16 Ocak 2011 Pazar

Bütün Yoksul Gecekondular Bizim Olacak!

Bütün Yoksul Gecekondular
Bizim Olacak!

GECEKONDULAŞMA NASIL VE NEDEN ORTAYA ÇIKTI?

GECEKONDU SORUNU NEDİR?
 
Halka göre, gecekondu sorunu "barınma
sorunu"dur.
Neden gecekondular?
Halk düşmanı AKP; özelleştirme politikasıyla
işçilere; tarımı ve hayvancılığı tasfiye ederek,
küçük üreticilere ve köylülere; F Tipleri ve
tecrit saldırısı ile tutsaklara; sağlıkta dönüşüm ile
tüm halka; grevsiz ve toplu sözleşmesiz sendika ve hak gaspları
ile kamu emekçilerine saldırırken, Kentsel Dönüşüm
ile de yoksul gecekondu halkına, tüm emekçi mahallelere
saldırmaktadır.
AKP iktidarı, 1 milyon gecekonduyu, halkın " başına
yıkmaya" hazırlanırken, bu saldırıyı Kentsel
Dönüşüm aldatmacasının arkasına gizlemektedir. En az 5-6
milyon yoksul halkın sokağa atılması iktidarın umurunda
değildir.
 
Bu yazı dizimizde böylesine büyük bir yıkım tehdidiyle
karşı karşıya olan gecekonduların 60 yıllık tarihini ve
bugünü anlatacağız. Evlerimizi, barınma hakkımızı nasıl
savunacağımızın geçmişine ve bugününe
bakacağız. 
 
Gecekondu sorunu nedir? 
Bu soruya temel olarak iki farklı cevap vardır. 
Halka göre, gecekondu sorunu "barınma
sorunu"dur. 
Oligarşi ise, gecekondu sorununa uzun yıllar, birincisi "oy
istismarı" yapacağı bir konu, ikincisi bir "güvenlik"
sorunu olarak baktı. Gecekondular, solun, devrimcilerin yatağıydı,
gecekondu yoksulları "militan kaynağı"ydı; bu yüzden de
oligarşi gecekondu sorununu aynı zamanda "anarşi terör
sorunu" olarak gördü. Buradan hareketle de, gecekondulara
karşı baskıları hiç eksik etmedi. Devrimci mücadelenin
gelişimi ile gecekondular arasındaki kurulan ilişki, oligarşinin
korkusunu da açığa vurmaktadır. 
 
Gecekondular çarpık düzenin tarihi kadar
eskidir 
Bugün yeni yıkım planları ile birlikte, oligarşinin topyekün
saldırısının hedefinde olan gecekondular, neredeyse ilk ortaya
çıktıkları dönemlerden başlayarak, 60 yıldır oligarşi
tarafından hem "göz yumulan" hem de gerektikçe
"yıkılan" yerler oldular. 
Devletin saldırıları sürüyor. Günümüzde bu
saldırılara ek olarak yozlaştırma, halkı çürütme
politikası eklenmiştir. 
Gecekondular, düzene göre "hazine arazi"lerini veya
"özel arazileri" işgal ederek, imar yasalarına aykırı
biçimde kaçak yapılmış binalar olarak tanımlanmıştır.
Gerçekten de gecekondular, çoğu zaman ilkel, denetimsiz,
sağlık koşullarından, bir ailenin ihtiyaçlarını karşılayacak
donanımdan yoksun, alelacele yapılmış konutlardır. Çoğunun yolu,
elektriği, suyu yoktur, tek katlı, en ucuz malzeme ile kotarılmış
yapılardır. 
Bu bir sonuçtur elbette. Bu evlerin bu kadar yetersiz, kötü
olması, yoksul halkın tercihi değildir. Soruna düzen penceresinden
bakanlar, soruna hiçbir zaman, nedenleri-niçinleri ile bakmak
istemediler. Köyden, şehire göç etmek zorunda kalan
yüz binlerce insan, başlangıçta, barınma sorununu bu
yöntemle çözmeye çalıştı. 
Yaşamını, düzenini, yolunu bilmediği büyükşehirlerde,
yoksul halk gecekondu yaptığı bölgelere sığındı. Kendi
alışkanlıklarını, köy yaşamını buralara taşıdı. Her kurulan
gecekondu bölgesi böylesi özellikler
gösterdi. 
Şehrin imkânlarından yoksun olan gecekondu halkı, buralarda kendi
kültürü, kendi imkanları ile yaşamını
sürdürdü. Bulabildiyse, yeri varsa evinin önüne
"2 ağaç dikmeye", bir-iki hayvan beslemeye
çalıştı. 
Yüz binlerce insan büyükşehirlere
"taşınmıştı" ama sonuçta,şehirden,şehir yaşamından
uzak, çok daha zor şartlarda, geldiği çevrenin yaşam
tarzını sürdürdü. 
Çok geçmeden, yoksul halk çarpık kapitalizm ile
tanışmakta gecikmeyecekti. 
Halk gecekondularını, zabıtaya, yıkımlara yakalanmamak için daha
çok "gece" yaptı. Ucuz, basit ve hafif malzemeler ile
yapılan konduların çoğu, ilk başta bir "göz" odadan
oluşuyordu. Daha sonra imkan bulan, ona bir kaç oda daha
ekliyordu. 
Gece yapıldığı, bir gecede bitirildiği, sabah kalkıldığında bir
mahallede onlarca kondu ile karşılaşıldığı için, bunlar
"gece-kondu" olarak adlandırıldı. 
Kuşkusuz halk açısından gecekondularda yaşamak bir tercih
değildi. Yoksul halk isteyerek, severek, derme çatma yapıları, gece
konan konduları seçmedi! 
Yoksul halkın gecekondu çözümü bir zorunluluktu. Son
60 yıldır halk zorunluluklardan dolayı milyonlarca gecekondu yaptı
kendine Konut sorununa böylece geçici bir çözüm
buldu. 
Bu yıllar boyunca devlet barınma sorununa herhangi bir
çözüm üretmemiş, halkı seçeneksiz bırakarak,
müteahhitlerin, arazi mafyalarının insafına terk etmiş, bireysel
çözümlere itmiştir. 
Montaj sanayiine ucuz işgücü deposu olan gecekondular 
Gecekondular, halkın "başını sokacağı" bir yer ihtiyacının
zorunlu bir sonucu olarak görünmesine karşın, sadece barınma
sorunu ile sınırlı değildir. Gecekondular; sosyal, toplumsal ve
kültürel açıdan etkileri olan içinde bunları
barındıran bir konudur aslında. 
O nedenle barınma sorunundan da öte, bir yaşamın adıdır
gecekondular. Düzenle olan çelişkileri, kültürleri,
yaşam biçimleri, sosyal ilişkileri ile gecekondular şehir
yaşamının ayrı birer parçasıdırlar. 
Devrimcilerin yoksul gecekondu bölgelerinde örgütlenmesi ile
de şehirlerin "yumuşak karnı", oligarşinin temsilcilerinin
"gırtlaklarının kesileceği" korkusunu yaşadıkları yerler,
"potansiyel düşman" bölgeler olarak
görüldüler. 
İş bulmak, karnını doyurmak, yaşamını sürdürmek için
şehre göç eden yoksul halka, "göç ettiniz, size
başınızı sokacak bir ev veriyoruz" demedi oligarşi. 
Türkiye'de 1950'li yıllar, çarpık kapitalizmin
yukarıdan aşağıya geliştirildiği yıllar oldu. Hızla gelişmeye
başlayan çarpık kapitalizm, ulaşım, iletişim gibi alanlarda
kendine özgü altyapısını oluşturmaya başladı. 
Demokrat Parti (DP) iktidarı, kırı, köyleri pazara açmak
için kolları sıvamış, ilk iş olarak da yaygın biçimde
yollar yapmıştır. DP, kapitalist pazarı genişletirken, bunun sonucu
olarak proleterleşme, şehirleşme, göç ve gecekondulaşma
sürecini de başlatmıştır. Bu yıllarda başlayan ve 1960'ların
ikinci yarısına gelindiğinde kırlardan kentlere göç, daha da
yaygınlaşarak halen devam etmektedir. 
Çarpık kapitalist gelişmenin sonucu olarak ortaya çıkan
montaj sanayiinde ucuz işgücüne ihtiyaç duyan
emperyalistler ve uşakları için ucuz işgücü deposu
köyden, kente göç eden yoksul halk olacaktı. 
Ancak neticede bu montaj sanayinin çapı, hacmi de sınırlıydı; bu
nedenle de büyükşehirlerin çevresinde semtler kuran
gecekondu yoksulları, iş bulmakta giderek daha da
zorlanacaklardı. 
Çarpık kapitalizmin ortaya çıkardığı montaj sanayii, bu
kadar büyük bir emek gücünü kullanacak,
değerlendirecek kapasitede değildi. Bu durum şehirlerin gecekondularında
geniş bir lümpen proleter kesim ve gizli işsizler ordusu
yarattı. 
Kendi iç dinamiğiyle gelişmeyen dışa bağımlı montaj sanayinin
üretime kattığı işçi sınıfı, çoğunlukla
köylülükle bağlarını koparmamıştı. Nitekim gecekondu
bölgeleri de yarı-köy, yarı-şehir
görüntüsüyle, yoksul halkın durumunu yansıtıyordu. O
nedenle gecekondular ile fabrikalar arasında böyle bir bağ
kurulmuştu. 
Köylerden göç eden halk, çözülmeyen
sorunları ile birlikte şehirleri doldurdu. Bir yanda, tüm
çözülmemiş sorunları ile yoksulluğun, sefaletin, kirin ve
çamurun olduğu yoksul gecekondu mahalleleri, diğer yanda ise bir
avuç azınlığın kullandığı, lüks konforlu kıskandırıcı
refah taşan evler vardı. 
 
"Gecekondu afları"ndan gecekondu
yıkımlarına 
Oligarşinin, halkın konut sorunu na bulduğu çözüm olan
gecekondular karşısında alternatif çözümleri olmadı.
Başlangıçta sorunu yok sayan, giderek gecekonduları görmezden
gelen, seçim yatırımları nedeniyle de bunu sömüren
dönemler yaşandı. 
İktidarlar, hızla çoğalan gecekondulara, çoğu kez
"göz yummayı" kendi politikaları açısından daha
uygun gördüler. Böylelikle, hem göz yummanın, hatta
bazen daha ileri gidip tapu tahsis belgesi dağıtmanın karşılığında bu
semtlerden oy alacaklar, hem de halk, bu durumda iktidardan konut, arsa, gibi
herhangi bir hak talep etmeyecekti. İki yanıyla da oligarşinin işine
gelen bir sonuçtu. 
Bu dönemde henüz oligarşinin karşısında
örgütlenmiş, direnen gecekondular da yoktu. Bu yanıyla düzen
gecekonduları iktidarı açısından bir "tehdit" olarak
görmüyordu. 
Oligarşi bu yıllarda soruna hem "göz yuman", hem de halkın
beklentilerini istismar eden bir politika izledi. 1953'te 6188 sayılı
yasayla da o ana kadar yapılmış bütün gecekondular yasal hale
getirildi. 
"Kaçak yapılar" böylece yasal bir statüye
kavuşturuldu. 
1970'li yıllarda devrimci mücadelenin gelişmesi, devrimcilerin
halkın bu talebine sahip çıkması ile birlikte oligarşinin
politikaları da "değişti". 
Oligarşi, gecekondu bölgelerine saldırıp, yıkımlar yapmaya,
gecekondu yapımını zorla engellemeye başladı. Halk bir yandan
yıkımları ve operasyonları, diğer yandan mafyacıların
saldırılarını yaşadı. Artık sık sık zabıtalar, polisler eşliğinde
dozerler ve kepçeler görülüyordu gecekondu
mahallelerinde. 
O yıllarda ayrıca halka karşı sivil faşist saldırılar
gündemdedir. Sivil faşist saldırıların da en önemli
hedeflerinden biri devrimcilerin etkili olduğu yoksul gecekondu semtleridir.
Sivil faşist saldırıların yetmediği yerlerde ise doğrudan resmi faşist
güçler devreye girmiş, yoksul halkın yaşadığı mahalleler,
devlet terörüne maruz kalmıştır. 
Gece yarıları başlayan operasyonlar, adı konulmamış sokağa
çıkma yasaklarıyla saatlerce sürdürülmüş,
evlerin kapıları kırılarak içindekiler talan edilmiş, aramalar
bitinceye kadar hiç kimseye mahalleden dışarı çıkma, işe,
okula, hastaneye gitme izni verilmemiş, semtler açık birer
hapishaneye dönüştürülmüştür. 
 
Yoksul gecekondular her yerde! 
Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalist-kapitalist
ülkelerin büyük kentlerindeki yoksulların yaşadığı
yerlerle, yeni sömürge ülkelerin gecekonduları genellikle
birbirlerine karıştırılır. 
Benzer yanı her ikisinin de yoksulların, açlığa mahkum
edilenlerin "zorunlu çözümü" olmasına
karşın, kapitalist ülkelerdeki yoksul semtleri, genellikle çok
katlı, birden çok ailenin yaşadığı, eski ve bakımsız, kimsenin
pek rağbet etmediği yapılardan oluşur. 
Emperyalist-kapitalist ülkelerde burjuvazi emekçi sınıfların
mücadelesinin baskısıyla konut sorununu çözmek için
çeşitli adımlar atmak zorunda kalmıştır. İngiltere, Hollanda
gibi uzun bir burjuva demokrasisi geçmişi olan ülkelerde başta
konut olmak üzere emekçiler belli kazanımların sahibi oldular.
Bu anlamda eski, bakımsız da olsa, konut ihtiyacı belli düzeylerde
karşılandı. 
Ancak bugün burjuvazi mücadele ile kazanılmış bir sosyal hak
olan konut hakkını, tekrar pazarın konusu haline getirmeye, tekellerin
istekleri doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Buna
paralel olarak da "refah" toplumu olarak bilinen bu ülkelerde
evsizlerin sayısı hızla artıyor. 
Yeni sömürgelerde ise durum elbette daha farklıdır.
Bütün yeni-sömürgelerde dışa bağımlı çarpık
yapı ülke kaynaklarını ve emek gücünü şehir
merkezlerine toplamıştır. Bu şehirleşme, özellikle çarpık
sanayileşmeye ve hizmet sektörüne bağlı bir şekillenme
yaratmıştır. 
Ucuz iş gücü yanında, işsiz geniş yığınlar ve lümpen
kesimler, bu şekillenmenin kaçınılmaz sonucudur. Bu kesimler,
fuhuş, yoksulluk, açlık, alkol, hırsızlık, gasp, tecavüz
gibi bir yozlaşma içinde çürümeye mahkum
edilmiştir. 
Burjuvazinin şehir dışına sürdüğü veya köyden
geldiğinde şehre hiç kabul etmeyip şehrin en dışında
"ikamet" etmeye zorladığı milyonlarca yoksul, teneke ve karton
evlerde tam bir sefalet içinde yaşamını sürdürmek zorunda
bırakılmıştır. 
Emperyalizmin sömürü ve yağma politikalarının bir sonucu
da dünyada yoksulların başlarını sokacakları sağlıklı bir
evlerinin olmamasıdır. Birleşmiş Milletler (BM) dünyada halen 1
milyar yoksul ve emekçinin gecekondu bölgelerinde yaşadığını
ve bu sayının 2030 yılında 2 milyara yükseleceğini
açıkladı. 
Yani, gerçekte daha büyük olan bu rakamı esas alsak bile,
dünyada her 6 kişiden biri gecekondularda, teneke ve karton evlerde,
yoksulluk, hastalık içinde yaşamını sürdürmeye mahkum
edilmiştir. 
Gecekondularda yaşayan yoksullar en başta Afrika'nın, Asya'nın,
Latin Amerika'nın yeni sömürge ülke halklarıdır. Sadece
Asya ülkelerinin yoksul halklarının 554 milyonu gecekondularda
perperişan bir biçimde yaşamını
sürdürmektedir. 
Birbirinin hep aynı olan, aynı yoksulluğu yaşayan gecekondu şehirlerine
vereceğimiz şu örnek, sorunun daha iyi anlaşılmasını
sağlayacaktır. 
Brezilya'nın en büyük kenti olan Sao Paulo'da devasa
zenginlik ile yoksulluk iç içedir. Kentin yoksul gecekondu
mahallelerinde yılda 10 bin kişi öldürülüyor. Polisin
katlettiği sokak çocuklarının cesetleri sabahları çöp
kamyonları ile toplanıp, çöpe atılıyor. 
Dünyanın yeni sömürge ülkelerinde artık onlarca Sao
Paulo var. Evi, işi, yiyeceği, geleceği olmayan teneke evlere mahkum
edilen yüz milyonlarca insan, sömürü, yağma ve talanın
boyutlarını da göstermektedir. 
 
 
***
 
Dünyada Gecekondular 
Meksika'da "jacale", Arjantin'de "favela",
Brezilya'da "macambo", Tunus'ta "gourbeville",
Fas'ta "bidonville", Cezayir'de "casbah",
Hindistan'da "bustee" gibi adlarla anılmaktadır. 
Yeni sömürge ülkelerde gecekondular, büyük
kentlerin nüfusunun % 20'si ile % 70'ni
barındırmaktadır. 
Peru Lima'da kent nüfusunun %36'sı,Venezuela Caracas'ta %
35'i, Filipinler Manila'da % 35'i, Hindistan Calcutta'da %
33'ü gecekondu bölgelerinde yaşamaktadır. 
 
*
Dünyadan RAKAMLAR 
• Gecekondu bölgelerinde halen 1 milyar kişi
yaşıyor 
• 2030 yılında gecekondu bölgelerinde yaşayanların sayısı, 2
milyar olacak 
• Afrika'da gecekondular kent nüfusunun yüzde
71.9'unu, 
• Asya ülkelerinde, gecekondular kent nüfusunun yüzde
60'ını barındırıyor. 
• Çin, 1.3 milyar nüfusu ile dünyanın en kalabalık
ülkesi olmasına karşın, gecekondusu olmayan bir ülkedir....
Kuşkusuz Çin bugün sosyalist olmasa da bunu sosyalizme
borçludur... 
 
*
Gecekondu gerçeğimizden RAKAMLAR 
Türkiye'de, gecekonduları "kaçak yapılar" olarak
gören istatistiklere göre; 1953'te 80 bin gecekondu varken, bu
sayı 1960'da 240 bin, 1970'te 600 bin, 1980'de ise 850 bini
buldu. Bugün bu sayının 3-4 milyon dolayında olduğu
belirtilmektedir. 
Gecekondularda yaşayanların genel nüfusa oranı %35'tir.
Ankara'da gecekondu da yaşayanların kent nüfusuna oranı %62,
İstanbul ve İzmir' de %50'nin üstündedir.
 
                  
                     
                     
                     
                ***
 
GECEKONDU SORUNU DEĞİL, HALKIN KONUT SORUNU VARDIR
 
Önceki bölümden: 
"Gecekondu sorunu nedir?" diye sorarak başlamıştık yazı
dizimize. İlk bölümde, gecekondulaşmanın ne zaman, nasıl ve
hangi nedenler sonucu ortaya çıktığını ortaya koymaya
çalıştık. Çarpık kapitalizmin gelişmesiyle köyden
kente göçün ve buna paralel olarak da gecekonduların
arttığını rakamlarla anlattık. 
Gecekondu aflarından nasıl yıkımlara geçildiğini
hatırlattık. Nihayetinde gecekonduların, dünyanın tüm yoksul
halklarının zorunlu bir "çözümü" olduğuna
değindik 1. bölümde... 
Bu bölümde ise ağırlıklı olarak sorunun kapitalizmle
bağını ve çözümün nereden geçtiğini ele
alacağız... 
 
1950'lerden bu yana, tam 60 yıldır gecekondular, halkın konut
ihtiyacını "karşıladılar". Halkın "başını
sokacak" evi, sosyal yaşamı, şehirde "güvencesi"
oldular. 
Dizimizin ilk bölümünde özetlediğimiz 60 yıllık
gecekondu tarihinin de gösterdiği gibi bugüne kadar hiçbir
iktidar bu sorunu "halkın konut sorunu" olarak görüp,
çözüm aramadı. 
Sorun çözülmediği gibi, 1980'lerin ortalarından
itibaren daha da büyüdü. Çünkü o zamana kadar
esas olarak ekonomik nedenlerle oluşan köyden kente göç, bu
dönemden itibaren artan işsizlik ve artan siyasi baskılar nedeniyle
daha da yaygınlaştı. İşsizlik, büyükşehirlerdeki
yığılmayı artırırken, Kürt halkı üzerindeki ulusal baskı
da, göçün yeni kaynağıydı artık. Özellikle
90'ların başlarından itibaren de köy yakma, boşaltma
politikası, büyük göçlere neden oldu.
İstanbul'dan Antalya'ya, Mersin'den Diyarbakır'a kadar
ağırlıklı olarak Kürt yoksullarının olduğu yeni gecekondu
bölgeleri oluştu. 
 
Sorun, Halk Anayasası Taslağı'na belirtildiği gibi iyice
çözümsüzleşti: "Konut sorunu, kırsal alandaki
talancı politika ve yanlış taban fiyatları politikasıyla, köy yakma
ve göç ettirme politikasıyla, bunların sonucunda
büyük kentlerde oluşan gecekondulaşmayla içinden
çıkılamaz hale getirilmiş, gecekondu yıkımları dramatik
boyutlara ulaşmıştır." 
 
'Güvenlik' sorunu mu, barınma sorunu
mu? 
Önceleri gecekondulara göz yumup onları "oy deposu"
olarak görüp istismar eden oligarşi, gecekondularda direnişlerin
ve devrimcilerin örgütlenmeye başlamasından itibaren gecekondu
sorununa "güvenlik" sorunu olarak bakmaya
başladı. 
Oligarşi'nin gecekondulara karşı yaklaşımının değişmez
yanlarından biri de gecekonduları yasadışı olarak görmesidir.
Düzenin yasalarına göre yoksul halk bir "suç"
işlemiş, kendi barınma sorununu, düzenin yasalarına göre
çözmemişti. Gecekondu mahallelerinin bir kısmı zaten
devrimcilerin büyük emeği ve yol göstericiliğinde
kurulmuştu. 
Yoksul gecekondu bölgeleri sistemin krizinin en açık
hissedildiği halkın düzenle çelişkilerinin en çok
keskinleştiği ve yaşandığı yerler olarak tüm iktidarlar
için içten içe bir tehlikeydi. Bu anlamda da,
politikleşen, örgütlenen gecekondu semtleri "ezilmesi gereken
yerler" olarak görülüyordu artık. 
Oligarşi yoksul gecekondu mahallelerinde otorite kuramayınca kendisi
için tehlike oluşturan bu mahalleleri denetim altına almak
için baskı uygulamak ya da tamamen yıkıp "başına bela"
olmaktan çıkarmak istedi hep. 
Kısacası, iktidarlar, gecekondu sorununu "çözülmesi
gereken bir konut sorunu", "barınma hakkı sorunu" olarak
görmedikleri için, gün geldi gecekondulara "tapu tahsis
belgeleri" verip istismar ettiler, gün geldi, yıktılar,
bugün de "kentsel dönüşüm" projesi adı
altında yıkmaya devam ediyorlar. Ankara'da "kentsel
dönüşüm" yalanı ile 2005-2007 arasında tam 20 bin ev
yıkıldı. Ve bunların bir bölümü halk aldatılarak onların
onayıyla yıkıldı. Önümüzdeki günlerde de
İstanbul'da 1 milyon, Ankara'da 150 bin olmak üzere
gecekondulaşmanın şu veya bu düzeyde yaşandığı hemen tüm
büyükşehirlerde yıkımlar söz konusudur. 
 
Yoksul halkın barınma sorunu çarpık kapitalizmin
ürünüdür 
Kapitalizm, bilimi, en gelişmiş teknolojileri
sömürüsünü sürdürüp,
çoğaltmak için kullanır. 
Bilimi, halkın eğitim, sağlık, konut gibi temel sorunlarını
çözmeye, doğanın yıkıcı güçlerine karşı
önlemler almak için kullanmaz. Yeni sömürgelerdeki
çarpık kapitalizm dev köprüler, devasa gökdelenler,
denize tüneller inşa edebilecek bilim ve teknolojiye sahip olmasına
rağmen, bu teknoloji ile, halkın "2 oda bir salon"la sınırlı
olacak konut sorununu çözmez, çözmek
istemez. 
Gökdelenler inşa eden teknoloji ile milyonlarca yoksula yüzlerce
mahalle kurmak pekala mümkünken, yoksul halk için
kıllarını bile kıpırdatmazlar. 
Esasen halkın elindekini, boğazındaki son lokmasını koparıp alan bir
düzen, bırakın barınma sorununu çözmeyi, olanları da
yıkmıştır. Halkın başta konut sorunu olmak üzere hiçbir
sorununu çözecek durumda olmadığı için halka boyun
eğdirmeyi, halkı susturmayı tek çıkar yol olarak
görmektedir. 
Son yıllarda AKP iktidarı, TOKİ aracılığıyla konut sorununu
çözme şovları yapmaktadır. Ancak TOKİ projelerinin yoksul
halkın barınma sorununu çözmekle ilgisi yoktur. Düzenin
konut sağlamak, halkın konut sorununu çözmek diye bir derdi
yoktur. 
Halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak için
örgütlenmeyen bir devlet, tüm gücünü
haklarını isteyen, örgütlenen, mücadele eden halka karşı
kullanmıştır. 
Gecekonduları yıkarken yanı başlarındaki kaçak villalara
dokunmayan, aynı devlettir. Kendi lüks siteleri, gökdelenleri,
hatta devlet binaları, ruhsatsızdır, izinsizdir, ama kendilerinde
yasaları çiğneme hakkı görmektedirler. 
Gecekondu sorununu yaratan çarpık kapitalizmin kendisidir. Yeni
sömürgelerin kapitalistlerinin, aç, açıkta ve yoksul
bıraktıkları, boğaz tokluğuna çalıştırdıkları insanların
barınma sorununu çözmesi beklenemez de, mümkün de
değildir. Gecekondular işte tam da bu noktada ortaya
çıkmışlardır. 
 
Çarpık kapitalizm konut sorununu da
çarpıklaştırıyor 
Sağlıklı bir konutta yaşamanın bir hak olduğunu kimse reddedemediği
için, bu hak bazı uluslararası sözleşmelerle sözde
güvence altına alınmıştır. 
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde
şöyle denilmektedir: 
"Herkesin kendisi ve ailesinin sağlık ve refahı için
beslenme, giyim, KONUT ve tıbbi bakım hakkı vardır. " (Madde: 25)
Bildirge konut dahil sayılan hakları kağıt üstünde de olsa
güvenceye alan şu maddeyle devam etmektedir. 
"Bu bildirgenin hiçbir hükmü herhangi bir devlet kurum
yada kişiye burada ileri sürülen hak ve
özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini
amaçlayan herhangi bir etkinlikte ve eylemde bulunma hakkını verir
biçiminde yorumlanamaz." (Madde: 30) 
Kapitalizmin iki yüzlülüğünü görmek
için kahin olmaya gerek yoktur. Bir yandan konutu hak olarak
gören, bu hakkın dokunulmazlığına işaret eden sözleşmeler
yapılmışken, diğer yanda milyonlarca yoksul halk dünyanın bir
çok ülkesinde teneke barakalarda yaşamaya mahkum
edilmiştir. 
Ya da ülkemiz de olduğu gibi 1 milyon evin yıkımının
hazırlıklarının yapılması da bu ikiyüzlülüğün
göstergesidir. Oligarşinin uluslararası sözleşmelerdeki tutumu
tam anlamıyla bir ikiyüzlülüktür. 
Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre, dünyada 1 milyarı
aşkın yoksul ve emekçi halen gecekondularda yaşamaktadır. 1
milyarı aşkın insan, konutsuz ve sağlıksız koşullarda yaşamını
sürdürmektedir. 
Nitekim yoksul halk, bu gecekondu mahallelerinde, kolera, sıtma, dizanteri
gibi herbirinin tedavisinin çok kolay olduğu ortaçağ'dan
kalma basit ama ÖNLENMEYEN hastalıklarla iç içe,
içme suyundan, bile mahrum olarak yaşamaktadır. 
 
Yeni sömürge ülkelerde, çarpık ve hızlandırılmış
kentleşme kapitalizmin kiri pası ile beslenen ucube bir yaratık gibi
büyürken, toplumsal sorunları da
büyütmüştür. 
Yaşamlarını, bir parça ekmek peşinde koşarak geçiren, en
temel hak ve özgürlüklerin kırıntısından bile yoksun
yüz milyonlarca yoksul, kendilerini ezen kapitalizmin orman kanunları
ile karşı karşıyadır. 
Sağlıksız koşullarda; eğitim, sağlık, ulaşım, kanalizasyon
hizmetlerinden, barınma hakkından yoksun olarak açlıkla
yüzyüze gecekondularda yaşayan milyarlar, emperyalist dünya
düzeninin eseridir. 
 
Konut sorununu halkın iktidarı, halkın yönetimi
çözer 
Bir halk iktidarının ilk görevlerinden birisi halkın BARINMA
SORUNUNU çözmektir. Her aileye, konut ihtiyacı olan herkese
sağlıklı, toplumsal standartlara uygun bir ev verebilmektir. Bunu
yüzyıllardır tarihte sosyalizmden başka hiçbir sistem
başaramamıştır. 
Kapitalizmin 200 yılı aşkın tarihine baktığımızda bir alternatif
yaratamadığını görürüz. Bazı emperyalist ülkeler,
gerek sömürgelerinden elde ettiklerinin bir kısmını kendi
halklarına aktarmanın, gerekse de sosyalist sistemle rekabet içinde
oldukları dönem izledikler "sosyal politikalar" sonucunda,
konut sorununda asgari bir çözüm sağlamışlardır. Ancak
bu da elbette, zenginle emekçilerin konutlarının birbirinden tamamen
farklı olduğu, adaletsiz bir çözümdür.
Sömürgelerde ise halklara reva görülen gecekondulardır
ve bu ülkelerde işbirlikçi iktidarların bu soruna bir
çözümü olamayacağı bir yüzyılı aşkın bir
sürenin tecrübesiyle sabittir. 
Devrimci Halk İktidarı'nda ise; ciddi, kararlı bir planlama
uygulanarak, halkın denetimi sağlanarak, bu sorun
çözülecektir. Halkın seferberliği ile barınma sorunu
sorun olmaktan çıkarılacaktır. 
Devrimci bir Halk İktidarı, konutu bir hak olarak görür; bu
anlamda da halka, "ne haliniz varsa görün" demez. Halkı
bu konuda kendi başına çaresiz bırakmaz. 
"Tüm halkın sağlıklı konut sahibi olma hakkı vardır. Devlet
bu hakkı karşılamak için tüm gücünü seferber
eder. " (Halk Anayasası Taslağı) 
Görüleceği gibi konut sorununu çözmeyi bizzat Halk
İktidarı'nın kendisi üstlenmiştir. 
Halk İktidarı'nın barınma konusundaki ana ilkesi, "yerine
yenisi yapılmadıkça" halkın evlerinin YIKILMAMASI'dır.
Yıkılacaksa sağlıklı konutların yapımı için yıkılacaktır.
Halk iktidarında YIKIMLAR, halkı mağdur etmeden, sokağa atmadan, gereken
çözümler üretilerek yerinde ıslah amacıyla
yapılacaktır. 
 
Gecekondu yıkımları işbirlikçi oligarşilerin ortak
yöntemidir 
Asya, Güney Amerika ve Afrika'da yoksul halkın iş bulmak
için kırsal alanlardan kentlere göçü nedeniyle
kentlerin nüfusu milyonları aştı. Gecekondular hızla
çoğaldı, kentleri kuşattı. 
Hindistan'da, Cezayir'de, Arjantin'de, Peru'da,
Meksika'da, İran'da gecekondular yaygındır. Brezilya'da
milyonlarca insanın yoksulluk içerisinde yaşadığı favela denen
uçsuz bucaksız gecekondu mahalleleri oluşmuştur. 
Geçtiğimiz günlerde Brezilya'nın yoksul mahallelerine
favelalara "uyuşturucu ile mücadele adına" operasyon yapan
Brezilya devleti bunun için orduyu seferber etti. Yoksul mahalleler
bir yandan yozlaştırılmaya, düzene karşı öfkeleri
törpülenmeye çalışılırken, bir yandan da devletin
saldırılarını yaşıyor. 
Brezilya'da yoksul halk konut hakkı için mücadele de etti.
2005 yılında kullanılmayan kamu binaları işgal edilerek evsiz yoksullar
buralara yerleşti. Brezilya'da milyonlarca yoksul teneke evlerde
yaşarken 6.5 milyon kullanılmayan binanın boş tutulduğu
belirtilmektedir. Kapitalizm böyle müsrif ve yoksul halka
düşmandır. 
Yeni sömürge ülkelerde gecekondular nasıl yaygınsa YIKIMLAR
da bu ülkelerde oligarşilerin geleneksel politikasıdır. 
Yıkımların sürekli yaşandığı yerlerden birisi Dominik
Cumhuriyetidir. Ülkenin değişik bölgelerinde neredeyse her
gün yıkım saldırıları yaşanmaktadır. Santa Dominga kent
merkezinde 200.000 konut yıkım tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu
konutların sahiplerinin %75'i tapu sahibi değildir. 1986-'92
arasında, 6 yılda en büyük yıkımları yaşadı Dominik'in
yoksul halkı. 
Güney Afrika'da en büyük yıkımlar, 2010 Dünya
Kupası gerekçe gösterilerek yapıldı. Bu yıkımlarda
Güney Afrika gecekondu hareketinin (Abahlali baseMjondolo)
örgütlenme merkezlerinden biri olan 7 bin yoksul insanın
yaşadığı mahalleye saldırıldı. Güney Afrika devleti, hem bu
saldırılarla, hem de yoksul gecekondu halkını en temel
ihtiyaçlarından elektrik ve sudan mahrum ederek sindirmeye
çalışmaktadır.
Güney Afrika'daki işbirlikçi iktidar, aynı
İstanbul'da olduğu gibi, 2014 yılına kadar gecekonduları ortadan
kaldırarak "yaşanabilir, donanımlı kentler" yaratma yalanı ile
yoksulları şehrin dışına sürmek için planlar yapmıştır.
Abahlali baseMjondolo (gecekondu halkı) hareketi, devletin, gecekonduları
yıkıp, yoksul halkı geçiş kamplarına sürme saldırılarına
karşı mücadele etmektedir. 
İşbirlikçi iktidarların yalanları ve YIKIM saldırıları hemen
hemen tüm yeni sömürge ülkelerde aynıdır. 
 
 
*
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde barınma hakkı
için; 
"Herkes özel yaşamı ile aile yaşamına konut ve haberleşmesine
saygı gösterilmesi hakkına sahiptir" (Madde: 8) denilirken, halk
dişinden tırnağından arttırdıklarıyla yaptığı kondularında yıkım
ve devlet terörü ile yüz yüzedir. 
 
*
Halk İktidarının
Çözümü! 
d-) Tüm halkın sağlıklı konut sahibi olma hakkı vardır. Devlet bu
hakkı karşılamak için tüm gücünü seferber eder.
Gecekondu bölgelerindeki evlerin sağlıklı ve güvenli hale
getirilmesi; gecekondu semtlerinin yol, su, elektrik, sağlık kurumu gibi
alt yapı eksikliklerinin tamamlanması; Islah edilemez durumdaki
gecekondular yerine toplu konutlar inşa edilmesi halk iktidarının
öncelikleri arasındadır. 
e-) Yerine yenisi yapılmadıkça halkın oturduğu hiçbir ev
yıkılamaz. 
f-) Hiç kimse ihtiyaç fazlası evi boş tutamaz; bir yıl
oturulmayan evlerin halk tarafından kullanılması hakkı
doğar. 
(Halk Anayasası Taslağı, s.45)
 
                  
                     
                     
                     
       ***
 
Oligarşinin, yoksul halkı sindirip, hakkını arayamaz hale getirmeyi
amaçladığı saldırıları, aynı zamanda yıkımlara hazırlık
amacını taşımaktadır.
Oligarşi bir yandan, bu saldırılar ile halkı sindirip, mahalleleri
batakhaneye, fuhuşun, uyuşturucunun merkezi haline getirmeye
çalışırken, bir yandan da halkın
örgütlülüklerini dağıtmaya
çalışmaktadır.
Yıkarak, yüzbinlercemizi, milyonlarcamızı sokağa atmak
istiyorlar. Saldırılarına, yıkımlara
DİRENECEĞİZ!
 
OLİGARŞİNİN GECEKONDU POLİTİKASI; YIKIM VE “KENTSEL
DÖNÜŞÜM
 
Önceki bölümden:
Yazı dizimizin ikinci bölümünde halkın barınma
sorununa oligarşinin yaklaşımını ve Devrimci Halk
İktidarı’nın sorunu nasıl çözeceğini ele
aldık.
Bu sorunu çarpık kapitalizmin çözemeyeceğini,
çünkü sorunu yaratanın zaten çarpık kapitalizm
olduğu gerçeğine değindik.
Gecekondu yıkımlarının tüm yeni sömürge
ülkelerde, işbirlikçi iktidarların ortak saldırısı olduğunu
çeşitli ülkelerdeki örnekleri ile ortaya koymaya
çalıştık.
 
 
Oligarşi, gecekonduları düzeni için bir tehdit olarak, bir
“güvenlik” sorunu olarak görürken, gecekondu
halkını da İŞGALCİ olarak gördü. Gecekondu halkı
“tehlikeli” ve “işgalci” ilan edilince
gecekonduları yıkmak da kaçınılmazdı!
Geçtiğimiz hafta, Pendik’te düzenlenen halkın
olmadığı bir “halk toplantısında AKP’li Belediye Başkanı
basının önünde, gecekondu sahiplerini işgalci olmakla
suçladı.
Bu yazı dizisinin logosuna koyduğumuz “Gecekondulardan gelip
gırtlağımızı kesecekler” sözü oligarşinin korkusunu
ifade eden çok çarpıcı bir cümledir.
 Oligarşinin sözcülerinden TÜSİAD başkanlarından
Tuncay Özilhan, on yıllardır yoksul halkı nasıl baskı altına
aldıklarının, nasıl sömürdüklerinin, nasıl bir
parça ekmeğe muhtaç hale getirdiklerinin, başlarını sokacak
“iki oda”yı bile çok gördüklerinin, tüm
bunlara karşı da halkın o büyük öfkesinin, büyük
kinin farkındadır.
Bugüne kadar adam yerine koymadıkları, baskı ve zulmün her
çeşidini yaşayan milyonlarca yoksul elbette yoksulluğun bir kader
olmadığını görüyor.
Yoksul gecekondu halkının evlerine göz diken oligarşinin
gecekondulardan korkusu elbette boşuna değildir. Kondular, mahalleler
oligarşinin iktidarını tehdit edecek bir mücadele dinamiğini
oluşturmaktadır.
Oligarşi, gökdelenlerini, ikiz kulelerini, holding merkezlerini
çepeçevre kuşatan, yoksul emekçi mahallelerinden, o
mahallelerin öfkesiyle her gün karşılaşıyor olmaktan memnun
değildir.
 
Korkularını büyüten DEVRİM’dir
Gökdelenlerinin pencerelerinden “saldırı bekledikleri”
mahalleleri her gün görüyorlar. Onların büyük
korkusu o büyük öfkenin kendileri için oluşturduğu
tehlikenin farkındadırlar.
Yıllarca “varoş”  edebiyatı ile aşağılanan yoksul
halk, şehirleri kuşatan büyük öfkesi ile oligarşinin
“zayıf” karnını oluşturmaktadır. Hele buna bir de
devrimcilerin bu mahallelerdeki örgütlülüklerini
eklersek, korkunun hiçte temelsiz olmadığını daha iyi
anlarız.
Oligarşinin gecekondulardan duyduğu korku, sadece yoksulların hesap
sorması ile sınırlı bir korku değildir.
Oligarşinin asıl korkusu; DEVRİM’dir
Gecekondu halkının memnuniyetsizliğinin, tepkilerinin, kininin
düzene yönelmesi halinde neler olabileceğini biliyorlar elbette. O
yönelmenin bir toplumsal alt üst oluş bir devrim anlamına
geleceğini biliyorlar. On yıllardır gecekondu mahallelerinde
örgütlü olan, saldırılara, tutuklamalara rağmen yok
edilemeyen devrimciler, gecekondulardaki öfkeyi devrime yöneltecek
güçlerdir ve onlar yok edilemediği sürece de
gökdelenler o kabustan kurtulamayacaklardır.
Tıpkı Gazi Marşı’ndaki gibi “Gazinin yoksul kondularından
öfke ile sokaklara” çıkanlar o korkuyu
büyüteceklerdir hep.
Tuncay Özilhanlar’ı, Koçlar’ı,
Sabancılar’ı, Karamehmetler’i, Ülkerler’i,
Çalıklar’ı korkutan yok edilemeyen devrimci mücadele ve
ülkemizin hala DEVRİM’e gebe bir ülke olmaya devam
etmesidir.
 
Oligarşinin YIKIM saldırısı 
YIKMAK, aslında oligarşinin sınıfsallığına en çok denk
düşen politikadır. Çünkü halka ait, yarına ve
geleceğe dair ne kadar anlamlı şey varsa oligarşi tarafından ya
yıkıldı, ya yasaklandı ya da yok sayıldı.
Halkın ürettiği ne varsa onlara düşman olan oligarşi, yapılan
her şeyi bugüne kadar hep yıktı, yaktı. Halkın kondularına,
onlarca kez saldırdı.
Sonuçta halk bu saldırılara karşı koymayı öğrenerek,
mahallelerini korumayı başardı.
Hatta birçok defa yerle bir olan mahalleler yoksul halk ve
devrimcilerin elbirliğiyle yeniden kuruldu.
Oligarşinin YIKIM politikasının altında halktan duyulan korku var.
Oligarşiyi yıkmaya, mahalleleri haritadan silmeyi göze alacak kadar
gözü dönmüşlüğe iten halkın taşıdığı
devrimci dinamiklerdir.
Özellikle yoksul halkın yaşadığı mahallelerin bir
bölümünün örgütlü olması, oligarşi
için bu dinamikleri, somut bir “tehlike” haline
dönüştürmektedir. Nitekim, yoksul gecekondu mahallelerinde
bugüne kadarki en militan, kitlesel direnişler, devrimcilerin
önderliğinde gerçekleşmiştir.
Oligarşi bugün yine bir YIKIM saldırısı içindedir.
Saldırı, “Kentsel Dönüşüm” dedikleri yeni bir
yağma planı çerçevesinde gündeme getirilmiştir.
Bu büyük yıkım saldırısını, yerel belediyeleri aşan, halka
karşı sürdürülen genel saldırının bir parçası
olarak değerlendirmek gerekir. Saldırı, bu anlamda, daha cüretli,
daha sistematiktir.Milyonlarca emekçiyi evlerinden atmayı göze
alması yanıyla pervasızdır.Aynı zamanda “uzlaşma”
 görünümündeki aldatmacalarla, yıkımlara karşı
direnişi etkisizleştirme ve eritme yöntemi de yaygın olarak
kullanılmaktadır.
 
“Kentsel dönüşüm” yok, kentsel yağma
var
“Kent sel Dönüşüm” kavramı ilk olarak
emperyalist İngiltere’de 1980’lerde kullanılmaya
başlandı.
Özellikle 1980’lerde emperyalist ülkelerin kentlerindeki
fabrikalar, sanayi tesisleri, buralardan alınarak, yeni sömürge
ülkelere taşınmaya başlandı.
Esnek üretim tarzıyla üretim yaptırılan yeni sömürge
ülkelerde, hammaddeler de, işgücü de ucuzdu.
Emperyalist tekellerin daha çok kazanmak, daha çok
sömürmek için buldukları bu formül sonucu, sanayi
şehirlerindeki yüzlerce fabrika, dev sanayi tesisleri, lojmanlar,
büyük araziler, limanlar, depolar “boşalmış” oldu.
Emperyalist tekeller bu alanları yeniden değerlendirmek için
buraları kullanıma açtılar. Şehirlerin boşalmış sanayi
bölgeleri yeniden pazarlandı. Bunun adına da “Kentsel
Dönüşüm” dediler.
Ülkemizde bu kavramı 1999’da İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna döneminde başlatılan
“Vizyon Projeleri” kapsamında kullandı. Bu kavram, burjuva
basının desteği ile halkı aldatmak yağma ve yıkımı gizlemek amacıyla
ortaya atılmıştı.
Açık ki bu proje, Ali Müfit Gürtuna’nın ya da bir
kaç işbirlikçinin projesi değildi. Dün ya Ban ka sı,
İstanbul'un, emperyalistler için bir “çekim
merkezi” haline getirilmesini, bunun için hazırlanmış
kentlerle “yarışmak adına” İstanbul’un yağmaya
hazırlanmasını istiyordu.
İstanbul’un hazırlanması demek, emperyalist tekeller, kara
paracılar, tefeciler için bir cennet haline getirilmesidir.
İstanbul, yağma ve talan için hazırlanır, projeler yapılırken
tam bu sırada 17 Ağustos 1999 depremi yaşandı. Yağma projeleri bir
süre geri çekilse de, bu kez deprem gerekçe yapılarak,
talanın alt yapısı güçlendirilmeye çalışıldı.
Yağma ve talan projeleri, depreme karşı seferberlik ardına gizlenerek
sürdürüldü.
Kentlerin “deprem dolayısıyla yenilenmesi”, “kentlerin
ıslahı” gerekçeleri öne çıkarılarak, yağma ve
talan projelerinin hemen hepsinin adı “Kentsel
Dönüşüm”  oldu. 2005’e gelindiğinde bir
“Kentsel Dönüşüm” yasa tasarısı
hazırlandı.
Yasa tasarısına karşı oluşan tepki nedeniyle AKP yasa tasarısını
bütünüyle Meclis’ten geçiremedi.
Ancak yine de bugün için çeşitli hileler yaparak
kullandıkları metin kanunlaştırıldı.
Adına “Kentsel Dönüşüm” dedikleri proje,
açık ki emperyalistlerin yağma ve talan projesidir.  Projede
halkın evlerinin yıkılması, yoksul halkın mahallelerinin zorla
boşaltılması, büyük şehirlerin emperyalistlere, bir avuç
işbirlikçiye sunulması hedeflenmektedir.
O nedenle “Kentsel Dönüşüm” ü değil,
gecekonduların, emekçi mahallelerinin yerinde ıslahını
savunuyoruz. Birisi bugün emperyalistlerin çözümü,
diğeri ise halkın çözümüdür. Birinde yağma ve
talan, diğerinde halkın kondularının iyileştirilmesi vardır.
 
Yıkanlar, mahallelerde terör uyguluyor! 
Oligarşi, yoksul mahallelerde sürdürdüğü
terörünü bir süredir daha sistemli ve çok
yönlü hale getirdi.
Yozlaştırmadan semtlerin kuşatılmasına ve baskınlara kadar uzanan bu
yöntemlerle, yoksul mahalleler sindirilmek, susturulmak isteniyor.
İstanbul’da son dönemde mahallelere yönelik başlatılan
baskın, gözaltı, tutuklama politikasında onlarca insan tutuklandı,
kurulan komplolar sonucunda yüzlerce insan da tutuklanmakla tehdit
ediliyor.
Gecekondu mahallelerinin giriş ve çıkışlarındaki
“çevirme uygulamaları”, arama adı altında estirilen
terör, sürekli hale getirilmiştir. Yoksul halk kendi mahallesinde
esir gibi muamele görmektedir. Oligarşi elinden gelse, yoksul gecekondu
semtlerini açık birer hapishaneye çevirecektir.
Oligarşinin, yoksul halkı sindirip, susturmayı, hakkını arayamaz hale
getirmeyi amaçladığı saldırıları, aynı zamanda yıkımlara
hazırlık amacını taşımaktadır.
Oligarşi bir yandan, bu saldırılar ile halkı sindirip, mahalleleri
batakhaneye, fuhuşun, uyuşturucunun merkezi haline getirmeye
çalışırken, bir yandan da halkın
örgütlülüklerini dağıtmaya
çalışmaktadır.
Yoksul mahallelerde baskı sistemlidir, süreklidir amaç halkı
sindirmektir. AKP’nin polisi, kimi zaman gecekondu yıkımı, kimi
zaman devrimci bir eylemi gerekçe göstererek, bazen hiçbir
gerekçe olmadan saldırıyor yoksul mahallelere.
Özellikle devrimcilerin halkla etle tırnak gibi iç içe
olduğu gecekondu mahallelerinde amaç, devrimci faaliyetleri
engellemeye çalışmak, dernekleri işlemez hale getirmek, devrimci
yayınların okunmasını, dağıtılmasını engellemek, halkı sindirmek ve
susturmaktır. 
Devrimcilerin halkla birlikte mücadeleyi ve yaşamı
örgütlediği mahallelerde, yozlaşmaya karşı
sürdürülen mücadele bilinmektedir.  Buna karşın,
bu mahallelerde halk hırsız ve uyuşturucu satıcısı olmadığına,
namussuzluk yapmadığına göre niye bu kadar baskı
görmektedir?
Ve neden zengin mahallelerine bu kadar baskı yapılmamaktadır? 
Zengin mahallelerinde niye çevirmeler, aramalar, zırhlı devriyeler,
halka laf atmalar, baskınlar yoktur?
 
Çeteleri, koruyan, mahalleleri yozlaştıran
devlet
Mahallelerde bir yanda arazi mafyasını, bir yanda her türlü
pisliğin yayıcısı geçmişin eli kanlı sivil faşistlerini
seferber eden oligarşi, bunlarla yoksul mahalleleri kirletmeye
çalışmaktadır.
Halk çocuklarını, çeteleşmeye özendiren,
çeteleri koruyan oligarşinin amacı yoksul halkın mahallelerini
yozlaştırmaktır
Hırsızlığa izin veren, fuhuş yuvalarına ses çıkarmayan,
fuhuşu görmezden gelen polis karakolları  mafya artıkları,
çeteler ile el ele vererek birlikte çalışmaktadır.
Oligarşi, saldırı ve tutuklamalarla, halkın örgütlenmesini
dağıtıp, yozlaşma saldırısından sonuç almak istemektedir.
Halkın değerlerini yok etmeyi önlerine görev olarak koyanlar
örgütsüzlüğün olduğu yerde pislikleri,
çeteleşmeyi geliştirebilirler. 
Elbette yıllardır yozlaşma saldırılarına karşı devrimciler de
mücadele etmekte, örgütledikleri kampanyalar ile halka
gerçekleri anlatmaktadırlar. 
Oligarşinin saldırılarını teşhir ederek, halkı bu saldırılar
karşısında güçlendirmeye yozlaşmaya karşı direnişi de
süreklileştirmeye çalışmaktadırlar.
Oligarşi, yıkmak için hazırlık yaptığı yoksul halkın
oturduğu mahallelerde halkın örgütlülüğünü
ortadan kaldıramaz, geriletemez. Bilinmelidir ki, devrimciler on yıllardır
oligarşinin saldırılarını defalarca kez boşa
çıkarmışlardır.
Bu kez de oligarşinin karşısına DİRENİŞ ile çıkılacak,
saldırılar püskürtülecektir.
 
*
Kim işgalci?
Bu ülkenin gerçek sahiplerini, yoksul halkı kendi
ülkesinde işgalci olarak görmektedir işbirlikçiler.
Oysa asıl işgalciler, Anadolu’yu NATO ve Amerikan üsleri ile
donatanlardır.
Asıl işgalciler, halkın kan akıtarak kurtardığı bu toprakları,
villaları, tatil köyleri, gökdelenleri, siteleri ile işgal eden
bir avuç işbirlikçidir.
Emperyalistler ve bir avuç işbirlikçi yoksul halkı
suçlayamaz.
Yıkılması gereken yerler gecekondular, yoksul halkın evleri değil,
Amerikan ve NATO üsleridir. Bir
avuç işbirlikçinin özel siteleridir.
Yoksul halk işgalci değil, kan akıttığı bu toprakların gerçek
sahibidir. Anadolu’nun gerçek sahibi yüzyıllardır
halktır, işgalciler değil!
*
Yıkarak Evsizleri Çoğaltmak İstiyorlar!
Amerika’da sokaklarda yatan evsizlerin sayısı geçtiğimiz
yıla oranla yüzde 34 oranında arttı. Paris’in kuzeyinde bir
belediye evsizlerin sokakta yatmalarını engellemek için yollara pis
kokulu kimyasal sprey sıkıyor. Yüzlerce evsiz, kış günleri
sokaklarda donarak ölüyor.
Aç ve pislik içindeler!
Japonya’da 5 binin üzerinde evsiz insan 24 saat açık
internet kafelerde yatıyor. Dünyada milyonlarca evsiz var…
 
                  
                     
                     
                     
                   
 ***
 
Onlar, “...yıkmaktan daha güzel bir şey yok”
diyorlar!
GÜZEL DEDİKLERİ YAĞMA VE TALANDIR!
 
Önceki bölümden:
Yoksul halkı kendi topraklarında “işgalci”
görenlerin, halka nasıl çözüm diye YIKIM’ı
dayattıklarını anlatmaya çalıştık.
Yıkımları  “Kentsel dönüşüm” adı
altında sürdürdüler.  ”Kentsel
dönüşüm”ün,  yağmayı gizlemek için
nasıl kullanıldığını ortaya koyduk.
Oligarşinin yıkım politikasının altında,
 “...gırtlağımızı kesecekler” diyenlerin DEVRİM
korkusunun yattığını, yoksul halkın ve emekçilerin o korkuyu
büyüteceklerini vurguladık.
 
Halkın evlerini bir an önce halkın başına yıkmak için adeta
can atıyor, acele ediyorlar. Yıkmak için zamanla
yarışıyorlar.
Küstah ve halka düşmanlar.
“İstanbul yıktıkça güzelleşir”  diyecek
kadar pervasızlar. 
“Güzel” ha!
Nedir güzel olan?
Yıkımları açıktan savunacak kadar gözü dönenlerin
gözüne “güzel” görünüyor
yıkılmış kondular. İstanbul yıkıldıkça
 “güzel” olmayacaktır. Yıkıldıkça, acılar
yaşanacak, tarih ve kimlikler yok olacaktır.
Onlar için “güzel” olan, yeni vurgunlar,
talanlardır. Yıkacakları yerlere dikecekleri gökdelenler, iş
merkezleri, özel siteler, yeni zengin mahalleleridir.
Onlar için  “güzel”  olan, yoksul ve
onurlu halkın yerinden yurdundan edilmesidir. Yoksul halkın olmadığı bir
İstanbul’dur.
Oligarşinin halkın evlerini yıkmaya hazırlandığı şu sıra,
yapılması gerekenlerin başında yıkımlara karşı DİRENMEK
gelmektedir.
Yıkımlara karşı dün olduğu gibi bugün de DİRENMEKten başka
çözüm yoktur.
Yoksul ve emekçi hal k evlerini korumak için, dün nasıl
çoluk-çocuk, kadın-erkek, elde taş-sopa direndiyse aynı yolu
izlemek zorundadır.
Gecekondular ülkemiz gerçeğinin, mücadelenin ayrılmaz bir
parçasıdır. Dünyanın her yerinde yoksulların evlerini korumak
için direndikleri gibi, ülkemizde de yoksul halk kan, can
pahasına büyük bedeller ödeyerek evlerini korumasını
bilmiştir.
Bu ülkeyi yönetenler bize hiçbir şey bahşetmedi. Biz
direnerek evlerimizi yaptık, direnerek yıkımlara karşı koruduk.
Bugün de aç gözlü tekellerin saldırısına karşı
evlerimizi korumaya, DİRENMEye devam edeceğiz.
 
Yeni direniş mahalleleri yaratmalıyız!
Yıkımlara karşı direniş, aynı zamanda tarihimizi ve yarınımızı
sahiplenme mücadelesidir. Bizi tarihimizden, köklerimizden
koparmaya, mahallelerimizden atmaya çalışanlara karşı var olma
mücadelesi sürdürüyoruz.
Direnişimiz aynı zamanda bir onur mücadelesidir. Bize o toprakları,
o mahalleleri yakıştırmayanlara, bizi insan olarak görmeyenlere
karşı bir onur mücadelesi veriyoruz.
Diyoruz ki, “Bu topraklar, bu mahalleler bizimdir! Bizim olanı bizden
alamazsınız.”
Direnişimiz aynı zamanda barınma hakkının savunulmasıdır.
Evlerimizi yıkarak bizi mahallelerimizden atanların,  “ne
olacağımız”, “nereye gideceğimiz” umurlarında
değildir.
Sorun bizim sorunumuzdur ve tek çözümü de bizi
mahallelerimizden dışarı atmaya çalışanlara karşı direnmektir.
Bunun için yoksul ve emekçi halk, mahalleler
“örgütsüzse
örgütleyeceğiz.” 
Unutmayalım, halk ör güt süz olduğu için
güç süz dür. Güçsüzlüğü
aşmanın yolu örgütlenmektir. Örgütleyerek
güçlenecek,  güçlenmek için
örgütleneceğiz. 
He defimiz yeni direniş mahalleleri yaratmak olmalıdır.  Yeni
Gaziler, yeni Küçükarmutlular, yeni Okmeydanılar, yeni 1
Mayıslar yaratmalıyız. Hal kın konut hakkının gasp edilmesine karşı
yeni direniş mahalleleri yaratarak,  direnişi yaymalıyız.
Yoksul mahalleler ara sın da dostluk ve dayanışmayı geliştirmeli,
sıcak bağlar kurmalıyız. Hedefimiz, tüm yoksul ve emekçi
mahalleleri ortak bir direniş etrafında birleştirmek olmalıdır.
O zaman direniş çok daha güçlü gelişecek,
büyüyecek, yıkımlara karşı çok güçlü
barikatlar örmüş olacağız. Ancak örgütlü,
binlerce yoksulun canı, kanı pahasına göze aldığı bir direniş
yıkım saldırılarını geriletebilir.
Gecekondularımızı yıkmak isteyen halk düşmanlarına karşı tek
silahımız olan direniş silahını tereddütsüz kullanacağız.
Ara yol, ara çözüm yoktur. Uzlaşarak,
 “anlaşarak”  sorunu çözmek
mümkün değildir. 
AKP iktidarı İstanbul Sulukule’de, Tarlabaşı ’nda, Fatih
Balat’ta, Ayazma’da, Ankara Dikmen Vadisi’nde,
Keçiören’de halkı “anlaşma” adı altında
aldatmaya çalıştı.
Ancak AKP’nin yalanları çok geçmeden açığa
çıktı ve  “anlaşma” yaparak, evlerini yıkanlar
pişman oldular.
Aldatılanların birçoğu, bugün evleri için
mücadele etmek gerektiğini görmüşlerdir. Ama aynı zamanda
iş işten geçmiş olmaktadır. AKP’nin saldırı planı gizli
saklı değildir. Ne yapacağı, ne yaptığı ortadadır.
Böylesi koşullarda  “bireysel
çözümler” savunulamaz. O nedenle direnmek tek
çözümdür ve yoksul halk da öyle yapacaktır.
 Buradan bir kez daha ilan ediyoruz; evlerimizi yıktırmayacağız.
Başaramayacaksınız!
Gecekondularda yoksullar KAZANACAK! Direniş kazanacak! 
 
ÇÖZÜM; yıkım değil, yerinde
ISLAH’tır
AKP iktidarı, halka hizmet araçları yerine yıkım için
dozer, halka saldırmak için panzer, göndermektedir
mahallelere. 
Mahallelere, mimar mühendis, doktor göndermek yerine, polis,
zabıta göndermekte, onlar da halkı coplamakta, biber gazına
boğmakta, kurşun sıkmaktadır.
AKP iktidarı, yoksul mahallelerin eksiklerini tamamlamak, binaları depreme
dayanıklı hale getirmek, evleri yaşanır evlere
dönüştürmek yerine YIKMAKTA bulmuştur
çözümü.
Halkın barınma sorunu halk düşmanı AKP’nin sorunu
değildir.
Onların tek derdi, halkın evlerini başına yıkıp, mahalleleri,
ilçeleri ele geçirip, tekellere sunmaktır. Tekellerin
çıkarlarını düşünenler, gözlerini kırpmadan
İstanbul’da 1 milyon evi yıkacaklar.
Kimse, mevcut haliyle gecekonduları savunmuyor. Ama
çözümü yıkım değildir. Gecekondular, sağlıksız
konutlar, yerinde ISLAH edilmelidir. Yıkarak, dozerlerle, kepçeler
ile ortadan kaldırarak değil, düzelterek iyileştirerek barınma
sorunu çözülmelidir. Gecekondular, halkın insanca
yaşayabileceği hale getirilmelidir.
Bilim ve teknolojinin geldiği nokta hesaba katılırsa bunu yapmak zor
değildir. Tekellerin çıkarları için ülkemizin hemen her
yanı dev şantiyelere çevrilmekte, dev gökdelenler, iş
merkezleri, lüks siteler peş peşe kolayca yapılmaktadır.
Tekeller için bunları seferber edip, İstanbul’u
gökdelenlerle donatanlar, mevcut araç gereçlerin ve
teknolojinin bir kısmını bile halk için seferber etseler,
gecekondular, yaşanılabilir hale gelecektir.
Koca koca mahalleleri yıkıp, haritadan silmek yerine, halkın
düşünceleri alınarak, halkın temsilcilerinin, mühendis ve
mimarların, çevre mühendislerinin, doktorların temsilcilerinin
katılımıyla yapılacak projelerle, mahalleler ıslah edilerek sorunlar
pekala çözülebilir.
Böylece hem yoksul halk kendi tarihi ile yaşamaya devam edecek, hem de
sosyal yaşam, halkın ilişkileri bozulmamış olacaktır.
Yerinde ISLAH etme, halkın çıkarlarını savunanların, halkın
yaşamını yıkarak değil, mevcut koşullar içinde iyileştirmeyi
hedefleyenlerin çözümüdür. YIKIM ise tekellerin ve
halk düşmanı AKP’nin çözümüdür.
 
 
“İstanbul yıktıkça
güzelleşir”
“Şu anda İstanbul'da yıkmaktan daha güzel bir şey yok.
İstanbul yıktıkça güzelleşir.”  (Birgün, 1
Ekim 2010)
Toplu Konut İdaresi  (TOKİ) Başkanı Erdoğan Bayraktar, bundan bir
süre önce yaptığı basın toplantısında yıkımları
açıkça savunarak, İstanbul’un yıktıkça
“güzelleşeceğini” ilan ediyordu.
TOKİ’nin başına oturtulan kan emici, tekellerin
işbirlikçisi bu faşist kafa, İstanbul’un yoksul halk ile
birlikte çirkin,  oturulamaz olduğunu söylemektedir.
Halkın olmadığı, halkın kovulduğu bir İstanbul
“güzel”  olur diyerek ahlaksızca halka saldırıyor bu
halk düşmanı.
Halktan iğrenen, halkı aşağılayan, İstanbul’u halka çok
gören bu faşist kafa o nedenle sürekli YIKMAKTADIR.
Tekellerin krizinin derinleşmesi ile birlikte, vurgun ve talanın
yoğunlaştığı alanların başında, konut sektörü gelmektedir.
Bu alan büyük vurgunlara tekeller için yağmaya
açıktır.
O nedenle, halkın oturduğu mahallelerin ele geçirilerek bu
arazilerin paraya çevrilmesi, buralara gökdelenler, alışveriş
merkezleri yapılması, tekellerin talanının başında gelmektedir.
Bugün
İstanbul başta olmak üzere, birçok şehirde binlerce lüks
bina, siteler yapılıyor, adeta yeni şehirler kuruluyor. Bunları,
günlük gazetelere verilen ilanlarda, tekellerin reklamlarında,
büyükşehirleri birer dev şantiyeye çeviren
TOKİ’nin, yapılarında görebiliriz. 
TOKİ ve tekeller, hoyratça saldırmakta, bütün yeşil
alanları, bütün değerli arazileri yok etmektedirler.
TOKİ, kentleri talan eden, halkın en değerli topraklarını
üstüne geçiren halka ait arazilerin tekellere
devredilmesindeki en büyük kapitalist işletme haline
gelmiştir. 
 
Kan emici bir tekel; TOKİ
1984 yılında, “dar gelirliler için konut üretmek”,
“konut sorununu çözmek”, “sağlıklı kentsel
alanlar yaratmak” amacıyla kurulan Toplu Konut İdaresi bugüne
kadar söylediklerinin tam tersini yaptı.
Aradan geçen 26 yılda bırakalım TOKİ’nin yoksul ve
emekçi halk için konut üretmesini, halkın barınma
sorununu çözüp, sağlıklı kentler yaratmasını, tersine
halkın evlerini başlarına yıktı.
TOKİ’nin bugüne kadar halk için yaptığı konutlar
kullanışsız, halkın barınma sorununu çözmeyen konutlar
olmaktan öteye gitmemiştir.
AKP iktidarında, 2004’te Dünya Bankası’yla
yürütülen projeler çerçevesinde TOKİ’nin
yasal konumu da emperyalist yağma ve talana göre uyarlanarak
değiştirildi.
TOKİ’nin ana ilkesi halka hizmet değil, kâr
etmektir. 
TOKİ’ye öylesine yetkiler verildi, öylesine bir
güç haline getirildi ki, Maliye Bakanlığı’nın, Arsa
Ofisi’nin, belediyelerin elinde olan kamu arsaları otomatikman
TOKİ’ye devredildi. Bu yetkilerle, örneğin İstanbul’da
Tozkoparan, eski gecekondu önleme bölgeleri, Karanfilköy gibi
en değerli, rantı çok büyük olan bölgelerin, planlama
ve söz hakkı TOKİ’ye geçti. TOKİ’nin elinde
böyle yüzlerce kamu arazisi, arsası birikti. TOKİ, 2002
yılından itibaren lüks konutlar yaparak, halkın değil,
orta burjuvazinin ve asalakların konut ihtiyacını karşılamış,
oligarşinin askeri güçleri için Doğu ve
Güneydoğu’da jandarma karakolları yapmıştır.
Jandarma karakollarının sağlamlığı ile övünen
TOKİ’nin Elazığ’ın Kovancılar İlçesi Okçular
Köyü’nde halka yaptığı 140 konuttan 20’sinin
çatısı ilk fırtınada uçtu. Tayyip Erdoğan’ın 7
Kasım 2010’da halka dağıttığı evlerin içine kar dolunca
halk komşularına sığınmak zorunda kaldı. Halk bir kış bile
geçirmeden evler dökülmeye başladı.  
Asalaklar için lüks ve pahalı evler, sağlam karakollar inşa
eden TOKİ’nin halk için yaptığı evler işte böyle
baştan savmadır.
Devletin TOKİ projesi iflas etmiştir. 
TOKİ, elindeki yetkileri, pahalı dev projeleri yapacak gücü ile
doğrudan AKP’nin arpalığıdır. AKP, yıkımları da, asalaklar
için özel siteleri ve şehirleri, tekellerin ihtiyaç
duyduğu projeleri de TOKİ üzerinden yürütmektedir.
TOKİ’nin elinde bulunan parasal güç AKP’liler
tarafından idare edilmektedir.
Hırsızların, sapıkların, vurguncuların partisi AKP ve AKP’liler,
TOKİ üzerinden büyük vurgunlar vurmaktadır.  TOKİ
aynı zamanda vurgun ve yağmayı perdeliyor.
TOKİ’ler halk için değil, asalaklar için vardır.
Bugün ise kan emici bir tekel olarak, halkın topraklarını gasp
etmekte, asalaklar lüks içinde yaşasın diye yeni şehirler
inşa etmektedir.
 
*
“...böyle güzelleştiriyorlar!”
“Şu anda İstanbul'da yıkmaktan daha güzel bir şey
yok.” diyerek yoksul halkın evlerini yıkan  halk
düşmanları, kendileri için İstanbul’u
“güzelleştiriyorlar”...
Nasıl mı?
“Açık ve kapalı yüzme havuzu- Fitness Center- Step,
aerobic, plates merkeziTürk hamamı- Masaj odaları- Sauna-Basketbol
sahası- Çocuk kulübü ve parkı- Koşu ve
yürüyüş parkurları-Site lokali- Kuaför....”
“...Aydos Ormanları ’nın yanıbaşında, yüzde 85’e
varan yeşil alanla kaplı, yapay göletle, eksiksiz sosyal ve sportif
tesisler ile Teknik güvenlikten...” 
İşte böyle,  ASALAKLARIN keyif çatacakları pahalı evler
yaparak,  HALKIN KANINI EMENLER rahat ve lüks içinde
yaşasın diye içlerinde sadece “kuş
sütünün” eksik olduğu evler, villalar, siteler yaparak
“güzelleştiriyorlar”...
 
*
DİRENMELİYİZ, çünkü;
- 2009 yılında sadece İstanbul’da 80 binin üzerinde
satılamayan lüks konut stoğu oluştu. 
Bunları, evlerimizi yıkarak, bizi çalıştırarak, bizi
sömürerek, bizim olan topraklara yaptılar.
Bizim olanı bize vermiyor, bize çok görüyorlar!
-TOKİ sadece İstanbul’da metrekare fiyatı 13 bin 500 dolara kadar
çıkabilen 45 bin lüks konut
inşa etti. 
Yani TOKİ, 100 metre karelik bir evi, 1.5 milyon dolara kadar çıkan
fiyatlarla satıyor.
Ama Ayazma’da sokağa attıkları 18 aileye 18 daire
bulamadılar!
 
                  
                     
                     
                     
     ***
 
YİYİCİLER YIKARKEN,  DEVRİMCİLER MAHALLELER
KURDULAR
 
Önceki bölümden:
Kan emiciler, “... yıkmaktan daha güzel bir şey yok”
diyerek yıkacaklarını saklamıyorlar. Güzel dediklerinin yağma ve
talan olduğunu; bunun karşısında yapmamız gereken tek şeyin “Yeni
direniş mahalleleri yaratmak” olduğunu anlattık. 
Halkın barınma sorununun yıkarak çözülemeyeceğini,
çözümün neden yerinde ISLAH olduğunu
gerekçeleriyle ortaya koymaya çalıştık. 
Kan emici tekel TOKİ’nin halka karşı yürütülen
yıkım politikasındaki rolünü sergiledik. Ve dedik ki, yıkım
karşısında halkın sahip olduğu tek silah, DİRENİŞtir.
 
Gecekondu mahallelerinde yoksul halk ile oligarşi arasındaki her tür
çelişkiyi görmek mümkündür.
YIKIMLAR, oligarşinin halka karşı sürdürdüğü
saldırı politikalarının bir parçası olarak, bu çelişkinin
en yoğunlaşmış, en şiddetli halidir. 
Çatışmanın bir tarafında oligarşik iktidar varken, diğer
tarafında yoksul halk ve devrimciler vardır.
Oligarşinin kiralık kalemleri, yoksul halkla devrimcilerin bu
birlikteliğini çarpıtmak, devrimcilerin bir alternatif olduğunu
muğlâklaştırmak için, “devrimcilerin gecekondulaşmayı
savundukları”  demagojisini yaptılar.
Gerçekte ise, devrimciler gecekondulaşmayı değil, barınma
hakkını savunuyorlardı... 
Devrimciler halkın barınma sorunu için çözümler
ürettiler
Şehirlere zorunlu göçlerin yoğunlaşmasıyla konut sorunu da
yoksul halkın temel taleplerinden biri haline gelmiştir. Bu sorunun düzen
içinde köklü  bir çözümü  olmamakla
birlikte, devrimci hareket halkın bu talebine sahip çıkarak kimi
çözümler üretebilmiştir.
Yoksul halkın barınma sorununu düzenin türlü hesaplarla
kullanmaya, yıkımlarla yoksul konduları yıkmaya çalıştığı
yıllarda, devrimci hareket, bir yandan direnişleri örgütlerken,
bir yandan da örgütlü olduğu yerlerde yoksul halkla birlikte
mahalleler kurmuştur.
“Bu çalışmaların başında devletin ya da büyük
şirketlerin arazilerine emekçi halkla birlikte el konarak, buralarda
ev yapımının örgütlenmesi gelir. El konulan arazilerde belirli bir
plan çerçevesinde gerçekleştirilen ev yapımı ile yeni
mahalleler kurulmuştur.” (Haklıyız Kazanacağız, cilt: 1, syf:
57)
Yeni mahalleler, mahallelerde örgütlenen “Halk
Komiteleri”ne inisiyatif vererek kuruldu. Kurulan mahallelerin
projelerini devrimciler çizdi. Parseller, bir ev için
ayrılacak alan, halkın ihtiyaçları hesaba katılarak eşit olarak
belirlendi.
Yine elektrik, su, kanalizasyon gibi temel sorunlar halkla birlikte
çözülmeye çalışıldı. Halk devletin tek bir
çivi çakmadığı mahallelerde yolunu bile kendi
imkânları ile yaptı.
Parseller, gerçekten ihtiyaç sahiplerine, araştırılarak evi
olmayan yoksul halka dağıtıldı. Evlerin yapımı hep birlikte
örgütlendi. Özellikle
Dev-Gençliler, yoksul halk ile birlikte inşaatlarda
çalıştı.
Tüm bu çalışmalar, polisin, sivil faşistlerin, arazi
mafyalarının saldırıları altında ve yıkımlar
sürdürülürken yapıldı. Sonuçta; devrimcilerin
yol göstericiliğinde, okulu, yolu, suyu, elektriği, sağlık odası
olan, asgari düzeyde altyapıya sahip yeni mahalleler kuruldu. 
Bu yıllar devrimciler açısından da eğitici, öğretici
yıllar olmuştur. Yoksul halkın yaşadığı mahallelerdeki
çalışma devrimciler açısından bir okul işlevi
gördü.
Devrimcilerin yol göstericiliğinde kurulan mahalleler bütün
saldırılara karşın, devrimcilerin damgasını taşımakta, kimi
geleneklerini sürdürmektedirler. 
Buralarda sadece evlerin yapımı ile yetinilmemiş,  halkın
yaşamını sürdürebilmesi için kimi düzenlemeler de
yapılmıştır.
Halk Komiteleri aynı zamanda halkın mahalleleri yönetmek için
oluşturdukları demokratik örgütlenmelerdir. Mahallenin sorunları
bu komitelerde tartışılarak, yapılacaklar belirlenmiş, kararlar kitlesel
toplantılarda alınmıştır.
Devrimci hareket, birçok yerde kurulmuş bulunan gecekondu
mahallelerinde de, yolsuz, elektriksiz, susuz yaşayan gecekondu halkının
taleplerini sahiplenmiş, bu talepler doğrultusunda mücadeleler,
direnişler örgütlemiştir. Bu mahallelerde de arazi mafyasının
soygunculuğuna ve belediyenin yıkım saldırılarına karşı da halkın
direnişini örgütlemiş, halkın kondularının yıkılmamasını
sağlamıştır. 
 
Yoksul halk gecekondulara layık değildir!
Devrimciler elbette halkın sağlıksız çevre koşullarında,
insanca ihtiyaçlarını karşılamayan, alt yapı düzenlemelerin
den sosyal kültürel imkânlardan yoksun yerlerde yaşamasını
istemezler. 
“Çarpık kapitalist düzen halka sağlıklı konutlar
veremiyor, o halde biz de gecekondulara razı olalım” politikasını
devrimciler hiçbir zaman savunmadılar. Bunu savunmak demek, halkın
sağlıksız konutlarda yaşamasını çözüm olarak
görmek demektir.
Bu politikayı onaylamak demek; düzenin bu yola ittiği çaresiz
milyonlarca insanın çaresizliğini onaylamak demektir. Yoksul halkın
ilkel koşullar da yaşamaya mahkum olmasını kabullenmek
demektir. 
Ancak sağanak yağmura yakalanan birisinin bir saçak altına
sığınması ne kadar doğal bir haksa, ailesi ve çoluk
çocuğu ile sokakta kalan insanların kendi yaptıkları bir konduya
sığınmaları da o kadar doğal bir haktır. 
Devrimciler işte yıllardır bu hakkı savundular, bunun için
mücadele ettiler ve bu hakkı daima savunacaklar.
Düzen başını sokacak bir odadan bile mahrum bıraktığı insanlara
daha iyi yaşayacakları birer konut veremiyorsa, o düzeni değil,
yoksul halkı ve halkın gecekondu yapma hakkını savunmak gerekir.
Devrimciler halkın çaresizliğinden vurgun vuran gecekondu
mafyacılarını, faşist çeteleri, malına mülküne
yenilerini eklemek isteyen, aç gözlü
spekülatörleri değil, yoksul halkı savundular.
Devrimciler tüm bu saldırılara karşı mücadele eden, baskıya,
yıkıma, dayağa, her türlü faşist şiddete uğrayan halkın
yanın da yer almayı görev kabul ettiler.
Çünkü haksızlık ve adaletsizlikten başka bir şey
vermeyen çarpık düzenin karşısında haklı olan
halktır. 
Aslında halka karşı olan çarpık düzendir. Devrimciler,
düzenle yoğun çelişkileri olan emekçilerin, yoksul
halkın fabrikalarda, iş yerlerin de, mahallelerinde, köylerinde
demokratik talepler için süren mücadelesinde
çıkarları düzen ile çelişen emekçi halkı
savundular. 
Gecekondulaşma çok açık ki, halkın konut sorununu
çözmeyen çarpık kapitalist düzene özgü bir
sorun dur. Çarpık kapitalist düzen bu sorunu
çözümsüz bırakıp gecekonduları yıkarak
adaletsizliği daha da büyütmektedir. 
Devrimciler ise tam tersine, yoksul halkın barınma hakkı için
mücadelesini sahiplenmişlerdir. Ve bu sorunun
çözümü için somut adımlar atmışlardır.
Devrimciler, oligarşinin  “yıkım
çözümü” ne karşı, halkın sağlıksız
konutlarının yerinde ISLAH edilerek yaşanır hale getirilmesini
savunmaktadır. Ancak nihai çözüm ancak bir halk
iktidarında insanca yaşam koşullarının sağlanması ile
gelecektir.
Devrimcilerin işinin halka gecekondu yapmak olmadığı
açıktır.
Keza “kentsel dönüşüm” aldatmacasına sahip
“bireysel anlaşmalar” imzalamanın da çözüm
olmayacağı açıktır.   Bireysel çözümlerle
halkı oyalamak devrimcilerin işi değildir.
Bu olsa olsa reformistlerin düzen içi
çözümleridir.
Düzen halkı bir yandan günlük maişet derdi içinde
tutar, kısır bir döngüde ezerken; öte yandan bireysel
çözümleri de “kurtuluş” olarak
göstermektedir. 
Düzen yoksul halka “kendi başını kurtar ” mantığı ile
yaklaşarak onları zehirliyor. Böylece sadece kendi başını, kendini
kurtarma derdine düşmüş insanları kendi başına bırakıp
kolayca ezip sömürmek hesabı yapıyor.
Önemli olan halkın kendi sorunlarını çözmek için
birlikte mücadele etmesini öğrenmesi ve bunun için
örgütlenmesidir. Bugün 1 milyon evin yıkılacağı
düşünüldüğünde, saldırının boyutu hesaba
katıldığında birlikte mücadele etmenin anlamı daha iyi
kavranacaktır.
Halka konut sorununun çözümün de gösterilebilecek
en doğru çözüm açların, yoksulların kendi
güçleriyle sürdürecekleri mücadelelerini birlikte
örgütlemek, yol göstermektir.
Devrimciler yoksul halka yol göstermekten, mücadelenin en
önünde olmaktan ve bu konuda her türlü
fedakârlıkta bulunmaktan kaçınmadılar bugüne
kadar.
Halk Cephesi gecekondu inşaatçılığını değil, yoksulların
kurtuluşunu savunmaktadır
Yoksullar, birçok yerde yarın öbür gün dozerlerin
kapılarına dayanmasını, kapı dışarı edilmelerini
bekliyorlar. 
Halk Cephesi, yoksul halka “gecekondu yapılmasını”
savunmuyor.
Yoksul halka yıkımlara karşı var olan evlerini korumak için
mücadele edilmesi çağrısı yapıyor. 
1 milyon evin yıkılacağı İstanbul başta olmak üzere, yıkım
saldırılarının olduğu her yerde büyük direnişler için
hazırlanılmasını istiyor. Halkın barınma sorununu savunuyor Halk
Cephesi.
Halk Cephesi, evlerimizi ancak büyük direnişler için
örgütlenerek, gerekirse barikatlarda dövüşmeyi,
gerekirse şehitler vermeyi göze alarak koruyabileceğimizi
söylüyor.
Bu konuda ülkemiz mücadele tarihinde ders alınabilecek onlarca
direniş vardır. Yapılacak tek şey, örgütlenmek ve
mücadeleyi sürdürmektir. 1 milyon eve yönelen
büyük yıkım saldırısı, ancak yoksulların ortak
mücadelesi ile boşa çıkarılabilir.
Yoksul gecekondularda sayısız direniş yaratıldı
Devrimci hareket çarpık kentleşmenin ortaya çıkardığı
çeşitli sorunların çözümünde, halka yol
göstermiş, çözümler üretmiştir. 
Halkın yaşadığı her sorun devrimciler tarafından sahiplenilmiş,
yoksul halk ile birlikte alternatif çözümler
üretilmiştir. Örneğin, gecekondu mahallelerinde su sorununun
çözümü için su borularının
döşenmesinden, su depolarının yapımına, akmayan sular için
eylemlerin örgütlenmesine, açıktan akan lağım sularının
kurutulmasında, kanalizasyon şebekesinin döşenmesinde, elektrik
getirmek için elektrik direği dikiminde, sağlık odaları
kurulmasında, kooperatifler kurularak tüketim maddelerinin halka ucuz
olarak dağıtılmasında, yolları kaplayan çamurların
kurutulmasında devrimci hareket hep yoksul halkın yanında olmuştur.
Gerek yoksul halkın mahallelerde yaşadığı sorunlarının
çözümü doğrultusunda, gerekse de iktidarların
tüm halka yönelik saldırılarına karşı sayısız eylemler
yapılmış, talepler dile getirilmiştir. 
Halk, bu mücadeleler ve halk komitesi, halk meclisi gibi kendi
örgütlenmeleri içinde yer alarak, düzeni ve kendisini
tanımıştır.
Halk yıkım ve direnişler içinde, devlet gerçeğini
görmüş, devletin halkın çalışma hakkını, konut
hakkını ve bütün olarak insanca yaşam koşullarını sağlamak
konusunda tek bir adım atmadığına tanık olmuştur.
Tüm bunların sonucu, halkın kendi sorunlarını çözmenin
örgütlü mücadeleden geçtiği bilincine adım adım
ulaşmasıdır. Bu faaliyetler içinde, halk düzen partilerinin
halk düşmanı yüzünü görürken, devrimcileri de
tanımıştır.  
Oligarşinin yıkım saldırılarına karşı buralarda onlarca direniş
yaratıldı. Bu direnişlerle oligarşinin saldırıları
püskürtüldü. 
Özellikle 1980’lerin başında yoksul halkın yaşadığı
mahalleleri hedef alan polis saldırılarının yoğunlaşması ile birlikte
saldırılara karşı eylemler, direnişler örgütlendi. 
Gecekondu bölgelerindeki direnişler ve örgütlenmeler,
1990’larda daha da yaygınlaşacak ve yoksul gecekondular, halkın
mücadelesinde daha da öne çıkacaktı... 
 
*
Direnişte büyüyor çocuklarımız!
Sevcan...
Yapraktaki yeşil benim
Okuldaki bahçe benim
Direnişte doğdum da ben
Adım ondan eylem benim
(Armutlu’da doğdum da ben adım ondan eylem benim)
 
Yedi yaşında dillerim
Yedi yaşında düşlerim
Panzer ezdi yüreğimi
Donup kalan gözler benim (...)
 
*
ARSALARI, İNŞAAT SEKTÖRÜNÜ TEKELLERE TESLİM
EDENLER, HALKIN KONUT SORUNUNU ÇÖZEMEZ!
Kapitalizm için kara, paraya çevrilmeyecek hiç bir
toplumsal ihtiyaç yoktur.
Aslında TÜM ULUSA AİT OLAN TOPRAĞI, ARSA adı ile parçalara
ayırıp ÖZEL MÜLKİYETİN ELİNE VEREREK artık tıka basa dolan
ve arsa değerleri iyice artan kentleri, tekellere, tekellerin doymak bilmez
kâr hırslarına teslim etmiş oluyorlar. 
Kentleri, inşaat ve emlak sektörünü, arsa
spekülatörlerinin, inşaat tekellerinin ellerine teslim eden
SİSTEMİN KONUT SORUNUNDAKİ TEMEL ÇELİŞKİSİ,
BURADADIR. 
Tekeller halkın ihtiyaçlarını değil, yalnız ve yalnız karı
esas alır. Bütün topluma ait bir zenginliği, yani arsaları,
inşaat kapitalistlerinin, spekülatörlerin ellerine teslim edip,
ondan sonra da onlardan konut sorununu çözmelerini beklemek,
kapitalizmin doğasına aykırıdır. 
Peki devlet, kendisi çözebilir mi? Onun cevabı da hayır;
çünkü devlet, kapitalistlerin devletidir ve artık
günümüzde hiçbirinin emperyalist tekeller ve
işbirlikçilerinin dışında davranma “özerkliği”,
en dar anlamda bile yoktur. 
Bu yüzden; inşaat, emlak sektörünün tekellere teslim
edildiği noktada, artık konut sorununa çözüm, ihtimal
dâhilinde bile değildir.
 
                  
                     
                     
                     
               
 ***
Uzlaşmadık, anlaşmadık, yıktırmadık!
KONDULARIN TARİHİ DİRENİŞ TARİHİDİR
 
Önceki bölümden:
Yiyicilerin tek işi yıkmaktı.
Halkın barınma sorunu, hiçbir zaman onların gündemi
olmadı. Devrimciler ise halkın barınma sorununu sahiplendi,
 çözümler ürettiler.
Devrimcilerin yoksul, evsiz göç ettirilmiş halkın barınma
sorununa çözümlerini ve bu konudaki mantığını
anlatırken, bu çerçevede Halk Cephesi’nin gecekondu
inşaatçılığını savunmadığını hatırlattık. 
Devrimcilerin önderliğinde kurulan mahallelerde oluşturulan
“Halk Komiteleri”ni, “Halk Meclisleri”ni özetle
de olsa anlatmaya çalıştık...
 
Yıkımlara karşı örgütlenen direnişler sonucu oligarşi
çoğu zaman geri adım atmak zorunda kaldı. Gecekondu halkının
evlerini sahiplenip, direnmesi, oligarşinin planlarının bozulmasına, yer
yer yıkım saldırılarını gerçekleştiremez hale düşmesine
neden oldu.
O nedenle, yıkımları haklı göstermek için burjuva basın da
kullanılarak yoğun bir ideolojik saldırı sürdürüldü.
Oligarşi, yoksul halkın evlerini başlarına yıkmayı haklı
göstermek için her türlü demagojiye, düzmece
haberlere, yerine getirilemeyecek vaatlere sundu. 
Yalanlarının başında “Gecekonduların bir terör
yuvası” olduğu, buralarda “ yasadışı örgütlerin
üslendiği” halkı kışkırttıkları, direnenlerin
 “gecekondu halkı değil, çoğu dışarıdan gelen
teröristler” olduğu geliyordu... 
Yalanların aksine, yıkımlara karşı direnişler boy verdi. Halkın
örgütlü olduğu mahallelerde devrimcilerin önderliği ile
direnişler daha güçlü gelişti. Devrimci bir
örgütlenmenin olmadığı bölgelerde de, halk, yıkımlara
karşı evini sahiplenme temelinde direnişler örgütledi.
Yeri geldi, evini yıktırmamak için dozerin önüne yattı
halk. Keserim diyerek çocuğunu kondusuna kalkan yaptı. Bir şişe
benzini üzerine döküp, “yıkarsanız, kendimi
yakarım” diyerek, elindeki çakmak ile kondusunu korumaya
çalıştı.
Yıkımlar karşısında öfkelerinin doruğa çıktığı noktada
ise gecekondu yıkımcılarını taş ve sopalarla kovalayarak, geri
püskürttüler.
 
Bedellerle, direnişlerle yaratılan
Küçükarmutlu
Oligarşinin 20 yılı aşkın bir zamandır yıkmaya çalıştığı
ama bir türlü sonuç alamadığı
Küçükarmutlu, sınıfsal çelişkilerin ve
sömürünün tüm çıplaklığıyla görüldüğü  ve
yaşandığı bir bölgedir. 
Hemen yanı başındaki burjuva asalakların yaşadıkları Etiler ve
tekellerin gökdelenleriyle, iş merkezleriyle “komşu” olan
Küçükarmutlu halkının kadınları, yaşamlarını
sürdürebilmek için o asalakların evlerine temizlik yapmaya
giderler.
Küçükarmutlu, 1988 yılında İstanbul'a
göç edip burada ayakta kalmaya çalışan yoksulların
kondularıyla oluşmaya başladı. 
İlk kondular yapıldığı günden itibaren de sürekli olarak
saldırı ve baskılarla karşılaştı. Faşist arazi mafyasının ve
polisin saldırıları altında kaldı Küçükarmutlu
halkı. 
Devrimci hareket yoksul halkı örgütleyerek saldırılara karşı
mücadeleyi adım adım büyüttü. Devrimcilerin
önderliğinde adım adım büyüdü
Küçükarmutlu. Hem mahalle büyüdü, hem
Küçükarmutlu’nun örgütlü
direnişi. 
1990 Temmuzunda Küçükarmutlu’ya yönelik
saldırıya karşı barikatlar kurularak direnilmesi ve bu direnişte
Hüsnü İşeri’nin şehit verilmesi, gecekondulardaki
mücadelenin nasıl şiddetli ve militanca geçtiğinin de
göstergesiydi. Bu direnişin ardından polis, mahallenin etrafındaki
kuşatmayı kaldırdı. Şehit verilerek, direnilerek kazanılan bir zaferdi
bu.
Küçükarmutlu’da halka saldıran, halkı
göç ettirmek için evlerini kurşunlayan, faşist
mafyacılara karşı da devrimci hareket tarafından çeşitli eylemler
ve cezalandırmalar yapıldı. Faşist çete artıkları bölgeden
böyle kovuldular.
Yoksul gecekondularda mücadele yükseliyor
Devrimci hareketin gecekondulardaki örgütlenme ve mücadelesi,
12 Eylül faşist cuntası ile belli ölçülerde gerileyip
kesintiye uğrasa da, devrimci hareket gecekondulardan hiçbir zaman
çekilmedi. Zaten o yıllarda devrimciler için en iyi barınma
alanı da, en iyi çalışma alanı da yoksul gecekondu semtlerinden
başkası değildi.
Bu yıllarda sağlanan sürekliliğin ve yaratılan direniş
geleneklerinin sonucunda, 1990’ların başında İstanbul’un
yoksul gecekondu halkının mücadelesi, devrimci hareketin
önderliğinde büyük bir gelişme gösterdi. Halkın başta
yol, su sorunu olmak üzere tüm diğer sorunları için
kitlesel ve ısrarlı eylemler örgütlendi. 
Gecekondu yoksulları, önce devrimci hareketin önderliğiye
kurulan GEYAD (Gecekondu Halkıyla Dayanışma Derneği) çatısı
altında örgütlendiler. 
GEYAD üyeleri defalarca gözaltına alındı, işkencelerden
geçirildi.
GEYAD kapatıldı. Ancak bunlar da gecekondu halkının mücadelesini
engelleyemedi. Gecekondu halkının örgütlenmesinin ve
mücadelesinin ikinci aşamasında hemen tüm gecekondu semtlerinde
ayrı ayrı dernekler kuruldu. Derneklerin yaygınlığı, yoksul gecekondu
halkının mücadele ve örgütlenmesinin devrimci hareketin
önderliğinde nasıl yaygınlaşıp güç kazandığının da
göstergesiydi. 
1990’ların başlarında kurulan bu dernekler şunlardı. AKAD -
Alibeyköy, BAHKAD - Bakırköy, BEYKAD - Okmeydanı, BİKAD -
Beykoz, ÇİHKAD - Bağcılar Çiftlik, EKAD - Esenler, GAZİ-DER
- Gazi, GOPKAD - Gaziosmanpaşa, GÜLKAD - Gültepe, HAKAD -
Haliç, KAR-DER - Kartal, KKDD - Kadıköy, SULKAD -
Sultançiftliği, SKDD - Samandıra, ÜM-DER - Ümraniye,
YEN-DER - Yenibosna, EMEKADBeyazıt, MAK-DER - Ankara Mamak, ALKAD - Ankara
Altındağ, ESKAD - Eskişehir, BEMEKAD - Bursa...
1990’ların başında İstanbul’un gecekondu semtlerinde yoksul
halkın yaşadığı ciddi bir su sorunu vardı. Halk bir tas suya
muhtaç hale getirilmişti. Haftalarca sular akmıyor, sık sık
kesiliyordu.
Devrimci hareket halkın su sorunundan hareketle birçok mahallede
binlerce insanı harekete geçirdi. 
Yoksul halkın su talebinin karşılanması için haftalar boyunca
yürüyüşler, gösteriler yapıldı. Susuzluğun sorumlusu olan
belediyeler halk tarafından basıldı. O güne kadar birbirinden ayrı
eylemler yapan çeşitli semtlerdeki yoksul halk, bu
süreçte birçok eylemde birleşti. Yoksul gecekondular ilk
kez bu kadar birlikte hareket ediyorlardı... Bunu sağlayan devrimci
önderlikti. 
Oligarşinin gecekondular korkusu ve Halk Meclisleri
Oligarşi, yoksul halkın yaşadığı gecekonduları hep “patlamaya
hazır bir barut fıçısı” olarak görmüş,
politikalarını da ona göre belirlemiştir.  
Oligarşinin yoksul halktan korkusu Gazi ayaklanması ile doruk noktasına
çıkmıştır. Gazi ayaklanması aynı zamanda gecekondu halkının
neden örgütlenmesi gerektiğini bir kez daha herkese
göstermiştir.
Yoksul gecekondu halkının mücadelesi sadece yıkımlara karşı veya
sadece yol su için mücadeleyle sınırlı değildi. Gecekondular,
infazlara kayıplara karşı mücadeleden, emperyalizmin körfez
saldırısına karşı eylemlere, Eminönü işçilerinin
direnişinin desteklenmesinden 3 Ocak genel grevine katılıma kadar,
mücadelenin başka alanlarında da yerlerini almışlar, bu konularda
yürüyüşlerden kepenk kapatmaya kadar çeşitli eylemler
yapmışlardır. 
Oligarşi mahallelerde bir yandan devlet terörünü
sürdürürken diğer yandan da yozlaşma politikalarını
dayattı. Yoksul halkın çocuklarını uyuşturucu, alkol, fuhuş ile
zehirlemeye çalıştı.
Bu dönemden başlayarak, yozlaşmaya karşı sürdürülen
mücadele ile bu saldırılar boşa çıkarılmaya
çalışıldı.
Yozlaşmanın odağı haline getirilmek istenen Okmeydanı’nda,
1996’da barlara, payvonlara karşı sürdürülen
eylemlerle somut sonuçlar alınabildi.
Bar, pavyon, kumar, fuhuş, uyuşturucu... Tüm gecekondulara
yönelmiş tehditler olarak, halkın her kesimini ilgilendiren bir
saldırıydı. Bu anlamda da devrimci hareketin önderliğinde gecekondu
semtlerinde yozlaştırmaya karşı mücadele bugünlere kadar
sürdürülegelmiştir. 
1990’ların ortalarında bir yandan bu mücadeleler verilirken,
bir yandan da mahallelerde Halk Meclisleri oluşturulmaya
çalışılıyordu.
İlk olarak 1996 Ekim’inde Gazi Halk Meclisi kuruldu. Halkın
gücünü, taleplerini birleştireceği örgütlenmeler
olarak Halk Meclisleri, kısa sürede gecekondu semtlerinde
tartışılmaya, hayata geçirilmeye başlandı. 
Halk Meclisleri, halkın taban örgütlenmeleridir. Halkın
kendisini ilgilendiren, günlük sorunlardan başlayarak hemen
tüm sorunlarını tartıştığı, çözüm yolları
bulduğu, halkın iradesini ortaya çıkaran
örgütlenmelerdir. Gazi’yi Nurtepe’den
Okmeydanı’na, Bağcılar’dan Sarıgazi’ye kadar
birçok semtte Halk Meclisleri’nin veya girişimlerinin
kurulması izledi. 
 
Yıkımlara karşı kampanya
2000’li yılların başına gelindiğinde de İstanbul’un yoksul
kondularına yönelik saldırılar sistemli bir biçimde
sürdürülmekteydi.
Devrimciler, yıkım saldırıları karşısında gecekondu halkı ile
birlikte direnişler örgütlediler. Birkaç örneği
hatırlatalım. 
2005 gecekondu yıkımlarının yoğunlaştığı bir yıldı. İstanbul
Altınşehir Bayramtepe Mahallesi'nde yıkım saldırısına karşı 10
Temmuz 2005'te devrimcilerin önderliğinde kurulan barikat 2
gün boyunca kaldı. 
Yine aynı ay içinde İstanbul Pendik Kurtköy'e bağlı
Cambaztepe halkı yıkımlara karşı günlerce devrimciler ile birlikte
barikat başındaydı.
Saldırganlar barikatlar karşısında yıkımı tamamlayamadan
çekilmek zorunda kaldılar.
Bir başka saldırı ve direniş,  21 Temmuz 2005’de Okmeydanı
Kulaksız’da yaşandı.
Güzeltepe’de yıkımlara karşı kurulan barikatlara polis
saldırdı. Okmeydanı Kulaksız’da  25 Temmuz’da
 yıkımlar sürdü.
Pendik Aydos’ta halk yıkım saldırısını
püskürttü. 
Yıkım saldırılarındaki bu yoğunlaşma karşısında Temel Haklar
Federasyonu, 24 Eylül 2005’ten itibaren "Yıkımlara Karşı
Gücümüz Birliğimizdir" kampanyasını başlattı.
Federasyona bağlı 20’ye yakın derneğin katılımıyla
İstanbul’un hemen tüm gecekondu semtlerinde yıkımlara karşı
çalışmalar, örgütlenmeler, direnişler
gerçekleştirildi. 
Kampanya, “acımadan yıkın” diyecek kadar halka karşı
düşmanlaşmış iktidarın saldırganlığına karşı,
“Yıkımlar Durdurulsun” talebiyle halkın barınma hakkı
temelinde örgütlenip mücadeleye kanalize edilmesini
amaçlıyordu. 
“Kent sel Dönüşüm Projesi” adı altında
sürdürülen yıkımlara karşı başlatılan kampanyanın ilk
eylemi, 24 Eylül’de evleri yıkılan yoksul halkın
çadırda yaşadığı Nurtepe-Güzeltepe Son Durak’ta
yapıldı. 
Kampanya çerçevesinde yoksul gecekondu mahallelerinde on
binlerce bildiri dağıtıldı, afişler asıldı, gecekondu halkını
yıkımlara karşı bilgilendirmek için paneller düzenlendi,
gösteriler, yürüyüşler yapıldı. 
Diziyi hazırlarken yaptığımız araştırma bir kez daha ortaya koydu ki,
sadece 2005-2010 arasında İstanbul’da yıkım saldırısına veya
tehdidine maruz kalmayan hemen hiçbir yer yoktur. Bu semtlerin listesi
yıkım saldırısının ne kadar kapsamlı olduğunu, halkın oturduğu
hiçbir semtin bu saldırının dışında olmadığını gayet
açık gösteriyor. 
Sadece bu yıllar içinde İstanbul Gülsuyu’nda,
Aydos’ta, Eyüp’te, İkitelli’de, Bayramtepe’de,
Gazi’de, Okmeydanı Kulaksız’da, Güzeltepe’de,
Küçükarmutlu’da, Baltalimanı’nda,
Sultanbeyli'de, Esenler’de, Derbent’te, Maltepe
Başıbüyük’de, Esenyurt’ta,
Küçükçek mece Hazine Mahallesi’nde,
Tuzla’da, Sulukule’de, Ümraniye’de,
Altınşehir’de, Sancaktepe’de,  yıkımlar ve yıkım
girişimleri yaşandı. 
Keza, gecekondu yıkımları sadece İstanbul’la da sınırlı
kalmadı. Ankara’da Ege Mahallesi, Çöp lük Mahallesi,
Dikmen, Yakupabdal diye uzayıp gidiyor liste. Adana Sinanpaşa’dan
Gebze’ye, İzmir Buca Kuruçeşme’den, Antalya’ya,
Malatya Beydağı’ndan Milas’a kadar birçok yerde
gecekondu yıkımları gerçekleşti aynı sürede. 
Cepheliler, oligarşinin yıkım politikasına ilişkin olarak 6 yıl
önce şu değerlendirmeyi yapmıştı:
“Yıkımlara karşı duracağız. Sıranın bizim evlerimize de
geleceğinin bilinciyle; omuz omuza durarak karşı koyacağız yıkımlara.
Evlerimizin başımıza yıkılmasını ancak bu şekilde durdurabiliriz.
Direnmekten başka yolumuz yok. Evlerimizi yıktıklarında yerine yenilerini
yapmak da dahil, konut hakkımızı sonuna kadar savunacağız.”
(Yürüyüş, 2 Ekim 2005,sayı: 20)
Nitekim sıra bugün tüm yoksulların evlerine
gelmiştir. 
Yıkım saldırılarının topyekun bir hale geldiği
günümüzde daha büyük direnişlerin yaratılması
için örgütlenmek zorunludur. Yoksul halk gecekondularını
ancak örgütlenerek savunabilir... 
 
*
Kondularımızı şehitlerimizle savunduk
(23 Temmuz 1990) Akşam 21.00 sıralarında çoğunluğu kadın ve
çocukların oluşturduğu 400 civarında insanın yaşadığı
bölge, yüzlerce polis tarafından kuşatıldı.
Halk sindirilecek, işkenceden geçirilecek, böylece rahatlıkla
evleri yıkılacaktı. Halk tüm bunlara karşı tepede toplanmaya
başlıyor, direniş kararı alıp silaha karşı taşlarla direnmeyi
göze alıyordu.(...)
Polis şaşkındı! Böylesini beklemiyordu. Sözde geri
çekiliyordu!
Ama arkasına bakmadan, kelepçelerini, coplarını, şapkalarını
bile almadan. Hem de yerlerde yuvarlanarak, düşe kalka
kaçarak.
Polis binlerce mermi yakıyor, onu aşkın insanı yaralıyor, Hüsnü
İşeri şehit düşüyordu. Kazanan gecekondu halkıydı.”
 (Mücadele, 15Ağustos 1990, sayı: 2)
*
İmza Kampanyası...
Temel Haklar Federasyonu tarafın dan 2005 Eylülünde
başlatılan
“Yıkımlara Karşı Gücümüz Birliğimizdir”
 kampanyası çerçevesinde bir de imza kampanyası
yürütüldü. Tek tek gecekondu sahiplerinin imzasına
açılan dilekçenin sonun da şu talepler yer
almaktaydı; 
"1) Bu proje kapsamında yıkılması planlanan evlere dair YIKIMIN
DURDURULMASI
2) Üzerinde yıllardır yaşadığım evimin TAPUSUNUN TARAFIMA
VERİLMESİ
3) Kentsel dönüşüm projesinin İPTALİ 
4) Yerinde imar ve ıslah çalışmalarının
BAŞLATILMASI"
 
 
YÜRÜYÜŞ Dergisi'nin 245. ile 250. sayıları
arasında yayınlanmış olan yazı dizisinden...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder