Türban ve "Taraf"ları... /
Sibel Özbudun
“Hiçbir şey
değiştirmemek için
size="2">her şeyi değiştirmek gerekir.”[1]
Türk siyasal yaşamının bu belki
de en fazla “didiklenmiş” konusuyla ilgili bir şeyler yazmak,
gerçekten de zor. Dilerseniz, şu iki haberi okuyarak
başlayalım:
“İran’ın başkenti
Tahran’da, polisin bir kadını uygun şekilde örtünmediği
gerekçesiyle gözaltına alması üzerine çatışma
çıktı. Polis yetkililerine göre, gözaltına alınan
kadın, polis arabasına binmemek için bağırarak direndi. Bunun
üzerine çevreden müdahale edenlerle polis arasında
çıkan çatışmanın ardından 9 kişi daha gözaltına
alındı.
İran’da 2007 yılı
nisan’ında başlatılan operasyon çerçevesinde,
bugüne kadar binlerce kadının, saç ve vücutlarını
yeterince örtmedikleri gerekçesiyle uyarıldığı bildiriliyor.
Başkent Tahran’ın büyük meydanlarında polis, kadınları
sürekli gözlüyor. İslâmi kurallara uygun giyinmemekle
suçlanan kadınlara aynı ‘suçu’ bir daha
işlemeyeceklerine dair belge imzalatılıyor.”[2] Ve:
“İslâmi cemaatlere
yönelik baskıcı politikalarıyla bilinen Kuzey Afrika ülkesi
Tunus, sokaklarda başörtüsü yasağını uygulamaya soktu.
Türkiye gibi devlet daireleri ve okullarda başörtüsü
takmayı 1981’de yasaklamış olan Tunus’taki yeni uygulamayı
Financial Times gazetesi, ‘Türk tipi başörtüsü
yasağı’ yorumuyla duyurdu. Yeni uygulamaya göre, Tunus polisi
sokakta başörtülü kadınları çevirip başlarını
zorla açtırmakla kalmıyor, bir daha başörtüsü
takmayacaklarına dair bir belge imzalatıyor. Özel bir hukuk
firmasında çalışan Faize Rahim, gazeteye, ‘Pazarda
durduruldum. Karakola götürüp bir daha
başörtüsü takmayacağıma dair kâğıt imzalamamı
istediler. Hakkımda ‘Suçüstü yakalanmıştır’
diye de bir rapor düzenlediler. İmzalamayı reddettim.
Şanslıymışım ki polis memuru, beni bırakacak kadar aklı başında
biriymiş’ derken, başörtüsü takması sebebiyle
oğlunun okuluna da girmesine izin verilmediğini ekledi.” face="Times New Roman" size="2">[3]
Tarihte bu kadar uzun süre, bu
kadar tartışmaya ve bu kadar çok ve çelişkili siyasal
tasarrufa (yasaklanmak/serbest bırakılmak/zorunlu tutulmak…) konu
olmuş bir başka giysi var mıdır acaba?
(Genellikle çoğunluğu erkek
olan) yasa yapıcılar ve uygulayıcıların, (çoğunlukla
genç) kadınların bedenlerini nasıl örtüp nasıl
açacakları konusunda karar verme yetkisini neden bu denli rahat
kendilerinde gördükleri sorusu ya da birbirleriyle kıyasıya
iktidar kavgasına girişenlerin (diyelim ki laiklik yandaşları ve dinsel
referanslı olanlar) kadın bedenini bir muharebe meydanı olarak kullanma
ısrarındaki absürdlük bir yana, “Türban”,
sorunun tarafları açısından yüklendiği farklı anlamlar
nedeniyle “çözdükçe dolaşmaya”
müsait bir başlık.
Özellikle de Türk siyasal
yaşamının şu kırılgan günlerinde…
“Sorunun tarafları”, dedim.
Bunlardan ilki, hiç kuşkusuz ki, türbanlı genç
kadınlar. Sesleri eskisine göre daha fazla çıkıyor.
Kendilerine tahsis edilmiş gazete köşelerinde, ya da kanal kanal
dolaşarak dertlerini anlatmaya çalışıyorlar.
Argümanları üç
başlık altında özetlenebilir:
- Türban taşralı, ya da kırsal
kökenli ailelerden gelen kızların çevrelerini sarmalayan
muhafazakâr iklimle baş etme stratejilerinin bir unsuru. Türban
sayesinde okuma, çalışma, kamusal alana dâhil olma olanağına
sahip olduklarını söylüyorlar.
- Öte yandan türban, ya da
daha genel adıyla örtünme, aynı zamanda
ilahî bir buyruğa boyun eğme gereğinin simgesi; bir dinsel
buyrultu.
- Türbanlı kadınlar, her iki
nedenden dolayı türbanı bir “özgürleşme aracı”
olarak anlamlandırıyorlar. Hem kendilerini dört duvar arasına
kapanmaktan kurtaran bir araç olarak gördükleri için,
hem de inanç ve vicdan özgürlüğüne içkin
bir unsur olduğunu düşündükleri için…
Görüldüğü
üzere “sorunun esas sahibi” olarak nitelendirilebilecek
türbanlı kadınlar açısında durum bir hayli
çapraşıktır: bir yandan dinsel bir buyruğa boyun eğme
zorunluluğu, bir yandan bu boyun eğmeyi kamusal yaşama değgin bir
“özgürlüğe” tahvil etmenin çelişkisiyle
yüklüdür argümanları. Bir ateist olarak kendimi
böyle bir tartışmanın tarafı olarak görmesem de sormadan
edemiyorum: Bir “iman” sorunu bir “demokratikleşme”
meselesine (özgürleşme) irca edildiğinde, “ilahî emre
itaat etmeme” özgürlüğü ile eşitlemez mi kendini?
Öyle ya, “özgürlük” öncelikle
aralarından seçilebilecek alternatiflerin varlığı ve bu
alternatiflerin, kişi için taşıdığı değerden münezzeh
olarak, seçim güvencesini sağlayan merci açısından
nötrlüğü (önceliksizliği, birinden birinin tercih
edilmezliği) değil midir? “İlahî” irade, kamusal
düzlemde müzakereye açılabilir mi? Bunu yapan bir kişi ne
kadar “dindar” sayılabilecektir? size="2">[4]
Tartışmanın ikinci tarafı,
türbanı onlarca yıldır siyasetin gündeminde tutup bir
türlü çözme basiretini gösteremeyen sağcı
siyasal iktidarlar - günümüzde AKP iktidarıdır.
Teslim etmek gerekir ki 2002’den
beri iktidarda olan AKP, “türban”ın epey ekmeğini
yedi… “Çözdük, çözüyoruz,
çözeceğiz, biz çözemedik, onlar
çözsün” vaveylasıyla birlikte bu sekiz yıl
boyunca “türban sorunu”nu neredeyse iki yılda bir ülke
siyasetinin merkezine yerleştirirken, her seferinde biraz daha
içinden çıkılmazlaştırdı. Ama her seferinde de, ne
hikmetse, bu sorunu ülke gündeminin başlarına yerleştiren
kesimlerin oyunu almayı başardı.
Aslına bakılırsa AKP’nin, hele
ki Tayyip Erdoğan’ın “türban” konusundaki
argümanları da en az türbanlı kadınlarınki kadar
çapraşık ve çelişkili. Özetlemeye
çalışayım:
- Başbakan Erdoğan’a göre
kadınların türban takması, dinsel bir buyruk, bir vecibe.
“Medeniyetler İttifakı” forumu toplantısı için 2008
başlarında gittiği Madrid’de sarf ettiği “Avrupa’da,
ABD’de rahatlıkla başı örtülü kızlar
üniversiteye gidebiliyor. Halkının yüzde 99’u
Müslüman olan ülkede yasaklanıyor. Ama bu sıkıntıyı da
aşacağımıza inanıyorum,” size="2">[5] sözleri bunun zımnî
kabulü. Daha sonra daha net formüle ettiği de oldu bu durumu:
“Namaz ile baş örtüsünün cezası olmaz” face="Times New Roman" size="2">[6] deyişi gibi,
örneğin.
- Yine Erdoğan’a göre,
“dini” bir konu olduğu için türban konusunda
danışma mercii, Anayasa Mahkemesi, Parlamento filan değil, Diyanet
İşleri olabilir ancak. “‘Ben inancım sebebiyle başımı
örtüyorum’ diyen insanlarla ilgili Cumhuriyetin en
önemli kurumu hangi kurumdur? Herhâlde siyasi partiler, siyasi
partilerin içindeki elemanlar da değil. Neresidir? Diyanet İşleri
Başkanlığı’dır. Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda
çalışmasını yapar,” size="2">[7] buyurması yeni değil. Bunu sık sık
yapıyor…
- Ama aynı Erdoğan’a göre,
“türban özgürlüğü” laiklik
gereği… Şöyle diyor: “(Laiklik) Her ferdin istediği
inanca sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve inancından dolayı diğer
vatandaşlardan farklı muameleye tabi olmaması anlamına geliyor. İbadet
hürriyetinin olmadığı ortamda laiklik yaşayamaz.
İnançlarına göre farklı muamele görüyorlarsa orada
laiklikten de demokrasiden ve hukuktan da bahsedilemez. Laiklik tehlike
altında diyenler, laiklik adına özgürlükleri kısıtlama
hakkını kendinde görenler hem laikliğe hem de demokrasiye karşı
olduklarını artık görmeliler. Bir kısım yorumcular ‘ben
başımı inancımdan dolayı örtüyorum’ diyor. Ben sadece
inancından dolayı örten için söylüyorum. Laiklik,
inancından dolayı başını örten için bir güvencedir.
1982 Anayasası’nın gerekçesinden bunu anlıyorum,
budur.” size="2">[8]
- Ve yine Erdoğan’a göre,
türban, bir özgürlük sorunudur. Marmara Üniversitesi
2010-11 akademik yılının açılışında yaptığı konuşmada,
“İnanç özgürlüğüne eğitim
özgürlüğüne bu kadar müdahil olmanın artık
anlamı yok. Bu ülkede hangi düşüncede, hangi inançta
olursa olsun, ne taraftan olursa olsun, şu mahalle baskısı adını
verdikleri şeyleri ortadan kaldıralım” size="2">[9] dediği gibi…
Ülkenin en yetkili ağızlarından
biri olarak Başbakanın bir ve aynı sorunu “dinsel vecibe”,
“laiklik” ve “özgürlük” sorununa
mündemiç olarak ele alması, hiç kuşku yok ki türban
görüngüsünün çetrefillik endeksini daha da
arttırmaktadır. Bu nedenle ayıklamakta yarar var:
- Hatırlatmaya gerek var mı,
bilmiyorum. Ama Recep Tayip Erdoğan Anayasası’nda “laik”
olduğu, üstelik de bu maddenin değiştirilemeyeceği,
değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği kayıtlı olan bir
ülkenin başbakanı. [T.C. “laiklik”inin ne denli
sağlıklı olduğu, ayrı bir tartışmanın konusu…] Bu nedenle,
kişisel düşünceleri, inançları vb. ne olursa olsun,
türbanın (ya da namazın, ne bileyim, zekatın, kelime-i şehadet
getirmenin, vb…) “Allahın emri” olduğu, ya da yasalara
değgin bir konuda Diyanet’in görüşünün sorulması
gerektiği vb. önermeleri, “absürd”den öte bir
şey değildir. Laik bir sistemde bir başbakan, neyin “dinin
gereği” olduğu, neyin olmadığı konusunda fetva veremez; fetva
mercii de gösteremez. Çünkü o, -en azından kuramsal
olarak- yalnızca mümin Sünni Müslümanların değil, T.C.
uyruklu Alevilerin, Hıristiyanların, Yahudilerin, Bahaîlerin,
dinsizlerin… de başbakanıdır. Ve kişisel inançları
dışında dinle kamusal düzlemde hiçbir ilişkisinin olmaması
gerekmektedir…
- Türbanın “laiklik
gereği” olduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan, belli ki laikliğin
bir yönünü seviyor; “dinsel
özgürlük” yönünü. Oysa bilindiği
üzere laiklik, yalnız yurttaşların din
özgürlüğünü değil aynı zamanda devletin her
türlü inanç (ve inançsızlık) karşısında
nötr olma özelliğini de ihtiva eder.
Kemal Gözler, bu özelliğin
gereklerini şöyle sıralıyor: 1.
Devletin resmî bir dini olmamalıdır; 2. Devlet bütün dinler
karşısında tarafsız olmalıdır; 3. Devlet bütün din
mensuplarına eşit davranmalıdır; 4. Din kurumları ile devlet kurumları
birbirinden ayrı olmalıdır; 5. Hukuk kuralları din kurallarına uymak
zorunda olmamalıdır. size="2">[10]
Dahası, laikliğin “din
özgürlüğü” veçhesi, tekil, özgül
bir dine (hatta mezhebe) değil, devletin tüm inanç sistemlerine,
hatta “semavî” olmayanlara inanç ve ibadet
özgürlüğü sağlamasıdır; tabii inançsızların
ifade ve örgütlenme özgürlüklerini de güvence
altına alarak… “Dinî inanç ve vicdan
özgürlüğü bakımından kişinin dinî
inançlarının bir gerçekten de bir ‘din’
oluşturup oluşturmadığı incelenemez. Semavî dinlere inananların
inanç hürriyeti nasıl Anayasanın koruması altında ise
semavî olmayan dinlere inananların inanç hürriyetleri de
öyle Anayasanın koruması altındadır.”[11]
“Alevî
Açılımı”ndan “Alevîleri zapt u rapt altına
alma”yı, “dinsel hoşgörü”den kutsal
mekânları yılda bir ibadete açmayı anlayan AKP iktidarı
için “din özgürlüğü”nün
Sünni İslâm’ın bütün topluma dayatılması
özgürlüğü olduğu, Devlet Bakanı Faruk
Çelik’in Alevileri ve hepimizi, “ne derdiniz var din
dersiyle?” diye azarlamasından bellidir. Ya da, Başbakan’ın
AKP kampı için gittiği Kızılcahamam’da çocuklara
“Namaz kılıyor musunuz?” sorusunu yöneltmesinden ve
“evet” yanıtını alınca “aferin”i
çakmasından…
- Erdoğan’ın
“türban”ı bir “özgürlük” sorunu
olarak sunması, aynı zamanda onun “parçalı ve selektif”
bir özgürlük anlayışına sahip olduğunu açığa
çıkartmaktadır. Erdoğan, “Roman açılımı”
toplantısı sırasında “Harçlar kaldırılsın!” diye
pankart açan üniversiteli kızın
özgürlüğüyle ilgili değildir, örneğin. Ya da
düzmece suçlamalarla sabaha karşı evleri basılıp tutuklanan
ve daha kimbilir ne kadar içeride tutulacakları belli olmayan
SDP’li ve TÖP’lü yöneticilerin, tek
suçları yasal ve açık siyaset yapmaya kalkışmak olan
KCK’lıların özgürlüğü, Kürtlerin
anadillerinde eğitim görme özgürlüğü… onun
gündeminde yoktur…
Oysa özgürlük,
bütünsel ve topyekûn bir görüngüdür.
Parçalandığı, bazı unsurlara diğerleri aleyhine
öndelikler tanınmaya başlandığı andan itibaren, tersine,
despotizme dönüşmesinin önü açılmış olur.
Metin Münir’in “Soru şu: Kürtlerin, Alevilerin ve Rum,
Ermeni ve Yahudi kökenli insanlarımızın hür olmadığı bir
ülkede neden türban hür olsun? Özgürlük
selektif mi? Diğerleri “dışlanıyorsa” ve “mahrum
bırakılıyorsa” türbanlılar neden bırakılmasın?
Türbanlılarınki bir özgürlük sorunu ise diğerlerininki
nedir?” size="2">[12] sorusu haksız mı?
Tartışmanın
üçüncü tarafını ise, teferruatlandırmadan
belirtelim, “Laik(çi)ler” oluşturmaktadır. CHP’de,
üniversitelerde, hukuk kurumunda ve TSK’da bol bol örneği
olan bu kanat, yıllar yılı türban yasakçılığını
vargüçleriyle akıldışı bir alana, üniversitelere teksif
ederek konunun hem bu denli kağşamasına, yıpranmasına yol
açmış, hem de konunun serinkanlılıkla tartışılabilmesinin
zeminini ortadan kaldırmıştır.
Bu cephenin “Türban
karşıtlığı”, burada tümüyle sıralanması
olanaksız, uzun bir listeyle gerekçelendirilmektedir. Belli
başlılarının altını çizecek olursak:
- Türban masum bir “insan
hakkı” değil, siyasal bir simgedir. Şeriat talebini simgeler; dinsel
gericiliğin siyaset sahnesine sızmasının aracıdır.[13]
- Baskılayıcı bir dinsel buyruk
olarak türban kadınları aşağılamakta, ikincilleştirmektedir. face="Times New Roman" size="2">[14]
- AKP bireysel
özgürlükler planında sunsa da, türban, gerçekte
laik sistemin değiştirilmesine ilişkin “gizli gündem”in
bir parçasıdır. size="2">[15] AKP’nin niyetinden bağımsız
olarak şeriatçı güçler, bu konuda kasıtlı olarak
gerilim yaratmakta ve sistemi bu yolla aşındırmaktadır.[16]
- Nihayet, türban Aydınlanma ve
modernitenin kazanımlarından geri dönüşü
simgelemektedir. size="2">[17]
Bu cephenin psikolojik direnç
hattı için üniversitelere türbanlı öğrencilerin
girmesi bir “kırılma noktası”, “Laikliğin teslim
alınması”dır. Yıllardır besledikleri bu paranoyanın kendilerinden
başka herkes için inandırıcılığını yitirdiğini
görmemekte ve bu körlükte ısrar etmektedirler…
* * *
Bu durumda “Türban
Sorunu”nda ne yapmalı? Birkaç başlık altında, sanırım
şöyle toparlanabilir.
- Laik bir devlette
“türban” benzeri konular, dinsel referanslarla değil, genel
“kişi hak ve özgürlükleri” bağlamında ele
alınmalıdır.
- Bu bağlamda, kişinin neden, hangi
niyetle türban taktığı/takmadığı kamu yönetimi
açısından ilişkinsiz bir sorundur. Reşit bir kadın, dinsel
kimliğini açığa vurmak, laik rejime meydan okumak, modaya uymak,
dindar bir erkeğe kendini beğendirmek, baskıları protesto etmek, ilahi
buyruğa boyun eğmek, ailesinin isteğine uymak, geleneksel baskılardan
sıyrılmak, hicap duygusu ya da başka bir gerekçeden dolayı
başını örtmeyi seçebilir. Kamu otoritesi, uygulamalarında
niyet sorgulayamaz, yargılayamaz.
- Üniversite öğrencileri,
kamu hizmetinden yararlanan kişilerdir. Postane, tapu idaresi, mahkeme vb.
kamusal hizmetlerden yararlananlardan bir farkları yoktur. Tapu
İdaresi’ne giren bir kadının başı açılamayacağı gibi,
devlet üniversitelerinde de türbanlı öğrencilerden
başlarını açmalarını talep etmeyi haklı gösterecek bir
gerekçe yoktur.
- Ne ki, bu, kuşkusuz her kurumun kendi
işleyişlerinde bu kişiler için özel önlemler
alınmasını gerektirmez (Kadın tıp öğrencilerinin erkek
hastaya bakmaktan kaçınması, namaz vaktine yönelik özel
düzenlemeler vb.). Bir başka deyişle, her kurum, iç
işleyişinde onu etkin ve etik kılacak kendi mantığına tabidir, tikel
çıkar ya da ilgilere göre düzenleme yapılmaz. Yanısıra,
kurumların hizmet alanlardan kimliklerinin açık teşhis edilebilir
olmasını isteme hakkı saklıdır (peçe, çarşaf, burka vb.
takmama). Yeniden vurgulayayım: “türban” laik kamu
düzeni açısından dinsel değil, özgürlüklere
değgin bir konudur çünkü.
- Buna karşılık kamu
çalışanları devlet adına hizmet gördükleri
için, ve kamu görevlerinin dinsel, etnik, siyasal kimlikler
karşısında nötr olması gerektiğinden, kamu görevinde
türban takılması söz konusu olamaz. Çünkü bu
düzlemde türban, taşıyıcısının Sünni-Müslüman
ve dindar olduğuna işaret eden bir gösterendir. Karşısındaki kamu
görevlisinin aidiyetini böylesine açığa vuran bir
gösteren karşısında, hizmet talibinin -hele ki paylaşmadığı bir
kimlik ise bu- nötr ve eşit muamele göreceğinden kuşku
duyacağı, açıktır.
-Öte yandan, kamu yönetimi
açısından özgürlük(ler) bütünseldir,
parçalara ayrılamayacağı gibi, bir hiyerarşiye de tabi
kılınamazlar. Bu bakımdan, türbanın, anadilde eğitim, din dersinin
zorunlu olmaktan çıkartılması, parasız, özgür eğitim,
örgütlenme, keyfi olarak tutuklanmama, cemevlerinin ibadethane
olarak kabul edilmesi, ateist propaganda yapabilme, kamu hizmetlerinde grevli
toplu sözleşme gibi farklı toplum kesimleri tarafından öne
sürülen diğer taleplere karşı bir öndeliği yoktur. Eğer
bir yasal düzenlemeye gidilecekse özgürlükler, BDP Genel
Başkanı Selahattin Demirtaş’ın da belirttiği üzere bir
“paket” olarak ele alınmalıdır. size="2">[18]
Bu, hiç kuşku yok ki bir
“zihniyet
dönüşümü”nü gerektiriyor. Devleti
hiçbir kutsalı (kendi bekası dahil) olmayan, temel işlevi
yurttaşlarının özgürlüğü ve gereksinimlerinin
eşitlikçi bir tarzda karşılanmasından ibaret bir mekanizma olarak
görebilme esnekliğini… Özgürlükleri birbiriyle
yarıştırılacak bir “kurtlar sofrası” olarak değil,
topyekûn bir eylem alanı olarak gören siyasal
içtenliği… insanı hiçbir “kutsal”
önünde boyun eğmemeye çağıran bir
insancıllığı… gereksiniyor.
Böylesi bir
dönüşüme ise ancak sosyalistler önayak
olabilirler…
25 Ekim 2010 20:03:30, Ankara.
N O T L A R
size="2">[*] Sosyalist Mezopotamya, No:29, Aralık
2010…
size="2">[1] Lampedusa.
size="2">[2] “Tahran’da Tesettür
Kavgası”, Cumhuriyet, 1 Mart 2008, s.10.
size="2">[3] “Tunus’ta Sokakta Türban
Yasaklandı”, Radikal, 17 Ekim 2006, s.9.
size="2">[4] “Bir dindar” diyor Diyanet İşleri
başkanı Ali Bardakoğlu, Radikal’de Ahmet İnsel ile
söyleşisinde, “Bir bilgi dinle çatışınca dini esas
alır. Dindar için yüce Yaradan’ın verdiği bilgiler
esastır.” (Ahmet İnsel, “Diyanet Özerklik İstiyor”,
Radikal, 23 Ekim 2010).
size="2">[5] “Erdoğan İçin
Özgürlük ‘Türban’ Demek, 301 Hâlâ
Sırada”, Bianet, 15 Ocak 2008. href="http://bianet.org/bianet/bianet/104161-erdogan-icin-ozgurluk-turban-demek-301-hala-sirada"
target="_blank">http://bianet.org/bianet/
size="2">[6] “İşte Erdoğan’la
Kılıçdaroğlu Arasındaki Türban Diyalogu”, Patronlar
Dünyası, 28 Eylül 2010 Salı 08:53. href="http://www.patronlardunyasi.com/haber/Iste-Erdogan-la-Kilicdaroglu-arasindaki-turban-diyalogu/91594"
target="_blank">http://www.patronlardunyasi.
size="2">[7] “Erdoğan: Türban İçin
Batı’ya Bakın”, Radikal, 9 Ekim 2010, s.10.
size="2">[8] Erdem Gül, “Türbanlı Her Yere
Girer”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2010, s.5.
size="2">[9] “Başbakan Erdoğan türbana
özgürlük istedi: ‘Mahalle baskısını
kaldıralım’” Nethaber, 30 Eylül 2010. href="http://www.nethaber.com/Politika/163281/Basbakan-Erdogan-turbana-ozgurluk-istedi"
target="_blank"> size="2">http://www.nethaber.com/
size="2">[10] Kemal Gözer, “Lâik Devlet
İlkesi (Laiklik)”, Türk Anayasa Hukuku Sitesi, href="http://anayasa.gen.tr/" target="_blank">anayasa.gen.tr.
size="2">[11] y.a.g.y.
size="2">[12] Metin Münir, “Özgürlük
ve İkiyüzlülük”, Milliyet, 20 Ekim 2010,
s.10.
size="2">[13] “ ‘Türban’, türban
değil başka bir şey! Başbakan da simge olduğunu
düşünüyor: Soyut bir kavramın, bizim somut durumumuzda,
siyasal İslâmın ‘hakikât rejiminin’ (yaşamı
düzenleme, belirleme ilkelerinin), yerine geçen bir
gösterge.” (Ergin Yıldızoğlu, “Bu Bir
‘Türban’ Değildir!”, Cumhuriyet, 20 Şubat
2008, s.4.)
size="2">[14] “Avret yerlerini örtme zorunluluğu,
kadını mantıken ‘erkeğin gerisinde’ bir yaratık olarak
tanımlıyor. Böylece örtünmenin özgürlükle
ilgisi kalmıyor.” (Ali Yaşar Sarıbay, “Türban İkinci
Sınıflığın Kabulüdür”, Radikal, 17 Kasım 2003,
s.6.) “Başörtüsünden gericiliğin, siyasal
İslâmın ithal malı üniformasına geçilirken kadının
özgürlüğü ayaklar altına alındı.” (Server
Tanilli, “Türban: Pranga ve Koku”, Cumhuriyet, 16
Kasım 2007, s.9.)
size="2">[15] “AKP türbanı serbest bırakırsa iki
yıl içinde hiçbir üniversitede başı açık kız
göremezsiniz. Ama örtünmenin artması AKP’ye
yaramayacak. Çünkü istismar konusunda sizden ileride olanlar
hep çıkar. (…) Türban takanların sayısı artıyor. Ben,
yakın zamana kadar bu ülkede örtünmenin azaldığını
düşünüyordum. Türbanın artmasıyla
Türkiye’de hem demokrasi hem yaşam biçimi çok
zorlanacak.” (Tarhan Erdem, “Serbest Bırakırsanız
Türbansız Öğrenci Kalmaz”, Radikal, 10 Eylül
2007, s.6.)
size="2">[16] “Cumhuriyeti yıkmayı ve hilafeti geri
getirmeyi tek hedef hâline getiren çevreler, türbanı
genç kızların kendi iradeleriyle gündemde tuttuğunu öne
sürerler...
size="2">Oysa ortada, toplum mühendisliğinin inançları
sömürerek yarattığı bir dayatma vardır...
size="2">Mahalle baskısıyla şekillendirilen bu dayatma
özgürlük adına yapılsa da, kadını bireylikten
müritliğe götürme stratejisinin en etkin yöntemi olarak
uygulandı!..
size="2">Dikkat çeken çok önemli bir nokta ise
türbanlıların sayısının, tarikat ve cemaat evleri ile dinci
yurtlarla aynı paralellikte artmasıydı!” (Mehmet Faraç,
“Tarikatların Türban Meselesi! Çağdaşlaşmanın
Özgürlük Sorunu!”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2010,
s.7.)
size="2">[17] Üniversite Konseyleri Derneği’nin
imzaya açtığı bildiride, imzacı öğretim elemanları
“gericiliğe karşı Aydınlanma’yı savunacakları”nı
duyurup, şöyle diyorlar: “Tüm inançlardan
öğrencilerimizi sırf cemaatler, siyasi iktidar, parlamento muhalefeti
ve Vaşington istedi diye Ortaçağ karanlığına terk
etmeyeceğimizi, kılık kıyafetin ötesinde gerçek, temelli bir
özgürleşme ve aydınlanma mücadelesini başlatacağımızı
ilan ediyoruz!” (“Akademisyenler Türbanı
Kabullenmiyor”, Birgün, 19 Ekim 2010, s.8.)
size="2">[18] “Yaklaşımımız belli. Biz din, vicdan ve
inanç özgürlüğü çerçevesinde bir
paket olarak ele alınmasını doğru buluyoruz. Aleviler, cemevi ve zorunlu
din dersleriyle ilgili hassasiyet belirtiyorlar. Bu da inanç
özgürlüğüdür, başörtüsü de bir
inanç özgürlüğüdür. Bununla birlikte dini
azınlıkların yaşadığı sorunlar, sıkıntılar var.
Türkiye’nin, kamuoyunun beklentisi hâline dönüşen
bu sorunları çözelim diye düşünüyoruz ama gelen
öneriyi görmek istiyoruz öncelikle.” (Okan Konuralp-Umut
Erdem, “Üniversite Dışına Taşırma”,
Hürriyet, 20 Ekim 2010, s.20.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder