Yılların Liberali Nasıl
Marksist Oldu - Enis Üser
G M Tamas
Macaristan'da komünist rejime karşı ilk bayrak
açanlardan. Muhaliflikten yola çıkarak, rejimin devrilmesi
sonrasında, politikanın en yüksek kademelerine kadar çıkıyor
ve büyük düş kırıklığına uğrayarak kendisine yepyeni
bir rota çiziyor. Şu anda Budapeşte'de felsefe
profesörü olan Tamas İngiltere'de yayınlanan International
Socialism adlı derginin 2009 Yaz sayısı için yaptığı
söyleşide günümüzün politik, ekonomik ve ideolojik
kavgasını anlamamıza yarayacak önemli ipuçları veriyor.
Söyleşiyi özetleyerek, derleyerek veriyoruz.
Rejime karşı muhalefete 1970'lerin sonunda
başladım. Hareketimiz özgürlükçü soldan
esinleniyordu. Zamanla liberalizmi benimsedik. Kimimiz, ben mesela,
liberalizmimizi aşırılıklara vardırdık. Orta ve doğu Avrupa'daki
eski sosyalist ülkelerde bizim gibi muhalif grupların ideolojik ve
sosyolojik kökenleri hep soldu. Kavgamız başlangıçta
sosyalizm değil, Stalinizm'le idi. Marksist yönüm
çok ağır basmıyordu, ancak özgürlükçü
sosyalist idim. 1988'lere geldiğimizde bir kırılma yaşadık ve
liberal insan hakları söylemi ön plana çıktı. Bu
kırılma her yerde ayni şekilde yaşandı. 1990'ların ortasına
kadar benim diğer çağdaşlarımdan bu anlamda bir farkım olmadı.
On beş yıllık muhaliflik yaşamımda bana iş vermediler. Gizli
çalışmak zorunda kaldım. 1986 yılında yurt dışında
öğretmenlik yapmama izin verdiler. ABD, İngiltere, Fransa gibi
ülkelere gittim, Oxford Üniversitesi'nde araştırmalar
yaptım. 1988 yılından itibaren rejime karşı muhalefetim organize ve
formel bir nitelik kazandı. Mitinglerde konuştum, protesto hareketleri
örgütledim. Sivil toplum şahlanmış, binlerce örgüt
ortaya çıkmıştı. Çok güzel günlerdi onlar.
1988-1992 yıllarını hep konuşarak, tartışarak geçirdik ve
hiç uyumadık.
Tüm bunlar hiçbir netice vermeyen, sosyolojik
hayal kurmaktan öteye geçmeyen faaliyetlerdi ancak biz bunu
özgürlük olarak algıladık ve de öyle olmasını umut
ettik. Ben bu gelişmelerin tam ortasındaydım ve sonunda Özgür
Demokratik İttifak'ın temsilcisi olarak parlamentoya
seçildim. Bu parti rejim muhalifleri tarafından kurulmuştu,
parlamentonun ikinci büyük partisi idi. Liberal bir parti idi, ben
de partinin en sağ kanadında yer alıyordum. İnsan hakları
açısından-azınlık hakları, kültürel
özgürlükler, eşcinsellerin eşit hakları-solda olup
Amerikan liberalizminden esinleniyordu. Ancak ekonomik politikalar
açısından neo-con bir partiydi. Ben bu karışımın doğruluğuna
inanmıştım.
SINIF SAVAŞINDA KARŞIMIZA ÇIKAN
SÜRPRİZ
İlk seçim kampanyamızda kendimizi has
düşman olarak gördüğümüz Stalinist partiyle
mücadeleye hazırlamış iken birden kendimizi hiç tahmin
etmediğimiz şekilde muhafazakar sağ ile kapışmış bulduk. Muhafazakar
sağ bize "Yahudi komplocuları," "atalarımızın
düşmanları," gibi sloganlarla saldırıyordu. Bu bir anlamda
eski günlerin "batıcılar-ulusalcılar,"
"kozmopolitanlar-vatanseverler," şeklindeki ön
yargıların devamı niteliğindeydi. Ve kaçınılmaz olarak Macar
sağının acayip, antika tekerlemesi olan "yabancı
hayranı," "soyu köklü," ifadelerini de bu
arada hatırlayalım. 1990'larda başlayan bu çekişme
bugün aynen devam ediyor. 1988-89 yıllarına kadar Stalinistlerin
"sizi asacağız," şeklindeki tehditlerine
alışmıştık ve bunların devam edeceğini bekliyorduk. Halbuki
karşımıza ulusalcı sağ çıkıverdi. Posterlerimi yırtıyorlar,
üzerlerine gamalı haç işaretleri yapıyorlardı. Ne var ki bu
hezeyanlar geniş seçmen kitlesi tarafından destek
görmüyordu.
GERÇEKLER ORTAYA ÇIKIYOR
1994 yılında kafam karışmış bir şekilde
profesyonel politikayı bıraktığımda seçimleri sosyal-demokrat ve
liberal karışımı güçler kazanmıştı. Bu gelişme
karşısında ulusalcı sağ tehdidi ortadan kalkmış gibi oldu. Bu arada
geriye dönüp baktığımda, politikanın en yüksek
mevkilerinde görev yaparken 2 milyon kişinin işini kaybettiğinin
farkına vardım. Bu gelişmelerin olduğundan politikacılar
konuşmalarında hiç bahsetmemişti. Hayatımın en utandığım
umursamazlık olayıdır bu. Politik tartışmalar anayasal haklar
için, devlet radyo ve televizyonunun kontrolü için
yapılan kavgalar, monarşi mi cumhuriyet mi çekişmesi üzerine
yoğunlaşmış yaşamsal sorunlar es geçilmişti. Politik
mücadelede kamplaşma önemsizdir demiyorum. Ancak üzerimize
çökmüş bulunan ekonomik felaket karşısında kamplaşma o
kadar ön plana çıkmamalıydı. Bizler ise bu ikisi arasındaki
ilişkiyi göremiyorduk. Yeni egemen sınıf neden medyada tekel kurmak
istiyordu? Çünkü gittikçe fakirleşen
çoğunluğun desteğini yitirmişti. O kadar naiftik ki, kendimizi,
koşullarımız bakımından hiçbir anlamı ve etkisi olmayan klasik
liberalizm söylemine kaptırmış gidiyorduk. O nedenle Macaristan
Liberal Partisi yok olup gidecek ve buna da müstehak.
Yasa meclise geldiğinde durumun farkına vardım ve bir
daha seçimlere girmemeye karar verdim. Sakın bunları sadece
Macaristan'a özel bir durummuş gibi düşünmeyin.
Sibirya'dan Prag'a, Alma Ata'dan Doğu Berlin'e
sorun hep ayni idi. Yapılanlar ekonominin transfomasyonu olmayıp tam
tersine toptan çökertilmesiydi. Kapitalizmin yıkıcı
gücünün en şiddetli bir şekilde sergilendiği bir
tecrübeydi. Yöntem dünyanın her yerinde ayni idi:
küçülme, taşeronlaştırma, özelleştirme ve
insanları sokağa atma. Yeni pazarlar arayan yabancı sermaye gelmiş ve
bedavaya satın aldığı imalat sektörünün kapısına kilit
vurmuştu. Bu uygulamalar her yerde oluyordu. İşçiler yığınlar
halinde işlerini kaybediyordu. Ama bizim açımızdan bir farkı
vardı bu uygulamaların: yaşam biçimimizi yok ediyorlardı.
Komünist rejimin yıllar boyunca oluşturduğu modern ve şehirleşmiş
toplumun üretim tarzları, kültürümüz birer birer
yok edilmişti. Yerine gelen daha iyi bir şey, yapılan bir değişim
olmayıp ekonomiye son verilmekteydi. Bir medeniyet yok edilmişti.
1990'larda devlet diye bir şey kalmamıştı-çöküş
bütünseldi. Ve bunlar olurken bizler, toplumun krem tabakası,
özgürlüğün, açık toplumun,
çoğulculuğun, fantezi dünyasının, keyif için
yaşamanın zaferini kutluyorduk. Zevk düşkünlüğüne
kapılmıştık ve bundan olağanüstü utanç duyuyorum.
Bir yandan da işlerin iyi gitmediğini seziyordum.
Yazılarımda bu düşüncelerimi aktarmaya çalışıyordum.
Ancak analiz diye ortaya koyduklarım içi boş politik safsatalardı.
Mesela Amerika'nın Balkanlar'daki politikaları, Körfez
Savaşı, gidişattan genel bir memnuniyetsizlik-bunlar göstergeydi. Ne
var ki biz bunların geçici şeyler olduğunu
düşünüyorduk. Geçiş dönemi sıkıntılı, ancak
sonunda her şey güzel olacaktı. Olmayacaktı, olmuyordu. O nedenle,
düşüncelerimizdeki yanlışların kaynağına inebilmek
için kendimi tekrar okumaya verdim. Teori çalıştım, ekonomi
ve tarih konularına daldım tekrardan. Bu çerçevede
Liberalizmin muhafazakar eleştirisini inceledim ve bu inceleme bana
Marksizm'e geçiş yapmam konusunda yardımcı oldu. Ben
hiçbir zaman iyi bir Marks öğrencisi olamamıştım daha
önceleri. Pazar ekonomisine geçişin neden o şekilde bizdeki
gibi olduğu, pazar ekonomisinin ne genelde ne de eski sosyalist
ülkeler için yeterli olamayacağı konularına kafa yordum,
anlamaya çalıştım. Bunları öğrenmem çok uzun
sürdü ancak sonucunda yep yeni bir kişilik ve düşünce
yapısı kazandım.
Macaristan'da muhalefet hareketi sol gelenekten
geliyordu. 1980'lerde Batı ülkelerini dolaşmıştık. O nedenle
modern kapitalizmin günahları hakkında bilgimiz vardı, buna rağmen
onu tümüyle kabul ettik. Çünkü Sovyet tipi bir
sistemi soldan değiştirmenin olanaksız olduğunu
düşündük. Amacımıza hizmet edeceği düşüncesiyle
kapitalizmi seçerken tercihimizin bedelini ödemeye hazırdık.
Biz buna bedel diyorduk ama aslında bu kapitalizme olan aşkımızdı.
Artık bundan sonra kafası karışık
özgürlükçü sol akıma tekrar dönemem. Sosyal
devleti amaçlayan sosyal-demokrasinin de zamanının geçtiğini
düşünüyorum. Sosyal-demokrasi tüm eksikliklerine
rağmen iyi bir sistemdi ve uzlaşma kültürü üzerine
kurulmuştu. Şimdi uzlaşmadan söz etmek olanaksız, sadece sermayenin
mutlak egemenliği geçerli. Kapitalizmin şimdiye kadar her
türünü denedik:sosyal-demokrasiyi, Nasyonal Sosyalizmi,
askeri diktatörlüğünü, Katolik korporatist şeklini,
vs.. Ve sorunlar hala devam ediyor. Dolayısı ile burjuva akımlarla
yolları ayırdıktan sonra geriye bir şey kalmamıştı. O nedenle
devrimci Marksist olmaya karar verdim. Bundan başka daha saygın ve
akıllı bir yol göremedim. Yapılanları görüyoruz,
kapitalizmi insancıl bir şekil vererek kurtarma olanağı
kalmamıştır.
GÜNÜMÜZDE MACARİSTAN'IN
HALİ...
Sanayi ve tarımımız çökerttirildikten
sonra egemen politik sınıf Macaristan'ı dünyanın finans
merkezi yapacağı iddiasını ortaya attı. Tam bir deli saçması.
1990'ların başında, ekonomi tamamen çöktükten sonra
biraz yabancı sermaye geldi. Ucuz emek bolluğu vardı. Orada burada
inşaat faaliyetleri filan. Yabancı sermaye şirketleri kapatmak
için satın alıyordu. Böylece rekabeti yok edip pazarda tekel
olmaktı amacı. Ancak işsizlik olağanüstü boyutlara varınca
talep diye bir şey kalmadı. Sonuçta uluslararası tekeller şimdi
ülkeyi terk ediyor.
Şu anda emeklilerin sayısı özel sektörde
çalışanlarınkini geçmiş durumda. Yaşam standardı dibi
gördü, çalışma saatleri devamlı artıyor, her yer
işsizler ordusu ile dolup taşıyor. Macar halkı hayatında hiç
görmediği, alışık olmadığı şekilde aç geziyor.
1970'lerde, 1980'lerde bölgenin en gelişmiş, refah
içindeki ülkesiydi. Şu an politik kavga gittikçe eriyen
kamu kaynaklarını ele geçirme savaşından başka bir şey değil.
Kavganın bir ucunda orta sınıf var diğer ucunda nüfusun geri kalan
bölümü. Herkese yetecek kadar kaynak yok. Tam da aşırı
sağa yol açacak bir durum. "Sosyalist"
hükümet sosyal harcamaları devamlı kesiyor. Bu da sınıf
kavgasına ırkçılık ve polisiye tedbirlerle yaklaşmayı
beraberinde getiriyor. Sosyal yardıma muhtaç olanlar aşağı bir
ırk veya tembel insanlar olarak yaftalanıyor. Çözüm
olarak önerilenler ise daha fazla polis, daha fazla hapishane ve bu
şekilde proletarya kontrol altında tutulmak isteniyor.
Bu nefret ortamında bir yandan emekliler, işsizler,
sosyal yardım alanlar "parazit" olarak
görülüyor, diğer taraftan da bu görüşe karşı
egemen sermaye "kökü dışarda güçler"
olarak nitelendiriliyor. Bu toplumda el emeği ile çalışanlara
karşı nefretlerini artık saklamıyor insanlar. Batılı liberallerin
Doğu Avrupa'daki ırkçılığı, neo-faşizmi, zenofobiyi
eleştirmesi köksüz kozmopolitan finansa sermayesine, yaşam
hakkını yok eden "politik doğruculuk" tavırlarına
karşı halkın gösterdiği ulusal direnci zayıflatmayı
amaçladığı şeklinde algılanıyor. Bugünün
Macaristan'ında bir yanda burjuvazi, orta sınıflar, uluslararası
sermaye farklı fakat çakışan menfaatleriyle iktidar koalisyonu
oluşturmuş vaziyette işçi sınıfına ve marjinalleşmiş
kesimlere karşı savaş açmış durumda. Şu anda ezilenler bu
saldırıya karşı bir alternatif üretememiş durumda: ama bir
alternatif bulmak zorundayız.
Kaynak:
devrimcidinamik.blogspot.com, www.odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder