<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7031>Hüsnü Yıldız neden aç?
/ Yıldırım Türker</a></h1><p>Üstünden tam 14 yıl
geçmiş. Dersim’in yoksulluğun-yokluğun dibi olarak dillere
pelesenk olmuş Çemişgezek’inde devlet güçleri bir
baskın yaparak 17 PKK’li, 2 DHKP-C’li gerillayı lav
silahlarıyla öldürdü. 1 Nisan 1997’de. Orada
ölenlerin yakınları tam 14 yıl boyunca evlatlarından,
kardeşlerinden bir haber alamadılar. O gün
öldürülenlerin topluca gömüldüğü tahmin
ediliyordu fakat bu konuda kesin bilgi Hüsnü Yıldız’a ancak
bu yılın 18 Ocak günü ulaştı. Fırat Haber Ajansı bir liste
yayımlamış; o gün, orada köylüler ve belediye
görevlilerinin yardımıyla isimleri kaydedilerek
gömülmüşleri duyurmuştu.<br />
Hüsnü Yıldız, o yörede diğer kayıpların yakınlarıyla
görüştü; daha önce ölüsüne kavuşabilmiş
iki aile de vardı aralarında. Hüsnü Yıldız, 3 Şubat
günü savcılığa başvurdu.<br />
Devletten kardeşinin ölüsünü istiyordu.<br />
<br />
Ama yüce Türk hukuku her zaman olduğu gibi pek isteksiz
davrandı:<br />
<br />
“3 Şubat 2011 tarihinde Çemişgezek’te bulunan toplu
mezarlarla ilgili Çemişgezek Cumhuriyet Başsavcılığı’na
suç duyurusunda bulunduk ve cenazemizi almak için mezarın
açılmasını talep ettik. Yaptığımız başvuruyla ilgili
Çemişgezek Cumhuriyet Başsavcılığı görevsizlik kararı
verip dosyayı Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi de görevsizlik kararı verip dosyayı
yeniden Çemişgezek Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdi.
Bunun üzerine Çemişgezek, Elazığ, Tunceli cumhuriyet
savcılıklarına yaptığımız başvurular netice vermedi.<br />
<br />
Malatya Diyarbakır 4. ACM’lerine gönderdik. Onlar da takipsizlik
kararı verdi. Artık iç hukuk yolları tıkandı. 11 Temmuz Pazartesi
günü Avukatımız Taylan Tanay AİHM’ye başvuracak.
Başvurumuzun üzerinden 6 ayı aşkın zaman geçmesine rağmen
taleplerimizin karşılanmasıyla ilgili herhangi bir adım atılmadı. Bu
nedenle 10 Haziran 2011’den itibaren Dersim meydandaki yeraltı
çarşısının üstüne kurduğumuz çadırda
direniyorum.”<br />
<br />
Evet, Hüsnü Yıldız, Dersim’in meydanında açlık
grevinde. Bugün, 32. Günü. Hüsnü Yıldız, hukukun
aczi karşısında eli kolu bağlı bir Türkiye vatandaşı.
Yegâne gücü, kardeşine olan hasreti, en doğal hakkını
talep etmedeki direnci:<br />
<br />
“Neden açlık grevi diye sorabilirsiniz?<br />
Tüm başvurularımıza rağmen talebimiz karşılanmadı. Benim,
ailemin tankı topu yok. Yasalar çıkarma, karar verme
gücümüz de yok. Bedenlerimiz var. İşte ben de bedenimi
mücadele silahı yapıp, açlık grevine başladım.
Çünkü başka bir silahım yok.<br />
<br />
Tüm kayıpların ve toplu mezarların sorumlusu devlettir. İnsanlara
bir mezarı dahi çok görme acizliği bu düzenin
çürümüşlüğünden başka bir şeyin
göstergesi değildir. AKP iktidarı bugün Ergenekon davası
üzerinden Kontrgerilla ile mücadele ettiği izlenimi vermeye
çalışsa da gerçek ortadadır. Dersim, Mutki, Nevala
Kasaba… Nereyi kazsanız ölülerimiz çıkmaktadır ama
toplu mezarlarla ilgili cezalandırılan tek bir sorumlu dahi
yoktur.”<br />
<br />
Sorarız devlet baba<br />
Sıksan kayıp ölüleri fışkıracak olan bu karışını
kimselere vermeyeceğimiz vatanı toplu mezarlığa çevirirken bir
gün; ister 10 yıl, ister 100 yıl sonra ortaçağ vebalıları
gibi topluca gömüp yok ettiğiniz ölülerin
yakınlarının karşınıza dikilip ölülerini isteyecekleri
hiç aklınıza gelmedi mi?<br />
Sizin gözünüzde fare sürüsü kadar değeri
olmayan o yüzlerce, binlerce insanı nasılsa kimse sahiplenmez, kaldı
ki sahiplenmeye cesaret edemez diye mi
düşünmüştünüz?<br />
Yoksa nasılsa her şey unutulup aradan bin yıl geçtikten sonra bir
arkeolojik kazıda şimdiki ‘zamanın ruhu’ adına
üzülüp, başlarını sallayıp hayretlerini belirtecek
birkaç arkeoloğun ilgisini çekecek kemik yığını olarak mı
gördünüz ölüleri?<br />
Onları diriden saymadınız, biliyoruz da ölüden de
saymıyorsunuz. Ali Yıldız ismi tesadüfen kayda düşmüş
şanslılardandı. Memleketin çeşitli yerlerinde devlet tarafından
katledilip doğanın şefkatine terk edilmiş, kuyulara atılmış,
greyderlerle kazılan çukurlara gömülmüş yüzlerce
kimliksiz ölü yatıyor. Gelenekleri ve dini inancı konusunda bu
kadar hassas bir hükümetin devletin öldürmüş
olduklarından hıncını alamayıp, onların ölülerini ailelerine
teslim etmeyişini nasıl açıklamalı?<br />
O toplu mezarlar açılmadığı takdirde tarih bu kıyımları
yazmayacak mı?<br />
<br />
Bu devletin kirli sırlar kasasında parselleri var o toplu mezarların. Ama
artık topluca uğulduyorlar işte. Yaşadığımız bu toprakları bize
zindan ediyor uğultuları. Sahipsiz ölülerle beslenen toprak
bereketten kesiliyor. Tutulamamış yaslar zehirliyor bütün
hayatımızı.<br />
Ali Yıldız’ın anasıyla kardeşi de diğer binlerce kayıp yakını
gibi, sevdiklerini hayatta tutmayı başaramamış, onların
ölülerine bile işkence yapmış devletten bu borcunu bir an evvel
ödemesini talep ediyor.<br />
Hüsnü Yıldız’ın açlığının 32. günü.
O da bütün kayıp yakınları gibi, bu dünyadan çekip
gitmeden kardeşinin ölüsünü bulup, duasını edip, onu
şu dünyada bir işaretin altına kendi elleriyle gömmek istiyor.
Yaşarken ölüsüne sahip çıkabilmiş olmak istiyor.
Yasını yordamıyla tutabilmek için. Şu dünyayla hesabını
kapatabilmek için.<br />
Ustalık mertebesine geldiğini söyleyen Başbakan; ona bunu da
çok görürsen, helalleşmekten dem vurmanın ne anlamı
kalır?</p>
<p> </p>
<p><em><strong>Yıldırım Türker</strong></em></p>
<p> </p>
<p><em><strong>Kaynak: Radikal</strong></em></p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder