8 Ocak 2011 Cumartesi

Füsun Akatlı: Acı ve Sevgi ile Kahramanca ve Dimdik Yaşamak / Temel Demirer

Füsun Akatlı: Acı ve
Sevgi ile Kahramanca ve Dimdik Yaşamak / Temel Demirer

class="rteright">
“Önemli olan aşkın

kendisi değil, varoşlarıdır.”[1]

O’nun ardından yazmaya oturduğumda; Orhan Veli (Kanık)’nin,
‘Karmakarışık’ındaki, “Bir okla yaralı kalbim,/
Boyacının sandığında/ Güvercinim kâğıt helvasında;/
Sevgilim kayığın burnunda;/ Yarısı balık,/ Yarısı insan;/ İn miyim?/
Cin miyim?/ Ben neyim?”; veya Fernando Pessoa’nın,
‘Tütüncü’sündeki, “Hiçim ben./
Asla bir şey olmayacağım./ Bir şey olmayı isteyemem./ Öte yandan,
bendedir bütün düşleri dünyanın”; ya da
Kavafis’in, ‘Bir Başka Deniz Bulamazsın’ındaki,
“Dile ki uzun sürsün yolun./ Nice yaz sabahları olsun,/
eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde/ önceden hiç
görmediğin limanlara girdiğin!”[2] dizelerini anımsadım
birden… Bir hüzün tuttu yüreğimi…

Kolay mı? 4 Temmuz 2010 günü, 66 yaşında kaybettiğimiz O;
çok yönlü, düşünen, üreten, tartışan
biriydi; eleştirmen ve felsefeciydi; insandı…

“Hayattaki insanın duruşunu, daha doğrusu insanın bir felsefesi
olması gerektiğini anlattı.”[3]

Bilgi birikiminin ve zihin berraklığının sonucu olarak lafı uzatmadan
felsefe yapan bir felsefeciydi, hayatı da lafı uzatmadan noktaladı.

Özdemir İnce’nin, “Füsun, ‘olması gerekeni
olamayanlar’ sınıfına girer,” diye tarif ettiği O;
Üstün Akmen’in, “Sanatçı-öznenin
vazgeçilmez rolünü 66 yıl hiç yadsımadan
yaşadı”; Dikmen Gürün’ün, “Yaşadığı
toplumu sorgulamaya zorlardı”; Zeynep Oral’ın,
“Yaptığın her işe, yazdığın her yazıya derinlik kattın,”
diye betimledikleriydi…

* * * * *

Evet, evet “Zamansız Yazılar yazarıyım ben. Öyle olmaktan
hoşnutum. ‘Zamansız’ın anlamı üzerine birkaç
söz etmek isterim. Okur bunlardan birine saplanıp kalmasın,
günahımı almasın diye! ‘Zamansız’; zamanı olmayan,
zamana tabi olmayan, belli bir zamanla kayıtlandırılmamış, yani
‘zamanı kaplayan’ anlamını taşır. Kelime olumsuzluk
taşırken, anlam olumlu burada. Dün, bugün, yarın yok. Hep, her
zaman geçerli...” diyen Füsun Akatlı, soluk almadan
eklerdi: “Eskimiş, unutulmuş, küflü, naftalinli, demode
bulunarak gündemin dışında bırakılanlar, benim her zaman
gündemimdedir demek isterim bir yandan…”

Dedikleriyle hayatı/ yaşadıkları müthiş örtüşen
Doç. Dr. Füsun (Altıok) Akatlı, 4 Temmuz 2010 pazar
günü akşamüzeri kaybettiğimizde 66 yaşındaydı; 12 Mart
kuşağındandı…

Hakkında Zeynep Oral’ın, “Her değerin yozlaştığı,
ucuzlaştığı, kolaylaştığı; halk dalkavukluğuna
dönüştüğü bir ortamda Füsun Akatlı,
düşünceyi ve emeği temel erdemler olarak kabul etti, benimsedi,
bunun örneğini verdi. Yaptığı her işe, yazdığı her yazıya
derinlik kattı. Ve gülümsemeyi hiç unutmadı,”
dediği O; 1944 yılında doğdu.

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe
Bölümü’nden mezun olup, bu bölümde asistan
olarak göreve başladı. 1971 yılında master, 1974’de edebiyat
felsefesi konusunda hazırladığı bir tezle doktora aldı.

1983 yılında doçentlik aşamasındayken, üniversiteden istifa
ederek ayrılan Akatlı, reklamcılık sektöründe metin
yazarlığı yaptı, 1991 yılında da Şehir Tiyatroları’na girerek
kurumun başdramaturgluğunu üstlendi.

Daha sonra Yeditepe Üniversitesi, Tiyatro
Bölümü’nde de dersler vermeye başlayan sanatçı,
yönetimle ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucunda Bedrettin
Dalan’ın gerekçesi açıklanmayan hoşnutsuzluğu ile
istifaya zorlandı; Akatlı ile birlikte sekiz öğretim üyesi de
görevlerinden ayrılmak zorunda bırakıldı.

Simavi Edebiyat Ödülleri, Sait Faik Hikâye Armağanı,
Behçet Necatigil Şiir Ödülü, İnkılap Yayınevi
Edebiyat Ödülleri, Cevdet Kudret Ödülleri seçici
kurulları üyesi olan Füsun Akatlı, yazılarını Dost, Soyut,
Varlık, Milliyet Sanat gibi dergilerde; Politika, Söz, Cumhuriyet
gazetelerinde yayımlamış, üç yıl süreyle de Milliyet
Kitap ekinde eleştiriler kaleme almıştı.

2 Temmuz Sivas Katliamı’nda hayatını kaybeden şair Metin
Altıok’tan Zeynep isimli bir kızı olan Akatlı,[4] 2004 yılında
Memet Fuat Deneme Ödülü’ne layık
görülmüştü.

Oruç Aruoba’nın, “12 Eylül’ün postallı
kafasının, üniversiteyi ezerken, amaçlamadan, hele, hiç
istemeden varoluşunu olanaklı kıldığı bir avuçluk bir
aydın-düşünür kümesinin üyesiydi: Devletle
‘bordro’ köklerini kesmiş, kendi işini (yazma ve
eleştirme...) yaparken geçimini ayakları üstünde durarak
sağlayan; kimseye, hele devlete ve onun resmî ideolojisine hiç
bağımlı olmayan, özgürleşmiş aydınlardandı,” dediği
O; yani “Edebiyat, tiyatro ve felsefenin önemli
eleştirmenlerinden Füsun Akatlı ‘Acıyla, Sevgiyle ve
Kahramanca’ yaşadı ve zamansızca aramızdan ayrıldı,” Sibel
Oral’ın vurguladığı gibi…

* * * * *

O; yazdığı kitaplar arasında felsefi tartışmalar yaptığı
‘Niçin Diyalektik’, felsefi argümanlarla edebiyat
kuramlarına yaklaştığı ‘Felsefe Gözüyle Edebiyat’,
toplumsal, kültürel ve sanatsal alandaki yozlaşmışlık
üzerine yazdığı
‘Kültürsüzlüğümüzün Kışı’,
Bilge Karasu’nun yapıtlarını edebiyat, dil ve estetik açıdan
değerlendirdiği ‘Bilge Karasu Aramızda’ ve ozan Ruhi
Su’nun hayatı, sanatı ve düşünsel duruşu üzerine
kaleme aldığı ‘Bir de Ruhi Su Geçti’ ve ayrıca da son
yıllarda dergi ve gazetelerde yazdığı yazılardan oluşturduğu
‘Zamansız Yazılar’ adlı yapıtlarıyla entelektüel
hayatımıza felsefi, düşünsel ve sanatsal değerler bıraktı. />
AKATLI’NIN YAPITLARI
1) ‘Niçin Diyalektik’; 2) ‘Felsefe
Gözlüğüyle Edebiyat’; 3) ‘Zamansız
Yazılar’; 4)
‘Kültürsüzlüğümüzün Kışı’;
5) ‘Sis Lambası’; 6) ‘Düşünce Ufkunda Pupa
Yelken’; 7) ‘Zamana Direnen Şiir; Zamanı Yaşatan Roman’;
8) ‘Acıyla; Sevgiyle; Kahramanca’; 9) ‘Bilge Karasu
Aramızda’; 10) ‘Bir de Ruhi Su Geçti’; 11)
‘Pusulamız Felsefe’; 12) ‘Tenha Yolun Ortasında’;
13) ‘Yaz Başına Neler Gelir’; 14) ‘Bir Pencereden’;
15) ‘Edebiyat Defteri’; 16) ‘Felsefenin
Kıyılarında’; 17) ‘Zamansız Yazılar’; 18)
‘Rüzgâra Karşı Felsefe’; 19)
‘Öykülerde Dünyalar’…
 

Kızı Zeynep Altıok’un, “Acıyla, sevgiyle, kahramanca şu
omurgasızlar dünyasında, tüm acılara ve adaletsizliklere karşı
ilkelerinden ödün vermeden dimdik yaşadı,” betimlemesini
sonuna dek hak eden ve Füsun Akatlı ardında bıraktıklarıyla,
“Bilgi zengini ama bilgisini satmayan bir insandı. Kıvrak
zekâsı ile gözlemlerdi dünyayı. Hassas, hassas olduğu
kadar da güçlüydü. Olaylar karşısında dik
durmasını bilen bir insandı. Ardında hayata dair, insana dair deneme ve
eleştiri yazılarını, kitaplarını bıraktı... Adını bıraktı...
Gülen gözlerini bıraktı...”[5]

Özetle Selim İleri’nin, “Eleştirmen, deneme yazarı,
felsefeci, kılı kırk yaran titizliği, derin sanat duyuşu ve inanılmaz
sezgisi”nin altını özenle çizdiği; Kürşat
Başar’ın, “Titiz, ciddi bir eleştirmendi. Felsefenin
süzgecinden geçen, edebiyat bilgisiyle zenginleşen yazılar
yazardı” ve Leyla Erbil’in de, “Güvenin, bilginin,
dürüstlüğün, dik duruşun kızıydı,” diye
betimlediği O; “Yaptığı her işe derinlik kattı.”

* * * * *

“Yaşadığı sürece Sokrates’in: “Üzerinde
düşünülmeyen bir hayat, yaşanmaya değer bir hayat
değildir” ilkesinin simgesi olan Füsun Akatlı, toplumumuzda
eleştirel düşüncenin ender rastlanır
temsilcilerindendi.”[6]

“Füsun Akatlı, ‘denemeci yaratıcılığı’ ile
buluşturduğu ‘eleştiri’ türüne okuma keyfi
katmıştı. Ele aldığı yapıtları yorumlarken kullandığı
‘eleştiri dili’ni de ‘edebiyat’ kılabilmiş
incelikli bir yazı işçisiydi.”[7]

“Füsun’un arkasından Ona
‘Kültürsüzlüğümüzün Kışı’
başlıklı kitabında yer alan ‘Tiyatroda Eleştirinin Kısılan
Sesi’ başlıklı yazısından kısa alıntılarla seslenmek istiyorum
önemli bir parçası olduğu tiyatro dünyasından...

‘Eleştiri, insan zihninin en dinamik etkinliklerinden biri.
Günlük yaşam içinde gerçekleşen ayaküstü
eleştirileri bir yana koyacak olursak; edebiyatta, tiyatroda, genel olarak
sanatın bütün dallarında, bunlardan biraz daha farklı bir
yapıda olmakla birlikte bilimde eleştiri, bütün bu alanlarda
üretilenlerin, ortaya konan yapıtların bugününe ve
yarınına ‘teşhis koyan’ bunu da o alanlarla ilgili olarak
edinilmiş birikim, kazanılmış donanım ve geliştirilmiş beğeni
yardımıyla gerçekleştirebilen bir etkinlik. (....)

(Eleştiri) kısır çekişmelerin, dar
görüşlülüklerin, burnunun ucundan ötesini
göremeyenlerce yaratılan taviz bataklıklarının sergilenmesinde;
yazının başından beri sözünü ettiğim düşünce
ve bilgi birikimi, deneyimlerle pekiştirilmiş donanımlar, değerliyi
yozdan, performansı şovdan, sanatı magazinden ayıran, seçen
eleştirel bilinç, altın değeri taşıyabilirdi. (...)

Arz-talep dengelerinin tüm hayatımızı yönettiği
küçücük, ufuksuz dünyalarımızdan sanatı kovduk
da, şimdi daha mı rahat nefes alıyoruz?

Hepimiz manevi fukaralıkta eşitlenince, maddiyat zenginlerinin tek
eksikleri, yoksunlukları da ortadan kalkacak ve başları göğe
erecek.... Ama Türkiye, Cumhuriyetin ilk kırk yılı içinde
katettiği yolu geri koşuyormuş, taş taş üzerine konarak nice
zahmetle, emekle inşa edilen kültür-sanat kaleleri
dinamitleniyormuş, ne gam! Bu karanlık tablonun neresinde, eleştirmene
hangi rol, nasıl bir görev düşüyor? Artık bu soruya cevap
bulmak eskisinden de güç...’ (…)”[8]

Özetle bunları diyen Füsun Akatlı’nın “oldukları
ve olmadıkları” da tamamen kendi tercihleriydi.
Çünkü O; acıyla, sevgiyle, kahramanca ve boyun eğmeden,
dimdik yaşayan biriydi; insandı…

30 Ağustos 2010 17:07:43, Ankara.

N O T L A R

[*] Patika, No:72, Ocak-Şubat-Mart 2011…

[1] Fernando Pessoa, “Huzursuzluk Kitabı”.

[2] Cevat Çapan, Kavafis’ten Yüz Şiir-Bir Başka Deniz
Bulamazsın, Helikopter Yay., 2010.

[3] Tolga Yeter, “Ufuk Açıcı Bir Eleştirmen ve Felsefeciyi
Kaybettik”, Radikal, 6 Temmuz 2010, s.21.

[4] “Füsun Akatlı’nın eski eşi, kızı Zeynep’in
babası şair Metin Altıok da bir Temmuz ödeşmesindeki yerini alır. 2
Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli’nin yakılmasıyla
yaşamını kaybeden 37 candan bir candır o da. Bir vakit lokantası
hizmette olan, bugün daha yeni kamulaştırılabilmiş ama
hâlâ otel diye anılan o cehennem, köz olarak tüter
içimizde.” (Karin Karakaşlı, “Temmuz
Ürpermesi”, Radikal İki, 11 Temmuz 2010, s.9.)

[5] Dikmen Gürün, “Bilgi Zengini Bir İnsan...”,
Cumhuriyet, 13 Temmuz 2010, s.18.

[6] Ahmet Cemal, “Felsefeciler Farklı mı Ölür?”,
Cumhuriyet, 9 Temmuz 2010, s.18.

[7] Ayşegül Yüksel, “Bir ‘Güzel Aklı’
Daha Yitirdik”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2010, s.18.

[8] Zeynep Altıok, “Boyun Eğmeden, Dimdik”, Cumhuriyet, 10
Temmuz 2010, s.18.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder