12 Ağustos 2010 Perşembe

"Yaşasın ÇEL-MER İşgalimiz!"

"Yaşasın ÇEL-MER
İşgalimiz!"

Neden sendikaya üye olduk
/>
Ekonomik kriz ortamında yoğunlaşan hak gaspları bizim fabrikamızda da
kendini göstermeye başlamıştı. Özellikle sosyal
haklarımızın gasp edilmesi ve ücretlerimizin "düşük
zam" dayatmaları ile erimeye başlaması fabrikamızda içten
içe bir hoşnutsuzluk ortamı oluşturmaya başlamıştı. Bu
hoşnutsuzluk ortamı kısa bir süre sonra da örgütlenme
ihtiyacını gündemimize soktu. Kısa süreli bir
çalışmanın sonunda örgütlenmemizi tamamlayıp sendikaya
üye olduk. Yine kamuoyu tarafından da bilindiği üzere
örgütlenme adımımız ÇEL-MER patronu tarafından işten
atma saldırısı ile karşılandı. Bu ilk saldırıda 12 arkadaşımız
işten çıkartıldı. Böylece de ÇEL-MER
işçilerinin direniş öyküsü başlamış oldu.
Bu ilk direnişimiz 19 gün gibi kısa sürede başarıyla
sonuçlandı. Ancak ÇEL-MER patronunun bizi pek fazla yormadan
11 arkadaşımızı işe geri alması içimizde "bu kolay zafer,
yeni saldırıların habercisi mi?" düşüncesini de
uyandırdı. Keza içeride kısa bir süre çalıştıkta
sonra ÇEL-MER patronu tekrar ve daha ağır bir biçimde
saldırıya geçerek bu kuşkumuzda haklı olduğumuzu da
göstermiş oldu. Bu ikinci saldırıda (değişik zamanlarda olmak
üzere) toplam 23 arkadaşımız işten çıkartıldı.
Böylece ÇEL-MER işçilerinin ikinci direnişi de
başlamış oldu.
Nasıl bir direniş?
Açıkça ifade etmek gerekirse direnişe ilk
başladığımızda kafamızda sadece "bir haksızlığa
uğradık" düşüncesinden başka bir şey yoktu. Bırakalım
bir sınıf bilinci ile hareket etmeyi, nasıl bir mücadeleye adım
attığımızı, nasıl bir mücadele yürütmemiz gerektiğini
bile bilmiyorduk. Büyük bir çoğunluğumuz hatta neredeyse
tamamımız herhangi bir sendikal deneyime bile sahip değildik. Karşı
karşıya kaldığımız haksızlık nedeniyle kapı önüne
çıkmıştık sadece. Ama çok geçmeden yaşadığımız
deneyimler hepimiz için bir okul işlevi gördü. Kapı
önüne çıkışımızla birlikte birçok baskı ve ayak
oyunu ile karşılaştık. Bir yandan patron türlü oyunlarla hem
içerideki örgütlülüğümüzü kırmaya
hem de bizleri dışarıda baskı altına almaya çalıştı. Kolluk
güçleri sürekli yasalara işaret etmeye, yasalar yoluyla
bizi tecrit etmeye ve bir köşeye sıkıştırmaya çalıştı.
Aslında tam da bu karşı karşıya kaldığımız türlü baskı
ve ayak oyunları bizim aslında "çok aktörlü"
bir savaşın içerisinde olduğumuzu da fark etmemizi sağladı. Yine
bu aşamada düşüncelerimizi sendikamızla paylaştık. Baskılara
karşı daha etkin bir direniş örgütlenmesi gerektiği
yönünde telkinlerde bulunduk. Böyle olması gerektiğini
biliyorduk. Ama bunun nasıl olacağı konusunda sendikanın daha
yönlendirici olması gerektiğini düşünüyorduk.
Ancak maalesef sendikamız bizim bu istemlerimizi "yasal-meşru
zeminden ayrılmayalım" sözleri ile karşılıyordu. Bu derece
baskı altında iken "yasal meşru" zeminde kalmanın
tercümesinin "susalım-bekleyelim" olduğunun da
farkındaydık. Bu aşamadan sonra da "sendika
önlüğünü giyiyorsak, sendika biziz" bilinci ile
hareket etmeye başladık. Madem nasıl bir mücadele
yürüteceğimizi bilmiyorduk, o zaman öğrenecektik. İşe
direnişteki diğer işyerlerini ziyaret etmekle başladık. Bununla
yetinmedik. Geçmiş direnişleri incelemeye ve bu direnişlerin
deneyimlerinden dersler çıkartmaya başladık. Bu girişimlerimiz
hem daha büyük bir ailenin parçası olduğumuzu
gösterdi, hem de aklımızda "yasal-meşru" değil
"fiili-meşru" mücadelenin şart olduğu
düşüncesini oluşturmaya başladı. Madem bir savaşın
içerisindeydik, madem birileri bizi korkutmak için yasalara
işaret ediyorken, yasaları çiğneyerek bizi kapı önüne
koyuyordu, o zaman artık işçilerin haklı mücadelesi ve bu
mücadelenin yasaları geçerliydi bizler için. İşte bu
yüzden mücadelede cepheyi en ileriden kurmaya, fabrikayı işgal
etmeye karar verdik.
Nasıl bir işgal?
Direniş komitesi olarak işgal kararını aldığımız andan itibaren
de artık her açıdan işgalin örgütlenmesi çabasına
koyulduk. Bu noktada üç önemli karar aldık:

1. Örgütlülüğümüzü hem
direnişçi işçiler hem de içeride çalışan
arkadaşlarımız açısından bu eylemi gerçekleştirebilecek
bir düzeye kavuşturmak gerekiyordu. Bu amaçla komite
sayımızı arttırdık. Dışarıda bir komitenin yanında içeride
de bir komite oluşturduk. Üçüncü bir komite ile de bu
ikisini birbirine bağladık. Böylece hem içerisini hem de
dışarısını tek bir hedefe yöneltebilme zeminini yaratmış
olduk.

2. Direnişimizin sesini dışarıya taşımak ve
direnişin etrafında bir kamuoyu desteği oluşturabilmek için
girişimlerde bulunduk. Bu amaçla basın açıklamaları,
yürüyüşler, bildiri dağıtımları, diğer fabrikaların
temsilcileri ile görüşmeler yaptık.
3. Sendikamız ile ilişkilerimizi "tabanın
iradesini" etkin kılacak şekilde yeniden düzenledik. Bu
kararlar çerçevesinde anlamlı bir mesafede kat etmiş olduk.
Ancak her şeyin kâğıt üzerinde hesaplandığı kadar
mükemmel olmayacağını da biliyorduk. Nihayetinde oluşturduğumuz bu
programın hayata geçirilmesi noktasında belirli sıkıntılar da
yaşamaya başlamıştık. Kamuoyu desteği ve sendika ile ilişkiler
bakımından anlamlı sonuçlar almaya başlamışken, direnişteki
işçi arkadaşlarımızın dirençlerinde zayıflama da kendini
göstermeye başlamıştı. Elbette "geçim
sıkıntısı" bunun başlıca nedeni idi. İşte tam da bu aşamada
komite olarak "işgal zamanının geldiği" yönünde
karar aldık. Bir iki gün içerisinde işgalin ayrıntılarını
planlamaya koyulduk. Avukatlarla toplantılar yaptık. Ve tüm
eksiklerimizle ilgili riskleri de alarak içerideki
arkadaşlarımızın da katılımı ile 2 Ağustos günü
fabrikamızı işgal ettik.
İşgal süreci
İşgalin ilk saatleri bizim için fazlasıyla önemliydi.
Polisin saldırısı ile karşı karşıya kalabilirdik. Dışarıda kamuoyu
desteğinin oluşacağını tahmin ediyorduk. Hatta bunun için işgal
öncesinden de hazırlıklar yapmıştık. Ancak bu destek
örgütlenene kadar polis müdahalesi ile karşılaşmamak
için işgali metrelerce yüksekte vinç üzerinde
gerçekleştirme kararı almıştık. Elbette işgal gibi günlere
yayılabilecek bir eylemi bu şartlarda sürdürebilmenin zorlukları
da vardı. Ancak tüm zorluklarına rağmen polis müdahalesini
mümkün olduğunca zorlaştırmak ve geciktirebilmek için
böyle bir karar almış olduk. Keza bu taktiğimiz başarılı da oldu.
Bir süre sonra dışarıda destek için gelenlerin slogan
seslerini işitmeye başlamıştık. Bu bizim için inanılmaz bir
moral güce dönüştü. Bizler de gürültü
çıkararak veya slogan atarak karşılık veriyorduk. Dışarıda
oluşmaya başlayan desteğin içeriye katkısı çok
büyük oldu. Bilindiği üzere sonrasında çeşitli
baskılar kendini göstermeye başladı. Üzerimize kapılar
kilitlenerek havasız bırakıldık, su ve yiyecek verilmedi. Ancak
dışarıdan desteğe gelenlerin önemli çabasıyla kapılar
açılabildi, yemek ve su ihtiyacımız karşılandı. Bir aşamadan
sonra diplomasi trafiği ve tehditler devreye sokuldu. Ancak biz bunlara da
hazırlıklıydık. Tüm baskılara cevabımız "Taleplerimiz
kabul edilene kadar inmeyeceğiz!" oldu. Sonuçta Vali, sendika
yöneticileri ve patronun katıldığı birkaç görüşme
gerçekleşti. İşgalin 4. günü son görüşme
gerçekleştirildi. Bu görüşmede 11 arkadaşımızın işe
geri alınmaması dışında tüm taleplerimiz kabul edildi.
İşgalin sonlandırılması
Yapılan protokolün ayrıntıları sendikacılar aracılığı ile
bizlere iletildi. Bizler de sendikacıların dışarı çıkmasını,
durumu işçiler olarak değerlendireceğimizi söyledik.
Çok net bir şekilde ifade edebiliriz ki, işçi
arkadaşlarımızın tamamı "Hiçbir arkadaşımızı geride
bırakmayacağız" diyerek çok net tutum aldılar. Buna rağmen
bizler işgal komitesi olarak işgal eylemimizi bitirme kararı aldık. Bu
kararı almamızda olumlu olumsuz birçok nedenin etkili olduğunu
söyleyebiliriz.
Olumsuz etkenlerin başında ise vinç üzerinden
düşerek ölümler yaşanması olasılığı geliyordu. Ki
polis müdahalesi ile de bu yaşanabilirdi, bu göze de
alınmıştı. Ancak bunun yorgunluk sebebiyle yaşanması bizleri
endişelendiriyordu. Diğer bir olumsuz etkense sendikanın işgale
müdahaleyi "etkin diplomasi" sınırlarında ele alan
yaklaşımıydı. Bizler ÇEL-MER işçileri olarak işgali
günlerce sürdürebilecek bir kararlılığa sahiptik. Ancak
eylemimizin ve kazanımlarımızın yoğun baskı altında boğulmamasının
garantisi, dışarıya ne ölçüde mal edilebildiği,
dışarıda ne ölçüde bir kamuoyu desteği
örgütlenebildiği idi. Bu bakımından üzerine düşeni
fedakârlıkla yapan tüm güçlere, sonsuz
teşekkür ediyoruz. Ama bu noktada asıl sorumlu olarak sendikamızı
görüyoruz. Sendikamız açıktır ki bu bakımdan da
sınıfta kalmıştır. İşgalin devamında karşılaşabileceğimiz
saldırılar karşısında eylemimize soluk katacak etkin bir dayanışma ve
mücadele örgütleyememiştir.
Olumlu etkenlerin başında ise elbette sendikanın fiilen işyerine
sokulması ve 25/2. maddeden verilen çıkışların iptal edilmesi,
hukuki olarak yaptırımla karşılaşmayacak olmamız geliyordu. Tabi burada
bir yanlış anlaşılma olmasını istemiyoruz. İşgale katılan her
arkadaş yasal yaptırımları göze almıştı. Ancak bize direniş
esnasında yasaları işaret edenleri kendi yasalarını çiğnemek
zorunda bırakmak, fiili meşru mücadelenin gücünü
gösterebilmek açısından önemliydi. Ötesinde de artık
direniş bizim için birkaç işçinin işini geri
kazanması mücadelesinin çok çok ötesine
geçmişti. İşçi sınıfı mücadelesine katkı sağlayıp
sağlayamadığımız, işçi sınıfını temsil ettiğimiz bu
eylemden, işçi sınıfı adına başımız dik çıkıp
çıkamayacağımız noktası son derece belirleyici oldu.
Sonuç olarak işgal komitesi bu olumlu-olumsuz etkenleri kendi
içerisinde değerlendirdi ve işgal eylemini kazanım ile sona
erdirme kararı aldı.
İşgalin her saniyesinde daha fazla
güçlendik
En başta ifade ettiğimiz gibi işgal eylemimize bazı sıkıntılarla
başlamış olduk. Direniş-İşgal Komitesi olarak işgal sürecinde ve
sonrasında karşılaşabileceklerimiz konusunda asgari bir birikim
sağlamış ve hazırlık yapmıştık. Ama bu birikim ve
düşünsel-pratik hazırlığı diğer arkadaşlarımıza da mal
edebilme noktasında eksiklerimiz vardı. Bunu bilerek ve bu açıdan
tüm riskleri de üstlenerek işgal eylemini başlatmış olduk.
Buna rağmen işgal eylemimizin sadece kendisi bile her saniyesi ile
kaygılarımızı ortadan kaldırdı. Vinç üzerinde metrelerce
yükseklikte, yoğun sıcak ve düşerek ölme tehdidi altında,
kah gözyaşları içerisinde kah halaylar ve türkülerle
birbirine kenetlenen her bir ÇEL-MER işçisi arkadaşımızın
yarattığı bu 4 günlük işgal öyküsünü hangi
kelimelerle anlatsak yetersiz kalacaktır. İşin bu kısmı belki de sadece
yaşanınca anlaşılabilecek tam bir kararlılık ve fedakârlık
hikâyesidir. Asıl kazanımımız da burası olmuştur. İşgal
sürecini yaşamış her bir arkadaşımız, artık nasıl bir sınıfa
mensup olduğunun farkında, sınıf çıkarlarının bilincinde,
örgütlülük ve mücadele bilinci gelişmiş bir
biçimde, asgari olarak da işçi ve emekçileri başarı
ile temsil edebilmiş olmanın onuru ile başı dik çıkmıştır
dışarıya.
ÇEL-MER işçisi, 11 arkadaşının dışarıda
kalmasının burukluğunu, ama aynı zamanda haksızlığa
uğramış/uğrayan milyonlarca işçi ve emekçinin haklı
mücadelesini temsil etmenin onurunu, direnen diğer işçilere
moral güç ve olumlu bir örnek olabilmenin gururunu
taşımaktadır. Bu açıdan ÇEL-MER işçisi için
işgal eylemi bir son değil, aksine yeni bir başlangıç olmuştur.
ÇEL-MER işçileri haklarını söke söke almıştır.
Sermaye ile hesabımız daha kapanmamıştır. Açıkça ilan
ediyoruz:
Eksik bıraktıklarımız boynumuzun borcu olsun!
Kazanımlarımız
işçi sınıfına armağan olsun!
Yaşasın ÇEL-MER işgalimiz!
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!
 
ÇEL-MER
Direniş-İşgal Komitesi

Kaynak: kizilbayrak.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder