Neo-liberalizmin enkaz
ülkeleri: Tunus ve Cezayir / Volkan Yaraşır
href="http://www.kizilbayrak.net/index.php?eID=tx_cms_showpic&file=uploads%2Fpics%2Ftunus-5.jpg&width=500m&height=500&bodyTag=<body
bgColor%3D"%23ffffff">&wrap=<a
href%3D"javascript%3Aclose()%3B"> |
<%2Fa>&md5=5405643cecaf22310d687994c93485c3"
target="thePicture"> src="http://www.kizilbayrak.net/typo3temp/pics/70a1289ac6.jpg"
style="border-width: 0px; border-style: solid; width: 240px; height: 160px;
float: right;" title="" />
Tunus’ta başlayan işsizlik isyanı Cezayir’e de yayıldı. Her
iki ülkede kitleler başta gençlik olmak üzere, devleti,
otoriteyi, gücü ve zenginliği simgeleyen herşeye karşı
öfke ve kinle ayaklandı. Resmi binalar, karakollar yakıldı, zengin
semtlerde restoranlar taşlandı, lüks eşya satan mağazalar
yağmalandı ve sömürgeciliği simgeleyen şirketlere
saldırıldı. Şiddetli sokak çatışmaları haftalarca
sürdü. Her iki ülkede de devlet terörü sonucu
ölenler oldu, ayrıca yüzlerce kişi yaralandı.
Bugün öfke dalgası geri çekilmiş gibi gözükse
de, daha güçlü ve daha sarsıcı olarak geri dönme
olasılığı çok yüksek bir ihtimal. Hatta dalganın Kuzey
Afrika’yı sarsma olasılıkları üzerinde duruluyor.
Özellikle Fas ilk akla gelen ülkelerden biri. Kasım ayında
yaşanan işsizlik protestoları aynı mahiyetteki gelişmelerin dışavurumu
oldu. Kronik yoksulluk, işsizlik ve geleceksizlik coğrafyanın her
alanında öfkenin birikmesine yol açıyor.
Kuzey Afrika neo-liberal katastroftan şiddetle etkilendi. Kapitalist kriz,
katastrofun etkilerini daha da derinleştirdi. Kriz sonrasında Kuzey
Afrika’nın birçok ülkesinde önemli gelişmeler oldu.
Mısır’da 2007’de Mahalla’yı saran tekstil grevi
etkilerini 2008’de de gösterdi. 2008’de Cezayir’de
ekmek ayaklanmaları yaşandı. Batı basınında öne
çıkarılmasa da lokal düzeyde işsizlik sorununa karşı ve
konut hakkı için yaygın eylemler yapıldı. Tunus’ta ise bir
kıvılcım bekleniyordu. 17 Aralık’ta üniversite mezunu,
işportacılık yapan bir gencin mallarına el koyulması üzerine
kendini yakma eylemi, beklenen kıvılcım oldu. Tunus’ta öfke
ayaklandı.
Cezayir ve Tunus’ta işsiz gençlik (ağırlıkta
üniversite mezunu), yani yeni proleter kesimler ya da proletaryanın en
dinamik kesimi harekete geçti. Gelişme Tunus ve özellikle
Cezayir’de paralizasyon etkisi yapan siyasal İslam’ın
hegemonyasını kırıcı içerik taşıyor. Cezayir’de siyasal
İslam’ın ayaklanmalar içinde yer almaması ve hatta eylemleri
kınaması bunun göstergelerinden biridir.
Tunus
1934’te Yeni Düstur Partisi’nin kurulması Fransız
sömürgeciliğine karşı mücadelede önemli bir adım
oldu. Habip Burgiba parti içinde hızla yükseldi. Bu arada
yakalanan Burgiba 11 yıl hapis yattı. 1952-1954 yılları arasında
“bağımsızlık” mücadelesi gelişti. Fransa yeni
jeo-politiğe uygun olarak sömürgecilik politikalarında bir dizi
restorasyona girişti. Bu paralelde 1956 yılında Tunus’un
“bağımsızlığını” tanıdı. 1957 yılında krallık
kaldırıldı, Cumhuriyet ilan edildi. Habip Burgiba devlet başkanlığına
getirildi. Tunus’ta otoriter bir rejim inşa edildi. Bonapartist
karakterdeki rejim, Habip Burgiba kimliğinde Arap sosyalizmi vurgularıyla
küçük burjuva milliyetçi bir ideolojiyle hareket
etti. Burjuvazinin ve işçi sınıfının gelişkin olmadığı
ülkede Bonapartist rejim devlet kapitalizminin inşası
yönünde faaliyetlerde bulundu. Korporatist yapılanmalarla
sınıfın her düzeydeki örgütlülüğü
kırılmaya ve kontrol edilmeye çalışıldı. Tek adama ve
asker-sivil bürokrasiye dayanan otokratik ve despotik rejim
Fransa’nın ve ABD’nin yeni sömürgecilik
politikalarının Kuzey Afrika’daki uzantısı oldu.
src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/tunus-3.jpg"
style="width: 301px; height: 199px; padding: 10px; float: left;"
/>1987’de Burgiba sivil bir darbeyle iktidardan uzaklaştırıldı.
Zeynel Abidin Bin Ali iktidarı ele geçirdi. Bin Ali Tunus’u 23
yıldır sivil diktatörlükle yönetiyor.
Bin Ali döneminde yeni sömürgecilik ilişkileri derinleşti.
Plütokratik bir rejim inşa edildi. Tunus özellikle
Avrupa’nın eğlence ve turizm merkezine dönüştü.
Burgiba döneminde başlayan neo-liberal politikalar, Bin Ali
döneminde daha radikal biçimde hayata geçirildi. Petrol ve
doğal gaz gibi enerji kaynaklarına sahip olmayan Tunus’un kuzeyi,
Akdeniz sahil şeridi, uluslararası sermayeye açıldı. Birçok
tesis özelleştirmeler sonucu Suudi Arabistan ve Güney Kore
kökenli sermaye güçlerine devredildi. Ayrıca uluslararası
piyasaya yönelik son derece sınırlı bir tarım faaliyeti organize
edildi. Ülkenin orta ve güney kesimleri yoğun bir yoksulluk
içine sürüklendi.
Tunus, Bin Ali döneminde tipik bir “Muz Cumhuriyeti”ne
dönüştü. Bugün Tunus Bin Ali’nin ve karısının
ailesi tarafından yönetiliyor. Plütokratik yapı aynı zamanda
büyük yolsuzluklar ve rüşvet çarkıyla
dönüyor. Artık ifrata varmış bu durum kendini Tunus’un
First Lady’si Leyla Bin Ali’de simgeliyor.
Tunus uzun dönem mucize bir ülke olarak sunuldu. Neo-liberal
politikaların periferideki başarı örneği olarak gösterildi.
Özellikle ülkenin kuzeyi turizm yatırımları ve yaygın
tüketim merkezleriyle göz dolduruyordu. Tunus uluslararası mali
sermayenin gözdesiydi. Öyle ki hizmet sektörü
GSMH’ın yüzde 65’ini oluşturacak noktaya ulaştı.
Toplumsal muhalefetin şiddetle bastırılması ve sınıfın korporatif
örgütlenmelerle boyunduruk altına alınmasıyla Tunus,
uluslararası mali sermayeye güvenli ve ekonomik istikrara sahip bir
ülke olarak sunuldu. Tunus finans kapitalin spekülatif
varyasyonlarına bütünüyle açıldı. Rejim, IMF ve
Dünya Bankası’nın belirlediği politikaları
bütünüyle yerine getirdi. Devlet, ekonomik alanın dışına
çıkartıldı. Eğitim, sağlık, ulaştırma ve temel gıda
maddelerinde devlet sübvansiyonları kaldırıldı. 2009 yılında
ekonomik büyüme yüzde 3, enflasyon yine yüzde 3
noktasındaydı. Tunus bu politikalarla bir tarafta şatafat ve zenginlik,
diğer tarafta kronik ve çıplak yoksulluk ve sefalet ülkesine
dönüştü.
Neo-liberal politikalar küresel düzeyde (metropoller dahil) her
ülkeyi kuzey ve güney olarak ayırdı. Bugün her ülke
içinde kuzey ve güney yaşanmaktadır. Kuzey zenginliği
simgelerken, güney yoksulluğu ve sefaleti simgeledi. Tunus bunun tipik
örneklerinden biri oldu.
Bin Ali’nin otoriter rejimi altında her şeyin iyi gittiği
sanılırken, Tunus turizminin temel kaynağını oluşturan
Avrupa’nın mali kriz anaforuna girmesi, ülkedeki bütün
dengeleri sarstı. Buna 2008 sonrası ihracat gelirlerinde yaşanan hızlı
azalma eklendi.
Kısaca kapitalizmin yapısal krizinin ikinci evresi olan
borç/mali kriz senkronizasyonu Avrupa merkezli yaşanmaktaydı.
AB’nin özellikle periferisini saran mali kriz Akdeniz havzasını
etkilemekteydi. Yeni gelinen aşama daha önceki yazılarımızda
belirttiğimiz gibi, kriz senkronizasyonunun ne oranda inceldiğini ortaya
koymaktadır. Artık AB’nin ekonomik yörüngesinde bulunan ve
bir düzeyde AB’ye entegrasyon içinde yer alan ülkeler
de kriz senkronizasyonu içine girmiştir. Bugün Tunus’ta
somut olarak yaşanan budur. Benzer gelişmelerin Tunus gibi
AB’nin ekonomik yörüngesinde hareket eden (ağırlıkta mono
ekonomilere dayalı) Fas Cezayir gibi bir dizi ülkede yaşanması
olasıdır. Süreç AB ülkeleri dahil, ikinci kuşak
periferiyi (Tunus, Fas, Cezayir gibi) saracak şekilde derinleşiyor. Bu
durum son derece çarpıcı gelişmelere yol açabilir.
Tunus’taki gelişmeleri bu eksende okumak gerekir.
src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/tunus-1.jpg"
style="width: 300px; height: 241px; padding: 10px; float: right;"
/>Neo-liberal politikalar Tunus’un toplumsal dokusunu parçaladı
ve alt-üst etti. İşsizlik, yoksulluk ve geleceksizlik kronikleşti.
Resmi rakamalara göre işsizlik oranı yüzde 14 olan
Tunus’ta, üniversite mezunları arasında bu oran yüzde
25’lere ulaşıyor. Gerçek rakamlar ise bunun çok
üzerinde seyrediyor. Tunus nüfusunun büyük bir
çoğunluğunun (yüzde 65’i 30 yaşın altında)
gençlerden oluşması daha çarpıcı bir tablo meydana
getiriyor. İşsizler isyanı şeklinde biçimlenen ve yayılan son
ayaklanma dalgasının temelini üniversite gençliği
oluşturuyor.
İşsiz ve geleceksiz gençlik prolateryanın en dinamik kesimi olarak
toplumsal muhalefeti şekillendiriyor. 23 yıllık totolitarizmin altında
ezilen yığınlar, bu dinamik unsurlarla birlikte
işsizliğe, açlığa ve geleceksizliğe karşı harekete
geçiyor. Gençlik aldıkları formal eğitimlerin katkısıyla
alternatif iletişim ağlarını son derece iyi kullanıp, hatta bu
yönde “gerilla taktikleri” geliştirip,
örgütleniyor ve sokağa çıkıyor. Devlet
güçlerinin internet ağlarını bloke etmesi, hatta bilgisayar
taşıyan gençleri gözaltına alması organizasyonları
engelleyemiyor. Gençlik sanal dünyadaki savaşlarıyla da devleti
sıkıştırıyor. Wikileaksçi Ananymous grubundan destek isteyen
gençlik, Tunus devletinin borsa, devlet başkanlığı, başbakanlık,
sanayi bakanlığı gibi önemli kurumlarının bilgisayar sistemini
çökertti.
Her ne kadar rejim bazı valileri ve bakanları görevden alarak,
tansiyonu düşürmeye çalışsa da bu manevralar etkili
olmadı.
Avukatlar devlet terörüne ve polisin vahşi saldırılarını
protesto etmek için 1 günlük greve çıktı. Polis
avukatlara da saldırdı. Yaralanmalar ve gözaltına alınmalar oldu.
Ayrıca Tunus’un korporatif nitelikteki tek resmi sendikası olan Tunus
Sendikalar Federasyonu bir gösteri yaparak gelişmeleri protesto
etti.
Tunus’ta yaşanan kendiliğinden patlama, aslında on yılları
kapsayan diktatörlüğe ve neo-liberal katastrofa karşı biriken
öfkenin dışavurumu oldu. Gençlik bu dinamiti ateşleyen
güç olarak dikkat çekiyor.
Cezayir
Uzun süre Fransa’nın sömürgesinde kalan Cezayir, FLN
önderliğinde 1962 yılında bağımsızlığını kazandı(1). FLN,
milliyetçi, küçük burjuva bir liderlikti. FLN her ne
kadar ulusal bir cephe örgütlenmesi olsa da, kliklerin bir araya
geldiği bir koalisyon özelliği taşıyordu. Bağımsızlık sonrası
Ben Bella devlet başkanlığına seçildi. Bu süreçten
sonra Cezayir’in siyasal gündemini FLN içindeki klik
çatışmaları belirledi.
FLN ve Ben Bella her ne kadar müphem bir şekilde Cezayir sosyalizmi
gibi argümantasyonlar ileri sürse de, sosyalizmi bir kalkınma
projesinden başka bir anlam taşımadı. Özellikle iki kutuplu
dünyada var olan makro dengelere bağlı bir konum içine giren
Cezayir, özünde birçok Arap ülkesinde görülen
Bonapartist bir diktatörlüktü. FLN yönetimi, asker-sivil
ve aydınlardan oluşmaktaydı.
Cezayir Devrimi’nin gelişim sürecinde ortaya çıkan
özyönetim pratikleri bu oligarşik klik tarafından tehlike olarak
görülüp, hemen lağvedildi. Korporatist oluşumlara
çevrildi. İşçi sınıfı mücadelesi ve
örgütlenmeleri fiilen engellendi. Devrimin hemen sonrasında
demiryolu işçilerinin gerçekleştirdiği greve FLN
birliklerinin saldırması bunun açık göstergesiydi. Her
işçi grevi ve direnişi engellendi. Gerici bir tutumla sınıfa
korporatist ilişkiler ve örgütlenmeler dayatıldı. Ben Bella her
ne kadar “Cezayir sosyalizmi” gibi vurgular yapmasına rağmen
“dinim İslam, dilim Arapça, yurdum Cezayir” gibi gerici
ve milliyetçi söylemler geliştirdi.
Cezayir’de devlet kapitalizmi politikaları Bella sonrasında da
sürdü. Bürokratik kastlaşma, patronaj ilişkileri, soygun ve
vurgun düzeni FLN’nin her kliği tarafından derinleştirildi.
Bu süreçte rejimin meşrulaşma aracı ve Cezayir devletinin
kurucu unsurlarından olan İslam giderek bağımsız bir siyasal karakter
taşımaya başladı. Özellikle İran devrimi ve Arap
milliyetçiliğinin geri çekilmesi, Baas rejimlerinin krizi
siyasal İslam’ın hızla gelişmesine yol açtı. Rejimin
kontrol etme ve meşruluk sağlama aracı olan İslam, bu sefer kokuşmuş,
çürümüş rejime yöneldi.
1980’li yıllar Avrupa’yla ve özellikle Fransa’yla
temasların arttığı dönem oldu. Devlet kapitalizmi uygulamaları
giderek terkedildi. İzlenen neo-liberal politikalar şiddetli yıkımlar
yarattı. Yoksullaşma önemli oranda arttı. Yoksulluk, devlet
yönetiminde yaşanan yolsuzluklarla, bürokratizmle ve rüşvet
skandallarıyla birleşti. Halkın en temel gereksinmeleri
çözülemez hale geldi. Yiyecek ve konut sorunu şiddetlendi.
Bu durum özellikle gençliği yönetim karşıtı bir
pozisyona soktu. 1980’lerde devletle halk arasındaki gerginlik artmaya
başladı. İslamcı güçler mevcut sistemin bir alternatifi
olarak algılandı. Devlete olan güven azaldıkça sistemin kurucu
öğeleri arasında yer alan İslamiyet sistem karşıtı bir yapıya
büründü. Böylece kitlesel bağlamda ülkenin en
etkili gücü olarak İslamcı örgütler öne
çıktı.
Bu dönemde Cezayir ve bazı Arap ülkelerinde yaşanan ekmek
isyanları sistemi sarstı. Kitleler sokakları işgal etti, bu muazzam
birikimden İslamcılar yararlandı. Sınıfsal öfke paralize edildi.
Kitleler kolektif halüsünasyon içinde tepkilerini
dışavurdu.
1991’de FIS’nin seçimleri kazanması aslında yaşanmakta
olan gelişmelerin sonucuydu. FIS’nin seçim zaferi uluslararası
kamuoyunda tam bir şaşkınlık yarattı. Rejim 1992’de ABD ve Fransa
desteğiyle FIS’ye ve İslamcı güçlere karşı darbe
yaptı.
src="http://www.kizilbayrak.net/fileadmin/images/Dunya-Sosyal_Hareketler/tunus-6.jpg"
style="width: 300px; height: 201px; padding: 10px; float: left;"
/>Cezayir’de bir sürek avı başlatıldı. Ülke kan
gölüne çevrildi. İç savaş 5 yıl sürdü.
150 bin kişi yaşamını yitirdi. Diktatörlüğün
kontr-gerilla faaliyetleri gündelik hayatın parçasına
dönüştü. Siyasal İslam bu süreçte
büyük darbeler aldı, örgütsel gücü
dağıtıldı ve parçalandı. 1997’de FIS’yle imzalanan
ateşkesle diktatörlük gücünü restore etti.
Cezayir’de savaş hali uzun dönem sürdü. Bu koşullar
kitlelerin muhalefetinin bastırılmasına yol açtı.
Yine aynı dönemde neo-liberal politikalar derinleştirildi. Radikal
özelleştirmeler yapıldı. Ülke hızla neo-liberal katastrofun
enkazı haline dönüştü. İşsizlik sistematik olarak arttı.
Ülkede yoksulluk yaygınlaştı. En temel ihtiyaç maddelerinin
karşılanmasında sorunlar yaşandı. Tek parti diktatörlüğü
şeklindeki rejimde yolsuzluk ve rüşvet skandalları vaka-i adliye
oldu. Rejim bütün yozluğuna ve
çürümüşlüğüne rağmen zor ve şiddet
politikalarıyla ayakta kaldı. İşçi sınıfının ve halkın
örgütsüzlüğü ve ülkede süren savaş hali
kitlesel mücadelenin önünü kesti.
2003 yılında Cezayir’de yaşanan şiddetli deprem sadece
yaşandığı dönemi değil, bugünü de etkiliyor. Binlerce
Cezayirli’nin yaşamını yitirdiği, onbinlerce evin yıkıldığı ya
da hasar gördüğü bu deprem, Cezayir halkının sefaletini
bütünüyle açığa çıkardı.
Zaten var olan konut sorunu, deprem sonrasında son derece yakıcı
biçimde hissedilmeye başlandı. Yoksulluk ve sefalet
yaygınlaştı.
Bugün iktidarda bulunan Abdülaziz Buteflika, radikal neo-liberal
politikalar izlemekte ısrarcı oldu. Deprem sonrasında kısa zamanda 1
milyon konutun inşa edileceği sözünü verse de, bugüne
kadar ancak 10 bin konut yapıldı. Bu durum halkın büyük
tepkilerine yol açtı ve açıyor. Ayrıca deprem sonrasında
kurulan derme çatma yapıların, barakaların rejim tarafından
yıkılması da tepkilerin öfkeye dönüşmesine yol
açtı. Bu yıkımlar esnasında halkla devlet güçleri
arasında yer yer sert çatışmalar yaşandı. Rejimin
pervasızlığı halkın öfke ve kinini açığa
çıkardı.
2008’de yaşanan ekmek isyanı Cezayir’de kitlelerin
mobilizasyonunu sağladı. Ocak 2011 başında Cezayir’i saran
ayaklanmaları tetikleyen şeker, un ve yağ fiyatlarındaki artış oldu.
Yani 2008’deki gıda fiyatlarının artışına karşı başlayan
ayaklanma gibi. Ayaklanma önce ülkenin kuzey ve batı kesimlerinde
başladı. Daha sonra doğu bölgesine yansıdı. Başkent dahil,
ülkenin bütün büyük kentlerinde ayaklanmalar
yaşandı.
Ayaklanmanın taşıyıcı gücünü yine gençler
oluşturdu. Cezayir nüfusunun yüzde 75’i gençlerden
meydana geliyor ve resmi rakamlara göre gençler arasındaki
işsizlik oranı yüzde 20’lere ulaşmış durumda.
Cezayir’de Tunus’a benzer öfke patlamaları oldu. Kitleler
gücü, otoriteyi, zenginliği simgeleyen lüks arabalara,
mağazalara saldırdı. Gıda depoları yağmalandı. Hükümet
binaları taşlandı ve molotoflandı. Cezayir gençliği sokaklarda
barikatlar kurarak polisle saatlerce çatıştı. Bu gelişmeler
karşısında Cezayir hükümeti zamları geri almak zorunda kaldı.
Böylece kitlelerin tepkilerini yatıştırmaya çalıştı. Ne var
ki zamlara yönelik ayaklanmaların kökleri neo-liberal yıkım
politikalarına dayanıyor. Kronik işsizlik, yoksulluk ve geleceksizlik
ayaklanmanın mayalanmasını sağlamıştı. Deprem sonrasında yaşanan
konut sorunu bu mayalanmayı hızlandırdı.
Bugün açısından rejim, yaptığı manevralarla kitlelerin
reaksiyonunu bloke etmeye çalışsa da neo-liberal karşı devrim
Cezayir topraklarında öfkenin ve kinin birikmesine yol
açıyor.
Dün sınıfsal antagonizma (siyasal İslam’ın hegemonyası,
manipülasyonları ve rejimin savaş hali politikalarıyla) perdeleniyor,
paralize edilebiliyordu. Bugün kapitalist krizin yıkıcı
sonuçları tarih sahnesine gerçek aktörlerin
çıkmasını sağlıyor.
Cezayir gençliğinin başını çektiği isyan, işsizlerin
isyanıdır. Yani kendi özgünlüğünde bir sınıf
hareketidir. Ve sınıfın diğer kesimlerini harekete geçmesini
tetikleyecek içeriktedir. Ayrıca bu hareketin tüm toplumu
sarsacak bir mahiyete bürünmesi de zor değildir.
Çünkü Cezayirliler’e kapitalizmin katastroftan ya da
işsizlik, geleceksizlik, açlık ve sefaletten başka sunacağı
hiçbir şey yoktur.
Sonuç olarak
Kapitalizmin yapısal krizi küresel düzeyde sarsıcı
sonuçlar yaratıyor. Büyük bunalımların en temel
özelliklerinden biri krizin bir senkronizasyon şeklinde gelişmesidir.
Yani yapısal kriz kendini yalnızca ekonomik boyutta değil, farklı
senkronlarda da dışavurur. Gıda krizi, emperyalist özneler arasında
hegemonya krizi, ekolojik kriz ve uygarlık krizi gibi...
Kapitalist kriz bir boyutuyla da kendini gıda kriziyle göstermeye
başladı. 2008’de gıda fiyatlarındaki hızlı artış Cezayir,
Mısır, Haiti gibi birçok yoksul ülkede “ekmek”
ayaklanmalarına yol açmıştı. 2008 ayaklanmaları olası bir gıda
krizinin nasıl yaşanacağının bir göstergesiydi. Bugün
Cezayir’de yaşanan isyan, önümüzdeki dönem gıda
krizi/şokunun nasıl sonuçlar yaratacağını ortaya
koymaktadır.
Gıda maddelerinin jeo-politik bir unsur olması bir yandan emperyalist
öznelere hegemonya savaşlarında hamle gücü verirken,
öte yandan finans kapitalin yeni spekülatif hareket alanlarını
işaretlemektedir.
Bugün bir dizi ülkenin Afrika’da tarım kompleksleri kurmak
için toprak satın almaları bu gelişmelerin
ürünüdür. Hatta bu yeni yatırım alanları ülke
içi iç dengeleri sarsıcı mahiyete
bürünebilmektedir. Ayrıca gıda tekellerinin yeni muz
cumhuriyetleri yaratma çabaları gözlemlenmektedir.
İçine girdiğimiz süreç kapitalizmin bütün
yıkıcılığının ve yokediciliğinin verileriyle
yüklüdür.
Halkların geleneksel tarımını tahrip eden, toprağı öldüren,
küresel ısınmayla en verimli arazileri çölleştiren,
milyonlarca insanı kuraklık sonucu açlığa mahkum eden, yine
aşırı yağışlardan dolayı (Pakistan gibi) halkları sel cehennemi
içinde boğan, yeni enerji kaynağı olarak bio-yakıt elde etmek
için milyonlarca insanı sefalete sürükleyen, insanları en
temel ihtiyacı olan sudan mahrum bırakan kapitalizmdir. Kapitalizm
katastrofik bir sarmaldır ve insanlık için
ölümdür.
Yaşanan süreç, yani kapitalizmin yapısal krizi bize bu sistemi
bütünüyle teşhir etme şansı vermektedir. Yine aynı
süreç sınıfsal antagonizmayı bütün şiddetiyle
ortaya çıkarmaktadır. Bugün Cezayir’de ve
Tunus’taki patlamalar bunun en aktüel ifadesidir.
Kapitalist krizin yarattığı imkanı değerlendirmek, bu imkanı
sosyalizmin imkanına dönüştürmek zorundayız. İşçi
sınıfına her alanda şunu göstermeliyiz: “Bütün
değerleri biz yaratıyoruz, o halde sosyalizm!”.
(1)Cezayir Devrimi, Cezayir’deki özyönetim
deneyimleri, Cezayir’deki siyasal İslam’ın gelişim dinamikleri
hakkında daha fazla bilgi için bkz., Volkan Yaraşır, Sokakta
Politika, Gendaş Yay., 2001; Volkan Yaraşır, Siyasal İslam ve
AKP, Tümzamanlar Yay., 2002
Kaynak: kizilbayrak.net, (Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak,
Sayı: 2011/02, 14 Ocak 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder