5 Ocak 2011 Çarşamba

Sanatçının da Tavrı Olması Gerek - Gülşen İşeri

Sanatçının da Tavrı
Olması Gerek - Gülşen İşeri

 

 
Tam 41 yıldır değişmeyen bir ad Esin Afşar. Dünya çapında
ödüller aldı, halk müziğini yurt dışına taşıyarak
çok sesli müziği kattı hayatımıza. Türkiye’yi en
iyi şekilde temsil ettiğinde “Anadolu Pop’un tek kadın
temsilcisi” diye anıldı. Ama Esin Afşar “Anadolu Pop değil,
dünya müziği yapıyorum” diyerek müziğini
tanımlıyordu. Yunus Emre’den, Mevlana’dan, Âşık
Veysel’den ezgiler seslendirdi, kendi yorumunu katıp ödüller
aldı. Bunlardan ilkiydi 1969'da Yunus Emre'den bestelediği
‘Bana Seni Gerek Seni…’ Bu besteyle Ankara'da Hafif
Batı Müziği Düzenleme Ödülü'nü aldı.
Yine 1969'da Fransa'da Jacques Brel ile paylaştığı Dario Moreno
Ödülü'nü aldı. Gitmediği festival, katılmadığı
yarışma kalmadı... Müziğe ilk adımı attığı yıllardı işte bu
yıllar; 1970'de, Türkiye'de yılın en iyi şarkıcısı
seçildi. 1973'te davet üzerine İsrail'e gitti. İki yıl
sonra yine İsrail daveti gelmişti ve 1975 yılında da İsrail'de
düzenlenen Akdeniz Halk Şarkıcıları Festivali'ne katıldı,
dördüncü oldu. 'Diplomatik Sanatçı'
ünvanını da alarak Macaristan’a gitti. Pek çok ilkleri
yaşamıştı Esin Afşar.
 
41 yılın özeti elbette bu kadar değil. O da 1980’de
TRT’de yasaklanan sanatçılardan biriydi. Nâzım Hikmet
okuduğu için TRT yasaklamıştı Esin Afşar’ı. “12
Eylül mağduruyum, o yüzden Hayır dedim” diyor
referanduma...
 
Esin Afşar’la biraraya gelmemizin nedeni geçmişi
karıştırmak değildi. Odeon müziğin Esin Afşar’ın
45’liklerini yeniden toplamasıydı. Afşar’ın Odeon Müzik
hesabına 1971, 1976 ve 1977 yıllarında kaydettiği 6 tane 45’lik
plakta yer alan 12 şarkı, orijinal stüdyo bantlarından dijital ortama
bu albüm için aktarıldı ve Esin Afşar 70’li yılları
bugüne taşıdı. Bir dönem uzun süre dillerden
düşmemiş 'Zühtü', 'Hacer Hanım', 'Diley
Diley Yar' ve 'Yağan Yağmur' gibi türkü formunda
beste çalışmaları, 'Cevizin Yaprağı' ve
'Sivastopol' gibi anonim türküler de bu 45’lik
albümde… Yunus Emre, Mevlana, Aşık Veysel ve Nâzım
Hikmet, Esin Afşar yorumuyla 70’li yılların saflığını sunuyor.
Bu vesileyle konuk olduk evine… Mütevazı tavrıyla karşıladı
bizi. Hem Odeon Yılları’nı hem de 70’li yılları
konuştuk.
 
>>>>Odeon Müzik bir ilk daha yaptı ve sizin
45’likler Odeon Yılları adıyla bir CD olarak biraraya geldi. Yıllar
sonra nasıl bir his yarattı sizde? 
70’li yıllardı benim müzik hayatım. 68’i 69’ a
bağlayan gece başladım müziğe. O zamanlar Doğan Canku’nun
eşliğinde 'Bana Seni Gerek Seni' ile çıkış yapmıştım.
Paris’te büyük bir orkestrayla söylemiştim. Ama şuna
inanıyorum; tek gitarla çok daha güzel oluyor
çünkü mistik bir şey. Odeon’un yaptığı hoş bir
şey tabii. Dinlerken de “ben bunu da mı söylemişim”
dedim. Ne olursa olsun nostaljik ve güzel bir şey...
 
>>>>“Anadolu pop’un tek kadın
temsilcisi” diyorlar sizin için. 'Anadolu pop' olarak
mı tanımlıyorsunuz müziğinizi?
Hayır, Anadolu pop algısı yanlış. Fransa’da bunun adını
koymuşlardı, orada çok konser vermiştim. Onların koyduğu ada
göre ‘dünya müziği’ benim yaptığım
iş...
 
>>>>1970’li yıllarda çok önemli
işlere imza attınız. Aradan 41 yıl geçti. Bugün
70’lerin müzik algısı elbette yok. Halk müziği
bugünlerde pop sanatçılarının da dilinde. Tarkan da
Âşık Veysel’den ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’
türküsünü seslendirdi. Değişen ne oldu?
Tarkan’ı çok beğeniyorum. Yorumu da güzel, konservatuar
çıkışlı zaten. Arada bir arabesk tavırla söyleyenler
çıkıyor tabii. İşte o zaman yazık diyorum. Özünü
bozmadan, doğu ve batı senteziyle yapmak, çok sesli yapmak
önemli. Çok seslilik Atatürk'ün nutkunda da var.
“Kendi ezgilerimizi, halk ezgilerimizi çok sesli yapalım, o
zaman dünyaya yetişiriz” demiş Atatürk. Bunun kanıtı da
ben de oldu. Pek çok ödül aldım. Mesela Tülay German
Fransa’da yaşıyor, Fransızca söylüyor. Bu da hoş bir şey
değil. Halbuki ben o çıkışı kendi müziğimle, halk
müziğiyle yaptım.
 
>>>>Batı’da yetiştiniz. Klasik batı
müziği eğitimi aldınız ama halk müziği vazgeçilmeziniz
oldu. Nasıl başladı halk müziğini doğu-batı enstrümanlarıyla
söylemek?
Ruhi Su’yla tanışmakla oldu. Kerim Afşar’la evliydim o zaman.
İtalyanca, Fransızca söylüyordum. Ama benim  bir
özeliğim de, kimden ders alırsam alayım kendi yorumumla
söylerim. Olması gereken de o zaten. 'Drama
Köprüsü' mesela, çok farklı söylerim Ruhi
Su’dan... Doğru söylerim ama kendi yorumumla söylerim.
Ruhi Su da batıdan gelme ama o da hapishane yıllarında saz çalmaya
başlamıştı. Hatta bana “Esin’ciğim benim saz çalmam
kendime eşlik edecek kadar” derdi. Ve bana dedi ki “Sen de
orkestranın ağız kokusunu çekeceğine gitar öğren.” Ben
de hakikaten onun önersiyle bir dönem gitar öğrendim ve
gitarla eşlik ettim kendime...
 
>>>>Tabii bir de kimsede olmayan bir ünvan var
sizde: Diplomatik Sanatçı ünvanı
.
Tiyatroyu seven biriydi o dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri
Çağlayangil. Benim şarkı söylemeye başladığımı duyunca
çok bozulmuş. "Para için mi?” dedi “hayır
efendim” dedim. Sonra geldi dinledi, ben de Ruhi Su’nun
repertuarından söylemeye başlamıştım, işte o zaman
“affedersiniz,  ben yanlış anlamışım” dedi. Konuşurken
de “ister misiniz sizi Parlamenterlerle birlikte Macaristan
göndereyim." Böyle gelişti ve Budapeşte’ye gittim
parlamenterlerle... Gittiğim her ülkede de o ülkenin folklorik
ezgisini mutlaka söylerim, Macaristan’da da onu yapmıştım.
Herkesin çok hoşuna gitti.
 
>>>>O dönemler size böyle bir ünvan
verildi ama bugün 'devlet sanatçılığı' ünvanı
var, bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Onun da cılkı çıktı! Şimdi ben onların yerinde olsam iade
ederim. Çok ayağa düştü ve herkese dağıtıldık ki
değeri kalmadı. Kabul etmeyenler de oldu, Mehmet Güleryüz mesela
reddetti. Benim ünvanım benden başka kimse de yok. Ama devlet
sanatçılığı ünvanı değerini kaybetti. Bu hale geldikten
sonra ben de devlet sanatçılığını reddederim. Ayrıca devlet
sanatçılığı ünvanını almış birinin yurt dışında
Türkiye’yi temsil etme zorunluluğu vardır. Şimdi arabesk
söyleyen herhangi biri Türklere söylüyor, kimi temsil
ediyor peki? Ben yabancılara kendi müziğimi söylüyorum oysa,
kendi halk müziğimizi tanıtıyorum.
 
>>>>1970’lerde yapılan müzik elbette
farklıydı. Koşullar zor olmasına rağmen iyi müzik üretilirdi.
Bugün müzik de özünü kaybetti. 40 yıllık
sürece baktığınızda neye bağlıyorsunuz bu
değişimi?
Yozlaşmaya bağlıyorum. Bu dönemde herkes konservatuar
çıkışlı. Benim dönemde çok azdık. Dediğim gibi
yozlaşma. Plak şirketleri avucunu içine alıp benzeyeni, tutanı
sanatsal değeri olmayan şeyleri çıkartıyor. Sanatçılarda
kendi değerlerini bilip daha kaliteli işler yapsalar çok daha iyi
olur.
 
>>>>Bu zor koşullardan biri de 12 Eylül’de
TRT tarafından yasaklanan sanatçılardan biri olmanız.
Gerekçe neydi?
Nâzım Hikmet için yasaklandım. Canlı yayındı ve provamız
vardı, ben de provada Nâzım söyledim. O zaman yönetmen
“bunu söylemeyin” dedi ama canlı yayında söyledim.
Durduramadılar. Sonrasında da yasak geldi. TRT’nin yasaklı
sanatçılar arasında yer aldım. Ne acıdır ki, Gorki'lerin,
Nâzım Hikmet'lerin kitapları evimizdeydi. Kaç kez polis
baskınıyla karşılaştık.
 
Filiz Ali arkadaşım, Sabahattin Ali’nin kızı. Onu da
“komünistin kızı” diye öcü gibi
gösterirlerdi. Kız köşe bucak ağlardı. Biz bu bedelleri
ödedik. Bütün dünya dillerine çevrilmiş
Nâzım’dan söz ediyoruz! Türkçenin
güzelliğini Nâzım’la anladım. Onun şiirlerinde
müziğin ritmi var zaten.
 
>>>>Nâzım Hikmet CD’niz de
var…
Çok ilginç bir şey, 25 yıldır Nâzım Hikmet
söylüyorum sahnede. Ama bir türlü CD yapamadım. Sonra
Gaziantep’te konser verirken bir iş adamı sponsor olmak istedi, ben
de “Nâzım’ı sever misiniz” dedim “hayır,
sevmem” dedi. Şaşırdım, tabii bu arada Kültür
Bakanlığı’na da söyledim, onlar da "şimdi size yaparsak
herkes ister" dedi, ben de bunun farklılığını anlattım ama yıllar
geçti. Gaziantepli iş adamı da sponsor oldu ve Nâzım
CD’sini çıkarttım.
 
>>>>Nâzım Hikmet için yasaklandınız ama
bugün Nâzım'ın şiirleriyle başlıyor hükümet
konuşmaya, ne dersiniz?
Samimiyetlerine fazla güvenmiyorum. Fazıl Say mesela, Nâzım
Hikmet oratoryosu yaptığında destek vermediler, işte o zaman
samimiyetlerini sorguluyorsunuz.
 
>>>>Tiyatrodan sonra müzik girdi yaşamanıza;
müzik, beste çalışmalarınız, dünya çapında
konserler... Nasıl bir başarıdır bu?
Herkesin şaştığı şey “çocukların var, nasıl bunları
yapıyorsun” derlerdi. Hatta Duygu Asena da söylerdi bunu. Ben
devlet tiyatrosunda 12 yıl ara vermiştim ve onca aradan sonra Bilgesu
Erenus’un tek kişilik oyunu 'Kelaynaklar’ı oynamıştım.
Zor bir oyundu ama üstesinden gelmiştim. Oluyor. Dönemin
koşulları gereği oluyor.
 
>>>>Şimdi popüler bir dünyanın
içindeyiz. Geçmişi özlüyor musunuz?
Özlenmez mi? Çok daha farklıydı ortam. Sanatçıların
tavrı farklıydı. Şimdi insanları aşağıya çeken politika
izleniyor. Halbuki sanatın değeri insanları yukarı çıkartmaktır,
bu devlet politikası gibi geliyor bana; uyutmak, uyuşturmak istiyorlar
insanları... Uyuşturucu alışkanlığı gibi televizyona bakıyorsunuz,
hele o sabah programları! Bir tek kanal varken çok farklıydı her
şey.
 
Bugün bakıyorsunuz gerçekten, benim yaptığım hiçbir
şey duyulmuyor. Pakistan’da konser verdim kimse bilmez. 4 yıldır
Gaziantep’e gidiyorum konsere. Türkiye’nin her yerinde
konserlerime devam ediyorum ama kimse bilmez. Sanki gizli saklı
yapıyormuşum gibi...
 
>>>>1975 yılında İsrail’e festivale de
gittiniz. Bugün bir davet daha alsanız gider misiniz?
Mısır’da bir resepsiyona katılmıştım. O zaman sitem etmişlerdi,
“İsrail’e gidiyorsunuz bize gelmiyorsunuz” diye. Ben de
“onlar davet etti, siz de davet edin geleyim” dedim. Müzik
öyle bir şey ki, ülkeleri birleştirici bir gücü var.
Savaşları da engelleyebilir diye düşünüp tekrar
gidebilirim, ama bilmiyorum. Yapılan şeyler çok kötü
sonuçta. Onu da görmezden gelemeyiz.
 
>>>>41 yıl dile kolay... Bu sanat yaşamanızda pek
çok şeye tanıklık ettiniz. Türkiye’de
sanatçıların muhalifliğini nasıl yorumluyorsunuz?
Sanatçının da tavrı olması gerek, bir sanatçı “neme
lazımcı” olamaz. Ben yıllardır bunun acısını çeken bir
sanatçıyım. Az mı gittim Selimiye Kışlası’na! Buna rağmen
“evet” demedim referanduma. “Hayır” dedim. 12
Eylül zedesiyim çünkü... Kenan Evren döneminde
vatan haini ilan edildik. Bunları kimse unutturamaz.
 
Arabesk bize ait değil
 
>>>>Arabesk konusuna gelirsek, siz bu süreci
eleştirenlerdensiniz. Arabesk nedir, kimin müziğidir?
Arabeske karşıyım. Sosyolojik bir olay aslında, İstanbul’un
taşı toprağı altın diyen, zengin olma umuduyla yol alanların hayal
kırıklığı ve ağlak şarkılar. Arap-Hint karşımı, piç
müziktir. Bunu ben söylemiyorum müzik otoriteleri de
söylüyor. Evet, “ben bu müziğe tahammül
edemiyorum” dedim. Mideme vuruyor. Fazıl say da haklıydı.
Söyleyecek tabii. Arabeskçileri çıkartılar moda
gibi.
 
Ona da kızıyorum, bitmiş gibiydi ama kalkıyor doğru düzgün
şeyler söyleyen insan 'arabesk' diye CD yapıyor. Atatürk
tek sesli müzik diye alaturkayı bile yasaklamıştı, çok sesli
müzikten yanaydı. Bu ülkenin müziği halk müziğidir.
Arabesk bize ait değil.
 
GÜLŞEN İŞERİ / BİRGÜN
2 Ocak 2011
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder