class="rteright">SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
"Körleştiğimizi sanmıyorum,
bence biz körüz.
Körüz, ama görebiliyoruz.
Görebilen, ama görmeyen
körleriz."[1]
"Anayasa Referandumu Paketi"nin oylanmasına az zaman
kaldı. "Evet"/ "Hayır" orta oyunuyla dört yan
toz duman. "Yetmez Ama Evet"cilerle "İstemesek de
Hayır"cılar da işin cabası!
Bugünler, bugünlerde söylenenler, olanlar yazılmalı;
unutulmasın, gelecek günlerde anımsansın diye kayıt altına
alınmalı…
Hem de "Evet" ile "Hayır"ın kayıkçı
dövüşü gibi, "Yetmez Ama Evet"cilerle
"İstemesek de Hayır"cıların vukuatlarıyla;
"Boykot"a karşı dezenformasyona dayalı reel-politiker
tutumlarıyla yazılmalı…
Aslı sorulursa bir yerde de Thomas More'un, "İnsan, iyiyi
gerçekleştiremezse, kötüyü yumuşatmalıdır"
önermesine, "Böyle düşünmek yerine, yeni bir
ülke için harekete geçmeli, yaşamın pahasına da olsa
değişim için çaba sarf etmelisin. Bu ise sadece karşıdan
bakıp eleştirmekle gerçekleşmez. Önemli olan o ülkenin
inşasında bir parçada olsa pay alabilmektir,"[2]
yanıtındaki tutumun güçlendirilmesine katkıda bulunmayı
amaçlıyoruz; çünkü bu giderek daha gerekli
oluyor.
DURUMUN "VEHAMETİ"
Kayıkçı dövüşünün giderek
sertleşt(irild)iği gidişatta durum kimilerine göre
"vahim" olarak addedilse de, hiç kimsenin şüphesi
olmasın, bu(nlar) "vaka-i adiye"dendir…
Yani "Ergenekoncu"lardan Rauf Denktaş'ın,
Türkiye'deki siyasi tabloyu değerlendirirken, "Sanki
iç savaş hazırlığı"; ya da "Ilımlı
İslâm"cı Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç'ın ise, referandumda "Hayır"
çıkması durumunda Türkiye'de yeni bir anayasa
yapılmasının güçleşebileceğini hatta ülkenin karmaşaya
sürükleneceğini öne sürmesi; veya Zvi
Bar'el'in, "AKP'yle orduyu karşı karşıya getiren
mücadelede iki taraf da melek değil. Mücadelenin önemli bir
safhası referandumda belli olacak. Erdoğan'ın önerdiği
reformlar ülkeyi daha İslâmi bir devlete
dönüştürmeyecek ama yeni bir çağın, yani Kemalizm
yerine Erdoğanizm'in köşe taşını
oluşturacak,"[3] belirlemeleri "öznel"
siyasi mülahazalardır; aslolan, olanlarla yine ve bir kez daha
"Evet" ve "Hayır"larla siyasal etkinlik alanı
kontrol ederek, genişleten burjuva siyaset olacaktır.
Bu referandumdan, "Boykot"cular hariç,
"Evet"ciler "Yetmez Ama Evet"cileri,
"Hayır"cılar da "İstemesek de Hayır"cıları
mücadele ve hegemonya alanlarına yedekleyerek çıkacaklardır!
Esas tahribat da budur, buradadır!
İlginç bir örnek: Bir yanda Ertuğrul Özkök,
"Liberal bir zulüm dönemi yaşıyoruz," vurgusuyla
ekliyor: "Demokrasinin geleceğini berbat görüyorum. Bence
Türkiye'deki demokrasinin başındaki en büyük tehlike
şu anda demokrasinin tarifini yapma yetkisini sadece kendinde gören
insanların yarattığı zulüm ortamıdır. Türkiye'de
liberal bir zulüm dönemi yaşıyoruz. Ergenekon davasında yapılan
hataları eleştirdiğiniz anda Ergenekoncu, darbeci, postal yalayıcısı
diye damgalanıyorsunuz"!
Kimileri buna "doğru" diyerek "askerî
vesayet"i görmezden gelip, ona endeksleniyor!
Kimileri de, eski illegal TKP Genel Sekreteri Nabi Yağcı gibi,
"Çözülüyor... Ülkemiz Cumhuriyet tarihi
boyunca ilk kez tabandan gelen dinamiklerin direngen gücüyle
Bonapartist 'teamülleri' yıkıyor. Adını koymaktan
kaçınmayalım, 'devrimsi' bir durum yaşanıyor";
ya da eski ANAP'lı Hasan Celal Güzel gibi,
"Türkiye'de bir 'sessiz devrim'
gerçekleştirildi. 27 Mayıs'tan beri yarım yüzyıldır,
Türk demokrasisini kıskacına almış bulunan 'Militarist Vesayet
Rejimi' ortadan kaldırıldı. Referandum polemiklerinin patırtısı
arasında önemi tam olarak anlaşılamayan son YAŞ toplantıları ve
alınan kararlar, Türkiye'deki 'mahcur demokrasi'ye
son vererek bütün kurum ve kurallarıyla işleyen 'Yeni
Demokrasi Dönemi'ni başlattı," zırvalarıyla herkesi
AKP'nin cenahının vesayetine bağlamaya
çağırıyor![4]
Bir zamanlar illegal TKP yöneticisiyken, kimilerini
"devrimci durum var," dedi diye partiden atan Nabi
Yağcı'nın, (bir kelime oyunundan baka hiçbir anlamı olmayan)
"devrimsi durum" tespiti ile Hasan Celal Güzel'in
"sessiz devrim" saptaması aynı zihniyetin
ürünüdür!
Burada atlanan, önemli olan sermayeden, sermaye vesayetinden tek
kelime dahi edilmemesidir.
Oysa Türkiye'yi küresel kapitalizme bir kez daha
neo-liberal standartlarda çivileyecek anayasa referandumu paketiyle,
12 Eylül Anayasası'nın hem otoriter zihniyeti hem de kapitalist
mantığı, daha da tahkim edilirken; darbe anayasasının sermayeperver,
despot ruhu; küreselleşmeye uygun düzenlemelerle makyajlanarak
"yeni" diye sunulacaktır.
Bu da küreselleşmenin bugünkü aşamasında
"demokrasi" kisvesine bürünmüş kapitalizm olarak
pazarlanacak; "askerî vesayetin bittiği algısı" toplumda
işlenirken; sermaye vesayeti aklanarak göklere
çıkartılacaktır!
Asıl oyun ve durumun "vehameti" de budur, buradadır!
AKP MANİPÜLASYONU
Ortada bir Fransız atasözünün "Tout nouveau tout
beau/ "Her yeni güzeldir," ambalajında sunulan bir AKP
manipülasyonu söz konusudur.
Öncelikle şunu belirtmek gerek: AKP, 12 Eylül'ün
travmalarının bekçisidir. AKP, 12 Eylül ile hesaplaşmak
şöyle dursun, aksine 12 Eylül'ü mantıksal
sonuçlarına ulaştıran bir siyasi öznedir. Bu bağlamda AKP
seyr-ü seferinde zincirin son halkası olarak görülebilecek
"anayasa açılımı"nın da önceki
açılımlardan köklü bir farkı yoktur. "Uzlaşmayı
zorlamayan ve AKP'nin kendisine yönelik olası tehditleri
önlemek amacıyla hazırlandığı izlenimi veren anayasa
açılımı güvenilir olmaktan uzak bir yörünge
izliyorken";[5] "Açılım
maceraları"ndan hareketle "12 Eylül referandumunun da,
mevcut sorunların çözümünden ve demokrasiyi
genişletmekten çok yıpranan AKP iktidarının tahkimine zemin
hazırlayacağını söylemek
mümkündür."[6]
Biliniyor: AKP, başından beri, halka ve entelektüellere
dönüp "Siz demokrasinin sınırlarının genişlemesini,
Kürt sorununun çözülmesini, 12 Eylül
kalıntılarının temizlenmesini, darbe korkusunun sona ermesini, AB
üyelik sürecinin başarıyla sonuçlandırılmasını
istiyorsunuz, ben de istiyorum," dedi. Yerli ve yabancı iş
çevrelerine de serbest piyasa, Avrupa Birliği reformları vaat etti.
ABD'ye dönüp, "Bölgede demokratik
görünüşlü bir Müslüman devlet istiyorsunuz,
Araplara, İsrail'e kafa tutacak güçlü bir ülke
istiyorsunuz, biz de aynen bunları istiyoruz," dedi.
Bir süre işler gibi görünen bu yaklaşım, AKP'yi
desteklemeyi kabul edenler, beklentilerine uymayan gelişmeler görmeye
başlayınca, Arap dünyası lider aramadığını vurgulayınca,
"açılımlar" kapanmaya başlayınca dağılmaya
başladı.
AKP döneminde, Yahudi düşmanlığı açıkça
dile getirildi ("Dedeleriniz, ecdadınız kovulduğu zaman sizi kalkıp
da bu topraklarda ağırlayan, misafir eden Osmanlı'nın torunları
olarak konuşuyoruz", "Öldürmeye gelince siz çok
iyi bilirsiniz", "Yahudiler parayı, bilgiyi çok iyi
yönetirler...), kadın erkek eşitliğine inanılmadığı vurgulandı.
Kürt sorunu, "açılımla" başladı, kitlesel
tutuklamalarla devam ederek, "özel ordu" projesine, Manisa,
İnegöl, Hatay "durumlarına" ulaştı. Darbeyi önleme
söylemiyle, yüzlerce insan içeri alındı, ama temel
hukuksal, insanî hakları da ayaklar altına... Telefon dinleme,
kişinin mahremiyet hakları ihlâl edildi, muhalefete yönelik bir
korku ortamı yaratıldı.[7] Emniyetin, yargının
Fethullahçı kliğin eline geçtiği, bizzat emniyet
yöneticileri tarafından dillendirilir oldu.[8] Tüm
bunlar "demokratik dönüşümler" adı altında
yaşandı!
Kökleri itibariyle "Yeşil Kuşak
Anti-Komünizmi"ne endekslenmiş AKP'yi
"demokrat" ya da "demokratikleştirici bir unsur"
olarak görmek, kasıt değilse eğer, siyasal miyopluktur!
Bu noktada Hasan Kayım'ın, "Bir partiye mi, düzene mi
muhalifsiniz?" sorusuyla birlikte; Oya Baydar'ın,
'Hayır'da AKP Var' başlıklı yazısındaki,
"Doğrumuzu yanlışımızı, evet'imizi hayır'ımızı,
cephemizi safımızı AKP'ye göre belirliyoruz. Sağıyla,
soluyla, partisi, sendikası, işveren kuruluşu, meslek
örgütü, STK'sıyla ve de hepimiz tek tek, birey olarak
siyasi çizgimizi, tavrımızı, siyasi irade ve tercihlerimizi, daha
da ötesi cepheleşmemizi, düşmanlaşmamızı,
çatışkılarımızı AKP'ye yandaşlık veya AKP'ye
karşıtlık üzerinden şekillendiriyoruz… Yeni anayasa istiyoruz
diyenlerle beraberim ben… Anayasa referandumunda aklımı ve
vicdanımı AKP fobisine ve ipoteğin kaptırmayacağım, 'Yetmez Ama
Evet' diyeceğim ki kendimle tutarlı olayım, 12 Eylül
Anayasası'nı aklamayayım," görüşleriyle karşı
karşıya kalırız…
Kayım ile Baydar'ın kelime oyunları, dolaylı AKP
sakşakçılığından malûldür.
Lafı dolaştırmaya gerek yok: Siz, nasıl ve hangi
"öznel" nedenden olursa olsun, AKP'nin tek başına ve
kimseyi aldırmadan, Kürtleri kesin kez dışlayarak hazırladığı
"AKP Patentli" bir 12 Eylül Anayasa'sının makyaj
paketini, dolayısıyla da bu paket şahsında "Taraf olmayan bertaraf
olur" tehdidini savuran Erdoğan'ın AKP'sini desteklemiş
oluyorsunuz…
Bu tevil'i kabil olmayan netlikte ortadadır!
Evet, biz bu partiye de (AKP), bu düzene de (kapitalizm), bu
düzenin öteki partilerine de (CHP, MHP, BBP, DP vd'leri)
karşıyız; bunları birbirinden ayırmadan da alayına isyan
ediyoruz…
Ha; "Değişmek zorunda olan bir toplum, bu değişime
öncülük edecek partiyi yaratır, AKP'yi kapatsanız
başka bir parti değişimi gerçekleştirmek için
çıkar… Sorunları aşmak ancak bu
çürümüş, kirlenmiş sistemi değiştirmekle
mümkün. Onun için de öncelik sistemin
değişmesindedir. Önümüzdeki büyük soru,
AKP'li olup olmadığınız değil, büyük soru 'bu
sistemden yana olup olmadığınız.'
Eğer sistemden yana ama AKP'ye karşıysanız, canınızın
istediği gibi eleştirin AKP'yi ve bize bu rezil sistemin
'nasıl değiştirilmesi' gerektiğini anlatın, bu sistemi
nasıl değiştireceğinizi anlatın, nasıl bir sistem istediğinizi
anlatın," diyen Ahmet Altan'ın AKP'nin "bu sisteme
karşı" olduğu imasına gelince soralım: Kastettiğiniz hangi
sistemdir?
Siz kapitalizmin özel bir örgütlenmesine karşı (hadi
buna "Ergenekon" diyelim!), yine kapitalizmin bir başka
özel örgütlenmesini (buna da neo-liberal
"Hocacılık" diyelim!) savunuyorsanız; bu sizin demokrat
olduğunuzu, sebep ve sonuçlarıyla 12 Eylül'e karşı
çıktığınızı değil; sadece AKP'li olduğunuzu
gösterir… Hepsi o kadar!
Yok eğer bu konuda yine Muhammed Nureddin gibi,
"Türkiye'de referanduma 'hayır' (isterseniz
'boykot' deyin-b.n.) kampanyasını yürütenler
reformların özüyle ilgilenmiyor. Tek istekleri genel seçim
öncesi AKP'yi zayıflatmak. Oysa referanduma sunulacak reformlar
devlet içinde devletçikleri ortadan
kaldıracak,"[9] itirazını dillendirecek olursanız;
"Ergenekon"u kaldırmaya uğraşanların, onun yerine
"kendi cemaatleri"ni ikame ettikleri er geç
görülecektir! Kaldı ki, AKP gibi bir düzen partisinin de
"zayılaması"na hayıflanmamak, bu konuda kaygılanmamakta yarar
var.
Hayır; kimse bir "Sazan" ("Sezen" mi deseydik
acaba?) gibi Erdoğan'ın AKP'nin grup toplantısında, 12
Eylül'de idam edilenlerin mektuplarını okuyup ağlamasına,
referandumda CHP, MHP ve BDP tabanından da "Evet" oyu isterken,
"12 Eylül ile biz hesaplaşacağız," yalanı ile AKP
İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu'nun, "Türkiye kendi
çocukları olan Deniz Gezmiş'e, Ahmet Kaya'ya,
Nâzım Hikmet'e yapıldığı gibi haksızlık etti"
vurgusuna inanmamalıdır; inanamaz da!
AKP, "Yapacağım" dediği bir alay şeyi 7 yılı aşkın
iktidarında yapabilirdi ve yapmadı; üstüne üstlük bu
yetmezmiş gibi "engelledi" de..
Örnek: "TBMM tatile girerken, TSK İç Hizmet
Yasası'nın 35. maddesinin kaldırılmasına ilişkin tartışmalar da
rafa kalktı. BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın bu
içerikteki yasa önerisi 2 yılı aşkın süredir TBMM Milli
Savunma Komisyonu'nda bekliyordu."
Örnek: "Kamuda toplu görüşmeyi sürdüren
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, anayasa değişmeden toplu sözleşmenin
olamayacağını vurgulayıp, 'Hem 'hayır' deyip hem toplu
sözleşme istemek çelişkidir' dedi."
Örnek: "Melih Gökçek yönetimindeki Ankara
Anakent Belediye Meclisi "tartışma yaratacak" kararlara imza
atarak, Belediye tarafından dağıtılan gıda yardımının alanını
genişletip, Şereflikoçhisar'dan Nallıhan'a kadar
tüm ilçelerde 12 Eylül'e kadar gıda yardımı paketi
dağıtacağını açıkladı."
Örnek çok; ama Tek-el'cilerin başına ge(tiri)lenleri
anımsamanız dahi yeter de artar!
NE OYLANACAK?
12 Eylül 2010 tarihindeki referandum paketi ile ne oylanacak?
İsmet Berkan'ın ifadesiyle, "Sahiden 12
Eylül'ü mü oylayacağız?" Elbette hayır,
alâkâsı yok!
Bunu AKP şakşakçısı Cengiz Çandar da, "12
Eylül referandumunun önemi, 12 Eylül 1980 ile hesaplaşmaktan
ziyade, ondan daha da önemlisi Türkiye'nin
önünü 'hukuk yolu' ile açabilmekten
kaynaklanıyor. Ülkenin en büyük kozu olan 'hukukun
üstünlüğüne dayalı demokrasi' için
'Evet'ten başka yol var mı?" diye itiraf ediyor.
Referandumla "hukuk yolu açılacak"mış; af
edersiniz, hangi hukuk yolunun açılacağından söz eder misiniz
biraz?
Şurası; Sungur Savran'ın da "12 Eylül çok
baskı yaptı, işkenceye, idama, düpedüz adam öldürmeye
başvurdu, tamam geride cendere gibi bir rejim bıraktı da, neden? Bu soruya
cevap vermeden 12 Eylül'ün reddinin, bırakın
mümkün olmasını, tartışılmasına dahi başlanamaz,"
saptamasında işaret ettiği gibi, "Neden…"
yanıtlanması "olmazsa olmaz" olandır…
Kimsenin şüphesi olmasın, 12 Eylül darbesinin topluma bir
deli gömleği olarak giydirdiği siyasi-hukuki rejimin anatomisi,
referandumdan sonra da sıhhat ve afiyette olacak...
"Neden…"in yani "kapitalizmin raison
d'état"sının gerektirdiği üzere…
"12 Eylül'ün ne olduğunu anlamak için
önce AKP'yi anlamak gerekir! 'Ama artık bu kadarı da
fazla' diyenler çıkabilir: Geçmişe bakarak
bugünü anlamak yerine bugüne bakarak geçmişi anlamak
olsa olsa saçmalık değil mi? Bu sorunun yanıtını Marx'ın
Grundrisse'deki meşhur cümlesinde bulmak mümkün:
'İnsan anatomisi, maymun anatomisini anlamak için bir anahtar
niteliği taşır. Daha yüksek bir gelişimin alt hayvan
türlerindeki nüveleri, ancak üst evrim kademesi bilindiği
zaman anlaşılabilir'.
Bu formüle dayanarak denebilir ki, 12 Eylül'ün
'özünü' ancak onun birçok yönden
üst aşaması olan AKP ile birlikte okuyarak kavrayabiliriz:
Örneğin 24 Ocak 1980 piyasacılığını idrak etmek ancak
AKP'nin zirveye ulaştırdığı yıkıcı neo-liberal reformlara
bakmakla mümkündür. Darbe sonrasındaki meşhur 'hep
işçiler güldü, biraz da biz gülelim'
sözleri ancak bugün AKP'nin sermayeyi kahkahaya boğmasıyla
anlam kazanabilir.
Turgut Özal'ın emek düşmanlığı, popülizmi
ve din temelli vizyonu ancak Tayyip Erdoğan'ın bunları bir üst
kademeye taşıması incelenerek gerçekten kavranabilir. Darbe ile
birlikte resmî devlet ideolojisi yapılan Türk-İslâm
sentezi, ancak bu eğitimden geçmiş kadroların bugün devleti
yönetmesi ile anlaşılabilir. Ve son olarak, 12
Eylül'ün yürütme organını yasama ve yargıya
göre görülmemiş biçimde kuvvetlendirmesi, ancak
AKP'nin 30 sene sonra yine bir 12 Eylül'de tüm bu
organları kendisine bağlama girişimine bakınca berraklaşır.
Birçok sol grubun referandum paketinin 12
Eylül'ün 'özünü' koruduğunu
ısrarla iddia etmesi bu bağlamda tesadüf değil. Zira AKP, 12
Eylül ile hesaplaşmak şöyle dursun, aksine 12
Eylül'ü mantıksal sonuçlarına ulaştıran bir siyasi
öznedir."[10]
Bunlar "sarih" değil mi?
Ancak buna karşın, yine de Oral Çalışlar, "Referandum
çalışanların aleyhine mi?" derse; o zaman da yanıtı
Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın'a
bırakırız:
"Yasaklar ve otoriter hükümlerle dolu 12 Eylül
Anayasası'nı aşabilmek için toplumun birçok kesimi
yıllardır mücadele yürütüyor, talepler geliştiriyor.
Ancak referanduma sunulan Anayasa değişiklikleri özellikle
işçi haklarını yok sayan içeriği açısından bu
hedefi karşılamaktan çok uzak görünüyor."
HATIRLAMAK ÖZGÜRLEŞTİRİR!
Bozuk saatinde günde iki kez doğruyu gösterdiği gibi,
"Bu ülkede "demokrasiyi savunan" zevatın siciline,
vicdan karnesine bakmak lazım," derken Ertuğrul Özkök de
bir doğruyu dillendiriyor…
Hatırlamak gerek, çünkü hatırlamak
özgürleştirir!
Mesela Oral Çalışlar'ın, Bülent
Arınç'ın zapt u raptı altındaki TRT'de, hem de oğlu
ile program yapabildiğini unutmayın sakın…
Sonra Fethullah Gülen'in, Nurcu kökenli cemaat lideri,
Erzurumlu Mehmet Kırkıncı gibi Nurcu kökenli birçok isimin 12
Eylül cuntacılarıyla doğrudan ya da dolaylı iyi ilişkiler
geliştirdiğini de unutmayın sakın…
Çünkü hatırlamak özgürleştirir!
Ayrıca "Kimin kağnısı gıcırdarsa oraya gitmeyi görev
bilen münevver numunesi" (!?) Nazlı Ilıcak'ın da bir
zamanlar, "Memnuniyetle ifade edebiliriz ki demokrasinin nasıl
işlerlik kazanacağı hususunda, yıllardır bizim yazdıklarımızla
Evren'in beyanları arasında tam bir mutabakat vardır," diyerek
faşizm ile demokrasiyi eşitlediğini (ve o günlerde radikal
sosyalistlerin 12 Eylül'e ve yasalarına karşı hayatları
pahasına mücadele ettiğini) unutmayın sakın…
Bilmek ve unutmamak çok önemlidir; şimdilerde Nazlı
Ilıcak misali ekran-ekran dolaşıp "demokrasi
savaşçısı" kesilenlerin şecerelerini araştırın,
gerçeği göreceksiniz!
Örneğin "darbe karşıtı" imaj çizmeye
çalışan Fethullah Gülen gibi… O da 12 Eylül 1980
darbesini sevinçle karşılayanlardandı.
Şimdilerde referandumda "Evet" oyu çağrısı yapan
Gülen, "Ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi
imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz"
sözlerini unutmuş görünüyor.
12 Eylül'ün de bir kötülük olduğunu
söyleyen Gülen, "Fakat o darbeyi gerçekleştiren ve
kötülük yapan bir insanın da iyi yanları olabilir; Evren Din
ve Ahlâk derslerini mecburi hâle getirmişti. Bu nedenle,
"Bunu gönlünden gelerek samimiyetle yaptıysa, Allah onu
affeder demiştim," dedi.
İşte şimdi "O paket içinde milletimizin istikbali
için çok önemli maddeler var; bu itibarla da değişiklik
paketi bu yönüyle desteklenmeli ve 'evet' oyları
böyle bir niyetle verilmelidir. İmkan olsa mezardakileri bile
kaldırarak referandumda 'Evet' oyu kullandırmak lazım. Ben
zannediyorum kalkarlar da…" diyen Gülen'in 12
Eylül'ü öven açıklamaları:
"- Her milletin tarihinde asker bir tepe varlıktır (...) bir de
anadan doğma asker-millet vardır. O, asker doğar, askerlik
türkülerinden ninniler dinler ve asker olarak ölür.
Aşıktır askerliğe, serhad boylarına, akına ve kavgaya (...) onun
süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su
serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm
eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük...
Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin
önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar
içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam,
sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan
yüce başa binlerce selam!
- Düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimai
bünyenin, harici bir kısım eraciften temizlenme, arındırılma ve
aslına irca zaferi (...) ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi
imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihalerin son kertesine
varabilmesi dileğimizi arzediyoruz.
- Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde,
asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son
karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin
tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe
bir kere daha selam duruyoruz.
- Anarşistler ve teröristleri devletin asker ve polisine
bildirmeyenler Allah katında sorumludur... Bu hainlere mahkemelerde gereken
ceza verilmezse ne devlet kalır ne millet!
- Ülkeyi komünizm tehlikesinden kurtardığı, din
derslerini mecburi hâle getirdiği ve milli tarihe sahip
çıktığı için 12 Eylülcüleri
destekledik…"[11]
"Yetmez Ama Evet"ciler, bu kadarı yeter mi?
Kim, niye, nasıl 12 Eylül'e ve anayasasına karşı
çıkıyormuş; neyin referandumuymuş?!
Ha geçerken bir kez daha hatırlatalım: "Sabah gazetesine
konuşan Kenan Evren, Yavuz Donat'a, '12 Eylül
Anayasası'nda değişiklik yapılmasına karşı olmadığı'nı
söylüyor.
Diyor ki; 'Anayasa mukaddes kitap mı? Günün şartları
neyi gerektiriyorsa o yapılır, anayasalar da değiştirilir.'
Yine diyor ki; 'O dönemin şartları böyle bir anayasa
gerektiriyordu. Dönem değişir, şartlar değişir, Anayasa da
günün şartlarına göre yenilenir. Bizim yaptığımız
Anayasa, Allah'ın emri mi?'
'Vaktiyle yaptığım konuşmalara bir baksınlar. Hepsi unutuldu.
Ben dedim ki; gün gelecek, bu anayasa
değişecek'…"
"REFERANDUM PAKETİ"NİN ŞECERESİ
Evren'e dahi bunları dedirten "referandum paketi"nin
şeceresine ilişkin ilk denilebilecek şey şudur: "Demokratik bir
anayasa böyle yapılamaz…
Anayasalar toplum sözleşmeleridir. Toplumun tüm kesimlerini
sürece katan; farklı kesimlerin çıkar, hedef ve
özlemlerini gözeten en geniş uzlaşmayla hazırlanmaları ve
değiştirilmeleri gerekir…
Haklar ve özgürlükler istismar konusu
yapılıyor…
Hak ve özgürlükler alanında öngörülen
değişikliklerin birçoğu büyük yeniliklermiş gibi
sunulmakta, oysa yeni bir şey getirmemektedir. Bu anlamda hak ve
özgürlüklerin istismar edildiği
söylenebilir…
12 Eylül'ün ruhu ve mantığı
korunuyor…"[12]
Birbiriyle alâkâsı olmayan maddeleri aynı pakete
doldurarak halka dayatmak demokrasi değil sadece aldatmacadır. Ayrıca
demokratik katılımı "Evet" ve "Hayır" arasındaki
tercihe indirgeyen bu anayasa değişikliği ve halk oylaması sürecinin
siyasetin ezilenlerin demokrasi mücadelesine ne kadar katkısı
olacağı da şüphelidir.
Evet 12 Eylül anlayışının devamı mahiyetindeki "anayasa
değişiklik paketi" hazırlanışı ve sunuluşu itibarıyla bizatihi
anti demokratiktir. AKP'nin "kendin pişir, kendin ye"
anlayışıyla paketlediği dayatmacılığın, toptancı usulün anti
demokratikliği "sır" değildir…
Pakette temel sorunlara çözüm içeren herhangi
bir madde yoktur. Ne halkın kamusal haklarına, ne Kürt sorununun
demokratik çözümüne, ne Alevi yurttaşların eşit hak
taleplerine, ne anti demokratik seçim ve Siyasal Partiler
Yasası'nın değiştirilmesine dönük herhangi bir madde
yoktur. Kamu çalışanlarına grev hakkı, siyaset yapma hakkı
yoktur.
Bu neden(ler)le de "paket" AKP iktidarının politik
hesaplarının bir ürünüdür. Örneğin
anti-demokratik sistemi meşrulaştırma ve güçlendirmeyi
gözetmektedir.
"Askerî vesayetten kurtulacağız!" yutturmacasıyla
takdim edilen "paket", AKP'nin de ne olduğunun,
sahtekârlığının vesikasıyken; 12 Eylül rejimiyle
hesaplaşılacağı koskoca bir yalandır. Aksine 12 Eylül
hukuk(suzluğ)uyla hesaplaş(a)mayan bir "paket"tir,
"makyaj"dır söz konusu olan…
Liberal maruzatlara karşın referandumdaki illüzyona dikkat
edilmesi kilit önemdedir; örneğin Mithat Sancar'ın,
'12 Eylül'le Hesaplaşmak' başlıklı yazısındaki
maruzatlarda olduğu gibi: "Bu paket, 12 Eylül'le
hesaplaşmayı zorlaştırmıyor, kolaylaştırıyor. AKP'nin
hesaplaşma söylemini öne çıkarması da, sol
çevrelerin 30 yıldır takipçisi oldukları hesaplaşma
taleplerinin geniş bir tabana, bilhassa şimdiye kadar bu taleplere
kayıtsız kalmış muhafazakâr kitleye ulaşmasını, böylece
daha güçlü bir meşruiyet kazanmasını sağlayacaktır.
Bundan sonrası, esas olarak 12 Eylül'le gerçekten
hesaplaşmak isteyen çevrelerin mücadele yeteneğine ve ikna
gücüne kalıyor," diyor yazar…
Bu iddialar gerçek mi, gerçek olabilir mi? Elbette
mümkün değil!
Birincisi her değişim, hayra alâmet olacak diye bir kural yok.
Örneğin "12 Eylül'den bu yana, anayasa yaklaşık 20
kez değiştirildi. Anayasa'da yapılan değişiklikler 12 Eylül
Anayasası'nı ortadan kaldırmaya hizmet etseydi, bu amaç
çoktan gerçekleşmiş olurdu. Demek ki, bölük
pörçük değişikliklerle 12 Anayasası ortadan
kalkmıyor," diyen Rıza Türmen'in işaret ettiği
gibi…
İkinci de daha derinlerdeki bir mesele: Referandum, radikal
sosyalizmin iradesini yitirdiğini ve azla yetineceğini varsayanlara,
hâlâ söyleyecek sözümüzün ve yapacak
işimizin olduğunu göstermek için bir zemindir. Sandığa
gitmemek aynı zamanda AKP'nin, değerleri ya çalarak ya satın
alarak hiçleştirme politikasına karşı irade geliştirmektir.
Radikal sosyalizme ait değerlerin, hiçbir burjuva ağza
yakışmadığını, dolayısıyla sahipsiz olmadığını göstermektir.
Radikal sosyalistler, bu türden sandık oyunlarını ve ona
atfedilen önemin abartılmasını geçmişte de reddederken, aynı
zamanda mücadele hattında bir sapma olarak mahkûm
etmiştir.
Ayrıca radikal sosyalistliği AKP karşıtlığına indirgeyen
"ulusal sol"cu sosyal-demokratlaşma eğiliminin de reddedilmesi
müthiş önemlidir; coğrafyamızda uzun süredir bir toplumsal
hipnoz ve radikal sosyalist değerleri köreltme harekâtı
uygulandığı anımsanmalıdır.
Radikal sosyalist değerlerin ve dinamiklerin topyekûn tasfiyesi
sürecine eşitlenen bu tehlikeli gidişat, halkın
çıkarınaymış gibi gösterilmekteyken, halkın kendi eliyle
ipini çekmesini amaçlayan tuzaklar dizisi de, AKP eliyle,
devletin ve emperyalizmin imkânları eşliğinde devreye
sokulmaktadır.
O hâlde 12 Eylül Anayasası'na mahkûm ve taraf
olmadığımız gibi, AKP'nin "anayasa referandumu
paketi"ne mahkûm ve taraf olmayacağız!
Olmayacağız çünkü yalana teslim olmak yanlısı
değiliz: "Siyasal ve toplumsal kutuplaşmaya çözüm
olacak yeni Anayasa için evet demek, daha anlamlı ve etkili
olacaktır," diyen E. Fuat Keyman'ın manipülasyonu
üzere!
Çünkü oylanan "yeni bir Anayasa" değil, 12
Eylül 1980'den beri, yaklaşık 20 kez değiştirilen eski(meyen)
tekelci kapitalizmin12 Eylül Anayasası'dır!
"DEMOKRASİ"YE KENAR NOTU
Nâzım Hikmet gibi, "Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve
hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine./ Bu davet bizim"
diyenlerden olarak AKP'nin "anayasa referandumu paketi"ne
mahkûm ve taraf olmayacağız! Hem de Murat Belge'nin,
"Sosyalistlerimizin birçoğu, demokrasiyi, bir 'burjuva
icadı' olduğu gerekçesiyle
küçümsediler," yollu tahrifatına maruz kalmak
pahasına…
Çünkü J. S. Mc Celland'ın, "Eğer Batı
siyasi düşüncesi diye bir şey varsa, bunun köklü bir
anti-demokratizmle malûl olduğunu söylemekte bir sakınca
yoktur," saptamasının stratejik öneminin
bilincindeyiz…
Sormadan geçmeyelim: Şimdilerde "demokrasi",
"demokratikleşme", "insan hakları", vb. gibi
kavramlar daha sıkça kullanılır oldu.
Verili süreç(ler) ve eğilim(ler) nazar-ı itibare
alındığında coğrafyamız, gerçekten de
"demokratikleşme"nin, "insan hakları"nın,
"özgürlüklerin gerçekleşmesi"
güzergâhında mı yol alıyor; yoksa alışılmış
"olağan" biçimiyle yani her zaman olduğu gibi bu
tür kavramlar ve söylemler, insanların bilincini manipüle
etmenin, ideolojik bulanıklık yaratmanın, velhasıl seyirciyi oyalamanın
araçları mıdır?
"Demokrasi" kavramı çok kullanıyor ama ekseri
yanına bir de "piyasa ekonomisi" sözcükleri ekleniyor
ve Piyasa ekonomisi ile liberal demokrasi deniyor. Birincisi, liberal
demokrasi diye bir şey mümkün müdür; ikincisi, bu iki
kavramın yan yana gelmesi uygun mudur?
Ya da sermayenin önünün açılması,
demokrasinin de derinleşmesi, gerçekleşmesi anlamına gelir mi?
Veya ekonomik liberalizmle (siyasî) demokrasi arasında bir
tamamlayıcılık ilişkisi var mıdır?
Sonra küreselleşme denilen süreç, demokrasi ve
insan haklarının gerçekleşmesinin koşullarını mı yaratıyor,
yoksa her türlü demokrasinin ve insan haklarının temelini
aşındırıyor mu?
Demokrasi ve "demokratikleşme" kavramlarından hangisini
kullanmak daha uygundur?
Fikret Başkaya bu soru(n)ları ortaya atarken[13]
"demokrasi" kavramına da önemli kenar notları
düşüyor…
Şimdi "demokratikleşme" diye diye AKP
kuyrukçuluğuna soyunan neo-liberallere soruyoruz: Hangi demokrasiden
söz ediyorsunuz!
Siz "yanıtınızı" düşünürken hızla
sıralayayım:
i) Fikret Başkaya'dan, "Burjuva liberalizminin
'özgürlüğü' demek, burjuvazinin sınırsız
sömürme ve zenginleşme özgürlüğü
demekti..."[14]
ii) Herbert Spencer'den, "Geçmişte liberalizmin
işlevi, kralın iktidarına bir sınır getirmekti. Liberalizmin gelecekteki
işlevi de parlamentoların iktidarını sınırlamak
olacaktır..."
iii) Karl Marx'ın, 'Fransa'da İç
Savaş'ından, "Burjuva düzeninin uygarlık ve adaleti, bu
düzenin köleleri ne zaman efendilerine karşı başkaldırsa, kendi
korkunç yüzlerini açıkça gösterirler. O zaman
bu uygarlık ve bu adalet, maskesiz yabanıllık ve yasasız öç
alma olarak, ereklerini açığı vurur. Sahiplenici ve üretici
arasındaki sınıf savaşımındaki her yeni bunalım, bu gerçeği
daha açık bir biçimde ortaya
çıkarır…"
Buraya kadar izaha gayret ettiklerimize karşın hâlâ Ahmet
İnsel, "Referandum 12 Eylül rejimini sonlandırmanın kapısını
açacak"; Doğan Tarkan da, "… 'Evet'
kazanırsa darbeciler, ulusalcılar, ırkçılar, 12 Eylül
yandaşları bir darbe daha yiyecektir. Ve
özgürlükçü bir anayasa için mücadele
başlayacaktır," diyebiliyorlar ise, onlara yakın arkadaşları Osman
Kavala'nın, "12 Eylül'le hesaplaşmak için 12
Eylül'ün gelmesini bekleyen arkadaşlarıma sabır ve temenni
diliyorum," sözlerini anımsatırız. Umarız bu yeter!
"EVET"İN (YETSE DE, YETMESE DE)
"NEDEN"İ…
Kayıtsız-koşulsuz "Evet" ya da "Yetmez"lisi,
hangisi olursa olsun, 12 Eylül'ün dayattığı anayasanın
"değiştirilmekte olduğu" yalanını
güçlendirir…
Bu sadece bizim kanımız değil; "AKP konusunda şüpheler
taşıyan ama evet oyu verme eğiliminde olanlar, böyle bir halk
oylamasından güç alacak siyasal-toplumsal dinamiğin
AKP'yi de 12 Eylül rejiminden çıkış yolunda daha
kararlı adımlar atmaya zorlayabileceğini öngörüyor,"
diyen Ahmet İnsel'in de beklentisi…
Bu beklenti, nafile olsa da, yalana yapışanlar yok değil!
Örneğin bir "dönek(bile sayılmayan)" Hadi
Uluengin, "Siyaset bir pragmatizm sanatıdır. Aslında bakarsanız da
gerçekçiliğin ta kendisidir. Dobra dobra ifade ettiğim gibi,
12 Eylül'de gerçekleşecek Anayasa değişikliği
referandumunda ben göğsümü gere gere e-v-e-t oyu
kullanacağım," diyerek "Evet"in ne türde olursa
olsun edilgen bir pragmatizm (faydacılık) beklentisinden malûl
olduğunu itiraf ediyor…
'Anadolu Ateşi' Genel Sanat Yönetmeni (eski
Gündem muhabiri!) Mustafa Erdoğan da, "Faşist anayasa
değişiyor, ben buna 'Evet' derim," derken -ki
"değişiyor" tümcesinin altını çizmeliyiz-, kendi
dışındaki bir "değişime" yaslanma pragmatizmini ifade
ediyor…
Yanılgı burada!
Tıpkı, Fatih Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
bölümünde araştırma görevlisi Engin Şahin'in,
"Halka, özgürlüklerini genişleten bir pakete
'Hayır (ya da Boykot-b.n) de!' nasıl denir?" sorusundaki
üzere…
Siz hangi özgürlükte ve ne adına bahsediyorsunuz
acaba?
Mesela MÜSİAD Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan'ın,
"12 Eylül'de gerçekleşecek referandumda evet
diyeceğiz. Böylece, 130 milyar dolara kadar ulaşan ihracat
rakamlarını görmüş Türk özel sektörünün
önü daha da açılacaktır. Bu sebeple, anayasal
değişikliği paketi, iş dünyasına da doğrudan ve kısa vadede
avantajlar getirecektir," diyen yani 12 Eylül 1980'de
TÜSİAD'lı Halit Narin'inin, bugün 12 Eylül
2010'da da MÜSİAD'lı Ömer Cihad Vardan'ının
çöplendiği aynı kabın özgürlüğünden
mi?
"Özgürlük" sözünü kirletmeyin;
"özgürlük" sözünün (yalan
değilse!) her ağza yakışmayacağını unutmayın!
İşte buna örnek vereceğimiz birkaç gazete haberi:
i) "12 Eylül'de referanduma sunulacak anayasa
değişikliği paketine, Türkiye'nin manevi dinamiklerinden destek
gelmeye devam ediyor. Bediüzzaman Said Nursi'nin talebeleri Mehmet
Fırıncı ve Mehmet Kırkıncı hocaefendilerin ardından,
'Üstad'ın bir diğer talebesi Abdullah Yeğin (86) de
'evet' diyeceğini açıkladı. Yeğin, ülkenin kanun
devleti olması için oyunu bu yönde kullanacağını
söylüyor…"
ii) "İş dünyasının referandum konusunda sesi gür
çıkmaya başladı. TUSKON'un (Türkiye İşadamları ve
Sanayiciler Konfederasyonu) sandıkta 'evet' oyu
kullanacaklarını açıklamasının ardından 12 Ağustos
2010'da 350 bin üyeli İTO (İstanbul Ticaret Odası) da
'evet' diyeceğini duyurdu. 13 Ağustos 2010'da
MÜSİAD Başkanı (Müstakil İşadamları ve Sanayiciler Derneği)
Ömer Cihad Vardan'dan destek sözü geldi. Vardan, iş
dünyasına çok büyük avantajlar getireceğini
belirttiği anayasa değişikliği paketine 'evet' diyeceklerini
söyledi…"
iii) "Yönetmen Sinan Çetin, referandumda
'evet' oyu kullanacak. Çünkü bunun darbelere son
vereceğine inanıyor. Anayasa paketine 'Hayır' demek
için hiçbir gerekçe olmadığı düşüncesinde.
Çetin, çevresindeki 'hayır' demeyi
düşünen aydınların hiçbirinden gerekçeleri
konusunda tatmin edici cevap alamamış. "Bu korkunç bir
ideolojik cehennemdir." diyor…"
Bu tutumlarda şaşırtıcı olan hiçbir şey yok; sadece
MESOP'un "Yetmez Ama Evet"i
dışında![15]
Kim ne derse desin veya nasıl "gerekçe"lendirilirse
"gerekçe"lendirsin; "Yetmez Ama Evet"
diyenlerin bir kısmı aslında düpedüz coşkulu
"Evetçi"; bu da "sır" değil!
Kaldı ki, sözcük oyunlarından yarar ummak da
dürüst bir tutum değil!
Sorarız: Referandumdaki seçenekler arasında "Yetmez Ama
evet" diye bir seçenek de var mı? Yok değil mi?
"Evet" ya da "Hayır" var; önüne ne
eklerseniz ekleyin ya "Evet" ya da "Hayır"
dersiniz!
Kimsenin inkâr edemeyeceği gibi, referandumda ya
"Evet" veya "Hayır" oyu kullanılıyor.
"Yetmez Ama Evet" ya da "AKP'ye Hayır, Referanduma
Evet" diyen bir üçüncü bir oy türü yok.
Oylamada "Şartlı Evet", "Şartlı Hayır" diye bir
seçenek bulunmuyor… (Eğer "varsa", AKP-BBP ve
CHP-MHP bunların sayısını not etsin ve "Vatandaşlarımın şu
kadarı bana şartlı oy vermişler" desin bari…)
"EVET"ÇİLERİN ÇARPITMASI VE LİBERAL
HEZEYAN(LAR)
"Evet"in (yetse de, yetmese de) "siyasal
zayıf"lığı, kaçınılmaz olarak da çarpıtma/ ve
zorlamaları devreye sokuyor.
Örneğin "Aralarında oyuncu Lale Mansur ile Demokrat Yargı
Derneği Eşbaşkanı Osman Can'ın da bulunduğu
'Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları
Platformu' üyeleri Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ı ziyaret
ederek, referandum da 'evet' oyu vereceklerini
söyledi…
Osman Can, kendisinin kabule 'Çocuklar İçin Adalet
Çağrıcıları Platformu' destekleyicisi olarak katıldığına
işaret etti…" haberine yansıyan yalan…
'Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları
Platformu' üyelerinin Erdoğan'ı ziyaret etmesi ve
"referandum da 'evet' oyu vermesi"nden söz
etmesi mümkün değil; bu yalan!
Bu yalana alet olan "Yetmez Ama Evet"ci Lale Mansur ile
Osman Can'ın tutumu siyaseten çirkin…
Benzer bir konuda, 'Taraf'çı Rasim Ozan
Kütahyalı'nın tutumuna ilişkin olarak, bakın Sırrı
Süreyya Önder da ne diyor:
"Bu referandum paketine katılarak meşruluk kazandırmam söz
konusu olamaz. Egemenler arasındaki bir dalaşmaya 'evet' oyu
vererek taraf olmam mümkün değil. BDP'nin ortaya koyduğu
iradeyle dayanışma hâlindeyim, kolektif sosyalist iradeden ayrı
davranmayacağım…
Şunu açıkça söylemek istiyorum: Bir kere, ben bu
referandumun tasarlanış ve sunuluşuna esastan itiraz ediyorum. Yedi
yıllık AKP iktidarında halkın karşısına bir 'anayasa
değişikliği' imkânıyla ilk defa (ve tek defa)
çıkılıp da, ülkenin temel meselelerinin hepsine teğet
geçilmesini ve 'halktan bir kez daha icazet alma'
görüntüsü yaratılan bu evet/hayır ikilemi mantığını
reddediyorum…
Yöntemsel olarak bu platforma çekilen, egemenler arasındaki
bir dalaşmaya 'evet' oyu vererek taraf olmam mümkün
değildir.
Türkiye'nin emekçileri ve yoksullarının temel
sorunları bu anayasa paketi içinde yoktur."
"Dünya solunun bir parçası olarak
önümüze koyabileceğimiz tek 'yeni' hedef
'Yenildik, arıyoruz' olabilir. Kibirden vazgeçerek,
büyük bir tevazuyla işe başlama vakti,"[16]
kaydı düşülmüş liberal hezeyan(lar), gün geliyor;
çirkinliği, zırva dedikoduların haneğine indirgiyor(lar)!
Alın size "İşte O Aydınlar ==>>" başlığı ve
"Oğuzhan K" müstear adıyla "internetteki tartışma
grupları"na düşen bir (noktasına, virgülüne
dokunulmadan) seviyesizlik örneği:
"Oğuzhan K.
"EŞİTLİKÇİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ,
DEMOKRATİK YENİ BİR ANAYASA İSTİYORUZ REFERANDUMA KATILMIYORUZ"
demişler, haha çok hoş :))))) - Oğuzhan K.
HER BOKA ÜÇÜNCÜ YOL BİLDİRİSİ adı altında
bir dernek kurulsun. Hiç böyle sıkıntı yapıp imza toplamaya
gerenk yok :)
- Mazhar Osman kesinlikle - phradrel
mazhar, çok tuttum derneğin adını! - hafif abi
şimdiye kadar yazdıklarıyla, çizdikleriyle utandırmayan
birçok insan imzalamış, güzel olmuş, ellere kollara sağlık.
- c. felix
bunlar cennet cehennem yanında üçüncü bir yer
olması için de dua ederler şimdi. - marakes
baya aydınlattılar bizi saolsunlar :)))) - marakes
MAKSİMALİZM APOLİTİKLİĞİ solun yeni modası bu. BİZİ
UTANDIRMAYIN DA AMAN HİÇBİR ŞEY YAPMASANIZ DA OLUR erkhngwtklh
nkl4tnjş5ymj35şkl63u7kl - Mazhar Osman marakes
sana bir tek ampul yeter aydınlık için. boşver sen takılma
bunlara... sorgusuz sualsiz teslimiyet stayla mü'min marakes :)) -
fettah
iyi ki duydunuz şu maksimalizm lafzını :) içinde haluk gerger,
temel demirer, sibel özbudun, kürkçü gibi
hiçbirşey yapmayan insanlar var, iyi dedin mazhar. öyle konuşan
tipler bunlar falan filan... - c. Felix"[17]
Düzeye bakar mısınız? "Hiçbirşey yapmayan insanlar
var, iyi dedin mazhar. öyle konuşan tipler bunlar falan
filan..."
Haluk Gerger'i, Temel Demirer'i, Sibel Özbudun'u,
Ertuğrul Kürkçü'yü, ne yapıp yapmadığı ve
ödemekten geri durmadıklarıyla, dost düşman herkes bilir..
Ya siz kimsiniz, sanal dünyada astığı astık, kestiği kestik
zat-ı muhteremler; siz kimsiniz ve liberal hezeyan(lar)ınız
niye…
Sanal dünyanızdaki ekran ve klavyelerinizin karşısında
canınızı sıkan, acıtan bir şey mi var yoksa?
POST-MODERN LİBERALİZM: "YETMEZ AMA…"
Post-modern liberalizm: "Yetmez Ama…"cılarının
"solu sol yapan değerler"den söz etmeleri şaibelidir,
zevahiri kurtarmak için "dostlar alışverişte
görsün" muhabbetidir…
Örneğin Ufuk Uras, "Solu sol yapan değerler"den
söz ederken "…'Hayır' demek, solu inkâr
etmek olur" deyip, "Hayır'da hayırsızlık var..."
tekerlemelerine "ısrar"la sarılırken; "Boykot"ta
(ve "Yetmez Ama…" konusunda) susuyor!
Ancak Aziz Çelik, 'Ufuk Uras'a Açık
Mektup' başlıklı yazısında bu suskunluğu yerle yeksan ederek,
şunların ifade etmekten geri durmuyor:
Sevgili Ufuk… Meclis'te Anayasa oylamaları sırasında CHP
İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ile 5 Mayıs 2010'da
CNNTürk'te 5N1K programında yaptığın tartışmada aynen
şunları söylemiştin: "Bir algılama problemi mi var.
Hâkimler ve savcılarla ilgili maddeye 'hayır' diyeceğim.
Bütününe 'hayır' diyeceğimi
söylüyorum. Bir algılama problemi varsa kahvaltıda biraz daha
protein reçel falan almak lazım. Deminden beri
bütününe 'hayır' diyeceğimi
söylüyorum..."[18]
6 Mayıs 2010 tarihli Milliyet'te de bu konuşma aşağı yukarı
aynı şekilde yer aldı: "Uras: Algılama problemi varsa kahvaltıda
biraz daha reçel protein almak lazım. Paketin bütününe
hayır diyeceğimi açıkladım. Hâlâ bu yorumlar
yapılıyor. Bir ilkokul çocuğu bile anlar. Yani bunu anlamak
için CHP'li olmamak mı gerekiyor. Çok hızlı konuştum
galiba tane tane konuşacağım. Bu pakete hayır diyeceğim.
Bütününe hayır diyeceğim."[19]
Burada da bütününe 'hayır' diyeceğini
söylüyorsun. Sahi, benim de bir algılama problemim mi
var?"[20]
Önce "Hayır", sonra "Hayır'da
hayırsızlık var..." tekerlemesi ve suskunluk…
Ancak bu suskunluğu 'Star'ın, "Modern dansın
öncü ismi" diye sunduğu Zeynep Tanbay, "AKP'ye
oy vermedim ama yaptığı doğru işleri hep destekledim. O yüzden oyum
'evet'… Darbecilerin tedirgin olmasını istiyorum…
Mutlaka evet… Boykotu boykot ediyorum… Ben BDP üyesiyim ve
partime çok kırgınım. Boykot etmelerini boykot ediyorum… Bu
vesayete son oylaması… Sistem AKP ile rayına
oturuyor,"[21] diye bozuyor!
Tekrarlamak pahasına dikkat:
"Ben BDP üyesiyim… Partime çok
kırgınım… Boykot etmelerini boykot ediyorum…
AKP'ye oy vermedim ama yaptığı doğru işleri hep destekledim.
O yüzden oyum evet…
Darbecilerin tedirgin olmasını istiyorum… Mutlaka
evet…
Bu vesayete son oylaması… Sistem AKP ile rayına
oturuyor…" diyor "modern dansın öncü
ismi" diye sunulan (ve "Dans edemeyeceğim devrim sizin
olsun" diyen Emma Goldman'ın da kemiklerini sızlatan!) Zeynep
Tanbay (Uras)…
Oysa "modern danscı"nın anlayamadığı, anlamak
istemediği AKP'nin, referandumu ile YÖK gibi bir Anayasa
Mahkemesi yaratmak isteğini makyajlayarak, "demokratikleşme"
diye sunmasıdır!
Bu konudaki "Sazan"lıklarıyla, AKP'nin referandumuna
"Yetmez koşulu"yla da olsa, "Evet" demeyi tercih
ederek, siyasal iktidarın rüzgârına kapılanlar, akıl
tutulmasının post modern numuneleridir!
Hatta Oral Çalışlar'ın, "Bu değişiklik paketi,
belki bir sıçrama olarak tanımlanmayı hak etse de, elbette ki
yeterli değil… Kalıcı izler bırakacak önemde olan bu
dönemeci, tek bir siyasi partiye muhalefet çerçevesiyle
sınırlı şekilde okumak, en hafif ifadeyle 'vizyon
yoksunluğu'dur," deyişindeki gibi…
Ne "kalıcı izi", ne
"sıçrama"sı…
"Referandum kampanyası için oluşturduğumuz 'Yetmez
Ama Evet!' kampanyasının gazete ilanlarıyla duyurulmasının
ardından, bazılarının kimyasında belirgin bir bozulma yaşanmaya
başladı," diyen DSİP'li Şenol Karakaş'a;
"TRT'ye çıkarılmakla taltif ve 'Yeni
Şafak'ta Ali Bayramoğlu[22] ile eski illegal/ Sovyetik
TKP Genel Sekreteri Haydar Kutlu (yani Nabi Yağcı)[23]
tarafından vaftiz edilen Doğan Tarkan, "Gerçekten
yetmiyor" dese de şunları ekleyerek arka çıkıyor:
"… 'Evet' kazanırsa bizim hesap sorma
mücadelemiz kolaylaşacak. Daha rahat özgürlük
isteyeceğiz." "Bu Anayasa paketi ile bütün darbe
anayasaları ve 12 Eylül Anayasası ağır bir darbe alacak.
Çünkü temel kurumları değişiyor, çünkü
darbecileri, işkencecileri, katilleri koruyan geçici 15. madde
kalkıyor. Askerî vesayet kırılıyor."
Ufuk Uras'dan Zeynep Tanbay'a, Oral
Çalışlar'dan Doğan Tarkan'a post-modern liberallerin
AKP'nin Anayasa Paketine kefil olduğunu unutmayın; asla
unutturmayın!
"Yetmez"cilere "Hayır"; çünkü
onlar "Jı hırçkê du eyar dernayê/ Bir ayıdan iki
post çıkmaz," diyen bir Kürt Atasözü'ndeki
gerçeği kavrayamayarak, burjuva düzenin bir kanadını temsil
eden AKP'nin kuyruğuna takılanlardır…
Altını çizdiklerimiz konusunda "Şu kadarını herkes
teslim edecektir: AKP, Türkiye'nin geleneksel devlet iktidarına
ve onun karanlık bagajına karşı uzun yıllardır verilen demokrasi
mücadelesini hegemonize etti. Yani bu mücadele alanının belli
başlı aktörlerini kendi hareketine eklemlemeyi başardı," diyen
Reyhan Dereli'nin saptamalarını kim "es"
geçebilir?
AKP'nin 1970'lerin Milliyetçi Cephesi'nin 2010
versiyonu unutmadan; onların peşine takılmanın da pek muteber
olmadığını hatırlatmak gerekir. Kaldı ki AKP, "Yetmez Ama
Evet" çıtasının bu kadar düşürüleceğini
bilseydi sekiz yıl beklemezdi galiba…
Unutulmasın "Evet" diyenlerin ateşli kanadını,
AKP'li siyasetçi (doğal olarak) ve bir kısmı
ülkücülükten/ İslâmcılıktan kırpılıp liberal
yapılan yazar kesimi oluştururken; Mümtaz'er
Türköne'den Başbakan Erdoğan'a, Bülent
Arınç'a, Abdülkadir Aksu'ya, Cemil
Çiçek'e uzanan yelpazenin "yurttaş
özgürleşsin diye çırpınıyor" olması
mümkün mü? (Aksu ve Çiçek'in
1980'lerden bugüne "devlet"in has mutemetleri olduğu
da anımsanırsa!)
"HAYIR"CILAR…
Atilla Özsever'in, "Emperyalizme 'Evet'
itirafı"ndaki "ulusalcılık"tan malûl olan
"Hayır" tutumunun, radikal sosyalistler açısından
savunulabilir hiçbir yanı yoktur.
Örneğin "yeni Halide Edip" rolü kesen Banu
Avar'ın, "Neden mi 'Hayır'?"ında
"Abdullah Öcalan, Kandil ve BDP, referandumu boykot'
görüntüsü altında 'evet' propagandası
yapmaktadır. AKP, hergün şehit cenazesi kalkarken terör
örgütüyle aynı safta yer almamak için BDP'ye
'boykot' cenahını uygun görmüştür. BİZ işte
tüm bu rezilliğe HAYIR diyoruz!" diyen sıradan komedisine ne
denilebilir veya nasıl bu safta yan yana durulabilir ki?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, referandumda
"Hayır" gerekçesini, sivil diktatörlüklerin
hızla arttığı vurgusu ve Türkiye'de oluşturulan korku
toplumundan otoriterleşmeye gidiş olduğuna dikkat çekmesi;
"Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 12 Eylül'de referanduma
sunulacak Anayasa değişikliği paketinin 12 Eylül'le hesaplaşma
anlamına geldiği söyleminin gerçek gündemi olmadığını
öne sürmesi," açıklayıcı bir tutum
değildir…
"Hayır" demek yetmez! "Hayır"ın karşısında
neyi savunduğunu "Ama"sız, "Fakat"sızca
açıklamalıdır Kılıçdaroğlu…
Ancak açıklamıyor; kampanyasını AKP karşıtlığı,
ulusalcılık, devleti kurtarma ve "İran deneyi"
söylenceleriyle taçlandırıyor…
Mesela Yakup Kepenek, "Türkiye solcuları, İran
solcularının yaptığı Humeyni rejimiyle işbirliği örneğinde
olduğu gibi, en önce kendilerini yok edecek bir yanlışa
düşmeyecek kadar deney ve birikim sahibidir," derken; Güney
Dinç de, "Hukuk devletini korumak için AKP'nin
anayasa paketine 'Hayır' demek zorundayız," diye
ekliyor…
Hangi "Hukuk Devletini Korumak"tan söz ediyorsunuz;
hani "avukatı olduğunuz Ergenekon"un hukuk(suzluğ)u mu
sözünü ettiğiniz!
"Hayır"cılar bunları bir ayıklasa ne kadar iyi olur
değil mi?
Ve tabii, bir soru daha: "Hayır" oyu vereceğini bir
bildiriyle kamuoyuna duyuran sosyalist parti ve örgütler -
bugün CHP'nin başında Kemal Kılıçdaroğlu değil de,
Deniz Baykal olsaydı, acaba aynı yürek ferahlığıyla davranabilirler
miydi?
Ve sorunun tercümesi: Sosyalist solun "Hayır"ında,
"Kılıçdaroğlu faktörü"nün payı
nedir?
Gel de "dağa taşa Karaoğlan yazan" sosyalist
gençlerin de gayretleriyle 1970'lerde iktidara geçen
Bülent Ecevit'in, başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz,
"İlk işimiz sırtımızdaki keneden kurtulmak olacak" deyişini
anımsama…
EVET + HAYIR = KAPİTALİZMİN SELAMETİ
Sözü daha fazla uzatmaya ne hacet; bu referandumda "Evet
+ Hayır = Kapitalizmin Selameti" demektir!
Çünkü "Türk siyasetçileri sonunda
uzlaştı! Demokratik çözüm konusunda uzlaşamadılar ama,
bakın 'otoriter siyaset ve savaş' zemininde nasıl kolayca
buluştular. Demokratik çözümde uzlaşamadılar,
çünkü hiçbir taraf, aslında demokrasiye
inanmıyordu. Sorunları demokrasi ile aşmaya çalışmıyorlardı,
demokrasi adı altında 'bu işi bitirmeye' inanıyorlardı. Bu
işe şekilden değil, esastan girmeleri gerektiğini hiç
anlamadılar, hatırlatmak isteyenleri susturmaya çalışmak
demokrasiden ne anladıklarının en güzel ifadesiydi," diyen
Nuray Mert'in ifade ettiği eksende, Kürtsüz,
emekçisiz bir referandum oyununun sergilendiği
Türkiye'deki "paket" oylaması, 12 Eylül
anayasası ve onun arkasındaki oligarşik rejimin Ordu merkezli egemen
güçlerinin mevcut statükoyu korumak amacıyla
"Hayır" cephesinde dizildikleri; "Evet" cephesinde
ise, AKP'nin önünde durduğu bir cephede, devleti kendi
çıkarları zemininde dönüştürmek isteyen küresel
ve yerel sermaye güçlerinin ve gerici güçlerin
dizildiği bir kamplaşma yarattı.
Her iki kamp da, Kürt halkını inkâr ve mevcut
sömürgeci statükoyu koruma politikasını askerî şiddet
yoluyla sürdürme, başta işçi sınıfı olmak üzere
bütün halk güçlerini daha da yoksullaştıracak ve
işsizliği kalıcılaştıracak kapitalizmin selametini gözeten
neo-liberal politikaları sürdürme konusunda
ortaklaşıyorlar…
Bu da kapitalizme onayın tabanını, "Evet"ten
"Hayır"a uzanan yelpazede genişletiyor!
NEDEN BOYKOT? VEYA GEREKÇESİ!
"Neden boykot? Veya gerekçesi ne" mi?
"Ehvenişere tav olarak dünya değiştirilemez,"
vurgusunun altını çizerek, "Boykot" deyip, haykırıyor
Yıldırım Türker: "Kendisini bastırmaya, susturmaya,
gözünü korkutmaya, zapt etmeye çalışanın
karşısında direnenin tarafı… Kaybedecek fazla şeyi olmayanın
tarafı... Omuzlarının üstüne kat kat bir inşaat kurulmuş
olanın, alt katta oturanın tarafı"dır!
"Niçin" mi? Boykot devrimci bir seçenektir;
eşitlik-özgürlük ve adalet için!
Boykot devrimci Marksist bir tavırdır; "Evet" de
değildir, "Hayır" da, boykot devrimci bir tutumdur;
çünkü itirazdır, rettir!
Çünkü emek ve özgürlük cephesinin
geleceği "Evet"/ "Hayır" ikilemine
sıkıştırılamaz. Radikal sosyalistlerden beklenen, düzeni
seçenek olmaktan çıkarmaktır!
"Evet"/ "Hayır" tahtıravellisi sisteme
hizmet eden bir "Kurt Kapanı"dır. Kapitalist egemenliğin iki
yanlışından birini seçmek zorunda değiliz!
Referandum sürecinde devrimcilere düşen görev;
gösterileni değil, saklananı açığa çıkarmaktır.
Ufkumuzu sahte ikilemlere sıkışmayacak kadar geniş ve dik
tutmalıyız.
"Evet" ile "Hayır"ın sınırlarına
mahkûm olmayarak hayallerimizi umutlarımızı özgür
bırakalım. Çünkü geleceğe dair tasavvurlarımızı
böylesi sınırlar içine hapsetmek zorunda değiliz.
Hiç kuşku yok; i) Her ikisi de emeğe karşı sermaye
bloklarının çıkarlarını ve iktidar mekanizmalarını
düzenleme belgesi olmaktan öteye geçemeyen; ii) Her ikisi de
halka göre devlet değil, kendi devlet anlayışına göre halk
tarif etmeye kalkışan; iii) Her ikisi de özünde halk kitlelerinin
kendi haklarına sahip çıkmasını engelleme temelinde
düzenlenen oyunda Ertuğrul Kürkçü'nün net
ifadesiyle, "Anayasanız da, 'değişikliği' de sizin
olsun!" demek gerek…
Şu çok net: hâlen yürürlükte olan 1982
darbe Anayasa'sı, defalarca değişikliğe uğramış olsa da darbeci
ruhunu muhafaza etmeye devam etmektedir.
Buna "Evet" de, "Hayır" da demeniz darbe
Anayasası açısından köklü bir değişikliğe denk
düşmez.
Sadece egemen bloğun ikiye bölündüğünü
sergiler ki, bunu politik öngörü ve sezişe sahip herkes
görmektedir.
Söz konusu kamplaşmanın bir kanadını "ılımlı
İslâm" diğer kanadını ise "Ergenekon"
oluştururken; mevcut referandum paketinin tarafları, bu iki güç
arasında devam etmekte olan rekabettin kamplarıdır. Bu rekabette hangi
taraf baskın gelirse gelsin her iki durumda da sosyalistler ve
emekçiler ile yoksul halk yığınları her hâlükârda
kaybeden olacaktır.
Böylesi bir durumda sosyalistler, emekçiler ve
Kürtler kendilerine "yeni bir yol" açmalıdır. Bu
yüzden de "Ilımlı İslâma da, Ergenekona da Hayır…
Alayına isyan" deyip kendi taleplerini "Boykot"la
dillendirmelidir.
Görülmesi gerek: Egemen sınıf olarak örgütlenmiş
burjuvazi ve onun siyasal plandaki temsilcilerin iç tepişmelerinden
"çözüm" değil; olsa olsa,
çözüm imkânının koşulları çıkar; o da
bunu oligarşik yapının içindeki yarılmalara taraf olmadan,
derinleştirmek şartıyla…
Bunu unutan "mürekkep yalamış münevver"ler,
vatandaşlardan "Evet"/ "Hayır" oyu kullanmalarını
istiyorlar…
Onların "Anayasa Değişiklik Paketi"ne ilişkin muhtelif
rivayetlere göre: i) "Anayasa değişiklik paketine Hayır! demek
lazım. Yoksa AKP'yi onaylamış olursunuz! Evet, demek AKP'nin
dümensuyuna girmek demektir!" ii) "AKP değişimin tek
partisi olarak gözükmemeli… Evet, deyip sollamak lazım!
Veya 'Yetmez Ama bu kadarından bile Allah razı olsun… Evet,
diyelim! Hayır, demek statükoya onay vermektir,
darbeciliktir!"
Ancak kazın ayağı böyle değil!
Sormadan geçmeyelim: "Yetmez Ama"cılar, AKP
paketinin 12 Eylül Anayasası'nın özünü ne kadar
değiştirip değiştiremediğine kafa yordular mı?
"Sivil"likten söz etmek yetmez, bunun ötesine
geçip, önündeki engelleri kaldırmak gerek… Anayasa
tartışması bir hak ve özgürlükler tartışması olması
yanında, doğası gereği bir rejim tartışmasıdır
kuşkusuz…
Kaldı ki AKP vesayet rejimini tasfiye etmenin değil, vesayetin
müdahale araçlarını ele geçirmenin uğraşı
içindeyken; 12 Eylül Anayasası'nın ötesine berisine
yapılacak müdahalelerle darbe anayasasına demokratik bir öz
kazandırılamaz.
AKP'nin tadilat paketi 12 Eylül ile hesaplaşmıyor, tersine
12 Eylül'den, 12 Eylül'ün ruhundan, zihniyetinden
hizalanıyor.
Kaldı ki AKP paketi, 12 Eylül Anayasası'nın otoriter ve
antidemokratik içeriği muhafaza edilerek hazırlandı. Dar anlamda
referandumda tadilat paketi oylanacak olsa bile geniş anlamda oylanan 12
Eylül Anayasası olacaktır.
Zira sonuç itibarıyla oylanan 82 Anayasası'nın
değişiklikleridir. Referandumdan, değişiklikleri "Evet"
almış bir Anayasa'nın bir bütün olarak meşruiyeti de
kuvvetlenecektir. Dolayısıyla mevcut Anayasa kalıcılaşacak, parça
başı değişiklikler dışında köklü bir reform imkânını
iyice azaltacaktır.
Tam da bu noktada Ahmet İnsel, "Ne kadar ince eleyip sık dokusak
da, değişiklik paketinin hiçbir maddesinin bugün
yürürlükte olanı demokrasi açısından daha geri bir
noktaya götürdüğünü söylemek mümkün
değil," dese de AKP'nin "demokrat olduğu",
"demokrasinin önünü açtığı,
açacağı" varsayımının topluiğne kadar karşılığı
yoktur, olamaz da!
Belirtmeden geçmeyelim: "AKP değişimin partisi"
derken akıl sağlığınız yerinde mi?
AKP, bal gibi kapitalist statükonun partisidir; AKP, kapitalizmin
âli menfaatlerini kollayıp korumakla yükümlüdür;
sekiz senedir de bunu kanıtlamakla mükelleftir…
Bunlara "Evet, Evet!" diyorsanız; "Yetmez
Ama…" bunun neresinde…
İrfan Cüre'nin haklı olarak, "… 'İki
kere hayır' eşittir boykot" dediği koordinatlarda;
"Boykot tutumunu utangaç Evetçilik olarak yorumlamak, en
başta anayasa referandumuna ilişkin tutumu düzen içi
dalaşmanın ifadesi olan 'Evet-hayır'dan ibaret görmek ve
'hayır'ı da tartışmasız tek doğru tutum olarak
varsaymaktır. Oysa tam tersine ilk bakışta birbirine oldukça uzak
bir tutum gibi görünen 'Evet-hayır' tutumları sorunun
özü itibariyle birbirine en yakın iki
tutumdur."[24]
Konuya ilişkin olarak "Boykot Kimliktir" (17 Ağustos 2010)
yazısında şunları diyor Mihrac Ural: "Evet dediğimizde onaylanacak
anayasa paketi, gerçekte darbecilerin 82 anayasasının temel
parametreleriyle oluşmuş bir anayasayı onaylamak anlamına
gelecektir…
Hayır dediğimizde ise farklı bir yerde olmayacağız. Bu tavrın ilk
adımdaki sonucu, 12 Eylül anayasasının yürürlükte
kalmasına Evet demektir. Hayır diyenlerin bu referandumda bilinen ya da
oylanmaya sunulan bir alternatifleri yoktur.
Bu referandumda iki ayrı anayasa önerisi yok. Verilecek oy Evet
olsa da, Hayır olsa da sistemin ortaya koyduğu sınırlara kabul oy
verilmiş olacaktır…
Bu yanıyla Evet demek AKP'ye kan taşımaktır. Hayır demek
de CHP ve MHP'ye kan taşımaktır; tarihlerinin hiçbir
döneminde demokratik hiçbir anayasaya eğilim göstermemiş
milliyetçi-ulusalcı güçlerin yörüngesinde
olmaktır…
Evet ya da Hayır tutumuyla sayı olabilirsiniz. Boykot ise kimlik
kazandırır."
Ancak bu gerçeğe karşın hükümeti de, muhalefeti de,
biraraya gelip bizi sonu olmayan bir oyunun içine çekmeye
çalışıyor. Her ikisi de, ölümü gösterip
sıtmaya razı olmamızı istiyor.
"Evet"çiler, "Hayır derseniz Ergenekoncu,
darbeci olursunuz. 12 Eylül Anayasası'nı, zulmünü
savunur duruma düşersiniz," diyerek AKP statükosunu; 12
Eylül Anayasası'nın yeni biçimini
"çare"ymiş gibi yutturmaya çalışıyor.
"Hayır"cılar ise, "Aman Evet demeyin
Fettullah'ın politikalarını destekler duruma düşersiniz, AKP
düzeninin payandası olursunuz," diyerek, bizleri yamalı
bohçaya dönen 12 Eylül Anayasası'nın mevcut
hâline sahip çıkmaya çağırıyor.
Yani emekçiler, emek düşmanlarının hegemonya
mücadelelerine alet edilmek isteniyor.
Bizden, egemenlerin kayıkçı dövüşüne alet
olmamamızı, "eski-yeni 12 Eylülcüler'in
anayasaları"ndan yana olmamızı istiyorlar…
Bu mümkün mü? Elbette değil!
Kaldı ki 12 Eylül 2010'da yapılacak referandumla, 12
Eylül Anayasası yeniden yapılandırılmaya çalışılarak,
ömrü uzatılmaya çalışılmaktadır.
Erdoğan'ın söylediği gibi, "Bu anayasa bu kadar
değişir" ifadesi, aslında yapılanlardan ziyade yapılmayan ve
yapılamayan değişiklikler ile gündeme gelen anayasa oylaması
sürecinin sonuçsuz kalacağının net göstergesi
olmuştur.
Bu bağlamda "Vesayet rejiminde gedik açabilecek kısmı
değişiklikleri - iyileştirmeleri kapsayan bir referandum"dan
söz eden neo-liberal savrulmanın, zekâ düzeyinden sorunu
yoksa, niyeti bozuktur; tıpkı CHP/MHP önderliğindeki,
"anti-AKP"ci tutuma endekslenmek gibi…
Ve nihayet "Referandum, yaklaşan seçimlerin bir provası
niteliğini taşıyor. Bu seçimde işçileri, emekçileri
ve ezilenleri burjuvazinin iki kanadından
bağımsızlaştıracaktır"![25]
Önemi de buradadır!
BOYKOTA "İTİRAZ(LAR)"
Boykota "itiraz(lar)"a gelince, bunların çoğu
boykotun yanlışlığına değil, kafa sayısı hesaplarına uymadığı
noktasında…
Mesela bu konuda Gençay Gürsoy, "Evet ve hayır
dışında kalan, BDP ve ona yakın duran sol siyasi çevrelerin
benimsediği 'boykot', iktidarın ve muhalefetin her
türlü siyasi basiretten uzak bir tutumla
sürdürdüğü dışlayıcılığa karşı, en
anlaşılabilir ama sonuç alıcı ataklıktan yoksun bir siyasi
pozisyonu temsil ediyor," derken; İsmet Berkan da ekliyor:
"Benim aklım ermeye başladıktan sonra tanık olduğum ilk
seçim boykotu, yanlış hatırlamıyorsam 1979 ara seçiminde
sol grupların, özellikle de Dev-Yol ve Dev-Sol'un seçim
boykotuydu."
Ancak bu kategori dışında boykot konusunda "histeriler"
geçirenler de yok değil; "Yanlış zamanda haklı talepler
ileri sürmek, muhtemel bir müzakere ve diyalog sürecini
imkânsız hâle getirebilir… 12 Eylül'de
'evet'le birlikte Türkiye'nin zaptedeceği 'yeni
demokratik mevzi', Kürt sorununun, Kürtlerin razı
olmayacağı 'kelepir çözümü'nün
ötesinde arayışları mümkün kılacak bir 'siyasi
iklim' oluşturacağı için önümüz
açılacak. Türkiye'nin yakın geleceğine ilişkin
'büyük fotoğraf'ı görebilmek için
evet!" diyen Cengiz Çandar gibi…
Kürtlere "sabır" tavsiye eden Çandar'a,
Yalçın Yusufoğlu da şu yerince yanıtı veriyor:
"Referandumu niçin boykot ediyorsunuz?' diye
soranlar, AKP'ye dönüp 'açılıma ne oldu, bu ne
perhiz, bu ne lahana turşusu, KCK tutukluları ne zaman serbest
bırakılacak' diye sordular mı? Sormadılar.
Başbakan Dersim'i CHP'nin bombaladığını söylemiş.
Başbakan doğru söylüyor, 1937'de öyle olmuştu; ne var
ki, kendisi 2010'da Sakarya'da bu konuşmayı yaptığı sırada,
Tunceli 4. Tugay Komutanlığı'ndan kalkan Kobra ve Skorski tipi
helikopterler Zel Dağı, Kutu Deresi ve Dokuz Kayalıklar mıntıkasını
bombalıyordu. Tunceli'nin Wenk ve Halbori mıntıkasına dün (15
Ağustos 2010-b.n) yapılan bombardıman sonucu ise çıkan yangın
hâlâ sürüyordu. ANF haberine göre,
Temmuz'dan 10 Ağustos'a kadar bombardımanlar nedeniyle 61
alanda yangın çıkmıştır.
Sol adına 'Evet' diyen arkadaşlar, 'Evet'
kampanyasına ayırdıkları zamanlarının ve yazılarının onda birini
özerklik konusuna eğilmeye niçin ayırmıyorlar? Hiç
değilse bu konunun siyaset gündemine getirilerek tartışılması,
lehte, aleyhte, hakkında konuşulması için neden gayret
gözetmiyorlar? Demokratikleşmeye müdahil olmak böyle midir?
(…)
'Uslu çocuk ol', 'AKP'nin yaptıkları
sana da yarar', 'bekle sabret, hele şu vesayet rejimi bitsin,
gerisi kolay, AKP demokrasiyi sol destekle getirecek, sen de
destekle'den başka ne söyleniyor?"[26]
Neo-liberallerin bu konuda söyleyecek sözü olmalı!
Öte yanda ise, "boykot tavrı" bir
"teorisisizm" sorunu gibi paketlemeye kalkarak, "…
'Sosyalist' grupların referandumu 'matematiksel
olarak' etkilemeleri pek mümkün değilse de… Solda
teori önemlidir. Çoğu zaman dogmatik, kalıpçı
biçimde düşünce hayatımıza yansısa da, teorik
tartışmalar sol tarihimizin önemli unsurlarından birisidir.
Bu konuda karakteristik bir örnek vermek gerekirse... Bizim
'teyp Silo' diye bir arkadaşımız vardı. Lenin'in,
Marx'ın kitaplarından kitabın sayfasını vererek alıntı yapar,
karşı taraftakileri 'mat' etmeyi başarırdı. Karşı sol
grupların taraftarlarını bu şekilde ikna etmek mümkün
olabilirdi. 'Teyp Silo' olağanüstü hafızasıyla
sosyalistler arası tartışmanın efsanevi popüler figürlerinden
birisi hâline gelmişti. Teorinin bir şov unsuru olarak kullanılması
belki sempatik olabilir, ama 'teori şovu'nun toplumsal
çözüm açısından yetersiz olduğunu belirtmeye bile
gerek yoktur," demesine gelince; Oral Çalışlar bize, bu
tür işportacı ucuzluğuyla ahkâm kesmesin; ayıp
oluyor…
O da biliyor ki, boykot bağımsız-devrimci bir politika, duruşuyla da
"Evet"in de, "Hayır"ın da üzerinde
"Demokles'in Kılıcı" gibi sallanıyor…
Meselenin "Teyp Silo" metaforunu çoktan aştığı
ufukta Oral Çalışlar gibi, tüm neo-liberallerin ve de
"Hayır"cıların rahatsızlığı buradan kaynaklanıyor; yani
bağımsız-devrimci politikayı kendilerine endeksleyerek likide
edememelerinden…
Bakın bu konuda Oral Çalışlar ile ayrı yerde olsa da,
"Boykot iki defa evet anlamına gelecektir. Boykot bir
küskünlük ifadesi olarak kaldığı, sisteme alternatif bir
tutumu aktif olarak gündeme getirmediği takdirde pasif bir eylem olarak
bir anlamda egemen sınıfların politik arenada etkinliklerini
sürdürmelerine yardımcı olur… Bu imkândan
yararlanarak yığınlara gerçek demokratik
dönüşümlerin neler olduğu 'hayır' vesilesiyle
anlatılabilir," diyen Sosyalist Parti MYK Üyesi Mahir
Sayın'ın ifade ettiklerinin mantık(sızlığ)ı nasıl da
birbirleriyle örtüşüyor…
KÜRTLER ÜZERİNE HESAP(LAR)
Referandumda herkesin Kürtler üzerine hesap(lar)ı söz
konusu; ama en çok da AKP ile "Têr nake! Lê disa
Erê…/ "Yetmez! Ama Evet…""
diyenler!
Mesela "Evet"çilerden birisi, Süleyman Seyfi
Öğün, "Referandumdan evet çıkarsa kavga yatışacak.
Hayır çıkarsa kavga büyüyecek. Devlet daha sertleşecek.
BDP ve PKK hayırları güçlendiriyor. Bununla yüzleşmek
zorunda kalacaklar," diyor…
Radikal sosyalistlerden başkaldıran Kürtlere kadar uzanan
alternatife devlet (başında kim olursa olsun!) hep sert (ya da olması
gerektiği gibi) olmuştur… Bunun ötesindeki soru(n) ise
post-modern liberaller ile beyaz Kürtlere aittir… Ancak ne
yazıktır ki, post-modern liberallerden beyaz Kürtlere uzanan
yelpazenin çözümünden devrimciler sorumlu değildir;
onların buna taraf olması da beklenmemelidir!
Evet, Diyarbakır'da Sivil Dayanışma Platformu'nu
oluşturan 495 sivil toplum örgütü, Şanlıurfa'da ise
49 sivil toplum örgütü 12 Eylül 2010 günü
yapılacak referandumda Anayasa değişiklik paketine "evet" oyu
kullanacaklarını açıklayabilir; Diyarbakır'da 14 sivil
toplum örgütü 12 Eylül günü yapılacak
referandumda, aldıkları ortak kararla evet diyeceklerini açıkladı.
Ortak kararı açıklayan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası
Başkanı Galip Ensarioğlu, Anayasa değişikliklerini yeterli
bulmadıklarını ancak evet diyeceklerini söyleyebilir; bunun
üzerine de Murat Yetkin, "14 kuruluşun
sözcülüğünü yapan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi
Odası (DTSO) Başkanı Galip Ensarioğlu ve arkadaşlarının
çıkışıyla görüldüğü üzere artık
Diyarbakır'da PKK'nın yönlendirmesini reddeden sivil ve
bağımsız sesler yükselmeye başladı. Önemli olan bu..."
diyebilir!
Ancak bunlar esasa müteallik şeyler değildir; neo-liberallerin
hesapları yanlıştır; bu hesap Diyarbakır'dan
dönecektir…
Hem de "12 Eylül referandumunun, silahların sustuğu bir
ortamda gerçekleşmesi, Kürt halkının serbestlik içinde
'evet' kullanmasına imkân verecek.
BDP, 'boykot' kararından resmen dönmese bile,
'boykot' için tüm güçlerini seferber
etmediği ve 'halkın kararına saygılı davranacağını'
açıkladığı takdirde, Türkiye'nin kendi yararına olacak
'demokratik gelişmesi'nin önünü
açacak," diyen Cengiz Çandar'ın "ham
hayalleri"ne inat!
Bırakın, Oral Çalışlar da, "Asker, Kürt sorununun
müzakere yoluyla, diyalog yoluyla, siyaset yoluyla
çözülmesinin önündeki en büyük engel
olmanın yanısıra, sorunun en büyük yaratıcılarından biri olma
özelliğine de sahip. Askerî hegemonyanın gücünü
kaybetmesi, Kürt sorununun çözümünün zorunlu
koşulu," diyerek "Kürt Sorunu"nun T. "C"
sisteminden kaynaklandığı gerçeğini gölgelesin; ya da Ahmet
Altan, "Taraf'ta BDP'ye yer vermeyeceğiz," desin; bu
yalan, şantaj ve dayatmalar hiçbir şeyi
değiştiremeyecek…
Evet, kimi "pazarlık" iddiaları[27] ve
"soldan eleştiriler"e[28] karşın,
"Evet"ten "Yetmez Ama"sına, "Hayır"dan
"İstemesek de"sine dek herkes, farklı ve etkili bir duruşa
denk düştüğü için boykota, boykotçulara
düşmandır! (malum ya "İnsan cahil olduğu şeyin
düşmanıdır," der Hz. Ali…)
Boykotçular değerinizi bilin, öneminizi fark edin!
BDP'NİN TUTUMU
Yine de vurgulamak gerek; BDP'nin tutumu gel-gitli; onlar buna,
"Politikanın gereği deseler," de; bunu "Onaylamak"
mümkün değil!
Örneğin BDP kanadından "referandumu boykota devam"
mesajları gelmeye devam ederken Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK)
Genel Başkanı Ahmet Türk, "Hükümet ciddi hamle yaparsa
her şey değişebilir" dedi.
"BDP'nin boykot kararına ilişkin bazı basın yayın
organlarında çıkan, 'Boykot kararı yumuşatılabilir
haberlerinin gerçeği yansıtmadığını belirten BDP Eşbaşkanı
Selahattin Demirtaş, söylentiler için 'Kara
propaganda,' diyen" BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da
20 Ağustos 2010 akşamı miting için gittiği Şırnak
Cizre'de, "Yıllardır özgürlük mücadelesi
yürüten bir halk olarak, 12 Eylül'de tarih yazacağız.
Bizi yok sayanları, bizler de 12 Eylül'de onları yok sayarak
referandumu boykot edeceğiz," diye seslenirken; alanda
"İnadına boykot inadına demokrasi", "Anaların
gözyaşı dinmedi Erdoğan, kadınlar seni boykot edecek,"
sloganları atıldı.
BDP'nin bu noktadaki tutumuna ilişkin olarak eski Diyarbakır
Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu, BDP'nin referandumda
"sandığa gitmeme" kararını doğru bulmadığını ancak
hükümetin de "evet" potansiyeli yüksek olan bir
yerde sandık protestosunun aleyhine olacağından korktuğunu
söylerken; İsmail Beşikçi Hocamızın, "BDP pakete destek
vermeliydi" vurgulu, "BDP'nin bu konudaki tutumunu olumsuz
buluyorum… Kürtler referanduma destek
vermelidir,"[29] söz ve tutumunu onaylamamız
mümkün değildir!
"SONUÇ YERİNE"
Diyeceklerimizi, şimdiye dek dile getirdiklerimizi bir kez daha
vurgulayarak, şimdilik "sonluyor"; bu kayıt altına almanın,
tartışmanın çok önemli olduğunun altın ı bir kez daha
çiziyoruz.
- AKP'nin "sahte" Anayasa değişikliği paketi, bu
partinin "hükümet" olmadan "iktidar" olmaya
yönelen bir hamlesinden ibarettir. "Çocukları istismardan
koruma", "gazilere, yaşlılara ayrıcalık",
"seyahat özgürlüğü", "kamu
çalışanlarına (grevsiz) toplu sözleşme hakkı"
gibi göz boyayıcı maddelerin örtemediği, yargı kurumunu denetim
altına alma gayretidir: ve bu, tüm alanları merkezin tekeline veren 12
Eylül mantığının devamıdır!
- Bu "paket", Türkiye'de emekçileri,
işçileri, Kürtleri, Alevileri, kadınları, gençleri,
yoksulları… Kısacası sistemin tüm "mağdur ve
madûnlarını" AKP'nin kuyruğuna takma telaşındaki
"(neo-)liberal aydınlar"ın öne sürdüğü
"vesayet sisteminden kurtulma",
"özgürleşme" perspektifleriyle uzak-yakın ilişkisi
yoktur. Tam tersine, başka bir "vesayet"i, "sermayenin
(neo-liberal) vesayeti"ni devreye sokacak düzenlemelerin
önünü açmaktadır.
- "Hayır" ise, mevcut statükoda en ufak değişiklik
girişiminde ortalığı ayağa kaldıran CHP/MHP bloğunun 12 Eylül
rejiminin "aziz hatırası"na kayıtsız-koşulsuz
bağlılığının takipçisi olmaktan başka bir anlam
taşımamaktadır…
- "Evet" ile (zıt ikizi) "Hayır",
çatlamış egemen bloğun birbiriyle kıyasıya mücadele
içindeki iki fraksiyonunun önümüze sunduğu, ve her
biri kendisini restore etmeyi hedefleyen iki
seçenek(sizlik)tir: Bu iki seçeneği elinin tersiyle iten,
ve bu coğrafyada emekçiler, işçiler, Kürtler, Aleviler,
kadınlar, gençler, yoksullar, kısacası sistemin tüm
"mağdur ve madûnları" için gerçek bir
"Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik" düzeninin
Anayasası'nı mücadeleleriyle yazmaya talip devrimci
seçenek, önümüzde durmaktadır. Boykot,
TÜSİAD/MÜSİAD eliyle "statükocu/(neo)liberal",
"laikçi/(ılımlı)
İslâmcı", "garnizon/cemaat",
"askerî vesayet/polis devleti" ikilemlerine kilitlenmiş
açmazı bir tekmede kırıp çıkma tavrıdır!
Şu hâlde;
i) Biz(ler)e "Evet"/ "Hayır"ı layık
gören politika(sızlık)lar, Erich Kaestner'in, "Politika
Dışındakileri Kutlama" dizelerindeki açmazın
sözcüleri, taşıyıcılarıdır:
"Ne çıktı, ne de çıkar sesiniz/ Diledikleri gibi
yapsınlar, dersiniz./ Olur mu devletin işine karışmak?/ Siz oturun,
bekleyin o kadar!/ Sanki bir dişçidir başucunuzda kader/ Sizin
ödeviniz de ağzınızı
açmak…"[30]
ii) Şimdi buna itiraz ederek, Kemal Özer'in şiirindeki
umutla silahlanma zamanıdır: "Bir sabah ayağa kalktık/ aynı anda,
birbirimizden habersiz;/ gözlerimiz yoksul ve kocaman./ birlikte
çarpıyordu artık/ aynı saçağın altında
yüreklerimiz./ Yürüdük yaşamı savunmak için/ bir
yanda umut, bir yanda düşman…"
iii) Evet, gün birleşerek bağımsız-devrimci çizgide
ilerleme günüdür; Attila Jozsef'in
'Kalabalık' dizelerindeki üzere: "İş ve ekmek.../
Dalgalar gibi art arda/ Yürüyor kalabalık, haykırarak/
Yumruklarından taşlar fışkırıyor/ Kaya parçaları ve kafanıza/
Yediğiniz bir darbeden sonra/ Kendinize gelirken/
Gördüğünüz kıvılcımlar./
Kalabalık…"
iv) Nihayet birgün, "Güneştir benim Cumhuriyetim./
Canavarların suratına,/ sıkılmış bir yumruktur benim Cumhuriyetim!/
Benim Cumhuriyetim parmaklıklar arasında/ parlayan o
küçük, karlı gök karesidir…/ Umudun
mayasıdır/ Yıkılmaz anıtıdır zorlu aklın/ ve tan vaktidir/
yoksulların, ezilmişlerin, aşağılanmışların," diyebilmek
için Andre Laude'nin dizelerindeki üzere…
25 Ağustos 2010 16:31:35, Ankara.
N O T L A R
[1] José Saramago.
[2] Thomas More, Sokrates'ten Aşık Veysel'e
İnsan, Toplum ve Yönetim Üstüne Denemeler, Işılay
Narin-Onur Ünlü-Sedenay Akgün-Senem Özçalcı,
Umuttepe Yay., 2010.
[3] Zvi Bar'el, "Kemalizm Yerine
Erdoğanizm", Ha'aretz, 1 Ağustos 2010.
[4] "Tıpkı 'resmî vesayet
yoktur' zihniyeti gibi 'sivil vesayet yoktur' zihniyetinin
de tedavisi kolay değildir." (Aziz Çelik, "Sivil Vesayet
mi, Paranoya mı?", Radikal İki, 22 Ağustos 2010, s.6.)
[5] Hakan Mıhçı, "Ölü Doğmuş
Proje Demeti Olarak Açılımlar ve Referandum", Cumhuriyet, 15
Ağustos 2010, s.2.
[6] Hakan Mıhçı, "Ölü Doğmuş
Açılımlar ve Referandum", Radikal İki, 8 Ağustos 2010,
s.6.
[7] Ergin Yıldızoğlu, "Hegemonya, 'Yumuşak
Güç', Takıyye", Cumhuriyet, 28 Temmuz 2010,
s.4.
[8] Bkz: Hanefi Avcı, Haliç'te Yaşayan
Simonlar. Dün Devlet, Bugün Cemaat, Angora Yay., 2010.
[9] Muhammed Nureddin, "Referandumda AKP Değil,
İlerleme Oylanacak", Haliç, 14 Ağustos 2010.
[10] Efe Peker, "AKP'nin 12
Eylül'ü", Radikal İki, 8 Ağustos 2010, s.1-8.
[11] "Sahibinin Sesinden 'Evet' Desteği
Geldi", Birgün, 2 Ağustos 2010,
http://www.birgun. net/actuel_
index.php? news_code= 1280749877&day=02&month=08&year=2010
[12] Burak Çelik, "2010 Anayasa
Değişikliği: Bir Bilanço Denemesi", Birgün, 14 Ağustos
2010, s.11.
[13] Fikret Başkaya, "Demokrasiyi Nasıl
Bilirsiniz?", Çığırından Çıkmış Bir Dünya,
Özgür Üniversite Kitaplığı.
[14] Fikret Başkaya, "Demokrasi: Bir Kavrama Dair
Yanılsama ve Gerçek", Özgür Üniversite Forumu,
No:9, Ekim-Aralık, 1999, s.28.
[15] "MESOP Yürütme Kurulu, 12 Eylül
günü yapılacak kısmi anayasa değişikliği referandumuna
ilişkin tavrını belirledi. MESOP'un konuya ilişkin
açıklamasında, "Biz Kürdistanlı komünistler,
değişiklik paketini 'demokrasi ve özgürlükler
paketi' olarak algılamıyoruz. Ancak, bu değişiklik paketi,
ırkçı Kemalist rejimde küçük bir gedik
açacağından ve demokratik bir anayasa için halkları,
emekçi sınıfları, devrimci güçleri dinamize
edeceğinden, referandumda oyumuzun renginin 'evet' olması
gerektiğine inanıyoruz. Halkımıza çağrımız bu
doğrultudadır" denildi." (Newroz, Yıl:4, No:140, 29 Temmuz
2010, s.3.)
[16] Ömer Faruk-Murat Özgünay,
"Haklı Kalmak mı, Güçlü Olmak mı?", Radikal,
20 Temmuz 2010, s.17.
[17] "İşte O Aydınlar ==>> - Oğuzhan K.
– FriendFeed",
http://friendfeed.com/ohankay/212d3efc/iste-o-aydnlar?embed=1
[18] Konuşmanın görüntüleri
DailyMotion'da aşağıdaki linkte yer alıyor:
http://dai.ly/bwvEkd
[19]
http://www.milliyet.com.tr/-akp-kuyrukcusu-elestirisi-kizdirdi/siyaset/haberdetay/06.05.2010/1234303/default.htm
[20] Aziz Çelik, "Ufuk Uras'a
Açık Mektup", 16 Ağustos 2010, (turnusol.biz):
www.sendika.org
[21] Fadime Özkan, "Darbeciler Allah'tan
Değil Milletten Bulacak", Star Gazetesi, 26 Temmuz 2010.
[22] "DSİP küçük bir siyasi parti
ve referanduma 'evet' diyen iki sol partiden birisi. Diğer
'evetçi' sol parti ise EDP (Eşitlik ve Demokrasi
Partisi). EDP'nin Genel Başkanı Ziya Halis, yaptığı bir
açıklamayla 'evet' oyu davetini gerekçeleriyle
açıklaması basında epey yankı buldu…
Ve söylediklerinin tümünü toparlayan Türk solu
adına umut veren şu tespiti yaparak bitiriyor sözlerini EDP'nin
Genel Başkan Yardımcısı: 'Türk solunda önemli bir
değişim var. Kendi içine konuşan solun dışında,
Türkiye'ye konuşmak isteyen solcular var. Biz böyle bir
yarılmanın üzerine oturuyoruz. Bunu temsil ediyoruz...' Sol
adına umutlu olunacak bir durum bu... Dileyelim bu yarılma
derinleşsin..." (Ali Bayramoğlu, "Sol'da Farklı Duruş
ve Yeni Bir Çıkış...", Yeni Şafak, 23 Temmuz 2010,
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=23.07.2010&y=AliBayramoglu)
[23] "Ne iyi ki, solda içimizi ferahlatan
EDP, DSİP gibi örnekler var. Ne iyi ki, referandumda 'evet'
için kolları sıvamış pek çok solcu ve pek çok sivil
toplum inisiyatifi var." (Nabi Yağcı, "Neler Oluyor",
Taraf Gazetesi, 7 Ağustos 2010.)
[24] "… 'Hayırcı' Solcuların
Mazeretlerine Yanıtlar", Kızıl Bayrak, No:2010/32, 13 Ağustos 2010,
s.4.
[25] Sungur Savran, "İşçi Hareketine Ne
Yapmalı?", Radikal İki, 15 Ağustos 2010, s.5.
[26] Yalçın Yusufoğlu, "Evet / Hayır /
İkisine de Hayır", Sesonline, 16 Ağustos 2010, 2010.
[27] Murat Yetkin, "Öcalan'ın
Referandum-Ateşkes Pazarlığı"ndan söz edip, "Pazarlık
ve talepler"in (Murat Yetkin, "Öcalan'ın
Referandum-Ateşkes Pazarlığı", Radikal, 16 Ağustos 2010, s.11.)
altını çizerken; "1) Etnik vatandaşlık tanımı olmayan yeni
anayasa 2) PKK operasyonlarının durması 3) 'KCK'dan
tutuklularının serbest kalması 4) Düşük seçim barajı 5)
Siyasi çözüm için müzakere koşuluyla…
BDP, referandumu boykot etme kararını, 'hükümetin kendi
ortaya koydukları koşulları kabul etmesi durumunda yeniden
değerlendirebileceklerini açıkladı." (Yurdagül Şimşek,
"BDP 'Evet' Pazarlığı İçin Beş Şart Öne
Sürdü", Radikal, 19 Ağustos 2010, s.11.)
[28] "Emekçilerin ve Ezilenlerin Boykot
Cephesi de anayasal hayaller peşinde sürükleniyor…
Kürt hareketinin sınırları cephenin de sınırlarını
çiziyor…" ("Emekçilerin ve Ezilenlerin
Boykot Cephesi de Anayasal Hayaller Peşinde Sürükleniyor",
Kızıl Bayrak, No:2010/31, 6 Ağustos 2010, s.5.)
[29] İsmail Beşikçi, "Referandumda
'Hayır' Kürtlere Kaybettirir", Taraf, 7 Ağustos
2010, s.9.
[30] Erich Kaestner, "Politika Dışındakileri
Kutlama", çev: Behçet Necatigil.