2 Ağustos 2010 Pazartesi

Bugün boykot, yarın Üçüncü Cephe! / Sungur Savran

Bugün boykot, yarın
Üçüncü Cephe! / Sungur Savran

Timsahlar gözyaşlarını
akıtadursunlar, 12 Eylül cuntasının Türkiye'ye bir
cendere olarak giydirdiği siyasi-hukuki rejim, referandumdan sonra da
sıhhat ve afiyette olacak. Bunun sayısız nedeni var. Sözde solculuk
adına, 12 Eylül'e karşı çıkmak gerekçesiyle
referandumda "evet" oyu kullanmak gerektiğini ileri
sürenlerin argümanlara cevap vermeden mugalataya devam
edeceklerini bilmemize rağmen, bu nedenlerden bazılarına değinelim.
/>

Toplumsal şekerler
Bir kere, dar anlamda anayasa hukuku alanında bile, referanduma sunulan
değişikliklerin 1982 Anayasası'na darbe vurması söz konusu
değil. 1982 Anayasası daha önce defalarca değiştirildi.
2001'de yapılan ve Milli Güvenlik Kurulu'nun yetkilerini
yeniden tanımlamayı da içeren değişiklik, bugünkünden
çok daha önemli idi. Buna rağmen, 12 Eylül mirası rejim
devam etti. Bugünkü sözde çok önemli
değişikliklerin çoğu şu ya da bu toplumsal kesime
(işçiler, kamu emekçileri, kadınlar, 12 Eylül
karşıtları) verilmiş şekerler niteliğini taşıyor. Bir
bölümü, AB uyum faaliyetleri dolayısıyla zaten
yapılacaktı. AKP onları buraya sokuşturarak "evet"
oylarını artırmaya çalışıyor. Bir bölümü ise
işlevsiz, göstermelik değişiklikler. Güya 12 Eylül
katillerinin yargılanmasının önünü açan, ama
(başka hukuki engeller bir yana) zaman aşımı dolayısıyla işe
yaramayacak olan Geçici 15. maddenin kaldırılması gibi.
Anayasa hukuku alanında kaldığımızda bile, bu değişiklik paketinin
esas çekirdeğini oluşturan maddeler, bu sayfalarda daha önce
de yazmış olduğumuz gibi (bkz. "1982 Anayasası'nın liberal
taraftarları", Radikal İki, 4 Nisan 2010) büyük
ölçüde 1982 Anayasası'nın mantığının damgasını
taşıyor. 1982 Anayasası, YÖK'ten RTÜK'e
birçok kuruma üye atanmasını, sorumsuz bir cumhurbaşkanının
yetkisine vermişti. AKP değişiklikleri bu yönelişi yüksek
yargı kurumları bağlamında derinleştiriyor. 1982 Anayasası Adalet
Bakanı ve müsteşarını, Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu'na yürütmenin Truva atı gibi
yerleştirmişti. 
AKP değişiklikleri bunda ısrar ediyor. 1982 Anayasası, YAŞ kararlarını
yargı denetiminden muaf tutarken aynı şeyi cumhurbaşkanının
tasarrufları için de yapmıştı. AKP değişiklikleri ilkini
kaldırırken ötekini gidermeye zahmet bile etmiyor!

12 Eylül yalanları
Ama asıl önemli olan, dar anlamda anayasa hukuku alanının dışına
çıkarak 12 Eylül cuntasının Türkiye'ye miras
bıraktığı siyasi-hukuki rejimin ayırt edici özelliğinin ne
olduğunu sormaktır. Düzenin sözcülerinin bu konudaki
suskunluğu manidardır: Tamam 12 Eylül çok baskı yaptı,
işkenceye, idama, düpedüz adam öldürmeye başvurdu,
tamam geride cendere gibi bir rejim bıraktı da, neden? Bu soruya cevap
vermeden 12 Eylül'ün reddinin, bırakın mümkün
olmasını, tartışılmasına dahi başlanamaz.
12 Eylül, 1960-80 döneminde muazzam güçlü bir
sınıf mücadelesi veren ve sayısız mevzi kazanan işçi
sınıfının, sadece ekonomik kazanımlarını değil
örgütlülüğünü ve haklarını da elinden almak
için yapıldı. Başka şekilde söyleyelim: 12 Eylül
Türkiye'de sınıflar arası güç dengelerini,
işçi sınıfını kıskıvrak bağlayarak sermaye lehine
değiştirmek için yapıldı. Bu kadar eza, bu kadar ceza her şeyden
önce bunun içindi. Bu görüşü kabul etmeyen
tersini ileri sürsün, tartışalım. Çok yararlı bir
tartışma olacağına kuşku yok.
Yok, eğer kimse tersini ileri sürecek kadar pusulasını
şaşırmadıysa, o zaman buradan mantıksal bir kaçınılmazlıkla
şu sonuç çıkar: 12 Eylül'ün miras
bıraktığı siyasi-hukuki rejimin özü buysa, işçi
sınıfını kıskıvrak bağlayan yönlere dokunmayan bir değişiklik
söz konusu olduğunda, 12 Eylül'ün reddinden söz
edilemez. AKP, işçi sınıfına ve emekçilere karşı 30
yıldır sürdürülen sermaye saldırısını en üst
perdeye yükseltti. Önümüzdeki dönemde de
işçi sınıfına saldırıyı sürdürmeyi planlıyor
(özel istihdam büroları, kıdem tazminatının budanması,
bölgesel asgari ücret, 12 Eylül'ün sendikal
yasalarını yasakları asgari düzeyde yumuşatarak
güncelleştirmek vb. vb.) Bu durumda siz "yetmez, ama evet"
derken neden söz ediyorsunuz? Ne var ki "yetmez" olsun?
/>
Solda sınıf politikasını bırakanların kaderi budur: Burjuvazinin
büyük işçi ve emekçi kitlelerinden
gerçekleri gözlerden saklama çabasına soldan siper
olmak. Kendilerine ihsan edilen gazete köşelerinde ya da
televizyonlara çıkarak, AKP'nin sefil anayasa
değişikliklerini 12 Eylül karşıtlığıymış gibi savunan
"solcular", bu yaptıklarıyla 12 Eylül'ün
sınıf karakterini işçilerin ve emekçilerin
gözünden saklama işinde yardakçılık yaptıklarını
göremeyecek kadar mı karşı safa geçtiler? Yoksa bile bile mi
yapıyorlar bunu?

Boykottan Üçüncü Cephe'ye
Peki, bu anayasa değişikliği paketi 12 Eylül'ü bitirmekle
ilgili değilse, konusu ne? Neden yapılıyor, nasıl bir sonuç
yaratacak? Bu paket, doğrudan doğruya burjuvazinin iki cephesi,
Batıcı-laik cephe ile İslamcı cephe arasında yıllardır devam eden
politik iç savaşın yeni bir muharebesi olarak görülmeli.
Parlamento ve hükümet düzeyinde güçlü bir
hakimiyete sahip olan AKP, Batıcı-laik burjuvazinin kendi karşısında yer
alan kurumlarından orduyu üst üste yaptığı hamlelerle zor
duruma düşürdükten, sivil bürokrasiyi kendine yakın
kadrolarla doldurduktan, üniversite bürokrasisini YÖK
hakimiyeti aracılığıyla ele geçirdikten sonra, şimdi de
yüksek yargıyı içeriden kuşatarak bir muhalefet odağı
olarak etkisizleştirmeye çalışıyor. Yani anayasa değişikliği
paketinin konusu, sadece ve sadece burjuvazinin iki cephesi arasındaki
güç dengesidir. Solda "evet" oyunu savunanlar,
AKP'nin bu mücadeledeki piyonları konumunda.
Ama bunun karşısına sol adına "hayır" şiarıyla
çıkmak, hele hele Türkiye'nin politik ortamında son
dönemde yaşanan gelişmeler ışığında ele alındığında son
derece sorunlu. AKP'nin referandumda "evet"in
kazanmasının propaganda etkisi yoluyla olsun, ortaya çıkacak
kurumsal güç dengesi değişikliği yoluyla olsun elde edeceği
yeni güçten kaygılanmak meşrudur. Ama bunun karşısında,
AKP'nin güç kaybetmesi ve sonunda seçimleri
yitirmesi için "hayır" cephesine umut bağlamak, vahim
bir politik yönelişe işaret eder.
Çünkü AKP, parlamento ve hükümet dışındaki
alanlarda gücünü artırıyor olabilir ama bir dizi
faktörün etkisi altında bir yandan da suyu kaynatılıyor.
İsrail ve İran sorunlarından dolayı ABD yönetimiyle, kendine yakın
İslamcı burjuvazinin çıkarlarını savunması yüzünden
TÜSİAD burjuvazisiyle arası açıldı.
"Açılım" olarak anılan politikasının iflası
yüzünden de, ekonomik krizde işsizliğin sıçraması
dolayısıyla da oy gücünden bir miktar yitiriyor. Tam da bu
aşamada Baykal'ı tahtından indiren bazı kudretli odaklar,
Kılıçdaroğlu CHP'sini AKP'nin alternatifi haline
getirdiler. İşte bu operasyonda CHP ile aynı kampta yer almak, sol
açısından çok vahim: Her şeyi bir yana bırakın, yaklaşan
genel seçimlerden AKP'nin yerine bir CHP-MHP koalisyonunun
çıkması ihtimali dahi tüyler ürpertici bir olasılık.
Öyleyse, "hayır" cephesinde yer almak sol
açısından gelecekte yürünecek yol bakımından çok
kaygılandırıcı.
Bu olasılık açıkça gösteriyor: Burjuvazinin iki
kampından da emekçilere ve başta Kürt halkı olmak üzere
ezilenlere bir hayır gelmez. İhtiyacımız mücadele eden
Kürtleri ve mücadele eden işçileri, emekten ve
özgürlükten yana bütün insanlarla biraraya getiren
bir Üçüncü Cephe'dir. Referandumda sandıklardan
uzak durmak, burjuvazinin iki kanadının karşılıklı tepişmesine
karşı "beni piyonunuz olarak kullanamazsınız" diye
haykırmak anlamına geliyor. Boykot, yarının Üçüncü
Cephesi'nin güçlerini ilk kez halkın gözünde
canlandıracaktır.
Ancak bu Üçüncü Cephe'nin
güçlenmesiyledir ki, 12 Eylül'ün işçi
düşmanlığı da, ırkçıların ve şovenlerin Kürt
düşmanlığı da yenilgiye uğratılabilecektir.

Sungur Savran

Kaynak: Radikal 2

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder