8 Mart 2011 Salı

Adalet için Dik Duran Cesaret [1] / Temel Demirer

Adalet için Dik Duran
Cesaret [1] / Temel Demirer

“Entelektüel kolay
kolay

       size="2">hükümetlerin veya büyük şirketlerin
adamı

       size="2">yapılamayan, devamlı unutulan ya da

       size="2">sümenaltı  edilen insanları ve meseleleri

       size="2">temsil etmek için
varolandır.”[2]

       size="3">Öğrendiklerimin, öğrenerek yaptıklarımın,
yaptıklarımla yaşadıklarımın, yaşadıklarımla taraf olduğumun
toplamıyım.

      Bu
toplamda öğrendiklerime, öğretenlere hep özel bir önem
atfettim.

       size="3">Kiminden yazmayı, kiminden koşmayı, kiminden susmayı,
vd’lerini öğrendim; öğrendiklerimi öğretenlere hep
minnet duydum.

       size="3">Öğrendiklerimden, “mahkemeler karşısında ne
yapılıp, nasıl dik durulacağı” bahsindekileri öğreten
hemşerim “Sarı Hoca” ya da “Mamoste
İsmail”dir…

       size="3">İsmail Hoca, “Bazı düşünceler yazılamaz, sadece
düşünülür,” diyen Stanislaw Jerzy Lec’i
tekzip eden bir cürettir; düşündüklerini yazmış,
haykırmış, bunun da getirdiği “belalar”a, eğilip
bükülmeden “Hoş geldin, sefa geldin”
diyebilmiştir…

       size="3">Çatal yürek bir civanmertliktir bu; hem de bir
gerillanın kararlılığına bile parmak ısırtan
türden…

      *
* * * *

       size="3">İsmail Hoca hakkında kaleme alınan her yazı, ister istemez,
isyan yazısı olur, olmak zorunda kalır.
Çünkü “aydın” dediğiniz şey, eğer
alelâde bir egoizm değilse, toplumsal bir davanın isyanıdır

       size="3">Kim ne derse desin, İsmail Hoca, bir isyanın parçasıdır;
ve bu da Ona sonuna dek yakışmaktadır.

       size="3">Çünkü O, hakikâtleri haykıran cesarettir.
Duruştur.

       size="3">Hakikâti için her şeyi göğüsleyip,
göze alandır.

       size="3">Bunları  yaptığı, yapabildiği için de
“aydın” olmaktan da ötede, öncelikle erdemli/
onurlu bir insandır.

       size="3">Erdemli/ onurlu bir insan olduğu içindir ki “Sarı
Hoca”, emir kulu değildir, talimat almaz. Sadece tarihe, toplumsal
davalara angajedir…

       size="3">Evet, evet “angajedir”; hakikâtlere
yaslanıp, yalanların maskesini yırtarak, kalabalığa boyun eğmemek
sorumluluğuyla…

      O
sorumluluk ki, “Bu benim sorunum mu?” diye değil,
“Hakikât bu mudur?” diye sorandır…

       size="3">Bunun için doğruyu söyler; dillendirdiği doğrunun da
sonuna kadar gider. Eleştirmekten de, ulaşacağı sonuçlardan da,
ters düşeceği güçlerden de çekinmez “Mamoste
İsmail”…

       size="3">Hırsın  başarısızlığın son sığınağına
dönüştüğü kifayetsiz muhterisler coğrafyasında,
mütevazi atılganlığıyla O; Oscar Wilde’ın,
“İhtiyatlılık kadar, kişilik için ölümcül
hiçbir şey yoktur,” sözünü de
doğrulayandır.

      Bu
nedenle de “U ta’lo lo mati la unve ‘mırle hamu’
sene”
size="2">[3] diyen
Süryani Atasözü’ndeki tatsızlıklar da
karşılaştığı oldu, oluyor da!

      *
* * * *

       size="3">“Sarı Hoca”nın “akademisyen”liği, William
James’ın, “Gerçekliğin bütün doğası
karşısında yetersiz kalan bütün otoriteler arasında en başta
‘bilim insanları’ gelir… Bilim insanlarının ilgileri
bölük pörçüktür, mesleki kibir ve
bağnazlıkları muazzamdır. Araştırdıkları olgular konusundaki kusursuz
otoritelerine ve burada sağladıkları müthiş başarılara rağmen,
onlardan daha dar görüşlü bir hizip ya da topluluk
bilmiyorum,” diye tarif ettiği malumlara benzemez; çok
farklıdır ki, Onu da O yapan bu “çok farklı” olma/
olabilmedir.

       size="3">Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi’nde sosyoloji asistanı  iken
aynı bölümde “kıdemli asistan” olan Orhan
Türkdoğan tarafından, “Marksist propaganda ve
bölgecilik” yaptığı gerekçesiyle “ihbar”
edilen de, 12 Mart 1971 darbesince yargılanan da O’dur.

       size="3">Üniversite ile ilişiği kesilince, mahpus üniversitesine
transfer olur. 1974 “affı”yla “soluklanır”. Ancak
düşüncelerinden ötürü yargılanmasına dur durak
yoktur. 12 Eylül darbesinden önce 1979’da bir kez daha
mahpusa gönderilir. 1987’de bırakılır. Ama davalar peşini
bırakmaz. Sonra yeniden mahpusluk… (Galiba tam 8 kez cezaevine girip
çıktı.)

       size="3">Hasılı  36 kitabından 32’si yasaklan
“Sarı Hoca”nın 17 yılı mahpuslarda tüketildi.
(Yanılmıyorsam bir yargılanışında “Tek kişilik gizli
örgüt” kurmakla
“suç”lanmıştı!)

      *
* * * *

       size="3">Varlığı  inkâr edilmiş, tarihi, kimliği, dili,
toprağı kendilerinden çalınmış Kürtler için bedel
ödemiş İsmail Beşikçi, yazdıkları kadar
söyledikleriyle de önemli bir isimdir!

       size="3">Sadece Kürtler mi? Hayır, hepimiz için, herkes
için çok önemli ve bir o kadar da gereklidir.

       size="3">Onun gibi her koşulda doğruyu söylemek misyonuna
“es” geçmeyen entelektüellerin
uyarıcılığı olmazsa ne(ler) olacağını 1915’te
gördük... 1934 Trakya olaylarında gördük... 6/7
Eylül 1955 olaylarında gördük... Maraş’ta,
Çorum’da, Malatya’da gördük...

       size="3">Düşünceyi, onu cisimleştiren entelektüeli
“terörize ederek etkisizleştirmeyi amaçlayan”,
doğrudan doğruya “vatan hainliği” ile damgalayacak kadar
pervasızlaşan devlet zihniyetine, tekçiğine karşı her zamankinden
daha çok “Thersites” olmak gerekir; Beşikçi
Hoca’nın da yeni bir “Thersites” olduğunu
anımsamalıyız!

       size="3">William Shakespeare’in, ‘Troilos&Kressida’
oyunundaki “Thersites” karakteri, Helen komutanlarının
baskısı altında olduğu hâlde, her zaman iktidara doğruyu
söylemekten sakınmayan, eleştirelliğini hiçbir zaman
kaybetmeyen bir rütbesiz askerdir.

      *
* * * *

       size="3">“Felsefe yapma”, “politika yapma”,
“entel-dantel takılma”, “ben tarafsızım” gibi
sıkça tekrarlanan repliklerin dört yanımızı kuşattığı bu
günlerde herkes, Beşikçi gibi felsefe yapmalı, entelektüel
olmalı, taraflılığını ortaya koymalı, tarafsızlığı reddetmeli ve
de asılsız “tarafsızlık iddiaları”nın yalan olduğunu
açığa çıkarmalıdır.

       size="3">“Tarafsız olmak”, düpedüz, sorgusuz-sualsiz
egemen siyasal ve sosyal anlayışın çizgisinde olmak, o
çizgiyi ve denetim sistemini
güçlendirmektir…

       size="3">Söz konusu sistemin en önemli özelliği
(baskıyı açıkça uygulamanın  ötesinde),
etkin bir korku ortamı yaratarak herkesin kendi kendini ve çevresini
denetlemesini sağlamayı başarmak oluyor.

       size="3">Bunu başarmanın yolu da toplumu, “resmi ideoloji”yi
her düzeyde yeniden üreten, hiyerarşik bir
yapı içinde örgütlemek, dayatmak oluyor.

       size="3">“Resmi ideolojik düşünce(sizliğ)i”
topyekûn egemen kılmayı amaçlayan bu tiranik dayatma,
eleştirel karşı çıkış ve itirazları bastırmak,
entelektüelleri tümüyle susturmak yanında, eş zamanlı
kesitte de “resmi ideoloji”ye biat etmiş, sadık, yalnızca
rejimin açıkladığı “gerçekleri” yayan teksesli
bir propagandayı örgütlemektir.

      *
* * * *

      Bu
kısır döngü, Beşikçi gibilerin entelektüel
düşünce ve duruşlarıyla aşıldı…

       size="3">Malum, “entelektüel”, dilimize kökü
Latince “intelectus” olan Fransızca “intellect”ten
geçmiş. “Soyut ve mantıksal düşünme yetisini
kullanan” anlamına gelen “entelektüel” terimini
oluşturan mücadele yüzyıllar boyunca, “Orta
Çağ” zihniyetine ve Clericus’a (kilise sınıfına)
karşı verdiği mücadele sonunda kazanmıştı.

       size="3">Her “resmi ideoloji”, nihai kertede “Orta
Çağ zihniyeti”nden farksız, monolitik bir dayatmadır;
“Sarı Hoca”da bu dayatmaya “Hayır” diyerek,
düşünsel planda isyan ederek, olması gereken değişimin
önünü açanlardan olmuştur.

      *
* * * *

       size="3">“Ne çalıp, çırptı, ne de cana kıydı”,
ama 17 senesini çaldı T. “C” onun; tam 17 sene... Dile
kolay…

       size="3">Beşikçi’yi yargılayan hâkimler ki başka bir
davada sanık yakınlarından milyonlarca lira rüşvet alırken
yakalanmışlar ve T. “C” adaletine bakın ki
Beşikçi’ye verdikleri 10 yıl hapis 5 yıl sürgün
kararına rağmen; hâkimler 8 yıl gibi bir süre cezaya
çarptırılmışlardır.

       size="3">Yani bilim insanına araştırma yaptığı için 10 yıl
hapis verenler, rüşvet aldıklarında 8 yıl cezaya
çarptırılıyorlardı…

       size="3">“Neden” mi?

       size="3">Hayatı  boyunca sadece söylediği sözün
insanı olduğu için.

       size="3">Dile bile kolay değil: 17 yıl hapis yattı. 

       size="3">Neden? Resmi yalana yalan dediği için.

       size="3">Çıplak kralı gösterip “Kral
çıplak!” dediği için.

       size="3">Galile gibi “Dünya dönüyor!” dediği
için.

       size="3">Namuslu olduğu için.

       size="3">İsmail Beşikçi’yi hapsedenler ne diyor peki
şimdi?

       size="3">“Meğer bazı yurttaşlar
Kürt’müş,” öyle mi?

       size="3">Aferin onlara!!!!

       size="3">Onlara ve onlar karşısında susanlara!!!!

       size="3">Onların karşısında susanlar, bilmiyor olamazlar: Susmak da yalan
söylemektir haksızlık varken!

       size="3">Yalan söylemeyi reddetmiş İsmail Beşikçi
gerçeğinin maruz kaldığı  baskılar karşısında susanlar,
nasılsınız, ne âlemdesiniz, kendiniz hakkında diyebileceğiniz bir
şey var mı, olabilir mi?

      *
* * * *

       size="3">İsmail Beşikçi , “Kürt Aydınlanması”nın
önemli, çok önemli kilometre taşıdır

       size="3">Siyasal ve sosyolojik analizleriyle “Kürt
Aydınlanması”na kişilik kazandıran
“Sarı Hoca”nın çok önemli bir yeri var.

      O,
“resmi ideoloji”yi yargılayan, eleştiren,
teşhir… “Kemalist Türk Tarih Tezi”ni,
“Güneş Dil Teorisi”ni deşifre…  Kemalizmi
de mahkûm edendir…

       size="3">“Resmi ideoloji” safsatasının ırkçı, şoven
karakterini, saçmalığını hepimize öğreten O, bilimsel
gerçekliğin, objektifliğin, aydın olma/ve kalmanın protipidir.

      *
* * * *

       size="3">Gerçekler için ödün vermeden, verilmesi
gereken mücadeleyi, olması gereken biçimde verenlerdendir O;
“Kürt yok, Kürtçe yok” resmi yalanını
kararlılıkla tashih edip, ‘Göçebe Alikan
Aşireti’ne ilişkin araştırmasıyla, ta 1967-1968’lerde
“resmi ideoloji”nin suratına indirilen “ilk”
şamardı.

       size="3">Uğrunda hapislerde yattı(rıldı)ğı kitapları üzerindeki
yasakların hâlâ kalkmadığı; ömrünün 17
yılını zindanlarda geçiren; düşünce ve
davranışlarından ötürü bir insanın başına neler
gelebileceğinin örneğidir.

      *
* * * *

      O
hâlâ şunları der, denilmesi gerektiği gibi:

       size="3">“Geçmişte bu ülkede Kürtleri ve
Kürtçe dilini inkâr ve imha söz konusunuydu.
Asimilasyon politikaları yürütülüyordu. Bugün ise
sorun kendi adıyla konuşuluyor ve tartışılıyor. Bu çok
önemli bir gelişmedir ve büyük bir değişimdir. Ama
bugün bile eksik olan şudur. Kürt sorununun nedenleri değil de
hâlâ sadece sorunun çözümü konuşuluyor. Bu
büyük bir eksikliktir…

       size="3">Bugün dünyada 207 devlet var. Bunların arasında
nüfusu bir milyonun altında pek çok devlet bulunuyor. Avrupa
Birliği’nde Malta, Lüksemburg, Kıbrıs gibi üyeler var.
Avrupa Konseyi’nde de San Marino, Lichtenstein, Andora gibi nüfusu
30-40 bin civarında olan devletler var. Kürtler ise bütün
Ortadoğu’da kırk milyon nüfus, ama bu 40 milyonun ne Birleşmiş
Milletler’de ne Avrupa Konseyi’nde ne de İslâm
Ülkeleri Konferansı’nda en ufak bir varlığı, siyasi
statüsü var. Uluslararası dünyada Kürtlerin adı sadece
terör denildiğinde geçiyor. Kürtlerden söz edilirken,
‘Kürt terörü’, ‘uluslararası
terör’ gibi sözler söyleniyor…

       size="3">Talabani’nin ‘Bağımsız bir Kürt devletinin hayal
olduğu’ sözü çok yanlış... Yaşar Kemal de
‘Kürtler devlet istemiyor’ dedi. Bunu,
‘endişelenmeyin’ diye Türk basınına söyledi. Onun
söylemi de çok yanlış. Geleceğe ambargo koymamak
lazım…”
size="2">[4]

      *
* * * *

       size="3">Her şeyi sorgularken, sadece aydınlanmış değil,
aydınlatıcı  da olabilen O; dünyaya, ön kabulle bakmayan
köktenci bir eleştirinin kendisidir.

       size="3">Her konuda, herkes karşısında
özgürlükçü, bağımsız pozisyonda hakikâte
bağlanan özgürlükçülüğüyle,
çağının tanığı/ vicdanı olmayı başaran “Sarı
Hoca”, Dostoyevski’nin, “Her insan herkes karşısında her
şeyden sorumludur,” sözünü
onaylayandır…

      *
* * * *

       size="3">“Yunanistan ya da Bulgaristan’da her gün Türk
asıllı çocuklara ‘Yunanlıyım, varlığım Yunan
devletine armağan olsun...’ dedirtilse, Türkiye’de buna
şiddetle karşı çıkılmaz mı? Aynı şey Kürtler
için de düşünülmeli,” haykırışıyla
egemenleri tehdit eden bir kimlik ve duruştur O...

       size="3">Sadece bu mu?

       size="3">Hayır; bir de üstüne üstlük,
“Maaşlı Cumhuriyet Münevveri”nden
kopuştur!

       size="3">Çünkü bir bilim insanında olması gereken tüm
özelliklere sahiptir; “resmi ideoloji”ce söylenenleri/
dayatılanları kabul etmeyip, aksine onlardan şüphe ederek, test edip,
doğruluk süzgecinden geçirmiştir. Başına da ne geldiyse
bunları yaptığı, yani gerçeği aradığı için gelmiştir.

       size="3">Dik duruşuyla O, hepimize, “Aydınları aydın yapan
fikirlerini her ne pahasına olursa olsun savunmalarıdır,”
sözlerini anımsatır.

      *
* * * *

       size="3">Aydın olmak “en doğru”yu bilmek, “en şaşmaz
yanılmaz” olmak falan değildir; tavır alabilmektir.

       size="3">Evet “malumatfuruş” olmak değil,
“duruş”tur aydın olmak.

       size="3">Doğru olduğunu düşündüğü/ savunduğu duruşu
doğru zamanda ortaya koyabilmektir.

       size="3">Yani Rıfat Ilgaz’ın, “Aydın
mısın?” sorusunun, negatif yanıtı  “Korkuluk
ol!” iken, pozitifini hepimize öğreten “Sarı 
Hoca” gibi olabilmektir. (Bu böyle değilse, tozlu
kütüphane rafları “aydın(ımsı)larla”
doludur!)

       size="3">Kolay mı? 

       size="3">Hepimizi utandıracak bir gerçeği açıklar İsmail
Hoca: “Hâlâ adalet için cesarete ihtiyaç
vardır Türkiye’de…” (“Adalet için
cesarete ihtiyaç duyuluyor” ise, orada bir soru(n)
vardır!)

      Bu
nedenledir ki O; dik durmayı başaran bir cesaret ve cüretin, ne
kadar elzem, bir o kadar da “olmazsa olmaz” olduğunun
somutudur!

      *
* * * *

       size="3">Devam edelim: Eski bir deyişle “efradını câmi
ağyarını  mâni” bir aydın tanımı bilmiyorum.

       size="3">Ancak tutarlılık gerekir diyorum... Aydın kişinin
açıkladığı, savunduğu düşüncelerle, davranışları ve
yaşam biçimi aynıdır. Bir aydın, ele verir talkını kendi yutar
salkımı anlayışında olamaz. Ortama, koşullara göre sık sık
fikir, görüş değiştirmez, esen yele göre yelken
açmaz. Mevlana’nın deyişiyle olduğu gibi,
göründüğü gibi davranır. Savunduğu
görüşlerle çelişkili davranış, yaşama biçimi
yoktur.

       size="3">Sonra da alçakgönüllülük gerekir
diyorum... Alçakgönüllülük bir erdemdir, aydın
olmanın da vazgeçilmez koşuludur. Aydın kişi,
küçük dağları ben yarattım edası içinde
olamaz; insanlara, çevreye küçümseyerek yukarıdan
bakmaz, yüksekten atmaz. Hele hele bazı çevrelerin ayırtısına
kapılarak, büyüklük kompleksine kapılmaz, yalakalık
yapmadığı gibi, kendisine yalakalık yapılmasından da hoşlanmaz.

       size="3">Bir de sorgulama gerekir diyorum… Kendini, duruşunu,
eylemini, bunlara kaynaklık eden düşüncelerini...

       size="3">Adil, özgürlükten yana, muhalif, emeğin ve
insan(lık)ın değerini bilen, farklılığa saygılı olan ve iktidar
gücüne aldırmadan, ona mesafeli olan, karşı koyandır
aydın...

      *
* * * *

       size="3">Aydın  öncelikle, “Mamoste İsmail”
örneğindeki üzere, otorite ve iktidara hizmet etmeyi
reddedişiyle, sonra da milliyeti, dini ve geleneğiyle arasına koyduğu
mesafe ile tanımlanırken; entelektüeli metaforik bağlamda bir
sürgün olarak da görebiliriz.

       size="3">Hiçbir kahramana ve siyasi hiçbir tanrıya inanmayan;
gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir
entelektüel.

       size="3">Hatırlanacağı  üzere Edward Said,
“sürgün” kelimesini esasında bir metafor olarak
kullanmaktadır. Hayatları boyunca aynı toplumda yaşayan
entelektüeller de ikiye ayrılabilirler: “Evet” deyiciler ve
“Hayır” diyerek imtiyaz, güç, şan ve şöhret
edinme anlamında yabancı ve sürgün olanlar. Sürgün
kelimesiyle asla tamamen uyumlu olmama, kendini her zaman yerlilerin işgal
ettiği aşina muhabbet dünyasının dışında hissetme,
çoğunluğa intibak etmekten hiç haz etmeme kastedilmiştir.

      *
* * * *

       size="3">Julien Benda’nın da işaret ettiği gibi
“aydın”, sürekli olarak uyanık ve
algısı açık, günlük kaygılardan uzak, ne dini ne de
ırkı  olan, her dine, siyasi düşünceye, toplumsal aidiyete,
ırka eşit derecede mesafeli birisiyken, “Aydının yerine getirmekle
yükümlü olduğu işlev, ‘aydın’ olmayanların
ihtiraslarını dizginlemektir”
size="2">[5] ki,
Beşikçi Hoca’da bunu, çok şeyi göze alarak
yapar…

       size="3">Sadece bu mu? Hayır, bunun da ötesinde entelektüel,
dışlanmış ve dezavantajlı grupların lehine kurulu düzene,
baskıcı otoriteye muhalefet eden bilgi donanımlı kişidir. Adalete ve
gerçeğe bağlıdır, yozlaşma ve çürümeye karşı
çıkar. Kamusal rolü ne önceden kestirilebilir, ne de bir
slogana ya da dogmaya indirgenebilir.

       size="3">Entelektüel bir mesajı, görüşü, tavrı,
felsefeyi topluma karşı ve toplum için temsil ve ifade eden
kimsedir. Bu rolde insanları tedirgin eden sorular sorar; dogmalar
üretmez onlara karşı çıkar; hükümetler ya da
şirketler tarafından satın alınamaz; varoluş nedeni sürekli olarak
görmezden gelinen insanları ve sorunları temsil etmektir.

       size="3">Nihayetinde O; entelektüelin toplumsal sorumluluğu ve
işlevine ilişkin olarak, “Ahlâki sorumlulukları hakikâti
anlamaya çalışmak, dünyaya ilişkin bir kavrayışa ulaşmak
için başkalarıyla birlikte çalışmak, bunu diğer insanlara
aktarmaya çalışmak, onların da kavramasına yardım etmek ve
yapıcı eylem için zemin oluşturmaktır,”
face="Times New Roman" size="2">[6] diyen Noam Chomsky’i de doğrular
pratiğiyle…

      *
* * * *

      F.
Nietzsche’nin, “Alev, başka şeyleri aydınlattığı kadar
aydınlatmaz kendini. Bilge de böyledir,” sözüyle
betimlenmesi mümkün olan Beşikçi’nin tarihinde,
dönekliğin “d”si yoktur; “af dilemez”, kendi
kendini itham edecek tutumdan özenle uzak durur.

       size="3">Hançer gibi bir dile, pamuk gibi bir yüreğe sahip olan
O, olduğu gibi görünendir; ne bir eksik ne de bir fazla…
(Geçerken, Cervantes’in, “Her parlayan altın
değildir,” sözünü de anımsatayım!)

       size="3">Mütevazıdır; her şeyi olduğu gibi görmek yanında
sadece kitapları değil, yaşamı da doğrudan doğruya
okur.

       size="3">Doğru ve iyi olanı bilmekle yetinmeyip, onu uygulamaya sokacak
kadar bilge bir derviş; kişiliğini öne çıkarmaya gerek
duymayacak kadar geliştirmiş olan O; “efsanevi” yemyeşil uzun
bir kazağı, ayna gibi kafası, gözlükleri ve daim
gülümseyen naifliğiyle, Martin Van Bruinessen’in deyişiyle
“Kürtlerin Frantz Fanon’u”dur!

      *
* * * *

       size="3">Orhan Kotan’ın, ‘Geçen
Yıl’ başlıklı şiirinde, “Kürt halkı da
bütün halklar gibi/ insanca yaşama hakkına sahip
olmalıdır’ dediği için/ ‘Türk devleti/
Kürt ulusuna/ köle olmayı öneremez’ dediği
için/ vurdular kollarına kelepçeyi/
Beşikçi’nin” diye bahsettiği “Kürtlerin
Frantz Fanon’u”dan, özür dilenmeden Kürt Sorunu
çözülmeyecektir…

      10
Mart 2010 21:01:53, Ankara

       size="3">N O T L A R

       size="2">[1] İsmail Beşikçi, Derleyenler: Barış
Ünlü-Ozan Değer, İletişim Yay., 2011…
içinde…

       size="2">[2] Edward Said.

       size="2">[3] “Üzüme yetişemeyen tilki
üzüme ‘ekşi’ der.”

       size="2">[4] Neşe Düzel ile söyleşi,
“Lozan’da Musul-Kürt Pazarlığı”, Taraf Gazetesi 7
Eylül 2009.

       size="2">[5] Julien Benda, Aydınların İhaneti, Çev:
Cem Soydemir, DoğuBatı Yay., 2006.

       size="2">[6] Noam Chomsky, Entelektüellerin Sorumluluğu,
Bgst Yay, 2005, s.8.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder