<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7043>İnsan Kardeşini Aç Açık
Bırakır Mı?</a></h1><p class="rtejustify">Molozların arasından oyuncak
bebek kolu, plastik yağ şişesi, gazete kâğıtları
görünüyor. Benim evim yıkılsa, molozların arasından
görünecek olan yani. Sizin eviniz yıkılsa görünecek
olan… İleride bir baraka var. Yıkılmamış ama yanındaki
yıkılınca bir omzu çökmüş. Kapının önünde,
bir bacağı koli bandıyla tutturulmuş eski bir kadife koltukta
üç kişi oturuyor. Solda, ayakları çıplak dört
çocuk karnı sırtına yapışmış bir köpekle oynuyor. Hava
çok sıcak, etraf, taş, toz, moloz…</p>
<p class="rtejustify">Burası Ataşehir... Mutfağına ancak iki kişilik
plastik bir masanın sığdığı, akşam yedide
çöpümüzün, sabah yedide kepekli ekmekle yağsız
sütümüzün alındığı dairemize ulaşmak için
asansörde ‘30’u tuşladığımız semt.</p>
<p class="rtejustify">Bu bölge daha Ataşehir olmamış, binalarla
dolmamışken, burada Romanlar yaşıyor, toprakları ekip biçiyor ve
çiçek yetiştiriyordu. TEM yoktu, çayır vardı, az
yukarısı ‘Mustafa Kemal’ değil, ‘1 Mayıs
Mahallesi’ydi, ‘eskiden buralar hep dutluktu’ demek gibi
olacak ama hakikaten ‘eskiden buralar hep dutluktu.’</p>
<p class="rtejustify">Şimdi bölgenin en eski yerlileri olan Romanlar
Ataşehir’den, Küçükbakkalköy’den
kovuluyor. Belediye ‘hazine’ arazisi dediği arsaları satmış,
Romanlar “Burası bizim” diyor.</p>
<p class="rtejustify">Derya Çetin 24 yaşında.
Çiçekçi. “Her sabah sepetlerimizi alıp
Göztepe’deki Özgürlük Parkı’na gidiyorduk.
Bütün gün ekmeğimizi kazanıyorduk. Evlerimiz 28
Haziran’da yıkılınca çiçek de satamaz olduk. Öyle
duruyoruz.” deyip susuyor. “Bir tek şey söyleyebilir
miyim?” diye soruyor. “Bizim istediğimiz tek şey burada kalmak.
Evimizi yıkmasınlar, başka hiçbir şey istemiyoruz.” Kuzeni
Erdoğan Çetin ortaokulu bitirmiş, liseye kayıt olamamış.
“Polis olmak istiyorum” diyor. “Neden?” diyorum.
“Polis olursam buraları yıktırır mıydım?” diyor. Cevriye
Çetin okula gitmek istiyormuş. Çekiniyor, konuşmuyor. Kuzeni
ona sarılıp anlatıyor: Çok kafalı aslında, keşke
okuyabilse…</p>
<p class="rtejustify">Biraz ilerde küçük bir çocuğu
kucağına almış, bağdaş kurup oturmuş bir kadın var. Adı Arzu
Çalgıcı’ymış. 18 yaşındaymış. Adana’dan gelin
gelmiş. Kocası askerdeymiş. “Kayınnamla kalıyorum” diyor.
“Nereye gideceksiniz?” diye soruyorum. Bebeğine sarılıp moloz
yığınlarına bakıyor, cevap vermiyor. Sorularım kendi kulağıma
çok manasız geliyor. Yanına oturuyorum.</p>
<p class="rtejustify">Zekiye Çalgıcı, 51 yaşında. Tek göz
odada yedisi çocuk, 13 kişi kalıyorlar. “İki oğlum
asker” diyor. Akciğer ameliyatı olmuş, istediği tek şey
‘uzanmak’. Dursun Çalgıcı eşi. Hurda ve kâğıt
toplayarak geçimini sağlıyormuş.
“Düşünüyorum” diyor. “İki oğlum asker.
Biri Metris’te, biri Elazığ’da. Niye gönderdim ben onları
askere? Anasını babasını evinden, yurdundan atan devleti korusun diye
mi?” Gözleri doluyor, daha fazla konuşamıyor.</p>
<p class="rtejustify">Herkes aynı şeyi söylüyor: Romanız diye
bizi buradan atıyorlar, Romanız diye başka yerlerde ev vermiyorlar.
Romanız diye iş vermiyorlar. Biz ne yapalım, nereye gidelim?</p>
<p class="rtejustify">Çocuklar mahalledeki okullarda okuyor ama
arkadaşları ve öğretmenleri tarafından dışlandıkları için
okula gitmek istemiyor. Şafak “İkide bıraktım” diyor.
İlkokul ikiye kadar okumuş, şimdi kâğıt topluyor. Atakan
gülüyor, “Ben birde bıraktım” diyor. Öğretmen
“Kokuyorsun” demiş, arkadaşları ‘oyuna
katmamış.’</p>
<p class="rtejustify"><strong>1 milyon TL istiyorlar</strong></p>
<p class="rtejustify">Yüksel Dum, Ataşehir Kaymakamlığı’nın
tam karşısındaki ağacın gölgesine oturmuş, yanına gidince bizi
selamlıyor. Kendi deyişiyle ‘gazetecilere alışkın’.
Çünkü uzun süredir hukuk mücadelesi veriyor, hem
de hukukçulara karşı... Yüksel Bey, Anadolu Yakası Roman
Kültürünü Yaşatma Derneği üyesi, aynı zamanda
Avrupa Konseyi ve Sıfır Ayrımcılık Derneği’ne de üye. 16
çocuğu var, çiçekçilikle geçiniyor, bir
de bahçesi var.</p>
<p class="rtejustify">“Barınma hakkı, bir insanın ilk ve en
önemli anayasal hakkıdır” diye başlıyor söze. Bir sigara
yakıyor, bir eliyle de yanına gelen torununun başını seviyor…</p>
<p class="rtejustify">“Biz belki 2. Dünya Savaşı’nı
görmedik ama 19 Temmuz 2006’da yaşanan yıkımda o savaşın
nasıl bir şey olduğunu anladık. Geldiler, hiç acımadan evlerimizi
yıktılar, eşyalarımızı bile almamıza izin vermediler. Böyle bir
şiddeti, böyle bir zulmü daha önce görmedik”
diyor. “Benim atalarım iki buçuk asırdır burada yaşıyor,
yani burası benim. Burası bizim. Buraya ilk gelip yerleşenler Romanlardı.
İstanbul’a ilk yerleşenler Romanlardı. Bana öyle geliyor ki
Romanları bitirmek istiyorlar. Artık İstanbul’da Romanları
görmek istemiyorlar.”</p>
<p class="rtejustify">“Nereye gideceksiniz?” diye ona da
soruyorum. Kızıyor bana: Neden illa bir yere gitmemiz gerektiğini
düşünüyorsunuz ki? Hiçbir yere gitmeyeceğiz. Burası
bizim evimiz. Size gelip, “Buradan gidin” deseler, hemen gider
misiniz evinizden? Bu ne biçim soru?”</p>
<p class="rtejustify">“Arsam için benden 1 milyon TL istediler.
Ben 51 yıldır buradayım, tapu tahsis belgem var, 1978’de aldım.
Burası Kadıköy Belediyesi tarafından çok ucuza hakim ve
savcılara satılmış. Metre karesi 250 TL’ye. Benden istedikleri
paraysa asla ödeyemeyeceğim bir para. Ben çiçek
satıyorum, 1 milyonu nereden bulayım? Hukukçular Kooperatifi buraya
inşaat yapacakmış. Benim elimde tapu tahsis belgesi var, çöp
vergisinden tutun, elektriğe, suya kadar faturalarımı ödüyorum,
Ziraat Bankası makbuzlarım duruyor. O gün yıkıma gelenlere
açtım göstereyim diye, bakmadılar bile.” diyor.</p>
<p class="rtejustify">Yüksel Bey AİHM’e başvurmuş, avukat Hacer
Foggo’dan gözleri ışıldayarak söz ediyor. “O olmasa,
sesimizi duyan yok” diyor. Foggo, yıllardır Romanlara karşı
yapılan sistemli ayrımcılığa ve zulme karşı çalışmalar
yapmasıyla tanınıyor.</p>
<p class="rtejustify">Aydoğan Dalkoparan astım hastası, oksijen
tüpüyle yaşıyor. Sokakta bir sandalyeye oturmuş, zar zor nefes
alarak anlatıyor: Bakın burası Kaymakamlık binası. Kaymakam her gün
buradan geçiyor. “Baba” diye sesleniyorum ona. Bir kez
dönüp bakmıyor. Bir kez başını çevirmiyor.</p>
<p class="rtejustify"><strong>Haftasonu yemek yenmez mi?</strong></p>
<p class="rtejustify">Dalkoparan’ın 3 aydan 3 aya 900 lira maaşı
var. Bu para tedavisine yetmiyor, çoluk çocuk aç.
“Belediye her gün bir kap yemek getiriyor. Haftasonları o da yok.
Siz haftasonları yemek yemiyor musunuz?” diye soruyor. Bir de isteği
var: Banyo yapabilmek. “Günlerdir yıkanmıyorum. İnsan
böyle yaşar mı?” diyor. Dumankaya İş Merkezi yapılmış hemen
yanıbaşlarına. Yüksek binayı göstererek, “Birkaç
gün sonra bunun açılışı varmış, önemli kişiler
gelecekmiş. Bizi görmek istemiyorlar.” diyor.</p>
<p class="rtejustify">Onun bulunduğu arsanın mal sahibi olaydan haberi
olmadığını söylüyormuş. Gelmiş, durumlarını
görmüş. “Mal sahibi çıkın demiyor ama
Belediye’ye de karşı gelemiyor.” diyor.</p>
<p class="rtejustify">Hayvanlar da zor durumda. Her evin köpeği kedisi
varmış. Şimdi hepsi açlıktan, bakımsızlıktan hastalanmış,
bazısı ölmüş. “İstanbul Romanlar’ını
barındırmıyor. Birkaç yüz kişiye barınacak bir
çatıyı çok görüyor.” diyorlar, bir de
ekliyorlar: Hayvanseverlere de sesleniyoruz. Bari gelip hayvanlarımıza
yardım etsinler.</p>
<p class="rtejustify">“Biz” diyorlar, “12 Haziran’da
gittik oyumuzu verdik, o zaman vatandaştık, artık değil miyiz?” Ve
son olarak soruyorlar: Başbakan Kazlıçeşme mitingine,
“Romanlar benim kardeşimdir, ben Romanlar’ı tanırım, bilirim,
ben Kasımpaşa’da büyüdüm” diyerek
başlamıştı. Böyle kardeşlik olur mu, insan kardeşini aç
açık bırakır mı?”</p>
<p class="rtejustify"><strong>Kaynak : radikal.com.tr</strong></p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder