21 Ocak 2011 Cuma

Tunus üzerine düşünceler / Murat Çakır

Tunus üzerine düşünceler
/ Murat Çakır

Tunus'daki heyecanlı gelişmeler, dünya kamuoyunun dikkatini Kuzey
Afrika ve Arap ülkelerine çevirdi. Gelen haberlere göre,
Arap ülkelerindeki egemenleri ayaklanma korkusu sarmış durumda.
Kuşkusuz 23 yıl boyunca halkını ve ülkesini yağmalayan bir tiranın
alaşağı edilmesi iyi bir haber ve emperyalizmin işbirlikçileri
olduklarını hergün yeniden kanıtlayan Arap egemenlerini
kaygılandıran bir gelişme. Ama gene de "şeytanın
avukatlığını"
yapmak ve bazı soru işaretlerine dikkat
çekmek doğru olur düşüncesindeyim.

Öncelikle belirtmeliyim: Arap ülkeleri uzmanlık alanım değil.
Ben de bir çoğumuz gibi kitle iletişim araçları
üzerinden bilgileniyorum. Bu açıdan değerlendirmelerin bir
fikir yürütme, soru sorma olarak algılanmalı.

Her ne kadar eski başkan Zine Abidin El Bin Ali'nin
akrabalarıyla birlikte apar topar Suudî Arabistan'a
kaçmasına sevindiysem de, Frankfurter Allgemeine
Zeitung
'da gördüğüm bir fotoğraf ve Avrupa yaygın
medyası ile AB elitlerinin gelişmelerle ilgili yorumları kafamı o derece
karıştırdı, sonuçta da bu yazıyı kaleme almama neden oldu.
Kafamı karıştıran fotoğrafta, modern giyimli Tunuslular sokak ortasında
duran bir tankın önünde, askerlerle birlikte gülerek poz
veriyorlardı. Aynı sayfada AB elitlerinin Tunus'daki gelişmelerden
hoşnut olduklarını belirten demeçleri ve İsviçre
Federal Konseyi
'nin, Bin Ali'nin İsviçre
bankalarındaki hesapları bloke ettiği haberi yer alıyordu.

AB söz konusu olduğunda, son derece şüpheci davrandığımdan,
aklıma hemen "Neden?" sorusu geldi. Neden dünyanın başka
köşelerinde halk ayaklandığında, o ülkenin egemenleri yanında
yer alan veya ancak - Ukranya ve Gürcistan'da olduğu gibi -
kendilerinin ön ayak olduğu "rejim değişiklikleri"nde
olumlu görüş bildiren AB elitleri, Tunus'daki ayaklanmadan
hoşnutlar? Neden, kendi sınırları içerisinde meşru demokratik
kurumları dişsiz kaplana çeviren ve dışpolitikasını
militaristleştiren AB, "Tunus'daki demokratik
dönüşümü destekleyecek tedbirler
hazırlıyoruz"
açıklamasını yapmaya gerek duyuyor?

Bunlar bir yana, gelelim asıl soruya: Tunus'daki olaylar,
Avrupa Arap Ligi'nin kurucusu Ebu
Jahjah
'ın sendika.org'da yayınlanan yazısında
belirttiği gibi "gerçek bir devrim" mi? Ve
Tunus İşçileri Komünist Partisi'nin
"ordu güçlerinin tamamı halktan oluşuyor"
tespiti gerçeğe uyuyor mu?

Nabi Yağcı bir yazısında, Tunus'daki değişimin
belirleyici gücünün orta katmanlar olduğunu vurguluyordu. Bu
tespite katılıyorum. Ülkenin gelişiminin, orta katmanların artan
refahının ve rüşvetle koopte edildikleri sistemde karar
mekanizmalarına katılma istemlerinin, son günlerin gelişmelerini
tetiklediğinden kuşkum yok. Ama sorun bence bu değil. Sorun, bu
katmanların "devrimciliklerinin" nerede biteceğidir.

Diğer bir etken kuşkusuz ordudur. Ama KP'nin tespitine kesinlikle
katılmıyorum, çünkü ordu yönetimi gerçek bir
demokratik dönüşümün garantörü değildir,
aksine sınırlayıcı olması kuvvetle olasıdır. Ordu yönetiminin
halkın yanında görünüyor olmasının ardında, Bin Ali
rejiminin orduya değil, toplam 170 bin kişiyi bulan devlet güvenlik ve
polis aparatına dayanması yatmaktadır. Tunus genelkurmay başkanı
Raşit Ammar'ın emri altındaki asker sayısı
hiç bir zaman 35 bini geçmemişti. Tunus'lu generalleri
rahatsız eden, "sivil" güvenlik aparatının hem sayıca
fazla, hem de hayal bile edemedikleri imtiyazlarla donatılmış
olmasıydı.

Aparattan arda kalanların saldırılarına karşı konum alan ordu, doğal
olarak halkın sempatisini kazandı. Ama bu, ordunun yarın
"devletin bekası" için silahlarını halka
yönetlmeyeceğinin garantisi değil. Kaldı ki "tuzu
kuruların" siyasî temsilcileri, "devlet işlerinin
devamı"
için eski elitlerle ortak
çalışacaklarını açıkladılar bile. Hoş, ortak
hükümetin ömrü 24 saat bile olmadı, ama bu yönde
adım atmaya devam edeceklerinden şüphe duymamak lazım.

AB'nin hoşnut olması, ordu yönetimi ile yeni iktidar
"sahiplerinin" devlet yönetiminin kapitalist gelişme
süreci içerisinde devamını sağlayacaklarını
bildiklerindendir. Evet, bir tiran alaşağı edilmiştir. Ama
gerçekleşen bir devrim değil, henüz sınırı belli olmayan bir
değişimdir. Eğer, henüz son sözlerini söylememiş olan
yoksul halk ve emekçi kitleleri sadece elde edilenle yetinmekle
kalırlarsa, esaretlerinin değişen bir biçimde devam etmesini
onaylamış olacaklardır. Almanların deyimiyle, "eski şarap, yeni
şişede satılacaktır."

Bence Tunus'daki gelişmelerden şimdiden bir ders çıkartmak
olanaklıdır: O da, Rosa Luxemburg'un dediği gibi,
"ya lokomotif, tüm hızıyla tarihsel yokuşun en üst
tepesine kadar ilerleyecektir, ya da kendi ağırlığı ile hareket
noktasına geri dönecek ve yarı yolda zayıf güçleri ile
onu durdurmaya çalışanları uçuruma itecektir."

Uzun lafın kısası, hele bir yoksul kitleler son sözlerini
söylesin, o zaman neyin en olduğu ortaya çıkacaktır.

Kaynak: emekdunyasi.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder