30 Ağustos 2010 Pazartesi

Ve İnsan Otomobili Yarattı | Yürüyen Bant - İlya Ehrenburg

Ve İnsan Otomobili Yarattı
| Yürüyen Bant - İlya Ehrenburg

Pierre Chardain montaj
hattında çalışır. Arka suspansiyon yayını monte eder. Elinde
yay kelepçesi vardır. Şasi hareket eder. Pierre Chardain'in
bir dakika on iki saniyesi vardır. Kelepçeyi sıkıştırır.
Gerektiği gibi çalışır. Ne de olsa üç çocuğu
vardır. Saatte dört frank yetmiş beş santim ücret alır.
Fazlasını ister. Yeni bir yatak almak istemektedir çünkü.
Aydınlık bir apartman dairesinde oturmayı bile düşlemektedir.
Oturduğu yerin pencereleri yüksek duvarlarla çevrili
küçük bir avluya bakar. Dört yaşına gelen
küçük kızı bir türlü yürümeye
başlamamıştır. Çok şeyler düşler o. Kelepçeleri
daha hızlı bağlamaya çabalar. On saniye, ya da yirmi saniye
kazansa, kardır.
Şimdi artık bir yay kelepçesini takmak yalnızca elli beş saniye
sürmektedir. Tamam, bunu başardı. Kesinlikle, tam tamına elli beş
saniye. Şimdi, Pierre'in önünden saatte yetmiş şasi
geçmektedir. Gene o aynı dört frank yetmiş beş santimi
almaktadır. Yatak satın alamadı. Kızı hala yürümeyi
öğrenemedi. Karamsar ve dalgındır eve giderken. Hep susar.
Yürümeyi unutmuştur sanki. Bildiği tek şey, yayları
kelepçelemek. Elli beş saniyede. Vaktinden beş yıl önce
ölecek Pierre. Ama artık otomobiller, altı santim daha ucuza mal
oluyor.

 

Jean Lebaque, Suresnes'de oturur. Conta
yapar. İhtiyar bir anası, iki çocuğu vardır. Pierre gibi pek
çok güzel düşü vardır onun da. Yüz contaya
dört frank alır. Yaşamayı unutmuştur. Öfkeden kudurmuştur
adeta. Dostlarıyla oturup zar atan, gülüp oynayan Jean Lebaque
değildir o artık.Hayır. Bir Amerikan makinesidir. Yüz yirmi conta
yerine iki yüz yirmi conta üretmeye başlar. Ailesine güzel
şeyler alacaktır. Ama olmaz. Otomobil ucuzlamalıdır. Eğer Jean Lebaque
contaları daha kısa zamanda üretiyorsa, parça ücreti
değiştirilmelidir. Yüz parça başına dört frank
alırken, şimdi iki frank seksen santim almaktadır. Ha gayret, daha
hızlı çalışayım, dedi. İki yüz otuz contaya
çıktı. Ama olmaz ki, bir Amerikan makinesi değil ki o. Tükendi
Jean. Düştü. Doktor grip olduğunu söyledi. Kendisi bunun
karamsarlık olduğunu biliyordu. Ne yaparsa yapsın, isterse canını
çıkarsın, saptanan ücretten fazlasını alamayacaktı. Umut
yoktu. Umulacak şey yoktu. Salt acele etmiş olmak için acele etmek
zorundaydı, o kadar.
….

 

İşe yeni girmiş biri Pierre
Chardin'e : " Bu akşamki toplantıya geliyor musun? " diye
sordu.
Pierre başını iki yana salladı. Hayır, gelmiyordu. Yeni gelen daha
bozulmamıştı. Hiçbir şey bilmiyordu daha. Kitaplara,
tartışmalara, eğitim toplantılarına inanıyordu. Gençliğinde
sessiz sakin çalışmıştı. Günde on saat çalıştı
ama kimse dürtmedi onu, kimse koşturmadı. Gereçlerini ve
demiri seviyordu. İşinden zevk alıyordu. Kendi kendisinin efendisiydi. O
günlerde kitap okur, toplantılara giderdi. Emeğin zaferine,
insanların kardeşliğine inanırdı. Ama baktı ki, kendi efendiliği beş
para etmiyor! Freze tezgahı milimetrenin yüzde biri kadar hassas
işliyordu. Artık Pierre makineyi değil, makine Pierre'i
kullanıyordu. Şimdi yay kelepçesi takıyordu yalnızca. İnsanların
kardeşliğini falan unutmuştu. Tek bir şey anlıyordu : Hiçbir
şeyin değişmesi olası değildi. Yürüyen bant gidiyordu. Bunun
karşısına hangi tartışmanın gücü çıkabilir ki? Gık
dese tekmeyi yer. Atarlar onu. Bir başkasını, Afrikalı birini ya da bir
çocuğu alırlar işe. Şu zincir kelepçelerini kim olsa
yerine takar… Pierre toplantılara gitmiyor, yoldaşlarıyla
görüşmüyor. Öteki insanlar neye yarar? Karşılıklı
oturup susuşmaya mı?
Karısının düşleri sönmemişti ama :
" Şansımız yaver giderse Vanves'e taşınırız… Orada
hava temiz…"
Pierre susuyordu. Yanıt yok. Şansımız? Yay kelepçeleri yay
kelepçeleri olarak kalacaktı. Saat ücretine beş metelik
ekleseler, tereyağı fiyatları yükselecekti. Vanves'de temiz
hava ha? Belki öyledir, temizdir belki. İyidir. Ama orayla fabrika
arası bir saat çeker. Bir saat de dönüş… Oysa
Pierre öyle yorgun ki. Garip bir yorgunluk bu. Ona sararsanız, bir
çeki odun kırabilir ya da hiç soluk almadan yarım mil
koşabilir. Bedensel biryorgunluk değildi bu. Kafası evet, kafası
yorgundu. Çabuk! Banttaki otomobil gitmeden kelepçeyi
tak!… Dostlarının adını, neye benzediklerini, yüzlerini
unutmuştu artık. Karısının ona sorduğunu anlamadı. Elini şöyle
dalgın ve üzgün sallayarak, " çekil
başımdan!" dedi.

Karısı zaman zaman sinemaya
götürürdü onu. Kaskatı, duyarsız ve uykulu uykulu
otururdu orda. Karanlıkta gözlerini güçlükle
açık tutabilirdi. Bankerin şu küstah konuğuna neden öyle
sırnaştığını anlayamıyordu bir türlü…
Çevresinde, sigara dumanları ve titrek ışık çizgilerinin
doldurduğu hava, öteki izleyicilerin, dingil taşıyan ya da civata
sıkıştıran adamların belirsiz düşüncelerini taşıyordu. Eli
ayağı kırık, kolu kanadı kopuk düşünceler…
Kürekle ikiye bölünmüş solucanlar gibi kıvranan
düşünceler. Düşünce bile değil bunlar, yarı
unutulmuş imgelerden oluşan bir mekanik zincir… Bir mağara
adamının düşleri bunlar, sağır ve dilsiz bir adamın gevelemeleri,
tüm bunlar bir hesap makinesinin sayıklamaları, duvar kağıdı
yerine, dudaklar yerine, ilaç yerine tabur tabur insan. Sinemada
oturan sıradan izleyici gibi görünüyorlar. Bunların her
biri, birer ikişer frank verip bilet almışlar. Sansürün
görmelerine izin verdiği bir toplum melodramı izliyorlar. Bu
sanattır, aşağı sınıfların kültürüdür bu,
Paris'tir bu. "Dünya'nın ışığı" Paris.
Düşünceler kıvranıyor, bacaklar uyuşmuş, gözler sedef
sinema perdesine bakmaktan kamaşmış. Projektör titremekte. Bant
irlemekte.
Ve birden bir gürültü kopuyor. Yüzlerce gırtlaktan
çıkan gülme sesi bu. Kahkaha sesi. Valflardan çıkan
gürültüye benziyor : "A- ha-ha-ha, O-ho- ho-ho!"
Sinema gürültüye boğuldu… Perdede görülen
şu : Küstah konuk dans ederken düştü. Paldır
küldür düştü ve monoklonu ezdi. Şuna bakın! Nasıl da
yapıştı yere! Bak bak, kalkamıyor, emekliyor yerde! Ha-ha ayağının
üstüne basamıyor! Nasıl da burnunu siliyor! Ho- ho- hoh-ho!
Mağara adamları bir dakika kadar pençelerini havaya kaldırıp
homurdandılar. Can çekişen bir neşenin pırıltıları dolar gibi
oldu gözlerine. Sonra ışıklar yandı ve Pierre'in gözleri
donuklaştı.

Pierre eve giderken ağzını açmadı. Karısı bir şeyler
söylemeye çabalıyordu :
" İlginç bir filmdi. O siyah saçlı herifin ne mal
olduğunu ta başında anlamıştım. Ya sen, sen anlamadın mı?"
/>
Pierre yanıt vermedi. Karısı bütün gün
çalışmıştı : Çamaşır yıkamış, kömür
taşımış, yerleri ovmuştu sabahtan beri. Sırtı ağrıyordu. Omuzları
tutmuyordu. Her yanı ağrıyordu. Ama o bantın başında durmuş değildi.
Siyah saçlı adamlardan söz edebilirdi. Ancak Pierre, ağzını
açmadı. Suskun suskun soyundu. Yatağa uzandı. Gene suskun. Bir
şeyler düşünüyor. Ama ne? Siyah saçlı adam mı
aklına geldi? Bir otomobil? Ya da ölüm? Yok, hayır,
yastığının yanı başında, duvar kağıdı üzerindeki lekeyi
düşünüyor Pierre, şu leke, ağzında piposu bulunan bir
insan başına benziyordu! Hayret! Ve de iğrenç! İşte, duman
tütmeye başladı pipodan!… Uzun uzun baktı bu lekeye, uzun
uzun düşündü.
Sonra :

" Şuraya bir şeyler asmak
gerek…" dedi karısına.
Karısı çorap yamıyordu hala. Pierre apaçık, ama boş
gözlerle elektirik ampülüne bakıyordu. Gözünü
kırpmadı bir süre.  Soğuk ışık içinde akıyordu
sanki. Kafası karıştı: Pipolu kafa, kara saçlı adam, onun
tökezleyipdüşüşü – gülünç,
çabuk, çabuk, kelepçeyi tak!… Pierre'in
sağ eli alışkın bir hareketle kalktı, sol eli kımıltısız duruyordu.
Pierre uykuya daldı. Battaniyenin üzerindeki el, kafası yeni
kesilmiş tavuk gibi sıçrıyordu ikide bir. Soluğu,
gördüğü karabasana ayak uyduruyordu.
Karısı Pierre'e baktı. Ne bitkin, bezgin ve solgun
görünüyordu zavallı! Şu fabrikayı Allah kahretsin!
Karısı sessizce, ama gerçekten sessizce göğüs
geçirdi. Pierre uyuyordu ya, onun için… Uyuyordu Pierre,
amma parmakları belli belirsiz oynuyordu. Yay kelepçelerini takıyor
olmalıydı. Sabaha dek, akşama dek, ölüme dek sürecekti
bu.

İlya Ehrenburg
Kaynak:Ve İnsan Otomobili Yarattı *
Yayına Hazırlayan: Sevim AYIK

Kaynak : www.cafrande.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder