Haiti Nasıl Terkedildi? /
1. bölüm
Geçen Ocak ayında yıkıcı deprem Haiti’de
Port-au-Prince’i vurduğunda, 250.000 insanı öldürdü,
300.000 insanı yaraladı, 250.000 evi tahrip etti, 1.5 milyon insanı
yerinden etti ve başkentin çok geniş bölgelerini enkaza
çevirdi.
Dünya halkları bu durum karşısında büyük bir
cömertlik gösterdiler. Para bağışladılar, kurtarma
çalışmalarında görev aldılar ve kendi ülkelerinden
Haiti’ye yardım eli uzattılar. Dünyanın en
güçlü hükümetleri, Birleşmiş Milletler ve sivil
toplum kuruluşları bağış fonları oluşturdular, destek vaatlerinde
bulundular ve Birleşmiş Milletler Özel Elçisi Bill
Clinton’un ağzından “Haiti eskisinden daha iyi bir şekilde
yeniden inşa edilecek” cümlesiyle söz verdiler.
Fakat her türlü ölçüt gösteriyor ki; bu
devletler ve kurumlar Haiti’de başarısızlığa uğradı ve
dünya halklarının cömertliğine ihanet ettiler.
Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) Haiti özel temsilcisi
Ricardo Seitenfus, İsviçre gazetesi Le Temps’e kızgınlıkla
“Uluslararası yardımda bir başarısızlık varsa, o da
Haiti’dir” dedi. Bu dürüstlük ânı
yüzünden OAS Seitenfus'u kovdu. Fakat Seitenfus haklıydı.
Haiti’nin geçen yılı, emperyal hayırseverlik mitini yerle bir
etti.
Birleşik Devletler ilk felakete 20 bin asker ile ve 17 gemiyle adayı
denizden kuşatarak tepki verirken, Küba ve Venezuela’nın da
içinde olduğu diğer ülkeler ve sivil toplum kuruluşları
yemek, su ve geçici barınak sağlamak için uğraştılar.
Fakat bu ilk dönemden bu yana, Port-au-Prince’de ve tüm
ülkede koşullar Haitililer için her geçen gün daha
da kötüleşti.
style="width: 330px; height: 220px; float: right;" />Miami Herald’a
göre Port-au-Prince’de hâlâ en az 810 bin insan
çadır kamplarında kalıyor. Söz verilen geçici
sığınakların sadece %15'i inşa edildiğinden, deprem
mültecilerinin geçici evler bulma konusunda umutları az..
Yeniden yapılandırmayı ise unutun. Yeni ve kalıcı yerleşim için
Port-au-Prince’deki enkazın %5’i bile henüz
temizlenmedi.
Sivil toplum kuruluşları milyonlarca dolar topladılar, fakat bu
kuruluşların çoğu gelecekteki projelerinde kullanmak üzere bu
fonun üstüne yattı. Örneğin Kızıl Haç Haiti
için 479 milyon dolar bağış topladı, fakat bu paranın sadece 245
milyonunu yardım projelerine harcadı.
Kurtarma çabaları konusunda “From Relief to
Recovery”(Yardımdan Kurtarmaya) başlıklı acı verici
çalışmasında Oxfam1, sivil toplum kuruluşlarını ve
Haiti Geçici Kurtarma Komisyonu’nu suçladı.
Oxfam’ın Haiti ülke yöneticisi Roland Van Hauwermeiren
“Geçen yılki depremden hemen sonraki acil hayat kurtarma
yardımlarının başarısına rağmen, felaketin etkilerinin uzun
süreli iyileştirilmesi çalışmaları çok geç
başladı” diye belirtti.
Haitili gazeteci Cristophe Warny’nin yazdıklarına göre, en
büyük kabahatli ise Haiti Geçici Kurtarma Komisyonu:
Herkes Birleşmiş Milletler’in Haiti özel
elçisi olan Bill Clinton ile Haiti Başbakanı Jean-Max
Bellerive’in eşbaşkanlığındaki HGKK (Haiti Geçici Kurtarma
Komisyonu)’na güvendi. HGKK tam bir
düş kırıklığı yaratarak 10 ayda sadece 3
kere toplandı, az sayıda proje onaylandı ve sponsorlarla
kuvvetli ilişkiler geliştiremedi. Haitili sivil toplum
hiçe sayıldı. Bağışçı ülkeler ise daha
önce duyurulan 10-15 milyar dolarlık hedeften epey uzak
görünüyorlar: Bağışların sadece
%10’u gerçekleştirildi.
Etkili bir yeniden yapılandırma olmadığından, Port-au-Prince’deki
Haitililer geçen senenin sonlarında kendilerini vuran fırtınalara
ve hastalıklara karşı savunmasız bırakıldılar. Tomas Kasırgası,
kampları insan dışkıları ve çöple dolu pislik yuvalarına
çevirdi.
En kötüsü, bütün ülkede kolera salgını
başgösterdi. Dünya Sağlık Örgütü 3600’den
fazla Haitilinin bu hastalıktan öldüğünü ve 170 binden
fazlasının enfeksiyona yakalandığını bildirdi. Epidemiyolojistler
(salgın hastalık uzmanları) önümüzdeki yıllarda 600.000
kişinin daha hastalığa yakalanmasından korkuyorlar.
Haiti'deki insanlara yardım amacıyla oluşturulan simgesel Birleşmiş
Milletler Haiti İstikrar Misyonu (MINUSTAH) askerlerinin ülkeyi kasıp
kavuran bu kolera salgınının kaynağı olduğu
düşünülüyor – özellikle de Nepal'den
gelen askerlerin. Harvard Üniversitesi’nde mikrobiyolojist olan
John Mekalanos, diğer epidemiyolojistlerin kolera mikrobunun Haiti
dışından geldiğini, “ya barış gücü askerleri ya da
diğer yardım personelleri yoluyla gelmiş olmasının muhtemel”
olduğunu belirten bulgularını doğrulamakta.
Salgın yüzünden öfkelenen Haitililer bir dizi protesto
gösterisi düzenlediler; MINUSTAH istilasının sona erdirilmesi
çağrısında bulunulan gösterilerde protestocular BM
güçleriyle karşı karşıya geldiler. Kendi ürettiği krizi
çözme konusunda umutsuz olan BM, kurbanların tedavisi ve
salgının yayılmasını önlemek amaçlı kullanılacak 174
milyon dolar için acil talep gönderdi. Fakat BM İnsani İşler
Koordinasyon Örgütü sözcüsüne göre verilen
yanıt “utanç verici... BM, [durum] son derece acil olmasına
rağmen sadece 44 milyon dolar –başka bir deyişle, istediğimiz fonun
%25’ini- iletti.”
Başarısızlıklarını gizlemek için, büyük
güçler, BM, STK’lar ve basın en klasik mazerete
sarıldılar: Kurbanları suçladılar.
Bu mazeretin en yaygın biçimi, sorumluluğu Haiti
Hükümeti’ne yüklemekti. Örneğin Oxfam
“Haitili otoriteler hayati meseleleri belirlemede tümüyle
yavaş davranıyorlar. Evleri tamir etmekle ya da enkazı sokaklardan
kaldırmakla ilgili yasal zorlukları çözmediler ve kamplarda
yaşayan insanların kendi mahallelerine ya da diğer uygun yerlere
dönmelerini sağlamak için harekete geçmediler”
iddiasında bulundu.
style="width: 300px; height: 200px; float: left;" />Oysa Haiti devletinin
kendisi de depremde mahvolmuştu. Aralarında Ulusal Saray’ın da
bulunduğu birçok devlet binası harap olmuş, hükümet
personelinin %30’u ise ölmüştü.
Belki de daha yaygın bir mazeret ise, sanki depremden sonra bir ilerleme
olmamasının gerekçesi buymuşçasına, Haiti’deki
güvenlik sorununu ve kanunsuzluğu vurgulamaktı. Örneğin PBS
kanalında yayınlanan Frontline programının “Haiti için
Savaş” adlı son bölümü, afet sonrasında hukuk ve
düzenin bozulması üzerine odaklanıyordu. Söz konusu
programla ilgili New York Times’ta yer alan inceleme şu sözlerle
sona eriyordu: “Kanunsuzluk ortamı altyapının yeniden
oluşturulmasını sağlayabilecek ve iş olanakları yaratabilecek iş
yatırımlarının cesaretini kırıyor”.
Bu, ABD’nin depremden hemen sonra verdiği orantısız askeri tepkiyi
haklı göstermek için öne sürdüğü bahaneyle
aynı. Oysa Haiti’de yaşayanların ifadelerine bakılırsa, depremden
hemen sonra çok az şiddet ve suç vardı, umutsuz Haitililer
birbirlerine yardım etmek için çabalıyorlardı.
Elbette kamplardaki korkunç koşullar baştaki dayanışmayı
aşındırdı, şiddete ve özellikle kadınların tecavüze
uğramasına sebep oldu. Hukuksuzluğun asıl kaynağı, büyük
güçlerin ve STK’ların başarısızlığının sonucu olan
bu koşullardı işte.
Nicholas Kristoff New York Times’daki “Yoksul için
Merdivenler (ladders)” başlıklı acınası köşe yazısında bir
diğer yaygın ve geri kafalı mazerete yer verdi. Kristoff kamplarda kendi
çabalarıyla toparlanmaya çalışan sığınmacıların
girişimciliğine yaptığı gülünç övgüden sonra,
yardımın Haiti’de yoksulluk kültürünü
geliştireceği konusunda uyarıda bulundu: “İster Amerika’da
ister Haiti’de olsun yoksulluk, bazen aileleri sonsuz yoksulluk
döngülerine kilitleyen kendine zarar verici davranışlara
bağlıdır”.
Depremin mülteci kamplarına sürdüğü ve gereken
yardımı da göremeyen Haitili insanların kendi davranışları
yüzünden yoksul olduklarını tartışmaya açmak
açıkçası çok iğrenç.
Bütün bu mazeretler, depremin bu derece yıkıcı olmasına neden
olan sosyal koşulların ortaya çıkmasından sorumlu olan ABD, Kanada
ve Fransa emperyalizminin temize çıkmasını sağlamak için
ortaya atılıyor. Haiti devletini işlevsizleştirerek ülkeyi
kalkındırmasının ya da acil duruma yanıt vermesinin önüne
geçen onların politikalarıdır.
Haiti’nin 1804’te zaferle sonuçlanan köle
devriminden sonra, Fransa 1825’te ülkeyi tanıma karşılığında
21 milyar dolarlık tazminat dayattı, böylelikle ülkeyi daha
doğumunda yapısal olarak kendi düzenlemesi altına almaya
çalıştı.
Çeşitli olaylardan sonra 19. ve 20. yüzyılda ABD, Papa Doc ve
Baby Doc Duvalier’in 1957’den 1986’ya kadar süren
kleptokratik (çn. açgözlü ve yolsuzluk dolu,
yozlaşmış hükümet biçimi) diktatörlüğüne,
Küba ve Rusya’ya karşı sürdürülen soğuk savaşta
müttefiki görerek arka çıktı. Duvalier
diktatörlüğü Haiti seçkinlerinin isteklerini yerine
getirmek için kendi rejimleri zamanında 50 bin kadar köylü,
işçi ve politik eylemciyi katletti.
1980’lerde ABD, Dünya Bankası ve IMF, Baby Doc’u harap
olmuş Haiti’liler üzerinde neoliberal gelişim politikalarını
uygulamaya itti. Plan Haiti’yi ABD’nin sübvanse edilen
tahılına, özellikle de pirincine açarak, köylü
çoğunluğunun geçim kaynaklarını ortadan kaldırdı..
ABD çokulusluları Port-au-Prince’de çalışma
koşulları kötü işyerleri oluşturarak kırsaldan kaçan
köylüleri buralarda istihdam etmeye başladı. Fakat bu fabrikalar
en fazla 100 bin kişi istihdam edebiliyordu, yüz binlercesi ise
Port-au-Prince’deki gecekondularda kayıt dışı ekonomi içinde
yaşam mücadelesi veriyorlardı. Bu çokuluslu şirketler sonunda
Baby Doc’a Yuppi (çn. Amerika'lı züppe) turistler
için gösterişli “beach resort”lar (çn. sahil
dinlence yeri) da yaptırdılar.
Öfkeli yoksul kitleler Lavalas adında bir hareket oluşturarak, Baby
Doc’u 1986’da iktidardan sürdüler. 1990’da
hareketin lideri Jean Bertrand Aristide ülke tarihindeki ilk
özgür ve adil demokratik seçimde oyların %67’sini
alıp ABD’nin desteğini arkasına alan aday Marc Bazin’i bozguna
uğratarak başkanlığa seçildi. Aristide Haiti’deki egemen
sınıfla ve ABD emperyalizmi ile çatışmaya giren Haitili kitlelerin
içinde bulunduğu şartları iyileştirmek için sosyal reform
programı uygulamaya girişti.
ABD Aristide’e karşı biri 1994’te diğeri 2004’te
düzenlenen iki askeri darbeye destek verdi. İkinci darbe sırasında
başkan Bill Clinton ve ardından George Bush Jr. sosyal reformları
durdurmak ve ülkeyi kıtlığa sürüklemek için yardım
ambargosu uyguladılar.
ABD, Inter Amerikan Kalkınma Bankası’nın, insanların kolerayla ilk
karşılaştıkları yer olan Arbonite Vadisi’nde su arıtma
için kullanılması planlanan 54 milyon dolarlık kredisini
engelledi.
İkinci darbeden bu yana Haiti ABD’nin yeni kolonisi haline geldi.
İlk olarak Gerard Latortue kukla başkan olarak başa getirildi.
2006’da düzenlenen seçimleri Aristide’in eski
müttefiki Rene Preval kazandı. Fakat Wikileaks’in paylaştığı
belgelere göre ABD, Preval’in Haiti’de neoliberal programı
takip edecek bir bir dalkavuk olduğundan emindi. Bir belgede kendisi
için “Bir neoliberal, özellikle de serbest piyasaları ve
yabancı yatırımları benimseyen bir neoliberal” deniliyordu.
ABD Lavalas ve Aristide’in yaptıklarını yıkarak, kamuya ait
şirketleri ve kamusal hizmetleri özelleştirecek ve ülkeyi ABD
çokuluslularına açarak sonunda Haiti devleti ve ekonomisine
neoliberal politikaları benimsetebilecekti.
ABD, yardımlarını Haiti devletinden uzağa, STK’lara doğru
akıtmaktadır. Haiti’de 10 binin üzerinde STK hizmetlerin
%80’ini üretiyor, bu oran batı yarım küredeki en
yüksek oran. Bu STK’ların çoğu Haiti hükümetine
kayıtlı değil ve vergi bile ödemiyorlar.
Haitililer ülkelerine “STK Cumhuriyeti” diyor. Fakat
STK’lar Haitililer hesabına değil de uluslararası
bağışçılar ve en önemlisi ABD ve diğer büyük
güçler hesabına çalıştığından
“Cumhuriyet” yanlış bir adlandırma. STK’ların bu
tutarsız karmaşıklığı depremden önce bile topluma eşit hizmet
sunmakta başarısız oluyordu, depremden sonra ise Haitili insanları
tamamen yüzüstü bıraktı.
Karşı konulamaz üstünlüğünü sağlama almak,
Lavalas ve onun politik liderlerinden kim kaldıysa bastırmak için,
ABD BM’nin MINUSTAH askerlerinden yararlandı. MINUSTAH ve Haiti polisi
2004’ten 2006’ya kadar 1000 kişiyi katletti. ABD ayrıca
Aristide’in Güney Afrika’daki zorunlu
sürgününden dönmesini engelleyerek Lavalas’ın
seçimlere girmemesini de garanti altına aldı.
Sonuç olarak ABD emperyalizmi ve neoliberalizm, Aristide’i iki
kez darbeyle devirmeye çalışmaktan, kitlesel bir politik hareketi
zorla bastırmaktan, Haiti devletini bir sosyal programı hayata
geçirmekten aciz kılmaktan ve Haiti’yi geri bıraktırmaktan
dolayı suçludurlar.
İvme Çeviri Grubu
Kaynak:
http://socialistworker.org/2011/01/13/how-haiti-was-abandoned
Not: Bu yazının 2. bölümü de yakında
yayınlanacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder