<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7042>İnsan Kardeşini Aç Açık
Bırakır Mı?</a></h1><div id="divAdnetKeyword2">
<div class="BlackContent">
<div class="fck_li" id="metin2">
<p>Molozların arasından oyuncak bebek kolu, plastik yağ şişesi,
gazete kâğıtları görünüyor. Benim evim yıkılsa,
molozların arasından görünecek olan yani. Sizin eviniz yıkılsa
görünecek olan… İleride bir baraka var. Yıkılmamış ama
yanındaki yıkılınca bir omzu çökmüş. Kapının
önünde, bir bacağı koli bandıyla tutturulmuş eski bir kadife
koltukta üç kişi oturuyor. Solda, ayakları çıplak
dört çocuk karnı sırtına yapışmış bir köpekle
oynuyor. Hava çok sıcak, etraf, taş, toz, moloz…<br />
Burası Ataşehir... Mutfağına ancak iki kişilik plastik bir masanın
sığdığı, akşam yedide çöpümüzün, sabah
yedide kepekli ekmekle yağsız sütümüzün alındığı
dairemize ulaşmak için asansörde ‘30’u
tuşladığımız semt.<br />
Bu bölge daha Ataşehir olmamış, binalarla dolmamışken, burada
Romanlar yaşıyor, toprakları ekip biçiyor ve çiçek
yetiştiriyordu. TEM yoktu, çayır vardı, az yukarısı
‘Mustafa Kemal’ değil, ‘1 Mayıs Mahallesi’ydi,
‘eskiden buralar hep dutluktu’ demek gibi olacak ama hakikaten
‘eskiden buralar hep dutluktu.’</p>
<p>Şimdi bölgenin en eski yerlileri olan Romanlar
Ataşehir’den, Küçükbakkalköy’den
kovuluyor. Belediye ‘hazine’ arazisi dediği arsaları satmış,
Romanlar “Burası bizim” diyor.</p>
<p>Derya Çetin 24 yaşında. Çiçekçi.
“Her sabah sepetlerimizi alıp Göztepe’deki
Özgürlük Parkı’na gidiyorduk. Bütün gün
ekmeğimizi kazanıyorduk. Evlerimiz 28 Haziran’da yıkılınca
çiçek de satamaz olduk. Öyle duruyoruz.” deyip
susuyor. “Bir tek şey söyleyebilir miyim?” diye soruyor.
“Bizim istediğimiz tek şey burada kalmak. Evimizi yıkmasınlar,
başka hiçbir şey istemiyoruz.” Kuzeni Erdoğan Çetin
ortaokulu bitirmiş, liseye kayıt olamamış. “Polis olmak
istiyorum” diyor. “Neden?” diyorum. “Polis olursam
buraları yıktırır mıydım?” diyor. Cevriye Çetin okula
gitmek istiyormuş. Çekiniyor, konuşmuyor. Kuzeni ona sarılıp
anlatıyor: Çok kafalı aslında, keşke okuyabilse…<br />
Biraz ilerde küçük bir çocuğu kucağına
almış, bağdaş kurup oturmuş bir kadın var. Adı Arzu
Çalgıcı’ymış. 18 yaşındaymış. Adana’dan gelin
gelmiş. Kocası askerdeymiş. “Kayınnamla kalıyorum” diyor.
“Nereye gideceksiniz?” diye soruyorum. Bebeğine sarılıp moloz
yığınlarına bakıyor, cevap vermiyor. Sorularım kendi kulağıma
çok manasız geliyor. Yanına oturuyorum.</p>
<p>Zekiye Çalgıcı, 51 yaşında. Tek göz odada yedisi
çocuk, 13 kişi kalıyorlar. “İki oğlum asker” diyor.
Akciğer ameliyatı olmuş, istediği tek şey ‘uzanmak’. Dursun
Çalgıcı eşi. Hurda ve kâğıt toplayarak geçimini
sağlıyormuş. “Düşünüyorum” diyor. “İki
oğlum asker. Biri Metris’te, biri Elazığ’da. Niye
gönderdim ben onları askere? Anasını babasını evinden, yurdundan
atan devleti korusun diye mi?” Gözleri doluyor, daha fazla
konuşamıyor.<br />
Herkes aynı şeyi söylüyor: Romanız diye bizi buradan
atıyorlar, Romanız diye başka yerlerde ev vermiyorlar. Romanız diye iş
vermiyorlar. Biz ne yapalım, nereye gidelim?<br />
Çocuklar mahalledeki okullarda okuyor ama arkadaşları ve
öğretmenleri tarafından dışlandıkları için okula gitmek
istemiyor. Şafak “İkide bıraktım” diyor. İlkokul ikiye kadar
okumuş, şimdi kâğıt topluyor. Atakan gülüyor, “Ben
birde bıraktım” diyor. Öğretmen “Kokuyorsun”
demiş, arkadaşları ‘oyuna katmamış.’</p>
<p><strong>1 milyon TL istiyorlar </strong></p>
<p>Yüksel Dum, Ataşehir Kaymakamlığı’nın tam
karşısındaki ağacın gölgesine oturmuş, yanına gidince bizi
selamlıyor. Kendi deyişiyle ‘gazetecilere alışkın’.
Çünkü uzun süredir hukuk mücadelesi veriyor, hem
de hukukçulara karşı... Yüksel Bey, Anadolu Yakası Roman
Kültürünü Yaşatma Derneği üyesi, aynı zamanda
Avrupa Konseyi ve Sıfır Ayrımcılık Derneği’ne de üye. 16
çocuğu var, çiçekçilikle geçiniyor, bir
de bahçesi var.<br />
“Barınma hakkı, bir insanın ilk ve en önemli anayasal
hakkıdır” diye başlıyor söze. Bir sigara yakıyor, bir eliyle
de yanına gelen torununun başını seviyor…</p>
<p>“Biz belki 2. Dünya Savaşı’nı görmedik ama 19
Temmuz 2006’da yaşanan yıkımda o savaşın nasıl bir şey olduğunu
anladık. Geldiler, hiç acımadan evlerimizi yıktılar,
eşyalarımızı bile almamıza izin vermediler. Böyle bir şiddeti,
böyle bir zulmü daha önce görmedik” diyor.
“Benim atalarım iki buçuk asırdır burada yaşıyor, yani
burası benim. Burası bizim. Buraya ilk gelip yerleşenler Romanlardı.
İstanbul’a ilk yerleşenler Romanlardı. Bana öyle geliyor ki
Romanları bitirmek istiyorlar. Artık İstanbul’da Romanları
görmek istemiyorlar.”<br />
“Nereye gideceksiniz?” diye ona da soruyorum. Kızıyor bana:
Neden illa bir yere gitmemiz gerektiğini düşünüyorsunuz ki?
Hiçbir yere gitmeyeceğiz. Burası bizim evimiz. Size gelip,
“Buradan gidin” deseler, hemen gider misiniz evinizden? Bu ne
biçim soru?”</p>
<p>“Arsam için benden 1 milyon TL istediler. Ben 51 yıldır
buradayım, tapu tahsis belgem var, 1978’de aldım. Burası
Kadıköy Belediyesi tarafından çok ucuza hakim ve savcılara
satılmış. Metre karesi 250 TL’ye. Benden istedikleri paraysa asla
ödeyemeyeceğim bir para. Ben çiçek satıyorum, 1 milyonu
nereden bulayım? Hukukçular Kooperatifi buraya inşaat yapacakmış.
Benim elimde tapu tahsis belgesi var, çöp vergisinden tutun,
elektriğe, suya kadar faturalarımı ödüyorum, Ziraat Bankası
makbuzlarım duruyor. O gün yıkıma gelenlere açtım
göstereyim diye, bakmadılar bile.” diyor.</p>
<p>Yüksel Bey AİHM’e başvurmuş, avukat Hacer Foggo’dan
gözleri ışıldayarak söz ediyor. “O olmasa, sesimizi duyan
yok” diyor. Foggo, yıllardır Romanlara karşı yapılan sistemli
ayrımcılığa ve zulme karşı çalışmalar yapmasıyla
tanınıyor.<br />
Aydoğan Dalkoparan astım hastası, oksijen tüpüyle yaşıyor.
Sokakta bir sandalyeye oturmuş, zar zor nefes alarak anlatıyor: Bakın
burası Kaymakamlık binası. Kaymakam her gün buradan geçiyor.
“Baba” diye sesleniyorum ona. Bir kez dönüp bakmıyor.
Bir kez başını çevirmiyor.</p>
<p><strong>Haftasonu yemek yenmez mi? </strong></p>
<p>Dalkoparan’ın 3 aydan 3 aya 900 lira maaşı var. Bu para
tedavisine yetmiyor, çoluk çocuk aç. “Belediye her
gün bir kap yemek getiriyor. Haftasonları o da yok. Siz haftasonları
yemek yemiyor musunuz?” diye soruyor. Bir de isteği var: Banyo
yapabilmek. “Günlerdir yıkanmıyorum. İnsan böyle yaşar
mı?” diyor. Dumankaya İş Merkezi yapılmış hemen yanıbaşlarına.
Yüksek binayı göstererek, “Birkaç gün sonra
bunun açılışı varmış, önemli kişiler gelecekmiş. Bizi
görmek istemiyorlar.” diyor.</p>
<p>Onun bulunduğu arsanın mal sahibi olaydan haberi olmadığını
söylüyormuş. Gelmiş, durumlarını görmüş. “Mal
sahibi çıkın demiyor ama Belediye’ye de karşı
gelemiyor.” diyor.<br />
Hayvanlar da zor durumda. Her evin köpeği kedisi varmış. Şimdi
hepsi açlıktan, bakımsızlıktan hastalanmış, bazısı
ölmüş. “İstanbul Romanlar’ını barındırmıyor.
Birkaç yüz kişiye barınacak bir çatıyı çok
görüyor.” diyorlar, bir de ekliyorlar: Hayvanseverlere de
sesleniyoruz. Bari gelip hayvanlarımıza yardım etsinler.<br />
“Biz” diyorlar, “12 Haziran’da gittik oyumuzu
verdik, o zaman vatandaştık, artık değil miyiz?” Ve son olarak
soruyorlar: Başbakan Kazlıçeşme mitingine, “Romanlar benim
kardeşimdir, ben Romanlar’ı tanırım, bilirim, ben
Kasımpaşa’da büyüdüm” diyerek başlamıştı.
Böyle kardeşlik olur mu, insan kardeşini aç açık
bırakır mı?”</p>
<p> </p>
<p>Kaynak : radikal.com.tr</p>
</div>
</div>
</div>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder