<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7022>"Eğer ölürsem
sevgilim..."</a></h1><p><strong>İLKEM EZGİ AŞAM</strong></p>
<p>"17 yıl oldu kızım" diyor Fikriye Alpsoy, sonra susuyor.
Bizde susuyoruz. Babası öldürüldüğünde 40
günlük olan Agit önce annesine sonra bana bakıp, 'Annem
ağlarsa ben giderim' deyince Fikriye Ana Agit'e dönerek,
"Sen sormuyor muydun babam nasıl biriydi, beni sever miydi, bana onu
anlat diye. İnsan ağlamaz mı oğlum..." diyor. Agit susuyor, biz
susuyoruz ve Fikriye Ana başlıyor anlatmaya, "17 yıl oldu kızım,
beyimi 17 yıl önce bu sokakta öldürdüler..."<br />
<br />
Önce İstanbul'a geliş hikâyelerini anlatmak istediğini
söylüyor Fikriye Alpsoy. Derin bir iç çekerek
'İstanbul'a geldiğimizde çok çektik' diyor,
ardından yine suskunluk. 'Sanırım konuşamayacak' diye
geçiriyorum içimden. Ardından düşüncemi
onaylarcasına 'İnsan nasıl anlatır ki bunca acıyı' diyorum
kendi kendime. Fikriye Ana başını kaldırıyor, sanki
düşündüklerimi duymuş ve 'Hayır anlatırım'
dercesine devam ediyor; " Halil benim dayımın oğluydu. O
İstanbul'a benden önceleri geldi. Ailesini köyde bırakıp
İstanbul'a çalışmaya geldi. Sonra köye geldi beni istetti
evlenip buraya geldik. Geldik ama çok çektik. İnsanlar
yabancı, Türkçe bilmiyoruz, kimseyi tanımıyoruz. Eşim evden
işe giderken kapıyı kilitlerdi, 'Ne olur ne olmaz' derdi. Bana
zarar gelmesinden korkardı. Halil bana çok
düşkündü…”<br />
<br />
<strong>'HALİL ÇOK ÇEKTİ'</strong><br />
Halil bana her zaman değer verdi, saygı gösterdi. Bir yere
gittiğimizde 'Kadınlar buraya geçsin' dendiği zaman
kızardı, 'Ben nerede oturuyorsam eşimde orada oturur. Ben ne
konuşuyorsam o da duymalı, bilmeli' derdi. Bende ona çok değer
verirdim. Çocuklarımız olduktan sonra Halil kendisine işyeri
açtı. Bende ona destek olmak için onunla çalışmaya
başladım. Ama çok çekti Halil. Çocukları vardı, her
gün işine gidip gelirdi ama rahat bırakmadılar onu. Polis
sürekli gelip arama yapıyordu. Hiçbir şey çıkmıyordu
bir daha gelip arıyorlardı. Sonra tehditler gelmeye başladı. Halil
kimseye zarar vermemişti. Dünyaya bir daha böyle iyi bir adam
gelmeyecek. İyilikten, insanlıktan başka bir şey yapmıyordu ama rahat
bırakmadılar onu..." Bir süre duraksıyor Fikriye Ana,
çayından bir yudum alıyor, duvardaki fotoğraflara bakıyor ve
ekliyor 'Her şey dün gibi aklımda'<br />
<br />
<strong>“HALİL ANAHTARI ATTI BEN UYKUDAN UYANDIM”</strong><br
/>
“1994 yılının Mayıs ayı. Çok yağmurluydu, hava
soğuktu” diyor Fikriye Ana o geceyi anlatırken. Agit'in
henüz 40 günlük olduğunu vurguluyor yine. “O
günden sonra bir daha emziremedim bebeğimi” derken isyan ediyor.
Sonra susuyor, susuyoruz yine. Birkaç saniye suskunluk sonrasında
anlatmaya devam ediyor Fikriye ana; “ Bir akşam Halil beni aradı. Bir
akrabamıza hasta ziyaretine gideceğimizi, hazırlanmamı söyledi.
Ziyarete gidip geldiğimizde saat gece yarısını geçmişti. Arabayı
evin önünde durdurdu, önce ben indim arabadan. Arabanın
kapısını kapatmaya çalışırken karşıda şahin bir araba
gördüm, önünde 3 kişi durmuş bize bakıyordu. Bana
çok tuhaf baktılar. Hemen arkamı döndüm. Halil arabadan
inince bize doğru yaklaştılar. Polis olduklarını söyleyip
Halil'in üzerini aradılar. Üzerinden hiçbir şey
çıkmadı, bende sevindim, bırakacaklar diye
düşündüm. Öyle olmadı. 'Sen bize lazımsın
karakola götüreceğiz seni' dediler. Eşim gitmeyecek gibi
baktı, bu adamların üçü aynı anda ceketlerini kaldırıp
silahlarını gösterdiler. 'Gelmezsen seni de aileni de
öldürürüz' gibi bir tehditti bu. Halil birkaç
adım attıktan sonra bana dönüp arabanın anahtarını attı. O an
sanki uykudan uyandım. Halil arabanın anahtarını kimseye vermezdi. O
zaman korkmaya başladım. Arabaya baktım. Arabada bir adam daha vardı.
Arabaya yaklaştım, aralarından bir adam 'Söyle yaklaşmasın'
dedi Halil'e. Halil bana döndü “Yukarı çık
çocuk hastalanacak” dedi, sonra götürdüler
eşimi…”<br />
<br />
Fikriye Ana eve çıkınca çocuklarından Apo ve Kenan koşar
önce. 'Babamız nerede' diye sorduktan sonra aldıkları cevap
saatlerdir olmasından korktukları şeydir. Anne ve babası
akrabalarındayken, Kenan kapının önünde duran arabayı fark
etmiş, yukarı çıkıp kardeşi Apo'ya babalarını bulmaları
gerektiğini, aşağıda bekleyen adamların evlerini gözetlediğini
söylemiştir. Babalarına ulaşmaya çalışsalarda ulaşamazlar.
Kenan ve Apo için babalarının eve gelmesini beklemekten başka
çare kalmamaıştır. Çocuklarının anlattıklarından sonra
Fikriye Ana durumun ciddiyetinin farkına varıp eşinin kardeşinin evine
gitse de ciddiye alınmaz. Kardeşlerinin bir suç işlemediğini,
karakoldan döneceğini söyleyerek geri eve yollarlar Fikriye
Ana'yı. Eve geri dönen Fikriye Ana eşinin diğer kardeşini
aramaya çalışsa da arayamaz. Telefon kabloları kesilmiş,
çaresiz kalmıştır.<br />
<br />
Fikriye Alpsoy, İstanbul'un karakollarını karış karış gezdiğini,
her kapıdan geri çevrildiğini, aşağılanıp hakarete maruz
kaldığını anlatırken ekliyor; “ İnsanın bir tavuğu kaybolunca
devlet hesap soruyor 'bu tavuk nerede' diyor. Kürtlerin bu
ülkede tavuk kadar değeri yok!”<br />
<br />
<strong>'ALLAH YOK, PEYGAMBER İZİNE ÇIKTI'</strong><br />
Fikriye Ana gittiği bir karakolda komiserin 'Gayrettepe'ye git,
kocana orada işkence yapıyorlardır' demesiyle soluğu Gayrettepe
Terörle Mücadele Şubesi'nde alır. “Bahçeden
içeri girdiğimde korku filan yoktu içimde. Kapıda bir adam
gördüm, belki 200 kilo vardı. Boyu çok uzun bir adamdı.
Ben korkmadım, o beni görünce korktu” diyor ve anlatmaya
devam ediyor Fikriye Ana… ” Yanıma geldi korkmuş gibiydi. Kim
olduğumu sordu, söyledim. Komiserin bana eşimi burada bulacağımı
söylediğini söyledim. Beni bir odaya götürdü.
Duvarları çekmece olan bir odaydı. Ben sandım ki
kaçırdıklarını çekmecelere koymuşlar. İki adam vardı
orada. Beni görünce ayağa fırladılar. 'Sen kimsin' diye
bağırdılar bana. Uzun boylu adam durumu anlattı. Bana baktılar, eşimin
iç çamaşırlarını tanıyor muyum diye sordular, evet dedim.
'Çekmecelere bak şanslıysan buradadır. Yoksa
ölmüştür' dediler. Meğer onlara işkence etmeden
çamaşırlarını çekmecelere koyuyorlarmış. Tek tek baktım
çekmecelere kadın erkek bir sürü çamaşır vardı,
Halil'in ki yoktu. Yerin altından sesler geliyordu. O sesler hala
kulağımda. Bağırışlar, çığlıklar, kadın erkek sesleri
birbirine karışıyordu. O karakolun içindeki yazı hala aklımda,
'Allah yok, peygamber izine çıktı'<br />
<br />
<strong>'TELEFON VE AD CEKETİN ASTARINDAN ÇIKTI'</strong><br
/>
Fikriye ana eve gelir. Bayramın 3. Günü hala bir umut Halil gelir
diye beklerken telefon çalar. Telefon Ankara'dandır. Telefondaki
ses Halil Alpsoy'u ister. Fikriye Ana eşinin 18 gündür kayıp
olduğunu, kaçırıldığını söyler. Karşıdaki ses bir an
duraksar ve şöyle devam eder; “Ben Ankara'da bölük
komutanıyım. Korkma sakın sana bir şey söyleyeceğim. Burada
ormanlık alanda bir ceset bulduk. Üzerinden bu telefon numarası ve bu
ad çıktı. Eşini tarif eder misin' Fikriye ana Halil'i
anlattıktan sonra 'Evet' der komutan, 'aynı kişi olabilir ama
korkma belki onun kıyafetlerini giydirmişlerdir' O sırada kapı
çalar, gelen Halil Alpsoy'un yanında çalışan bir
işçidir. Komutanın verdiği adresi yazar gelen misafir. Fikriye ana
gitmek için çok ısrar etse de Halil'in kardeşleri bunun
bir tuzak olabileceğini söyleyerek kendileri giderler. Ceset teşhis
edilir. Bulunan ceset Halil Alpsoy'a aittir…<br />
<br />
Halil Alpsoy'a sekiz gün boyunca işkence edilmiş,
öldürülen Alpsoy sekiz gün boyunca da ormanlık alanda
kalmıştır. Eşini o halde görmenin acısını tarif edemiyor Fikriye
Ana. Duvardaki fotoğrafı işaret ediyor. 'Halil'in bıyıkları
çok gürdü, çok güzeldi' derken yutkunarak
mırıldanıyor. 'Bıyıklarını bile tek tek
çekmişler'…<br />
<br />
<strong>'HALİL YAŞASAYDI ÇOCUKLARIM OKURDU'</strong><br />
Aradan geçen 17 senede Fikriye Ana'nın en çok
üzüldüğü şey çocuklarının okuyamaması.
'Halil yaşasaydı çocuklarım okurdu' diyor.
Çocuklarından bahsediyor sonra. Yaşadıkları travmanın zorluğunu
anlatırken verdiği örnek belki bir anne için kaldırılması en
zor duyguları yükledi onun yüreğine. Çocuklarının gece
yataklarından kalkıp yastıklarını kapıya barikat yaptığını
anlatıyor. 'Anne senide götürürler, içeri
giremesinler diye böyle yaptık' dediklerini söylerken
kelimeler tıkanıyor boğazına. Konuşmak zor, dinlemek bir o kadar
acıtıyor.<br />
<br />
Fikriye Ana; “ Çok çektik. Kürdüz diye, bizi
öldürecekler diye korktuk hep. Devlet bizi kabul etmedi, karakollar
bizi kovdu. Ama artık meydanlara çıkıyoruz, kaybettiklerimizi
anıyoruz” diyor ve ekliyor. “Bu insanlar bir tane
Kürt'ü öldürmeyi bile kar sayıyorlar.
Çocuklarımızı zehirliyorlar. Bizden koparmaya
çalışıyorlar. Benim çocuklarım okuyamadı, benim
çocuklarımı okutmadılar. Onları babasız bıraktılar. Ama
Kürt çocukları okuyacak” diyor.<br />
Bir yerlerde çocuklar hala anneleri uyurken kapının arkasına
yastık koyuyor. Bir yerlerde hala ne yazdığını bilmeden, kaybolanın
yazdığı satırlara bakıp ağlayan kadınlar var. Fikriye Ana binlerce
anadan sadece biri. Kayıt cihazı kapanıyor, Agit bana mendil uzatırken
gözüne bakıyorum. İçimden geçen tek bir cümle,
'İnsan ağlamaz mı oğul…' <br />
<br />
<strong>Halil Alpsoy kimdir</strong><br />
14 Mayıs 1994'de eşi Fikriye Alpsoy'la beraber
döndükleri aile ziyareti sonrası, kendilerini polis diye tanıtan
eli telsizli ve silahlı 4 kişi tarafından kaçırıldıktan sonra
cesedi İşkence edilmiş şekilde Ormanlık bir alanda bulundu. Halil Alpsoy
kaçırıldıktan dört gün sonra amcasının oğlu Kasım
Alpsoy da Adana'da kaybedildi. Kasım Alpsoy'un akıbeti hala
bilinmezken, 8 gün işkence gördükten sonra
öldürülen Halil Alpsoy memleketi olan Mardin'de
defnedildi.<br />
</p>
<p><em><strong>Kaynak: Birgün</strong></em></p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder