Türkiye'de Ermeni
Olmak
Türkiye'de Ermeni olmak, nasıl bir şeydir? Bir
düşünün... Ama ne kadar düşünseniz de, eğer bu
ülkenin tarihini yeterince bilmiyorsanız, gözünüzün
önünde canlandıramazsınız bu sorunun cevabını...
Mümkünü yok tahmin edemezsiniz bu topraklar üzerinde
yaşayan bir Ermeni'nin günün ve gecenin yirmidört
saatinde yaşadıklarını. Bilinmeyenler içinde neyi, nasıl tasavvur
edeceksiniz.Çok değil, '80-'90 yıl önce, bu ülkede
milyonlarca insanın kapı komşusu Ermeni'ydi. Milyonlarca
çocuğun mahalle arkadaşları arasında Ermeni çocuklar
vardı. Sonra... Evet, şöyle bir düşünün bakalım, ne
biliyorsunuz Türkiye'deki Ermeniler üzerine... Sansürle,
baskıyla, tarih ve bilim üzerindeki tahrifatlarla
örtülmüş gerçeklerden geriye ne kalmışsa ancak onu
bilebilirsiniz ve geriye kalan hemen hemen hiçbir şeydir... Ama buna
rağmen yine de en baştaki soruyu, "Türkiye'de Ermeni olmak,
nasıl bir şeydir?" sorusunu düşünmeye
çalışalım.
Adı Hrant Dink olan biri, neden Fırat Dinç olarak yaşamaya
çalışır örneğin? Türkiye'de Ermeni olmak, böyle
bir şeydir mesela. Aşağılanmadan, düşmanca bakışlara hedef
olmadan yaşayabilmek için insanların isimlerini, yani aslında
kimliklerini değiştirmek zorunda kalmalarıdır. Babaların, oğulları
büyüyüp "Türkiye ordusu"nda askere gittiğinde
baskılara ve alaylara maruz kalmasın diye, geleneklerinde,
inançlarında olmadığı halde, oğullarını sünnet
ettirmesidir, Türkiye'de Ermeni olmak.
Türk olmayanı Türkleştirmenin, müslüman olmayanı
müslümanlaştırmanın, sünni olmayanı sünnileştirmenin
resmi politika olarak uygulandığı bir ülkede, Ermeni ya da
"Türk'ten" başka bir milliyetten olmak, bir paratoner
gibi tüm ırkçı yıldırımları üzerine
çekmektir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin, sayıları durmaksızın azalan
gayri-müslim vatandaşları yüzyıldır işte bu yıldırımların
altında yaşadılar. Her yıldırım ruhlarında yaralar açtı. Her
yıldırımın ardından yeni sürgünler geldi. "Yıldırımlar
yaratan ırk", arkasında kandan ve gözyaşından ırmaklar
bırakarak ilerliyordu tarih sahnesinde. Bu ırmaklar boyunca
sürüklenip gitti milyonlarca Ermeni. Bu ırmaklar boyunca akıp
gittiği için Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, ve Yezidiler ve
Keldaniler, Anadolu en eski sahiplerinden ayrı düştü...
*
"Tek millet, tek dil, tek bayrak, tek din..." diye diye yokettik
onları. Önce milyonlardı sayıları. Sonra yüzbinlere
düştüler, sonra onbinlere... Sonra bir avuç kaldılar
işte, bir avuç.
Milyonlar içinde bir avuç olmak nedir bilir misiniz? Hem de
itilen, kakılan, varlığına kastedilen bir avuç olmak!
Hrant gibiler, tüm bunlara rağmen, dört bin yıldır
üzerinde yaşadıkları bu toprakları terketmemek için
direnenlerdir.
Hem de nasıl bir direniş.
*
"Kanun önünde herkes eşittir" diye yazan kanunlar,
geçerli olmadı hiç. Eğer bu topraklar üzerinde Ermeni
olarak doğmuşsanız, siz asla kanun ve "Türk Devleti"
önünde diğer vatandaşlarla eşit olma duygusunu
tadamayacaksınız demektir. Türkiye'de Ermeni olmak böyle bir
eşitsizlik duygusuyla hep içiçe olmaktır.
Eğer bu topraklar üzerinde Ermeni olarak doğmuşsanız, aklınız
erecek yaşa gelince, "Ermeni dölü!" olarak doğmanın bu
ülkede bir küfür olarak kabul edildiğine tanık olacaksınız
demektir.
Bu nasıl bir düşmanlıktır, bu ne onmaz bir ırkçılıktır
ki, bir Ermeni annenin rahminde büyümek, aşağılık bir şeymiş
gibi kabul edilsin!?.. Ama böyle işte. Bizim güzel ülkemizde
böyle alçakça ve adice bir "düşünce"
de kendine yer bulabilmiştir.
Bu düşmanlık, esasta ve temelde, sömürücü egemen
sınıfların düşmanlığıydı elbette. Ama onların ektiği
düşmanlık tohumları boy verdi dört bir yanda. Düşmanlık
yayıldı, sıradanlaştı, halka bulaştı. İşte o zaman
Türkiye'de Ermeni olmak daha da dayanılmazlaştı.
*
Yalnız sıradan ve cahil olanla sınırlı kalsaydı yine neyseydi...
Bakın, Hrant'ın katledilmesine karşı çıkarken sol
aydınlarımızın hiç kuşku yok ki "iyi niyetle"
yazdıklarına bakın: "O benden daha çok
Türktü...", "Türkiye'nin tezlerine en
büyük desteği verendi..."
Yani öyle olmasa ne olacak?
Öyle olmasa "yıldırımlar yaratan ırk"ın
yıldırımlarına maruz kalması reva mı olacak?
*
Hrant tehditler altındaydı. Şöyle yazmıştı katledilmesinden
birkaç gün önce.
"Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı?
Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil.
"Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların
'A bak, bu o Ermeni değil mi?' diye bakış fırlattığını daha
fazla hissediyorum.
Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik. Bir yanı dikkat, bir
yanı ürkeklik.
Tıpkı bir güvercin gibiyim...
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış
durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de
süratli.
İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel
olduğunu bilir misiniz siz..."
İşte sorumuzun cevabı. İşte Türkiye'de Ermeni olmanın nasıl
bir şey olduğunun açık anlatımı.
Bir güvercin tedirginliğine mahkum edilmek... tehcirlere yollanmak,
yollarda katledilmek ve belki de üç kurşunla vurulmaktır
Türkiye'de Ermeni olmak.
Kimbilir ne kadar çok Ermeni yaşadı onun yaşadıklarını. Eğer
Hrant sonunda üç kurşunla katledilmeseydi, belki toplumun
çoğunluğunun Hrant'ın yaşadıklarından, bu duygularından
yine haberi olmayacaktı... Türkiye'de Ermeni olmak ne demektir,
bilmeyecekti yine büyük çoğunluk.
*
Düşünün, bu topraklarda yaşayan Ermeniler
"kılıç artığı" diye adlandırıldı. Bir
düşünün ne demek "kılıç artığı"?!
Aslında biz sizin hepinizi kesecektik ama işte kimileriniz kurtuldu
kılıçlarımızdan.... Siz onlarsınız...
Hem kalan bir avuç Ermeni'ye "kılıç
artığı!" de, ondan sonra da kalk "soykırım yok" de!.
Osmanlı yönetimi, katletmiş, asmış, kesmiş işte; bunun lamı cimi
yok. Katledilenlerin sayısı 1.5 milyon mu, yoksa 1.2 milyon mu, yoksa 300
bin mi? Ne farkeder? Katliamın adına soykırım deyin veya demeyin ne
farkeder? Yaşanan ortada ve açık değil mi? Bu topraklar
üzerindeki Ermeniler'in "kılıç zoruyla"
yokedildiği "kılıç artığı" deyişinden de belli değil
mi?!
*
Tehditler altındaydı Hrant. Bir güvercin tedirginliğiyle
yaşıyordu.
Ve düşünüyordu, acaba "çekip gitsem" mi
diye? Kendinden önce yüzbinlerce, milyonlarca Ermeni'nin
düşündüğü gibi...
"Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı
düşündüğüm anlar dahi oldu... Özellikle de
tehditler yakınlarıma bulaştığında..." diye yazıyordu Hrant.
Ama çekip gitmedi yine de.
Ermenistan'da veya Avrupa'da ona birçok imkan sunacakları da
açıktı. Onun çekip gitmesi, çekip gitmek zorunda
kalması, oligarşinin ırkçılığının yeni kanıtlarından biri de
olacaktı.
Ama gitmedi Hrant.
Gitmedi çünkü, diyordu ki, "Şunun şurasında
üç gün Batı'ya gitsem, dördüncü gün
"Artık bitse de dönsem" diye sıkıntıdan kıvranan ve
ülkesini özleyen biriyim..."
Ülkesini... Yani Anadolu'yu özlüyor birkaç
gün ayrı kaldığında bile. Anadolu, yani onun ülkesi.
İşte "ırkçılığın" alçakça kavgası
burada. "Anadolu yalnız benim yurdum" diye dayatıyor.
"Türkiye Türklerindir" diye, farklı olana nefret
kusuyor.
Hayır, Anadolu onun, Hrantlar'ın da ülkesi. Tarih böyle
diyor. Ama en önemlisi Hrant'ın yüreği böyle diyor.
Türkiye'de Ermeni olmak, kendi ülkesine "ülkem"
diyememektir biraz da.
*
Zordur bu ülkede Ermeni olmak. Bu ülkede aydın bir Ermeni olmak,
Hrant olmak daha da zordur. Hem Ermeni, hem de sosyalistseniz, düzenin
tüm alçakça yöntemleri size yönelecek, bu
ülkeyi size cehennem yapmak için düzenin her bir kurumu
elinden geleni ardına koymayacaktır. Bu nedenledir ki, biraz da cehennemde
yaşamaktır Türkiye'de Ermeni olmak...
Ama çekip gitmiyor Hrant. Çekip gitmiyor Hrantlar ve
gitmemeliler. Biz, halklar için bir cennete çevireceğiz bu
Anadolu'yu. Tüm ulus ve milliyetlerin, tüm inançların
özgürce yaşayacağı bir ülke yapacağız. Hrant da
"'Kaynayan cehennemler'i bırakıp, 'Hazır cennetler'e
kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz
yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık."
diyerek çekip gitmemişti ya: İşte öyle. Ölsek de, kalsak
da, Anadolu'yu 'halklar hapishanesi' olmaktan çıkartıp
özgürleştireceğiz... Bu da bizim Anadolu'ya ve Anadolu
üzerinde yaşayan herkese sözümüzdür!
Yürüyüş Dergisi (Sayı 89 / 28.01.2007)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder