7 Eylül 2010 Salı

Direnişten İsyana Sanat Notları... / Temel Demirer

Direnişten İsyana Sanat
Notları... / Temel Demirer

" size="2">Mücadele bir çember gibidir,
her noktasında başlar
ama asla bitmez…" size="2">[2]
 
Sanat ve direniş mi? Her ikisi de iç
içedir; yani sanat, direncin bir türüdür; örneğin
Malraux
'nun, "Ölüme karşı tek yanıt
sanattır,
" deyişindeki üzere…
Metin Demirtaş, 60'lı yıllardan
günümüze, adıyla özdeşleşen 'Hazırol
Kalbim'i de, direniş ile sanat ilişkisini en yetkin biçimde
betimlerken; Edip Cansever'in, 'Neler Almalıyım Yanıma'
başlıklı şiirindeki "Öfke için: Marx, Lenin, vb"
tümcesi, ya da Enver Gökçe'nin, "Gidiyorlar,/
Atları, terkileri/ Göğüslerinde gümüş köstekleri
yoktur./ Gidiyorlar,/ Baş açık, yalınayak, ardı arkasına/
Ümitten gayri ekmekleri yoktur," dizeleri de bize sanatın
"Ne"liği ve "Yapması gereken" konusunda anlamlı
örneklerini sunar…
Gerçekten de Andre Malraux, "Tüm
sanat, insanlığın yazgısına karşı bir başkaldırıdır,"
derken; Bertolt Brecht'in, "-Karanlık dönemlerde peki,/
Şarkı da söylenecek mi?/ -Elbette şarkılar da söylenecek/
Belgeleyen karanlık dönemleri," haykırışındaki üzere
sanat, nihai kertede insanın özgürlüğe kanat
çırpışıdır.
Ortega y Gasset'nin,
"arınmaktır" diye tarif ettiği
sanat, isyancı özelliğiyle insan(lık)ın kendini ifade ve yeniden
biçimlendirme tarzıdır.
Öyle anlar gelir ki orada sanat, yaratmak ve
dışavurmak gibi, nefes almaktır
, direnmektir. Bu nedenledir ki B.
Brecht, "Gerçekçi sanat, savaşçı
sanattır," der.
Öte yandan bütünü görebilmek
olarak da nitelenmesi mümkün olan sanat, dünyayı hem estetize
etmenin hem de değiştirmenin enstrümanlarındandır.
"Mana"yı göstermenin bir yolu olan
sanat, tabulara başkaldırarak var olur. Nihai kertede ise ideolojilerin
estetize edilmiş hâlidir...
İnsanın dünyayı tanıyıp değiştirebilmesi
için gerekli olan ve insanı insan yapan değerlerin tümü
olarak sanat, en kaba anlamıyla, yaratıcılığın ve/veya
hayalgücünün ifadesi olarak anlaşılır. Ancak içinde
estetik değerler barındırmayan ürünlerin sanat olarak
değerlendirimesi de yanlış olur.
 
DİRENMEDEN İSYANA
 
İnsan(lık) tarihinde direniş, dünyayı
eşitsizlik ve kokuşmuşluktan kurtaran tek şeydir.
Çünkü direnme hâli; karşı
koyma durumu; yaşama, hayatta kalmak için geleceği savunma anlamı
taşırken; yaşamak direnmektir.
"Karşı koyma; dayanma; mukavemet" anlamı
içeren direnme; haksızlığa, onurun ayaklar altına alınmasına,
sığlaşmaya, yozlaşmaya, güçsüzün ve farklının
ezilmesine, suskunluğa, yargılamadan cezalandırmaya karşı
durmaktır.
Direnme hakkının pratikte kullanılması ile bunun
sanata yansıması arasında doğrudan ilişkisi söz konusudur; bu da
Prometheus'dan Spartaküs'ten günümüze uzanan
mücadelelerde tüm görkemliliğiyle karşımıza dikilir.
İnsanlık tarihi, zulme ve haksızlıklara karşı
zengin direnme hareketleri ve bunun sanattaki yansımalarıyla doludur.
"Direnme hakkı" kavramının bilinen ilk
kullanımı, Ortaçağ Hıristiyan felsefecileri tarafından
gerçekleştirilmiştir. Bundan önce, Eski Yunan ve Roma
dönemlerinde böyle bir tanımlamaya rastlanmaz. Ancak Ciceron,
'De Officiis' başlıklı yapıtında zalimlerin
öldürülmesine hak verir.
Direnme hakkının ortaya atılması ve savunulması,
Ortaçağda Kilise ile Krallar arasındaki iktidar mücadelesinin
başladığı döneme tekabül eder.
Ancak bu dönemde direnme hakkından anlaşılan,
zalimin öldürülmesinden başka bir şey değildir. Yine de
direnme hakkının bugünkü anlamına ulaşmasında bu
çabaların rolü önemlidir.
Modern anlamda "direnme hakkı" konusunda
sistematik biçimde fikir geliştiren ve temelini atan kişi Thomas
Aquinas'tır. Direnme hakkını kabul eden Thomas Aquinas, zorbalıkla
iktidarı ele geçirenlere veya meşru yollarla iktidar olup daha sonra
zulüm yoluna sapanlara karşı, halkın ayaklanarak onu devirme
hakkından söz eder.
Thomas Aquinas'dan Büyük Fransız
Devrimi'ne, oradan da 4 Temmuz 1776'deki (Thomas Jefferson
önderliğinde yazılmış olan) 'Amerikan Bağımsızlık
Bildirisi'ne uzanan güzergâhta direnme hakkını kullanarak
özgürleşen insan(lık), bu sürece koşut, ve ondan
esinlenerek ölümsüz sanat yapıtlarını da
yaratmıştır.
'Amerikan Bağımsızlık Bildirisi'nde,
"Hükümetler, bireylerin yaşam, özgürlük ve
mutluluğa erişmek gibi doğal ve devredilmez haklarını sağlamak
için kurulmuştur; eğer bir yönetim, bu kuruluş amacını
yıkıcı bir yön tutacak olursa, halk onu değiştirmek ve devirmek
hakkına sahiptir," denirken; "direnme hakkı"nın en
geniş ve en net şekilde düzenlenmiş hâlini Fransız İhtilali
metinlerinde görürüz.
Mesela 1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi
2.maddesinde; "Her siyasal topluluğun amacı, insanın tabii ve
zamanaşımıyla kaybolmaz haklarının korunmasıdır. Bu haklar,
hürriyet, güvenlik ve zulme karşı direnmedir," diyerek,
direnme hakkının tabii ve zamanaşımına uğramaz bir hak olduğunu
savunmaktadır.
Yine bu ihtilalin bir ürünü olan 1793
Haklar Bildirisi'nin dili çok daha açık ve net olduğu
kadar, bir o kadar da keskindir. Bu bildiride; "Herhangi bir kimseye
karşı, kanunun tespit ettiği durum ve şekiller haricinde ifa edilen her
türlü fiil, keyfi ve müstebitçe demektir. Kendisine
karşı şiddet kullanılarak böyle bir fiil ifa edilmek istenen
kimsenin, bu fiili kuvvet kullanarak önlemeye hakkı vardır,"
denildikten sonra 35. maddede "Hükümet, halkın haklarını
çiğnediği zaman, isyan etmek, halkın her sınıfı için
hakların en kutsalı ve ödevlerin en gereklisidir,"
demektedir.
34. maddede; "Toplumun tek bir üyesine
zülüm yapıldığı zaman, bütün topluma zülüm
yapılmış demektir. Topluma zülüm yapıldığı zaman da, onun
her üyesine zülüm yapılmış sayılır," der.
27. madde ise müstebitlerin katlini emretmektedir.
"Hükümranlığı gasp eden her fert, hür insanlar
tarafından derhâl öldürülmelidir."
Denilebilir ki, "direnme hakkını" en
açık ve en net şekilde formüle eden resmî metin bu
bildiridir. Bundan sonra da pek çok bildiride ve anayasada yer alsa da
konuya ilişkin düzenlemeler de çoğunlukla daha muğlak ve
üstü kapalı bir üslup kullanılması yoluna
gidilmiştir.
1948 tarihli 'İnsan Hakları Evrensel
Bildirisi' hazırlanırken, Küba delegasyonu tarafından verilen
bir önergede, direnme hakkının insan hakları listesine eklenmesi
savunulmuş ancak karşı görüşteki diğer delegeler tarafından
bu görüşün kabulü engellenmiştir. Bunun üzerine
direnme hakkı, bildirinin başlangıç metninde; "İnsanın
zülüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur
kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunması
temel bir zorunluluk olduğuna göre..." şeklinde yer
almıştır.
Özetle Albert Camus'nun, "Asi nedir?
Hayır diyen insan"; Eric Hoffer'in, "Umutlar ve hayaller
sokağa döküldü mü, korkakların kapılarını kilitleyip
pencerelerinin pancurlarını kapatmaları ve öfke dininceye kadar
başlarını dışarı çıkarmamaları yerinde olur"; Mihail A.
Bakunin'in, "Bir solucan bile üstüne basan ayağa kafa
tutar. Bir hayvanın canlılığı ve görece onuru, başkaldırı
içgüdüsünün
güçlülüğüyle ölçülebilir";
Clarence Darrow'un, "Dünya var olduğu sürece
yanlışlar yapılacaktır, ama hiç kimse karşı çıkmadığı
ve hiç kimse isyan etmediği sürece bu yanlışlar sonsuza kadar
sürecektir," sözlerinde betimlenen direnme ve isyan,
insan(lık)ın insanlaşması mücadelesinin kilit önemdeki
etmenlerdir; tıpkı sanat için de söz konusu olduğu
üzere…
 
"SANAT" DEYİNCE!
 
"Sanat" deyince; Vladimir
Mayakovski'nin, "Sanat dünyayı yansıtan bir ayna
değildir, dünyayı biçimlendireceğiniz bir
çekiçtir"...
Jose Ortega y Gasset'in, "Sanat, insanın
yarasına merhem olacaksa, bunu ancak sanatı hayatın ciddiyetinden
kurtararak ve umulmadık bir çocuksuluğu ona geri vererek
yapabilir"...
Voltaire'in, "Sanat'ın sırrı,
doğa'yı düzeltmektir"...
Johann Wolfgang von Goethe'nin,
"Dünyadan kurtulmanın sanattan daha iyi bir yolu yoktur... ama
insan dünyayla en sağlam bağı da sanat aracılığıyla
kurar"...
Henry Miller'in, "Sanat hiçbir şey
öğretmez, hayatın öneminden başka"...
Paul Gauguin'in, "Sanat ya
çalıntıdır ya da devrim"...
George Santayana'nın, "Sanat da, hayat
gibi, özgür olmalıdır"...
Günter Grass'ın, "Sanat
ödünsüzdür"...
İris Murdoch'un, "İyi sanat
gerçeği söyler"...
M. Heidegger'in, "Sanat, unuttuğumuzu
anımsatır bize, gerçekte ne olduğumuzu"...
Joseph Conrad'ın, "İster bir karakter
yaratsın, ister yeni bir yöntem keşfetsin, ister karmaşık bir
durumun özünü yakalasın, sanatçı bir eylem
adamıdır"...
Schiller'in, "Sanat, özgürlük
tarafından emzirildikçe büyür," nitelemelerini
anımsamak 'olmazsa olmaz'dır; sanat ve sanatçı
çağına tanıklık ederken, nesneleşmiş, parçalanmış,
yabancılaşmış insanın, insan kimliğine kavuşması için ışık
tutmalıdır.
Yaşamı güzelleştirme çabası olsa da,
Jean-Luis Joubert'in deyişiyle; "Sanatçının
dünyayı değiştirmek için sözcüklerden, renklerden,
notalardan başka bir gücü yoktur." Sanatçı,
davranışlarını ve zihinsel etkinliğini çeşitli yollarla kontrol
altına almaya çalışan sisteme ve toplumsal yaptırımlara karşı
uzlaşmayı reddeden tavrını sürdürmek zorundadır. Bunun da yolu
'yalnızlık' cehenneminden ve 'deli gömleği'ne
talip olmaktan geçer.
Özetle direngen sanat, insan duygularını
artırır, davranışlarını kabalıktan, bencillikten arındırır.
İnsancıl duyguları geliştirir. Ütopyalarını zenginleştirir.
Bunu yaparken de egemenlerden ve ezenlerden uzak
durmakla yetinmez; onları cepheden karşısına alır…
Yani
sanatı, egemenlerin "iktidar" ve "pazar" ilişkileri
ağına teslim etmez…
Daha açık bir deyişle meta fetişizmi teslim
olmaması gereken sanat, "Görünmeyeni görünür
kılmak" adına(?) "Bienallerden pazara" size="2">[2] yönelerek; görünür
olanın iktidarına eklemlenmez…
Kabul edilmesi gerek: Kapitalizmin pazar ilişkileri
ağındaki "Metada şeytani bir şey vardır: çalınmış
emeğin ve metalaşmış zamanın yarattığı tüm trajediler metanın
estetiğinde massedilmiştir. Vitrinler metanın pezevenkliğini yaparken bu
trajedinin izlerini gözün menzilinden uzak tutar. Metalar,
kapitalizminin ilk tapınağı diyebileceğimiz pasajlar,
günümüzün alışveriş merkezlerinin de selefleri olarak
günceldir."[3]
Bilmiyor olamazsınız; 2000 yılından bu yana
dünyada modern sanat eserlerinin fiyatlarında ciddi bir artış
gözleniyordu. 2008 yılına gelindiğinde küresel sanat fiyatı
endeksi tam 3 kat artmıştır.
Ne yazıktır ki müzayedelerde ulaşılan
yüksek fiyatlar, ünlü alıcılar, rekor beklentileri...
Medyanın en çok ilgilendiği sanat haberleri bunlardır!
Kapitalizme eklemlenmenin ulaştığı bir başka
biçim de, hergün binlerce kez tanık olduğumuz üzere
"yalakalık"tır!
Mesela sınırlarının, tanımlarının ötesine
taşan her şeyi derhâl yasadışı, hastalıklı, zındık olarak
yaftalayan Başbakan Erdoğan'ın açılamayan
"açılım"ına alkış tutan
"sanatçılar" örneğindeki gibi…
Demokratik açılım için sinema ve tiyatro
oyuncularıyla bir araya gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Eğer
bu ülkenin otoriteleri Yılmaz Güney'in filmlerine kulak
vermiş olsalardı, inanın Türkiye bugün çok farklı yerde
olabilirdi," dedi…
Bunun üzerine Demet Akbağ,
"Başbakan'ın konuşması herkesin kalbine dokundu";
Yılmaz Erdoğan, "Hakkârili Kürdüm ama iyi
Türkçe konuşurum. Bu açılım normalleşmeyi getirecek.
Kürtçe bir devlet kanalı yeterli değil, Türkiye'nin
arzu ettiği normalleşmeye böyle gelinecek, bu süreçte
elimden geleni yapacağım"; Ata Demirer "Başbakan çok
samimiydi. Umarım devam gelir," diye eklediler!
Ne yalan söyleyeyim: Başbakan Erdoğan'ın,
açılımlar çerçevesinde kabul ettiği
sanatçıları gördüğümde midem bulandı…
Bir sanatçının başbakanın davetine icabet
etmesi de bir anlamda temenna etmek değil midir?
Kendine sanatçı diyenler; el sıkıştığınız
ve mağrur olmaya çalışan bir yüz ifadesiyle dinlemekte
bulunduğunuz başbakan, bir işkence çarkının tepesindeki kişidir.
Bu çark kanla dönen bir çarktır. Sadece karakol
işkencelerinde akan kanla değil, aynı zamanda Kürtlere karşı
savaşta akan kanla. Örneğin sağlık alanındaki
özelleştirmelerle insanların sağlıklarının satılmasından elde
edilen kârlarla vb. vb…
Geçerken anımsatayım: Nâzım
Hikmet
'in, kendisini içki sofrasına davet eden
Atatürk
'e, "Ben denizkızı
Eftalya değilim
" diye mesaj yolladığı
söylenir…
Bu noktada hükümet
"sanatçılar"ıyla
"açılım"ı tartışadursun,
Batman
'da ilk Kürtçe müzik ve tiyatro
grubunun üyesi 13 sanatçıya 5 yıl
"sanat
yapmama
" cezası verildi!
Öldürülen Mehmet Sincar'a
'Emniyetin operasyonunda yakalanan örgüt üyesi'
diyen Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi, bu kez sanatçılara ceza
yağdırdı. Batman'da Bahar Kültür Merkezi (BKM) üyesi
13 kişi katıldıkları etkinlikler gerekçe yapılarak 5 yıl boyunca
"sanat yapmama" cezasına çarptırıldı. Başka davadan
10'ar ay hapis cezası istenen 13 sanatçı hakkında
açılan 70 dava ise sürüyor! size="2">[4]
 
"SONUÇ YERİNE"
 
Guy Debord'un,
"Çağdaş köle, kendisinin kesinlikle
özgür olduğunu zanneder," diye betimlediği kapitalist
bugünde; insan(lık)ı yeniden yaratacak
olan direnen,
başkaldıran sanattır, edebiyattır!
Hani Romain Gary'nin, "Gerçeklik
edebiyat için bir esin kaynağı değildir. Olsa olsa, edebiyat
gerçeklik için bir esin kaynağıdır"; Paul
Bourget'nin, "Işık resim için neyse,
düşünceler de edebiyat için odur"; Mario Vargas
Llosa'nın, "Edebiyat, bir sürekli başkaldırı
biçimidir… İnsan, mutsuz olmamak ve bütünlenmek
için edebiyata sığınır. La Mancha kırlarında kemik torbası
Rosinante ve şaşkın Şövalye'yle at sürmek, Kaptan
Ahab'la bir balinanın sırtında denizlere açılmak, Emma
Bovary ile arsenik içmek, Gregor Samsa'yla böceğe
dönüşmek..." dediği şey!
Veya karanlığı dönüştürmeye
çalışan bir ışık olan tiyatro!
Hani Luigi Pirandello'nun, "Tiyatro
eylemdir, efendim, eylem; birtakım hikmetler savurmak değil"; Ayşe
Emel Mesci'nin, "Tiyatro hatırlayarak tanıklık
etmektir," Işıl Kasapoğlu'nun, "Muhalefet etmeyen
tiyatro olmaz"; Mehmet Ergen'in, "Tiyatro biraz tehlikeli
olmalı," diye tarif ettiği şey…
Ya da sanatın en has hâli olan şiirdir! Şiir,
insan doğasının en saf hâlidir...
Şiir isyancıdır; ince tınısı bile
yeryuvarlağını yerinden oynatmıyorsa niye yazılsın
"şiir"!
Şiire yönelik bu tür yaklaşımlarımda,
Ataol Behramoğlu'nun Mayakovski'den çevirdiği
"Şair İşçidir" başlıklı şiirden esinlenmeler
vardır.
Şiiri "boş iş" sayanlara, şöyle
seslenir Mayakovski: "Ve kendimi/ bir fabrika saymaktayım ben de./ Ve
eğer/ bacam yoksa/ İşim daha zor demektir bu./ Bilirim/ hoşlanmazsınız
boş laftan/ kütük yontarsınız kan ter içinde,/ Fakat/
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:/ Kütükten kafaları
yontarız biz de./ Ve hiç kuşkusuz saygıdeğer bir iştir balık
avlamak/ çekip çıkarmak ağı./ Ve doyum olmaz tadına/
balıkla doluysa hele./ Fakat/ daha da saygıdeğerdir şairin işi/ balık
değil, canlı insan yakalamadayız çünkü./ Ve doğrusu/
işlerin en zorlusu/ yanıp kavrularak demir ocağının ağzında/ su
vermektir kızgın demire./ Fakat kim/ aylak olduğumuzu söyleyerek/
sitem edebilir bize;/ Beyinleri perdahlıyorsak eğer/ dilimizin
eğesiyle..."
Fransız şair Marc Delouze'un, "Şiirin
yolu diğer tüm sanatlardan geçiyor, çaprazlama
geçiyor. Diğer tüm sanatların yolu da şiirden geçiyor.
Çünkü şiir tüm sanatları sorgular. Ama bence tüm
sanatlar da şiiri sorgular," dediği üzre şiir deyince hep
anımsanmalıdır ki;
Jean Cocteau'nun, "İhtilalde her zaman bir
şiir havası vardır. Çünkü şiir
ihtilaldir"…
Arthur Rimbaud'un, "Ozan gerçekten
ateş hırsızıdır"…
Matthew Arnold'un, "Şiir, önünde
sonunda, yaşamın bir eleştirisidir"…
Nevzat Çelik'in, "Şiir umuttur.
Belleksiz insan yenilir şiirde!"
Diyeceklerimi noktalıyorum; Direniş ve isyan
dünyadaki en insanî ve sanatsal etkinliktir.
Bu nedenledir ki, "Gölge doğuşunu
ışığa borçludur," diyen John Gay'in sözlerindeki
gibi, sanatta doğuşunu direnişten isyana yönelen insanî edime
borçludur…
 
Temel Demirer
31 Temmuz 2010 15:25:05, Çeşme Köy.
 
N O T L A R
[1] size="2">Newroz, Yıl:4, No:143, 26 Ağustos 2010…
[2]
Komutan Yardımcısı Marcos.
[3]
Ayşegül Sönmez, "Sanat ve Pazarlama Üssü Art
Basel", Radikal, 21 Haziran 2010, s.23.
[4]
Suat Hayri Küçük, "Metanın Ruhundaki Cehennem",
Birgün, 9 Mart 2010, s.15.
[5]
Erdoğan Altan, "Sanatçıya Sanat Yasağı",
Günlük, 10 Nisan 2010, s.7.
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder