kısa da olsa
aydınlar konusunda bir perspektif getirmek, onların sınıfsal niteliğini
ve karakterini ortayakoymak, proleter aydının ne olup olmadığını ana
hatlarıyla açıklığa kavuşturmakve 12 Eylül döneminin ve
günümüzün "aydın" yapısını kavramak bir
zorunlulukolarak önümüzde durmaktadır. 

Bu nedenle sizleri de aramızda görmek, düşüncelerinizi
bilmek ve sizlerden bir şeyler öğrenmek istiyoruz.
SİZLERİ BEKLİYORUZ!

 

YER:İvme Büro - Abidei Hürriyet Cad. Yasemin
Apt. No: 209/15 Şişli İSTANBUL

TARİH: 05 Şubat 2011 Cumartesi

SAAT:   16.00

26 Ocak 2011 Çarşamba

260 gazeteci işsiz kaldı

260 gazeteci işsiz
kaldı

Sabah ve Habertürk gazetesi çalışanları bugün yaşanan
işten çıkarmalarla sardıldı.

İstanbul- Medya dünyası bugün bu işten çıkarmaları
konuşuyor. Gazete Habertürk ve Sabah gazetesinde işten
çıkarmalarla çalkalanıyor. Sabah gazetesi 60 kişinin işine
son verdi. Sabah gazetesindeki çıkarılan işçi sayısının
180 kişiyi bulması bekleniyor. Habertürk’te bu sayının 100
kişiyi bulması bekleniyor.

 Tepki
istifası
 

Ajans Habertürk Genel Müdür Yardımcısı Recep Eser başta
olmak üzere Gökay Usanmaz, Yüksel Koç, Aslı
Sözbilir ve Ali Kemal Erdem, Habip Atam'ın görevine son
verildi. Recep Eser'in çıkarmalara tepki göstererek
ayrıldığı öğrenildi.

200 kişiyi daha işten çıkarmışlardı

Ciner Medya Grup, birkaç hafta önce de sekiz dergiyi kapatmış
ve 200 gazeteciyle yollarını ayırmıştı. Her iki kurumda da sabah
saatlerinden beri gazetecilere tebligatlar yapılıyor.

Mektupla veda etti
Sabah gazetesinin genel yayın yönetmeni Erdal Şafak ise
yurtdışında.. Şafak işten çıkan çalışanlarına isme
hitaben ve ıslak imzalı birer teşekkür mektubu göndererek veda
etti.

İşte o mektup:

Sayın .....................,

Bunca yıl birlikte Sabah'ı yüceltmek için geceli
gündüzlü mücadele verdik. Yazı İşleri masasında ve
sayfalarda birlikte ter döktük, birlikte güldük, birlikte
ağladık. Ama iş hayatı koşulları, gün geliyor yolların
ayrılmasını bazen kaçınılmaz kılabiliyor, ancak bu yolların
tekrar birleşmeyeceği anlamına gelmez.

Sabah'a bugüne kadar verdiğiniz bütün emekleriniz
için sonsuz teşekkürlerimi sunar, aileniz ve
çocuklarınızla birlikte sağlıklı ve mutlu bir hayat dilerim.

Bir gün tekrar buluşmak umuduyla...

Erdal ŞAFAK

Sabah Gazetesi

Genel Yayın Yönetmeni

26 Ocak 2011

Kaynak: cumhuriyet.com.tr

+ İVME DERGİSİ OCAK AYI FİLM GÖSTERİMİ : CHE I

+ İVME DERGİSİ OCAK AYI
FİLM GÖSTERİMİ : CHE I

style="width: 200px; height: 267px; border-width: 3px; border-style: solid;
margin-left: 115px; margin-right: 115px;" />

Steven Soderbergh,  Che’nin hayatını ve mücadelesini
anlatan epik bir filmle yönetmen koltuğunda oturan Steven Soderbergh,
 Che’nin hayatının bir dönemini dört buçuk
saate sığdırmaya çalışarak, 2 bölümde anlatıyor.
Argentina ve Guerilla olarak adlandırılan filmler toplamda 257 dakika
sürüyor. Guerilla ve Argentina’nın yapımcılığını Laura
Bickford Productions üstlenirken, Filmin senaryosunu, Peter Buchman
gerçekleştirdi.
 İkinci filmin (Guerilla) senaryolaştırılması aşamasında Peter
Buchman’ın yanı sıra Benjamin A. van der Veen de yer aldı. 
Che’nin günlüklerine dayanılarak yazılan senaryo,
Che’nin doğduğu toprakların diline sadık kalınarak ispanyolca
çekildi.
Argentina, 1964te Havana’da Che Guevera’nın (Benicio Del Toro)
amerikalı gazeteci Lisa Howard’la (Julia Ormond) yaptığı
röportajla başlıyor ve 1955 yılına Mexico City’de Fidel
Castro’yla (Demian Bichir) Doktor Che Guevera’nın ilk
karşılaştıkları yıla dönüyor. Buradan hareketle devam eden
film 1956 kasımında Che Guevara ve Fidel Castro’nun
Küba’da Batista hükümetine karşı giriştikleri gerilla
mücadelesine odaklanıyor.

 
 
 
29 Ocak Cumartesi Günü Saat 18.00' de
bütün +İvme okuyucularını ve dostlarını + İvme dergisi Hasan
Balıkçı Toplantı Salonu'na filmi beraber izlemeye ve ardından
da sıcak çaylarımız eşliğinde Küba Devrimi ve sınıf
mücadelesi ekseninde sohbet etmeye bekliyoruz

 
 
İVME Sosyal Etkinlikler Komisyonu

25 Ocak 2011 Salı

KESK Torbaya Polis KESK'e Karşı

KESK Torbaya Polis KESK'e
Karşı

KESK'in 'Torba Yasa' tasarısının geri çekilmesi
talebiyle  Ankara'da yaptığı eyleme polis biber gazıyla
müdahale ederek emekçilerin TBMM'ye yürümesini
engellemek istedi. Yağan yağmur altında yapılan ve tansiyonun yüksek
olduğu eylemde “emekçiye değil, çetelere
barikat”, “baskılar bizi yıldıramaz”, “Torba yasa
geri çekilsin” sloganları atıldı

KESK, bu gün Meclis'te görüşülmeye başlanacak
'Torba Yasa' tasarısının geri çekilmesi talebiyle İstanbul
ve Ankara'da eylem yaptı.  Ankara'daki KESK eylemine polis
biber gazıyla müdahale etti. Ankara'da KESK’in Torba
Yasa’nın geri çekilmesi için yapmak istediği
yürüyüşe polis izin vermedi. Milli Müdafaa
Caddesi’nde toplanarak TBMM’ne yürümek isteyen KESK
üyeleriyle polis biber gazıyla müdahale etti. Yapılan
pazarlıklar sonuç vermeyince eylemciler bir buçuk saat
yağmurda bekletildi.

Tansiyonun sürekli yüksek olduğu eylemde “emekçiye
değil, çetelere barikat”, “baskılar bizi
yıldıramaz”, “Torba yasa geri çekilsin”
sloganları atıldı.

Bir buçuk saatlik bekleyişin ardından KESK Genel Başkanı
Döndü Taka bir açıklama yaptı. Tüm illerde torba
yasaya dair basın açıklamaları yaptıklarını söyleyen Taka,
“bu yasayla hükümet çocuklarımızın geleceğini
ipotek altına almak istiyor” dedi.

Taka polisin tavrını da şu şekilde eleştirdi:”Hakları
için eylem yapan kamu emekçilerine müdahale eden polis
devletin polisi değil hükümetin polisidir. Bu polis KESK Genel
Başkanı olan bana ‘canım’ diyecek kadar pervasızdır. Bu
emniyet amirini ve basın açıklaması yapmamıza izin vermeyen
teşkilatı hakkında suç duyurusunda bulunacağız.”

Tüm yaşam alanlarında Torba Yasa’ya dair eylemler
gerçekleştireceklerini dile getiren Taka gerekirse Meclisi de zapt
edeceklerini söyledi.

Türk İş de yayınladığı basın bildirisiyle KESK’in
yaptığı eylemlere destek verdiğini açıkladı. Türk İş
Torba Yasa Tasarısı’nı protesto etmek için bugün
tüm bölge ve il temsilciliklerinde AKP İl binaları kitlesel
basın açıklamaları düzenleyeceğini bildirdi.

KESK TORBAYA KARŞI AKP BİNASINA YÜRÜDÜ />

KESK, hükümetin torba yasa teklifine karşı İstanbul’da
yaptığı eylemde, Bakırköy Cumhuriyet Meydanı’ndan AKP
Bakırköy İlçe Merkezi binasına yürüdü. DİSK ve
Türk-İş temsilcilerinin de katıldığı yürüyüş
için polis AKP binasının önüne barikat kurdu.

 “Yürüyüş boyunca “Zafer direnen
emekçinin olacak” sloganını atan grup Tunus’taki
olayları AKP’ye örnek gösterdi, AKP
diktatörlüğünün de aynı şekilde devrileceğini
söyledi ve “Tunus emekçisi yalnız değildir”
sloganı atarak Tunus halkına destek verdi.

HALKTAN YOĞUN İLGİ

KESK üyeleri yol boyunca attıkları sloganlarla halktan da destek
aldı. Halk, gruba yürüyüş boyunca alkışlayarak destek
verdi. Ankara’daki yürüyüşe yapılan polis
müdahalesini de ıslıklarıyla protesto eden KESK üyeleri
“İşçi memur elele, genel greve” sloganlarıyla AKP
binasının önüne vardı. Polis AKP binasının sokağını
barikatla tamamen kapatarak emekçilerin sokağa girmesine izin
vermedi, grup da basın açıklamasını sokağın girişinde yaptı.
Basın açıklaması yapan KESK sözcüsü ve Eğitim-Sen
2. No.lu Şube Başkanı Ali Çetin yasa değişikliği ile kısa
vadeli işe alımların teşvik edildiğini, kadrolu işçilik
döneminin sona ereceğini, asgari ücret yaşı 16’dan
18’e çıkarılarak bu yaş aralığındaki 200 binden fazla
gencin maaşlarında 80 lira azalma gerçekleştirileceğini, meslek
liselerinde okuyan gençlerin çalışırken aldıkları
maaşların düşürülerek aylık 150 TL’ye
indirileceğini söyleyerek ülke genelindeki bütün
işçileri ve emekçileri dayanışmaya çağırdı.
“Varlığını sermayeye borçlu olan AKP hükümeti
bugüne kadar olduğu gibi yine sermayenin ihtiyaçları
üzerinden yasalar çıkarmaya çalışmaktadır” diyen
KESK sözcüsü, Çarşamba günü Türkiye
genelinde yapılacak Türk-İş eylemlerine de destek verdiklerini
açıkladı.

 

Kaynak: birgun.net

 

Urfa'da 100 Öğrenci Açlık Grevinde

Urfa'da 100 Öğrenci
Açlık Grevinde

Harran Üniversitesi Öğrenci Derneği (HÖDER)
öncülüğünde yaklaşık 100 öğrenci, 78
öğrenciye açılan soruşturma ve verilen cezalara karşı
açlık grevi başlattı.

Osmanbey Kampüsü giriş kapısı yanına çadır kuran
öğrenciler, "Aydın'lar ölmesin dedik uzaklaştırma
yedik", "Bizi uzaklaştırma sabrımızı taşırma",
"Soruşturma, uzaklaştırma terörüne son", "Halil
İbrahim sofrada, öğrenciler soruşturmada" dövizleri ile
"Yarınlar bizimdir, bizsiz yarınları sizleştiririz" yazılı
siyah pankart taşıdı.

Burada bir açıklama yapan HÖDER sözcüsü Kadir
Kurnaz, 18 Mayıs 2010 tarihinde ülkücü bir grubun
bıçaklı, silahlı saldırısına uğradıklarını, kendilerini
savunan 78 öğrenciye soruşturma açıldığını, 30'una
yurttan atılma, 1 ve 2 yarıyıl okuldan uzaklaştırma gibi cezalar
verildiğini belirtti.

Cezalar iptal edilene kadar açlık grevi eylemini
sürdüreceklerini belirten Kurnaz, aynı konuda yargı tarafından
suçsuz bulunduklarını ancak rektörlüğün ceza
verdiğini söyledi. Kurnaz, cezaların keyfi olduğunu kaydetti.

Açıklamada, "Tüccar rektör ceza yetmez as bizi",
"Baskılar bizi yıldıramaz" şeklinde sloganlar atıldı.

Açıklamanın ardından yaklaşık 100 öğrenci, cezaları
protesto etmek amacıyla açlık grevine başladı.

Öğrencilerin açlık grevine destek vermeye gelen BDP Urfa
Milletvekili İbrahim Binici ise öğrencilerin son zamanlar
üniversite yönetimle ilgili olarak ciddi sıkıntılarla
karşılaştıklarını, bu konuyu TBMM'ye taşıyıp ardından bire bir
rektörle görüşeceğini ifade etti.
 

Kaynak: ETHA

İvme Dergisi Ocak Ayı Film Gösterimi: CHE

İvme Dergisi Ocak Ayı Film
Gösterimi: CHE

style="width: 259px; float: left; height: 636px" />

Steven Soderbergh,  Che’nin hayatını ve mücadelesini
anlatan epik bir filmle yönetmen koltuğunda oturan Steven Soderbergh,
 Che’nin hayatının bir dönemini dört buçuk
saate sığdırmaya çalışarak, 2 bölümde
anlatıyor. 

Argentina ve Guerilla olarak adlandırılan filmler toplamda 257 dakika
sürüyor. Guerilla ve Argentina’nın yapımcılığını Laura
Bickford Productions üstlenirken, Filmin senaryosunu, Peter Buchman
gerçekleştirdi.

 İkinci filmin (Guerilla) senaryolaştırılması aşamasında Peter
Buchman’ın yanı sıra Benjamin A. van der Veen de yer aldı. 
Che’nin günlüklerine dayanılarak yazılan senaryo,
Che’nin doğduğu toprakların diline sadık kalınarak ispanyolca
çekildi.

Argentina, 1964te Havana’da Che Guevera’nın (Benicio Del Toro)
amerikalı gazeteci Lisa Howard’la (Julia Ormond) yaptığı
röportajla başlıyor ve 1955 yılına Mexico City’de Fidel
Castro’yla (Demian Bichir) Doktor Che Guevera’nın ilk
karşılaştıkları yıla dönüyor. Buradan hareketle devam eden
film 1956 kasımında Che Guevara ve Fidel Castro’nun
Küba’da Batista hükümetine karşı giriştikleri gerilla
mücadelesine odaklanıyor.

Soderberg röportajlarında, süregiden düzeni değiştirmek
için mücadele veren bir adama inanmış bir başka adam portresi
çiziyor. Kendisine “sanat da dünyayı değiştirmez
mi” diye soran gazeteciye çok rahat “Shakespeare
dünyayı değiştiremedi; Che’yi değiştiren okudukları değil
gördükleri, yaşadıklarıydı; birebir hayat
tecrübesiydi” diyebiliyor.

 

05 Ocak Günü Saat 18.00' de
bütün +İvme okuyucularını ve dostlarını + İvme dergisi Hasan
Balıkçı Toplantı Salonu'na filmi beraber izlemeye ve ardından
da sıcak çaylarımız eşliğinde Küba Devrimi ve sınıf
mücadelesi ekseninde sohbet etmeye bekliyoruz.

Torba Yasa'ya Karşı Meşaleli Yürüyüş - Taksim

Torba Yasa'ya Karşı
Meşaleli Yürüyüş - Taksim

 

TORBA YASA'YA KARSI MESALELI
YURUYUS

26 Ocak
Çarşamba
günü saat 18:30’da
Galatasaray-Taksim yürüyüşü olarak
planlanmıştır.

 

 

ORTAK İMZALI BİLDİRİ TASLAĞI:

TORBA YASA, GÜVENCESİZ GELECEK DEMEKTİR!

Torba Yasa yoksuldan/işsizden alıp zengine/patrona vermek
demektir.

 

Meclis komisyonundan geçen ve kısa bir süre sonra Genel
Kurul’a gelecek olan Torba Yasa kamuoyunu yanıltmak üzerine
kurulu. Sözde adı “Af Yasası”. Trafik cezalarından,
sigorta prim borçlarına ve öğrenci affına kadar bir dizi
göstermelik affın arkasından çalışma yaşamına dair hak
gaspları sıralanıyor.

 

Torba Yasayla…

  • İşçilerin iş güvencesi sınırlandırılacak,
  • Engellilerin kamuda istihdam hakkı daraltılacak,
  • Esnek ve kısmi süreli çalışma yaygınlaşacak,
  • Belediye işçilerine ve kamu emekçilerine
    sürgün yolu gözükecek,
  • İşsizlik fonunun prim gelirlerinin yarısı hükümete
    kaynak olarak aktarılacak…

Yani, kuralsız bir çalışma yaşamı hakim olacak. Yeni istihdam
yaratmak yerine, işçilerin esnek çalışmayla daha uzun
saatler boyunca çalıştırılması gündeme gelecek.

 

Torba Yasa, gençlerin geleceğini ipotek altına
alıyor.

 

Yasa çıkarsa, işe girişteki deneme süresi 2 aydan 4 aya
çıkacak.

İş öğrenimi adı altında, gençlerin kuralsız ve
düşük ücretle çalıştırılması mümkün
olacak.

 

Torba Yasa işsizlik parasına da el koyuyor!

 

Aralık ayında toplanan işsizlik sigortası primi 334 milyon TL’dir.
Yani ayda 850 bin kişiye işsizlik parası denebilir. Bugün için
işsizlik ödeneğinden 170 bin kişi yararlanıyor. Yeni yasa
“işe yerleştirme ve danışmanlık hizmetleri temin
etmek”
bahanesiyle işsizlik fonunu sermaye sınıfına
aktarıyor.

 

Torba Yasa ile belediye işçileri, “ihtiyaç
fazlası” ilan edilerek Milli Eğitim veya Emniyet Teşkilatının
taşra teşkilatına sürgün gönderilebilecek.

 

Torba Yasa’yla…

  • Kısa çalışma sektörel ve bölgesel olarak
    genişletilecek,
  • Şirketler her dara düştüğünde ücretsiz
    izinler, kısa çalışma ödeneği, işten atılma devreye
    girecek.
  • Uzaktan, evden, çağrı üzerine kuralsız
    çalışma yaygınlaşacak.
  • Kamu emekçilerine, 6 aya kadar sürgün
    yasalaşacak.

 

Torba Yasa’nın peşinden kıdem tazminatlarımızın ortadan
kaldırılması, bölgesel asgari ücret, özel istihdam
(kölelik) büroları gündeme gelecektir.

 

Biz karşı çıkarsak, Torba Yasa Meclis’ten
geçemez!

 

Gençlerin, kadınların, işsizlerin, emeklilerin; işçilerin
ve tüm emek dünyasının daha fazla sömürüsüne,
esnek çalışmasına, taşeronluğa, iş saatlerinin uzatılıp
ücretlerin azaltılmasına karşı sessiz kalmayalım.

 

HAYDİ, GÜVENLİ GELECEK İÇİN BİRLEŞİK
MÜCADELEYE!

EMO'da İktisadi İşletme Kuruldu

EMO'da İktisadi İşletme
Kuruldu


EMO
YÖNETİMİ DEMOKRATİK ODA GELENEKLERİNİ YOK
EDİYOR!


12 Eylül
süreciyle beraber, emperyalizmin ülkemize dayattığı
“özelleştirme ve piyasalaştırma” saldırılarına,
üyesine dayanan karşı çıkışı gerçek anlamıyla
örgütleyememiş; giderek üyesinden ve üye sorunlarından
uzaklaşmış; bunun doğal sonucu olarak da elit bir yöneticiler
sınıfının oluşmasına neden olmuş TMMOB ve bağlı odalar, yeni bir
adımla birlikte düzenin parçası olma yolunda son sürat
ilerliyor.


Odaları piyasa
koşullarına uygun hale getirecek adımlardan biri olan
size="3">“iktisadi işletme”
anlayışı EMO'nun öncülüğünde
sürdürülüyor.
Bir süredir, EMO
bünyesiyle bütünleştirilmeye çalışılan ama bir o
kadar da üyelerine duyurulmayan iktisadi işletme EMO Yönetim
Kurulu’nun 08.10.2010 tarihli toplantı ve 42/16 sayılı kararıyla
gerçeklik kazanmaya başladı.

 


İktisadi İşlteme
Üyesine Güvenmeyen Bir Anlayışın
Ürünüdür!

Kararda, size="3">“Oda dergi ve bülteni, internet yayıncılığı, Oda
ajandası, reklam alımı, Oda yayınları, Oda etkinlikleri (Kongre,
sempozyum vb) düzenlenmesi, topraklama ölçüm,
asansör denetim hizmetleri, Oda sosyal faaliyetleri, eğitim ve oda
lokalinin işletilmesi amacı ile
size="3">‘TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Basım Yayın
Dağıtım Lokal ve İktisadi İşletmesi’
size="3">adı altında bir iktisadi işletme kurulmasına ve bununla
ilgili olarak Mithatpaşa Vergi Dairesi’nde kurumlar vergisi, KDV ve
muhtasar yönünden vergi mükellefiyeti
oluşturulmasına”
denilerek iktisadi
İşletme süreci başlamış bulunuyor.


01.11.2010 tarihinden
itibaren Genel Merkezin internet sitesine dikkatli gözle bakanlar
“Genel Merkez Çalışanları” bölümünde
“İktisadi İşletme
Müdürü”
nün göreve
başladığını görerek iktisadi işletmenin kurulduğunu
anlayabildiler. (Bu durumun ne denli geleneklere, usule ve etik değerlere
uygun olduğu yorumunu da üyelerimize bırakıyoruz.)

 


Gelişmeler bununla da
bitmedi:


Sonra ne olduysa(!)
sonraki günlerde bu kişinin (iktisadi işletme Müdürü)
“görevi”
bölümü boş bırakılmış ve bugün bu kişi
görevsiz olarak EMO'dan maaş almaya devam etmektedir. Sormadan
edemiyoruz; “İktisadi İşletme Müdürü” olarak
lanse edilen kişinin görevi sonradan neden boş bırakıldı?
Bütün çalışanların görevleri yazılmışken, bu
kişinin görevinin boş bırakılması üyelerden gizleyeceğiniz
bir şeylerin olduğunu göstermez mi?


Elbette gösterir!


src="http://www.emekcimuhendisler.org/sites/default/files/iktisadiisletme01_honder.jpg"
style="width: 800px; height: 442px;" />


Bu karar o denli gizlice
ve üyelere bilgi verilmeden yapıldı ki, İstanbul Şubesi’ne
21.10.2010 tarihli bir yazıyla “bilgilendirme”de bulunma
zahmetine katlandılar.


Üye onayı almadan,
genel kuruldan geçirmeden, tüzük değişiklikleri yapmadan
“ben yaptım oldu” size="3"> dayatmasıyla alınan “kararın” örgüt
bünyesinde kabul göreceğini mi düşünüyorsunuz?
Hangi yasada, hangi yönetmelikte veya hangi Genel Kurul’da
“iktisadi işletme” kurulacağı kararı üyelerce kabul
görüp, sizleri yetkilendirdi? İstim arkadan gelsin misali,
“önce karar alalım, sonra da bir
şekilde uygulamaya geçeriz”
mi
diyorsunuz?


Öncelikle bunun
hesabının verilmesi gerekmiyor mu?


 

İktisadi İşletme
Yasa ve Yönetmeliklere Aykırıdır!

 


Kamu kurumu niteliğinde
bir mesleki demokratik kitle örgütü olan TMMOB yasasının
(6235 sayılı yasa) 2. Maddesinde
size="3">“(Değişik: KHK/66 – 19.4.1983) Birliğin kuruluş
amacı ile yapamayacağı faaliyetler ve işler aşağıda
gösterilmiştir.

Birliğin kuruluş
amacı:


a) Bütün
mühendis ve mimarları ihtisas kollarına ayırmak ve her kol
için bir oda kurulmasına karar vermek;


b) Bu suretle aynı
ihtisasa mensup meslek mensuplarını bir Odanın bünyesinde toplamak;
merkezde İdare heyeti, haysiyet divanı ve murakıplar gibi görevlilere
yetecek kadar üyesi bulunmayan Odasının merkezini, Umumi Heyetin
belirleyeceği yerde açmak;


c) Mühendislik ve
mimarlık mesleği mensuplarının, müşterek ihtiyaçlarını
karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel
menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının
birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü
ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplinini ve
ahlâkını korumak için gerekli gördüğü
bütün teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak;


d) Meslek ve
menfaatleriyle ilgili işlerde resmî makamlarla İşbirliği yaparak
gerekli yardımlarda ve tekliflerde bulunmak, meslekle ilgili bütün
mevzuatı normları, fennî şartnameleri incelemek ve bunlar hakkında
görüş ve düşünceleri ilgililere
bildirmektir.

Birliğin
yapamayacağı faaliyetler ve işler
:
(Değişik son fıkra: 4276 – 18.6.1997)
size="3">Birlik ve

organları, kuruluş
amaçlan dışında faaliyette
bulunamazlar.”

 

 


Amaçları
dışında faaliyet yürütemeyecek olan TMMOB ye bağlı odalar,
ticari faaliyette de bulunamazlar. Yasada ve Ana yönetmeliğinde olmayan
bir faaliyeti Oda Yönetim Kurullarının “yaptık oldu”
mantığıyla uygulamaya sokması da mümkün değildir. EMO
YK'nun yasa ve yönetmelikleri iyi bildiklerine eminiz. Ama biz
çok iyi biliyoruz ki, kendi anlayış ve isteklerine uygunsa yasa ve
yönetmeliklere uyulur, uygun değilse de yasa ve yönetmelikler
görmemezlikten gelinir:


Yasa ve
yönetmelikleri bir kere delmekten bir şey olmaz!”
size="3"> diyebilirsiniz ama, her yapılanın bir gün sorulacağını da
unutmadan…

 


İktisadi İşletme Bir Zorunluluk mu?

src="http://www.emekcimuhendisler.org/sites/default/files/iktisadiisletme02_danistay.jpg"
style="border-width: 1px; border-style: solid; margin: 2px; float: right;
width: 400px; height: 420px;" />EMO Genel Merkezin şubelere yazdıkları
yazılarda, EMO Bursa şubesine Çekirge Vergi Dairesi’nin
açtığı dava, Danıştay 3. Dairesinin kararı ve Meram Vergi
Dairesi’nin Makine Mühendisleri Odası Konya şubesine
açtığı davalar ve kararlardan örnekler verilerek,
“çaresizlikten” bu işletmeyi kurduklarını
söylemeye çalışıyorlar.

Her iki davada aleyhe
sonuçlanmış kararlardan oluşmaktadır. Oysa biliyoruz ki, lehte
olan bir çok dava da söz konusudur. Aşağıda iki örnek
görülmektedir.

 


Bu durumda sadece ve
sadece aleyhte kararlar önümüze konularak, gerek şube
yönetimleri gerekse de meslektaşlarımız tek taraflı bir
“ikna” bombardımına tutulmak istenmektedir. Kendi
düşünce ve pratiğinin doğru olduğunu inanan bir anlayış neden
lehteki kararları görmemezlikten gelsin ki? Burada da gizlenmeye
çalışılan gerçekler olduğu belli değil
mi?

 


Eğer iktisadi işletme
gibi bir anlayışı benimseyip, kendi örgütüne yerleştirmek
istersen, bunu da açıktan savunamıyorsan, yapılacak tek bir şey
var;
“üzerimize çok geliyorlar,
çaresiz kaldık, vb”
diyeceksin. Bu da
yetmeyecek; işine gelen mahkeme kararını da kanıt olarak sunacaksın ki,
meslektaşlarımız inanabilsinler!


src="http://www.emekcimuhendisler.org/sites/default/files/iktisadiisletme03_danistay.jpg"
style="border-width: 1px; border-style: solid; margin: 2px; width: 500px;
height: 808px;" />


Diğer bir deyişle
bizlere ölümü gösterip, sıtmaya razı etmeye
çalışıyorlar!

 

Bursa Şubesi’nin
topraklama ölçümlerinin diğer şubelerinin
uygulamalarından farklı olması bu kararın çıkmasında etkili
değil midir? Bugün şubelerin yaptığı ölçümler,
“bilirkişilik hizmetleri” adı altında ticari bir nitelikte
yapılırken, Bursa Şubesi daha da ileri gidip “kitabına
uydurmaya” gerek duymadan bu faaliyeti için (topraklama
ölçümleri) kar amaçlı “kadro” istihdam
edebilmiştir.

Kaldı ki, Bursa
Şubesi’ne çıkartılan vergi “cezası” 2001-2006
yıllarına denk düşen bir miktar olup; iktisadi işletme bu
“ceza”nın ödenmesi zorunluluğunu ortadan
kaldırmamaktadır. İktisadi işletme olsa da olmasa da trilyonu aşan bu
“ceza” EMO tarafından ödenecektir. Dolayısıyla, Bursa
bahanesini karşımıza çıkararak iktisadi işletme kurmak, aldatmak
ve çarpıtmaktan başka bir şey değildir.

 


Bundan sonra, iktisadi
işletme kararı alan anlayışların,
size="3">“Ticari faaliyette bulunmuyoruz, kamu hizmeti sunuyoruz,
kar amacı gütmüyoruz”

söylemlerinin anlamı da kalmamaktadır.
Kurumlar
Vergisi Yasası'nın ikinci maddesinin 6'ncı
size="3">fıkrası “ iktisadi kamu kuruluşları ile dernek veya
vakıflara ait
iktisadi işletmelerin
kazanç amacı gütmemeleri,

yaptıkları işin kuruluş amaçlarına katkı sağlar olması,
faaliyetlerinin yasa ile verilmiş görevler arasında bulunması,
tüzelkişiliklerinin olmaması, bağımsız muhasebelerinin ve
kendilerine ayrılmış sermayelerinin veya işyerlerinin bulunmaması
mükellefiyetlerini
etkilemeyecektir
. Bu bağlamda
Mal veya hizmet bedelinin sadece maliyeti
karşılayacak kadar olması, kâr edilmemesi veya kârın kuruluş
amaçlarına tahsis edilmiş bulunması iktisadi
niteliğini

(ticari niteliğini) değiştirmemektedir. İster kar elde edilsin, isterse
zarar edilsin; hatta maliyeti karşılayacak “bedeller” alınsın
mevcut sistemin yasalarına göre de “ticari faaliyette”
bulunulmaktadır.


 

Ayrıca, minareyi
çalanın kılıfını da hazırlayacağı gerçeğinden
hareketle, üyesine danışmadan işletme kuran bu anlayış
sahipleri
; “İktisadi işletmenin denetimi ve
kontrolü üyeye açık olacak mı? “
size="3"> sorusuna muhatap olacaklarını düşünmüş olacaklar
ki, 06.11.2010 tarih ve 42/19 sayılı YK oturumuyla EMO
DENETLEME KURULU ÇALIŞMA USUL VE ESASLARI
YÖNERGESİ”
yle durumu kurtarmayı
düşünmüşlerdir. Yönergeye göre; “ d) Oda
iktisadi işletmesine ait tüm gelir ve giderler Oda bütçesi
içerisinde yer aldığından, diğer oda gelir ve giderleri gibi
denetime tabi” tutulacaktır
(*) denilerek, güya üyesi
adına bu yapılanmayı denetim altına almaktadırlar.

 


size="3">Bunun dışında, odaların ticari
faaliyette bulunmasına resmiyet kazandıracak bu “girişim”,
siyasal iktidarların amaçlarıyla da örtüşmektedir.
“Meslek kuruluşlarının
gerek yıllık gelirleri ve bilançolarında yer alan aktif
kıymetlerin ulaştığı düzeyler gerekse yürüttükleri
hizmet ve faaliyetler, söz konusu kuruluşların meslek kuruluşu
olmanın yanında
ciddi bir
ekonomik/ticari organizasyon/birim haline de geldiklerini
face="Calibri, sans-serif"> göstermektedir.”
face="Calibri, sans-serif">diyen Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Raporu’nu doğrular
biçimde hareket etmek başka ne anlama gelebilir ki? Bu
saldırıların, aynı raporun devamında sözü edilen,
face="Calibri, sans-serif">“gelir fazlalıklarının
değerlendirilmesi”
ve
“vergilendirilmesi” önerilerinin bir devamı niteliğinde ele alıp, bu
saldırılara örgüt olarak karşı durmak gerekmez mi?


 

İktisadi İşletmenin Getirecekleri

TMMOB ve Odalarda iktisadi işletmelerin kurulup, yaygınlaşması
ne tür sonuçlar doğurabilir?

Öncelikle
bilinmelidir ki, her tür “
Oda dergi ve
bülteni, internet yayıncılığı, Oda ajandası, reklam alımı, Oda
yayınları, Oda etkinlikleri (Kongre, sempozyum vb) düzenlenmesi,
topraklama ölçüm, asansör denetim hizmetleri, Oda
sosyal faaliyetleri, eğitim ve oda lokalinin işletilmesi”
faaliyetleri odaların “gelirleri”
içerisinde yer alacağından, oda ve şube yönetimleri bu
faaliyetleri “en karlı” hale getirmek için çaba
göstereceklerdir. Bunun yolu açılmış durumdadır. Bugün
iktisadi işletmesi olmadığı halde kimi odaların “hizmetleri”
için reklam vermeleri başka ne anlam taşıyabilir ki? Bunun
sınırlarını ve kurallarını kim koyacak?

(Aşağıda bulunan reklam
örneği bunun tipik göstergelerinden biridir.) Bu karar
önceden beri yapılan iktisadi faaliyetlerin resmen kabul edilmesi
anlamına da gelmektedir. Artık “biz kar amacı gütmeyen mesleki
demokratik kitle örgütüyüz” sözleri
gerçek dışıdır.

src="http://www.emekcimuhendisler.org/sites/default/files/iktisadiisletme04_mmo.jpg"
style="width: 600px; height: 418px;" />

size="3">“Oda mevcut personelinden İktisadi işletmenin ihtiyacı
halinde, ihtiyaç sayısı kadar personelin özlük hakları
saklı kalmak kaydı ile İktisadi işletmeye
aktarılmasına”
karar veren EMO
yönetimi, iktisadi işletmeyle birlikte personel üzerinde de oynama
yapmaya başlayacaktır. Yıllardır, demokratik kitle
örgütünde çalıştığını, demokratik haklarının
“güvencede” olduğunu düşünen personel,
böylelikle ticari etkinlikte bulunan, adı iktisadi işletme olan, vergi
yasalarına tabi bir kuruluşun personeli olacaktır. Hatta tüm
personelinde olmaması için bir neden yoktur: “İhtiyaç
kadar” sözlerinin sınırı belli değildir. Personelin işletmeye
geçirilmesinin tek bir nedeni bulunmaktadır:
size="3">“Daha az vergi vermek”
adına personel maaşlarının gider gösterilmesi.

 

Bunun dışında
“bilirkişi hizmetleri “adı altında genç
meslektaşlarımızdan “hizmet” alınmaktadır. Bu hizmetler,
iktisadi işletmenin faaliyetleri içersinde sayıldığına göre,
hizmet verenle hizmet alan arasında ticari bir etkinlik söz konusudur.
Bu aşamadan sonra “bilirkişilik hizmetleri” ticari faaliyet
olacağı için (örnek verilen mahkeme kararlarına göre) bu
meslektaşlarımızın statüleri mevcut durumdaki gibi
olamaz.


 


Kimi şubeler, bu
hizmetler için personel alacak, kimileri taşeron hizmet satın alacak
(şirketlere yaptırılacak), kimileri de günü birlik emek satın
alacak. Şekli ne olursa olsun, mevcut durum değişmek zorunda kalacaktır.
Örneğin, 2005 yılında yayınlanan ve 2012 yılında
yürürlüğe girecek olan A Tipi Muayene Kuruluşlarının uymak
zorunda oldukları,
“TS size="3"> EN ISO IEC 17020-Çeşitli Tipteki Muayene
Kuruluşlarının Çalıştırılmaları İçin Genel
Kriterler”
in 8. Maddesinde size="3">“Muayene kuruluşu, normal faaliyetlerini
gerçekleştirmek için ilgili uzmanlık alanlarında
yeterli sayıda sürekli istihdam edilen
personele sahip olmalıdır
.”
denilerek personel alımını zorunlu kılarken;
14-2 maddesinde de
“Muayene kuruluşu
yapılacak muayenenin bir
size="3">bölümünü taşerona yaptırdığında,
taşeronun söz konusu hizmeti yapma
konusunda yeterli olmasını ve EN 45000 serisinin ilgili standardında
öngörülen şartlara uygunluğunu sağlamalı ve bunu
kanıtlayabilmelidir…..”
denilerek, bu
hizmetlerin taşeronlara da verilebileceği
belirtilmektedir.


 


Ayrıca iktisadi işletme
bünyesinde Asansör A Tipi Muayene İstasyonu, “Bilirkişilik
Hizmetleri” altında yürütülecek ticari faaliyetler, vb
girişimler piyasa koşullarında faaliyet gösteren diğer
üyelerimizle de rekabeti getirecektir. EMO bu hizmetleri
“bünyesinde” toplayabilmek için, “müşteri
portföyü”nü genişletme çabalarına girecek;
reklam, fiyat kırma, vb. çabalarla kendi üyesiyle
“zorlu” bir yarış içinde olacaktır.


 


Kendi üyesiyle
“yarışan” bir EMO’yu kabullenebilmek mümkün
değildir!

size="3">Belirttiğimiz öngörülerin yanında, daha
birçok değişikliklerin olabileceğini de söylemek
mümkün: “Zorunluyuz,
mecburuz”
söylemleri eşliğinde zamanla
değişiklikler gündemimize gelecek. Çünkü iktisadi
işletme anlayışı, kapitalist bir anlayışın odalarımızdaki
tezahürü olup çıkacaktır. Bunun sınırlarını
belirleyebilmek mümkün değildir. Adımını bir kere mevcut
sisteme attın mı, diğer adımların da ne olacağı
bellidir.

 

Bu Gelirler Olmadan Odalar
Yaşayamaz

Yıllardır bu
söylemleri duyuyoruz.

 


Odalarımızın gelir
kaynaklarını TMMOB ve Ana yönetmeliğinde bahsedilen gelir
kalemlerinin dışında aramak öncelikle mevcut sisteme karşı olan
muhalif duruşumuzu yumuşatacak, inancımızı
zayıflatacaktır.


 


Nedir gelir
kaynaklarımız?


 


TMMOB yasasının 32
maddesi bu maddeleri şöyle sıralamaktadır:


a) Aza kaydiyeleri; b)
Aza yıllık aidatı; c) Hizmet karşılığı alınan ücretler;
ç) Vesika ücretleri; d) Neşriyat hâsılatı; e) Bağış
ve yardımlar; f) Para cezaları; g) iştiraklerden mütevellit
kârlar; h) Meslekî müsabakalarda derece ve mansiyon
alanlarla jüriye aza seçilenlerin alacakları paraların
yüzde beşleri; i) Müteferrik
gelirler.”

 


TMMOB Ana
Yönetmeliği’nde de benzer şeyler vardır.


 


Her iki gelir tablosuna
baktığımızda bu gelirler TMMOB ve bağlı odaların resmi gelirleridir ve
kar oluşturabilecek bir amaç taşımamaktadırlar. Üyesine
dayanmayan bir anlayışla yönetilen TMMOB ve odaların, üye
aidatları (2000’li yıllarla birlikte) tüm gelirler
içerisinde yüzde 20’lere kadar inmiştir. Makina
Mühendisleri Odası’nın 2007 bütçesinde, üye
aidatlarının %3,28 düzeyinde kalması ise gelinen durumun vahametini
daha anlaşılır kılmaktadır. ( Gariptir ki, aynı dönemde TOBB
–Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği- gelirlerinin çok
önemli bir bölümünü üye aidatlarından
sağlamaktadır)


Burada üye aidatları
gelirleri üzerinden kendini var eden ve hiçbir şekilde mali
sorunlarını “başka yollarda” aramayan bir örgüt
yapılanması tercih edilmesi gerekirken, bugün bir adım daha atılıp
Oda amaçlarını yerine getirmek için iktisadi işletme
“zorunluluk” olarak karşımıza çıkarılmaktadır.
Makine Mühendisleri Odasının “Çalışma İlkeleri”
olarak tanımladığı ilkeler arasında
size="3">……Yayımlanacak
kitaplar, periyodikler, düzenlenecek uzmanlık eğitimleri,
mühendislik mesleğinin geliştirilmesine ve uygulama alanlarına
yönelik kurs ve seminerler
esas gelir
alanları olarak görülür

tanımlamasının bir süre sonra da
odamız bünyesinde hakim olması bizi şaşırmayacaktır.


Süreç
böyle devam ederse, bu anlayış sahipleri için Türk
Tabipler Birliği’nin muayenehane açıp, hasta bakması;
Eczacılar Odaları’nın da eczane açıp ilaç satması
“doğal”, “gelir getirici” ve “olmazsa
olmaz” bir faaliyet olarak değerlendireceklerini söylemek
kahinlik olmasa gerek.


Bunu kabul edebilmek
mümkün değildir.


 

Demokratik Kitle
Örgütü mü Sivil Toplum Örgütü
mü?

 

İktisadi işletmenin
varlığı EMO’nun demokratik kitle örgütü olma
özelliğine büyük darbe vurmaktadır. Her platformda ve her
koşulda “Mesleki Demokratik Kitle Örgütü” olma
iddiasında olan Odamız artık bu iddiasını sadece ve sadece kağıt
üzerinde bırakmaktadır. İktisadi işletmeler ister zorunluluktan,
isterse “gönülden” savunulsun demokratik kitle
örgütlerinde hiçbir şekilde yer almaması gereken
“ticari” işletmeler değil midir?

 


Demokratik Kitle
Örgütü, belirli bir ya da birkaç amacın
gerçekleştirilmesinden çıkarı olan bağımsızlık ve
demokrasi mücadelesindeki güçlerin yan yana gelerek
demokratik bir şekilde yönetildiği ve yönlendirildiği bir kitle
mücadelesi aracıdır ve temsil ettiği kitlenin ekonomik ve mesleki
sorunlarını çözümleme yolunda mücadele eder. Bu temel
işlevinin doğru konması için gösterilecek çabanın
başında, örgütün kitlesi ile canlı bağlar kurması ve onu
mücadeleye aktif olarak katabilmeyi başarmasıdır. Asıl olarak da,
Demokratik kitle örgütü, temsil
ettiği kitlelerin ekonomik/demokratik mücadelesini halkın,
bağımsızlık ve demokrasi mücadelesine tabi kıldığı
ölçüde, toplumsal mücadelede etkin bir role sahip
olabilir.


Bu gerçekler
büyük sözlerle süslenip topluma ve üyelerimize
söylenirken, yapılanlara bakıldığında “STK” olarak
bilinen Sivil Toplum Kuruluş’larından farklı bir tanımlamayı
görmemekteyiz. Kapitalizmin bağımsızlık ve demokrasi
mücadelesini köreltmek, hedef şaşırtmak ve kitlelerin
öfkelerini başka kanallara akıtmak amacıyla gündemimize
soktuğu; “
demokrasinin bir gereği
olarak”
lanse ettiği STK’lar mevcut
sistemin işleyişini sürdürmekten başka bir amaç
taşımamaktadırlar. Sadece düzenin kimi “aksayan”
yönlerini rayına oturtmak, “devletin uzanamadığı
alanları” düzenlemekten başka bir amacı olmayan
STK’ların kendi bünyelerinde “gelir getirici”
işletmeler kurmaları; AB fonlarını kullanmaları onlar açısından
“anlaşılır”” olsa da EMO ve benzeri mesleki demokratik
kitle örgütleri açısından bunun “anlaşılır”
ve savunulur bir yanı yoktur.

Odaların iktisadi
işletme kurma çalışmaları ve “A Tipi Muayene
Kuruluşu” olma çabaları emperyalist politikaların gereği
olarak piyasa ve özelleştirme uygulamalarını kabul etme; bu
düzende yer edinme; ılımlı ve “uzlaşıcı” olmayı
getirecek; sonuç itibariyle de giderek, siyasal iktidarlara
“şirin” gözükecek örgütler yaratacaktır.

 


TMMOB ve bağlı odaların
yıllara dayanan devrimci/demokrat geleneğini temelden değiştirebilecek
oluşumlara karşı çıkmak, bugün kendine devrimci/demokrat
diyen, emekten yana mühendislerin temel görevidir.
size="3"> Tüm meslektaşlarımızı iktisadi işletmeye hayır demeye
çıkmaya ve demokratik kitle örgütü olarak odamızın
geleneklerine sahip çıkmaya çağırıyoruz.


 


Emekten Yana Mühendisler


style="color: rgb(0, 0, 0); font-size:
medium;">www.emekcimuhendisler.org