31 Ekim 2010 Pazar

Bizim Halkımız En Güzeline En İyisine Layıktır

Bizim Halkımız En
Güzeline En İyisine Layıktır

- Moskova Metrosu:
Moskova'da bu büyük şehirde bir yerden bir yere ulaşmanın
- en ekonomik
- en hızlı
- en rahat yolu hala bu metrodur.

Tarihi özellikleri ve güzelliği ile trafiğin en yoğun olduğu
bir şehirde hala bir kurtarıcı durumundadır.
Kızılordu ve Konüminst Gençlik Birliği'nden tam 13 bin kişi
bu metro inşaatında görev alır.

Metronun iç dekorasyonunda SSCB'nin en iyi
mimarları-sanatçıları görev alır. Duvarlarında ve
tavanlarında, devrim, sovyet yaşamı, çiftçilerin kabartma
resimlerinden ünlü çizimlere kadar bir çok sanat
eseri yer alır.

Kızıl muhafızlar, işçiler, denizciler, sporcular,
çiftciler, kadınlar, sosyalizmin öncüleri ile birlikte
nakış nakış işlenmiştir duvarlara. Metro sadece ulaşım amaçlı
kullanmaktan çıkmış her bir istasyonu gezilecek görülecek
tarihi bir yer haline getirilmiştir.

Bazı istasyonlarda Sovyetler Birliği'nde yaşayan farklı
kültürlerin halkların ulusal giyisileri resmedilir.
Sade zarif çizgilerde vardır mimaride, taş yontmalarda.
Kızıl yıldızın süslediği tavanlar gözalır.

Ve bir istasyonunda TÜM DÜNYA BARIŞI temalı devasa mozaik de
vardır Rusya'ya özgü halı deseni vardır.
Buz pateni yapanların, satraç oynayanların, dans eden
gençlerinde resimleri vardır.

Metro Moskovalılar'a sadece ulaşım hizmeti vermez. İlk yapılan
istasyonlar aynı zamanda savaşta sığınak olarak kullanılır. 1941'de
faşist Alman askerleri Moskova yakınlarına geldiğinde istasyonlar
karargah olarak kullanılır. Kızılordu'nun cepheye gitmesinden önce
Stalin bu istasyonlardan birisinde general-lere hitap eder. Stalin ve Sovyet
halkının komutanları ilk saldırı planlarını burada bir istasyonda
yaparlar.

1- "Metronun Zaferi Sosyalizmin Zaferidir" herşeye bu noktadan
bakarak başlamışlar inşaata. Kapitalizme karşı bir mücadele gibi
ele almışlar. Proleterya mimarisi... diye küçümseyen
emperyalistlere Rus halkının verdiği en güzel cevaplardan birisi
olmuş metro. Metro inşaatından sorumlu mimar KAGANOVİÇ
"TÜM İNŞAATI SOVYET MALZEMELERİ İLE, SOVYET İŞÇİLERİ
VE GENÇLERİ İLE, SOVYET UZMANLARI TARAFINDAN
GERÇEKLEŞTİRİLMİŞ" derken halk dünyanın en güzel
metro modelini yaptı, işçiler "zengin gelişmiş"
kapitalist ülkelerden daha gelişmiş bir metro yapmayı başardılar
çünkü bunu kendileri için yaptılar" diye
tamamlamıştır açılış konuşmasını.
Bir çok emperyalist ülkenin mimari dergilerinde SARAY DEĞİL
METRO başlığı ile METRONUN resimleri sergilenmiştir.

2- Halkın rahat edebileceği en ince ayrıntıyı düşünmüş
ve yapmışlardır. En iyi malzemeler, rahat çıkışlar, çok
sık sefer yapılabilmesi için gerekli ayrıntılar hesaplanmıştır.

3- Metro sosyalizmin mimari olarak dışa vuruşu olmuş. En güzel
mimariyi kullanmışlar. En güzel renk, en güzel desen, en
güzel tasarım... Halk için her şeyin en iyisini
düşünmüş ve yapmışlar.

4- Tek başına güzel bir tasarım değil bu tasarımlar aynı zamanda
birşeyler anlatmalı diye düşünmüşler. İnsanlar buraya
baktığında sosyalizmi görmeliler diye bakmışlar. Partizanlar, halk
direnişi, zafer bunlar işlenmiş duvarlara en güzel renklerle.

5- "Moskova metrosunda insanın kafası, yüreği hafifler. Cennet
misali bir yer adeta" der halk. Yorgun argın işten dönerken
ünlü bir ressamın resim sergisini sevilen bir sanatçının
bir konserini izleme şansına sahiptirler.

Kısaca;
- Sosyalistler herşeyin en güzelini yapar.
- Halkımız herşeyin en güzeline layıktır.
- Sosyalistler estetiğin de en güzelini yaparlar.
- Tasarım, desenlerin hepsinin bir anlamı vardır sanat diyerek
anlayamamayı değil tüm halkın anlayacağı sanatı halka mal
etmişlerdir.
- Kollektif çalışmaya en güzel örneklerden birisidir
Kızılordu'dan Gençlik Örgütleri'ne kadar tüm halk
çalışmıştır metro inşaatında.
- Kısa sürede planlı programlı çalışarak çok
güzel bir sonuç elde etmişlerdir. İki yılda 45 istasyon her
şeyi ile bitirilmiştir.

Devrimciler nasıl bakarlar?

1- Yaptığımız bir işte nihai hedefini unutmamalıyız. Bu bizim iktidar
iddiamız olmalıdır.
Yaptığımız her işte ciddi çalışmalıyız, bir pankart yazarken
de bir eylem yaparken de.

2- Planlı programlı çalıştığında hiç kimsenin olmaz
dediği işler dahi yapılır.

3- Coşkulu çalışmak, hayal kurmak çalışmamıza moral
motivasyon taşır.

4- Yaptığımız bir işin sonucunu arkadaşlarımıza, halkımıza, en
güzel şekilde sunmalıyz.
Örneğin; bir yazıyı güzel bir kağıda yazmak, özenli
yazmak. Sadece şekil deyip geçmemeliyiz, dış
görünüş iç dünyanın yansımasıdır aynı
zamanda.

5- Bizim insanlarımız bizim halkımız, herşeyin en güzeline
layıktır diye düşünürsek müthiş güzellikler
yaratabiliriz.

6- İstediğimiz bir işi en özenli şekilde yapmalıyız.
Değer vermeliyiz.

En güzeli arkadaşlarımıza kendimize halkımıza layık
görmeliyiz.
- İnsanlarımızı sevmeli değer vermeli, onlar için en
güzelini yapmalıyız.
Ve bundan mutluluk duymalıyız.

DİPNOT:
* Kullanılan toplam uzunluk: 279 km. (inşaatı halen suruyor)
* Kullanılan istasyon sayısı: 172 ad.
* Vagon sayısı: 3850 ad.
* Günlük yolcu sayısı: 9 milyon kişi (9.000.000)
* Toplam tunel sayısı: 304 ad.
* Yeraltı depo sayısı: 15 ad.
* Vagon Parkı: 4319 ad.
* Günlük hareket halinde Vagon Sayısı : 8737 ad.
* Bir vagonun günlük yol aldığı uzunluk: 518 km.
* Sabahları tren gelme aralığı: 40 saniye.
* Gün için tren gelme aralığı: 90 saniye.
* Gece geç saatlerde tren gelme aralığı: 120 saniye
* Perona giren ortalama vagon sayısı: 7 ad.
* Vagonların ortalama hızı: 60 km.
* En uzun hat: 41,5 km. Bulvar Dimitriya Donskovo - Altufevo arası.
* En uzun tünel: 44,5 km. Bulvar Dimitriya Donskovo - Altufevo arası.

* İki istasyon arası en uzun olan hatlar: 3393 m. Volgagrad sky Prospekt
ile Tekstilshki arası.
* En derin istasyon "Park Pabeda": 84 m.
* En uzun peron Vorobevri Gori: 270 m.
* Yuruyen merdiven sayısı: 612 ad.
* En uzun yürüyen merdiven "Park Pabeda": 126 m.
 

Kaynak: yuruyus.com

Afganistan açlıkla boğuşuyor

Afganistan açlıkla
boğuşuyor

Afgan hükümet yetkilisinin yaptığı
açıklamaya göre, Afganistan genelinde 9 milyon kişi
açlık çekiyor.

Afganistan Tarım Sulama ve Hayvancılık Bakan yardımcısı Salim
Kundizi Dünya Gıda Günü ile ilgili yapılan toplantıda,
temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamayan ve yeterli yiyecek
bulamayan kişilerin aşırı fakir olarak tanımlandığını
söyledi.

Afganistan genelinde aşırı açlık çeken insanların
sayısının iki sene önce 5 milyon olduğunu söyleyen Kundizi, bu
sayının 2010 yılı sonunda 9 milyon kişiye ulaştığını
açıkladı. Kundizi açlık çeken insanların
sayısının özellikle kış mevsiminde arttığını ve her sene daha
fazla insanın açlık ile mücadele ettiğini belirtti.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü aşırı
açlık ve yoksulluğu 5 hektardan daha az tarıma elverişli toprağa
sahip olmamak olarak tanımlıyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, Dünya
Tarım Programı ve Afganistan Tarım Sulama ve Hayvancılık Bakanlığı
arasında “Açlığa karşı mücadele” antlaşması
imzalandı.

Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre dünya
çapında 925 milyon kişi açlık ile mücadele etmeye
çalışıyor.

(soL - Dış Haberler)

Kaynak: sol.org.tr

Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı

Tabiat ve Biyolojik
Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı

Tabiat ve Biyolojik
Çeşitliliği Koruma Kanun tasarısı Su Havzalarına, Ormanlara,
Meralara, Kıyı ekosistemine ve Biyoçeşitliliğe
saldırıdır

2009 tarihinden beri hazır halde bekletilen ve 2010 Ekim sonunda meclise
sunulan Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun tasarısı
yürürlüğe girdiği andan itibaren o tarihe kadar alınmış
Tabiat Sit kararları, Milli Parklar, Tabiat Parklarının koruma
statüleri iptal edilecektir.

Bu taslak yasallaşırsa:

Su Kullanma Hakkı Sözleşmesi imzalamış ve /veya HES
(Hidroelektrik Santral) için lisans almış tüm şirketlerin
önünde engel olarak duran havza koruma statüleri
kaldırılacaktır. Böylece Milli Park olan Munzur vadisinde, Arılı,
Çağlayan, İkizdere Vadileri gibi 1. derece sit alanı ilan edilen
vadilerde şirketlerin faaliyetleri yasallaşacak ve HES inşaatları hız
kazanacaktır.

Bu yasa ile İstanbul a yapılması planlanan 3. Boğaz
köprüsü projesinin önündeki bir yasal engel daha
kalkacaktır. İstanbul’un kuzey ormanlarını tarım arazilerini, su
havzalarını, doğal ve yabanıl hayatı tehdit eden 3 köprü
projesi  İstanbul İl Çevre Düzeni Planına, uluslararası
sözleşmelere aykırı olmasına rağmen başka bir neo-liberal
saldırı aracı olarak hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.
Köprü yapımı ve İstanbul’un kuzeyine doğru yoğunlaşan
yapılaşmayı önlemek için İstanbul 3 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 15.11.1995
tarih ve 7755 numaralı;“İstanbul Kuzey Kesimi – Karadeniz
Kuşağı Doğal SİT Alanı” 
kararı da kaldırılmak
istenmektedir.

Bu yasa ile tüm tabiat kararları, Doğal alanların kimlerinin ve
nasıl kullanılacağı ile ilgili karar verme yetkisi Çevre ve Orman
Bakanlığına verilecektir.

Bakanlığın alacağı kararlar, bugüne değin HES ( Hidroelektrik
santral) lisansı vererek Anadolu’daki tüm derelerin ve su
havzalarının ticarileştirilmesini sağlayan bakanlığa bağlı aynı
bürokratlar, bakanlığın belirleyeceği akademisyen ve gene
bakanlığın seçeceği STK’lardan oluşan kurullar tarafından
verilecektir.

Koruma statüleri iptal edilen havzalarda yeniden koruma alanlarının
belirlenmesi için 3-8 yıl kadar bir süre gerekmektedir.
Bakanlığın bağlı bulunduğu hükümetin politikasını yerine
getirecek kararları bu boşta kalan süre zarfında vereceği ve
tüm doğal alanları koruma esaslı değil kullanma esaslı
değerlendirileceği ve ticarileştireceği açıktır.

Bakanlığın politikasının ise doğal alanları sermaye
saldırganlığına açma, doğayı metalaştırma ve yok etme
çizgisinde ilerlediği AKP iktidarı boyunca yaşama geçirilen
uygulamalarla kanıtlanmıştır. AKP iktidarı derelerini, ormanlarını,
toprağını, su havzalarını korumak için direnen halkın
karşısında şirketlerin çıkarlarını savunmaktan bir an bile
vazgeçmediği gibi sermayenin hareket alanını geliştiren
bütün yasal düzenlemeleri bir bir yaşama
geçirmektedir.

Bu taslak yasallaşırsa, hazine arazileri, meralar, ormanlar ve su
havzaları kullanıma açılacaktır. Çevre ve Orman
Bakanlığı yasadan aldığı yetki ile gerekli gördüğünde
doğal alanlarla ilgili izinler, intifa veya irtifak haklarını
üçüncü şahıslara devredilebilecektir.

Yasa tasarısına göre tür ve habitatları koruma bahanesi ile
doğal alanların işletme yetkisi il özel idarelere, belediyelere,
vakıf ve derneklere bakan onayı ile verilebilecektir. Böylece sadece
doğal alanlar değil Anadolu’da yetişen tüm biyolojik tür
ve çeşitler de ticarileştirilecektir.

Bakanlık bu yasa ile koruma alanlarına ait uzun devreli gelişme plan
yapma yetkisini de özel kuruluşlara devretmektedir. Yasaya göre
şirketlerin kullanımına sunulan doğal alanlar özel güvenlik
güçleri ile korunacaktır.

Bugün Anadolu’nun pek çok yerinde şirketlerin HES
yapmak için talan ettiği su havzalarında derelerini korumaya
çalışan yöre halkına Jandarma ve özel güvenlik
kuvvetleri müdahale etmektedir. Benzeri müdahalelerin elinden
merası, deresi, ormanı ya da kamulaştırılarak tarlası elinden
alınanlar için de yaşanacağı açıktır.

Çevre ve Orman Bakanlığı’nın; şirketlerin
önünü açmak, doğal varlıkları şirketlerin
kullanımına sokmak için yasa tanımazlığı bu taslak yasa ile de
sınırlı değildir. Bilindiği gibi Hasankeyf ve Allianoi için
tarihi sit kararları bulunmasına rağmen her iki sit alanında da baraj
yapımı için çalışmalar hızla sürmektedir.

Unutulmamalıdır bu tasarı ve doğal, tarihi ve kültürel
varlıkların ticarileştirilmesi için yapılan tüm uygulamalar,
Türkiye’nin taraf olduğu, Bern Sözleşmesi Avrupa’nın
Yaban Hayatı ve Yaşam Alanlarını Koruma Sözleşmesi
(l982-Türkiye 1984 de imzaladı), Dünya Mirası Sözleşmesi:
Dünya Kültürel ve Yaban Mirasının Korunması (l983
Türkiye katılımı), Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi
(l971-Türkiye l994)  gibi uluslararası anlaşmalara da
aykırıdır.

Doğal alanların korunması ile ilgili tüm uluslar arası
anlaşmaların da yok sayıldığı bugün, gelinen noktada, idare yani
Çevre ve Orman Bakanlığı; yasa yapma-yürütme, plan
değişikliği yapma ve uygulama hakları ile donatılmış, su havzalarını
bütünleşik olarak yöneten, AB su çerçeve
direktifine uyumlu kamu-özel ortaklığıdır.

Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun tasarısı ile sit
ve tabiat koruma kararlarının iptal edilmesi de dahil yukarıda sayılan
tüm değişikliklerle, doğal ve kültürel varlıkların
kullanımı; paydaşların yönetimine/ kullanımına sunulmaktadır.

Paydaşlar; doğayı ve doğal varlıkları sermaye birikimine
sokan/sokacak olan şirketler, ilgili kamu–özel kurumları ve bu
kurumların seçtiği (şirket-kamu işbirliğindeki) sivil toplum
kuruluşlarıdır.

Yasa ile tüm Anadolu’da su kullanım hakkı sözleşmeleri
ile HES yapımı için 49 yıllığına şirketlere devredilen 2000
civarında dere parçası ve havzasının, 10.000 civarında olacağı
varsayılan mikro-HES’lerin (0.5 MW’dan daha az kurulu
gücü olan HES’lerin) yapılacağı alanların
ticarileştirilmesinin, tüm ormanların ve meraların şirketlerin
kullanımına sokulmasının, maden arama ve çıkarma faaliyetlerinin
yolunu daha güçlü açmış olacaktır.

Bizler doğayı; dereleri, meraları, ormanları, yer altı sularını,
madenleri, biyolojik tür ve çeşitliliği şirketlerin sermaye
birikimine sokan,

bugüne değin alınmış sit kararlarını ve tabiat parklarını,
milli parkların koruma kararlarını kaldıran,

Doğal alanlar ile ilgili kararları Hükümetin politikaları
doğrultusunda alan çevre ve orman bakanlığının kurullarına ve
bakanın doğrudan onayına bırakan,

Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun
Tasarısı”
na karşıyız.

Suyun ticarileştirilmesine, doğanın metalaştırılmasına ve sermaye
talanına açılmasına karşı mücadelemiz sürecektir.

Bu yasanın Meclis’ten geçmemesi için de mücadele
edeceğimizi duyuruyoruz ve yasanın arkasında duran herkesi
uyarıyoruz.

Halkın direnişini yasalarınızla engelleyemeyeceksiniz.

SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR PLATFORMU

3. KÖPRÜ YERİNE YAŞAM PLATFORMU

 

30 Ekim 2010 Cumartesi

Maden İşçilerine Hakaret Gibi Eğitim

Maden İşçilerine Hakaret
Gibi Eğitim

 Her yıl onlarca işçinin
denetimsizlik, taşeronlaştırma ve yeterli iş güvenliği
tedbirlerinin alınmaması sonucu yaşamını yitirdiği maden işkolunda
sesi çıkmayan Türk-İş’e bağlı Genel Maden
İşçileri Sendikası, madencilere “kredi kartını
düzgün kullanma eğitimi” vereceğini
açıkladı 

 
Her yıl maden ocaklarında onlarca işçi taşeronlaştırma,
denetimsizlik, ihmal ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmaması sonucu
hayatını kaybediyor. Ölümlü maden kazalarının bu denli
yüksek olduğu iş kolunda en fazla üyeye sahip
Türk-İş’e bağlı Genel Maden İşçileri
Sendikası’nın (GMİS) ise konuyla ilgili ciddi bir
çalışması bulunmuyor. 
 
GMİS, sektörde taşeronlaştırmayla gelen güvencesizlik ve
hükümetin iş güvenliği tedbirlerini denetlememesine karşı
herhangi bir girişimde bulunmazken, işçilere ‘kredi kartı
kullanımı eğitimi’ vereceğini duyurdu. Üstelik sendika bu
çalışmayı çok sayıda madencinin yaşamını yitirdiği
ocakların bağlı bulunduğu Türkiye Taşkömürü Kurumu
(TTK) ile anlaşmalı düzenliyor. 
 
İşçinin intiharı 
Sendikanın etkinliği geçen hafta yaşanan bir işçi
intiharından sonra planlandı. Bartın’ın Amasra ilçesinde
TTK’ya bağlı bir taş kömürü ocağında Muzaffer Kaya
isimli işçi banka kredisini ödeyemeyince bunalıma girerek maden
ocağında intihar etmişti. Yapılan araştırmalarda maden iş kolundaki
işçilerin yüzde 35’inin kredi kartı borçları
sebebiyle icralık olduğu belirtiliyor. 
 
Maden işçilerinin kredi borçlanmasına düşmesinin
temel sebebi ise düşük ücretler. Madenlerde zor koşullarda
çalışan işçiler için en düşük maaş 1200
TL. 2 bin 500 liralık yoksulluk sınırı düşünülürse,
işçilerin yaşamlarını sürdürmek için kredi
borçlanmasına girmekten başka şansı kalmıyor. 
 
”Kazalar işçilerin
eseri” 
GMİS Genel Başkanı Ramis Muslu, işçilerin sorununun
bilinçsiz kredi kartı kullanmak olduğunu iddia ederek;
“Bilinçsiz şekilde kredi kartı kullanmaktan dolayı
işçilerimizin yüzde 35'i icralık. Zaman zaman tabi ki eğlence
yerlerine gidecek ve işin stresini de atacaklar. Ama kredi kartı konusunda
arkadaşlarımızı bilgilendirmek gerekir. Bu konuda TTK Genel
Müdürüyle görüştük” dedi. 
 
Muslu’nun açıklamasının en ilginç kısmı ise iş
kazaları ile ilgili oldu. Muslu, iş kazalarında yaşanan
ölümlerdeki hükümet ve işveren payını görmezden
gelerek işçilerin dikkatsizliği sonucu kazaların yaşandığını
iddia etti. Muslu kazalarla ilgili; “Kafasında sorunlarla işe gelen
madenciler iş kazalarına neden oluyor” dedi. 
 
Oysa maden sektörüyle ilgili iş kazaları raporları madenci
ölümlerinin “kafasında sorun olan işçiler”den
çok taşeronlaştırmayla gelen güvencesizlikten
kaynaklandığını gösteriyor. Uluslararası Çalışma
Örgütü’nün raporlarına göre;
Türkiye’de diğer sektörlerde yüzde 20 olan
ölümlü iş kazaları oranı maden iş kolunda yüzde 74.2.
Taşeronlaştırmayla gelen güvencesizliğin yarattığı tehlike ise
şu veride gizli; Madenlerde özelleştirme ve taşeronlaştırma
uygulamalarının başlamasıyla yaşanan iş kazalarındaki
ölümlerin yüzde 73’ü taşeron firmaların
ihmallerinden kaynaklanıyor. 
 
İşverenin sendikası mı? 
GMİS, işveren konumundaki TTK ile kurduğu uyumlu ilişkiyle dikkat
çekiyor. 14 Ekim’de TTK ile olağan görüşmelerinden
birini gerçekleştiren GMİS yöneticileri, işçilerin
yaşadığı çok sayıda sorun varken, görüşmede bunları
dile getirmekten kaçındı. Yönetim kadrosunun eksiksiz
katıldığı görüşmede sendikacılar ile TTK Başkanı Burhan
İnan “kurumun geleceği” için yapılacakları
konuştu. 
 
Muslu görüşmede TTK Genel Müdürü İnan’a
“Sendika ile kurumu ikiz kardeş olarak görüyorum. Eğer
birlikte hareket edersek birçok şeyi aşar başarılı oluruz”
dedi. İnan da görüşmenin TTK adına çok olumlu
geçtiğini belirtti. 
 
Kaynak: Sendika

 

TÜRKAN ALBAYRAK AÇLIK GREVİNE BAŞLADI

TÜRKAN ALBAYRAK AÇLIK
GREVİNE BAŞLADI

style="font-family:
Tahoma;">         
Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde temizlik işçisi olarak
çalışırken sendikaya üye olduğu için işten atılan
Türkan ALBAYRAK, hastane bahçesinde çadır kurarak 112
gündür direnişe devam etmekteydi. Albayrak, 29 Ekim Cuma
günü saat 14.00’te bir basın açıklaması yaparak
açlık grevine başladığını açıkladı.
          Yapılan
açıklamada, Türkan ALBAYRAK: “Gece
gündüz demeden sesimi duyurmak için orada oturma eylemi
gerçekleştirdim, sesimi duymazdan geldiler. İşçi
kardeşlerim, yoksul halkım destek verdi, işime geri alınmam için
yürüyüş yapıldı, binlerce dilekçe verildi. Talebim
kabul edilmedi. Mevcut direnişimle sonuç alamadım. Haklı,
demokratik, meşru talebim karşılanmadı… Ben de bedenimi
mücadele silahı yapıp açlık grevine
başlıyorum.”
diyerek tüm emekten yana, devrimci
demokrat kesimleri açlık grevine destek vermeye çağırdı. />
          112 gündür
yoğun bir destek ile devam eden direnişe bugün de birçok
demokratik kitle örgütünün ve sendikanın destek verdiği
görüldü. Paşabahçe otobüs durağında
toplanan Artı İvme Dergisi, Tekel İşçileri ve Emekli-Sen
İstanbul Şubeleri
üyelerinden yaklaşık 50 kişi hastaneye
kadar “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız”,
“Türkan Albayrak Yalnız Değildir”, “Direne Direne
Kazanacağız”
sloganlarıyla yürüyüş yaparak
direniş alanına geldiler.
          Açıklamaya
yaklaşık 20 kişilik bir katılımla destek veren Artı İvme Dergisi
adına söz alan Mehmet GÖÇEBE,
mühendislerin de işçi sınıfının bir parçası
olduğunu ifade ederek, başta Türkan ALBAYRAK’ın direnişi olmak
üzere bugüne kadar birçok direnişe destek verdiklerini
belirtti ve bundan sonra da  direnişlere aktif olarak
katılacaklarını vurguladı.
          Devrimci İşçi
Hareketi, Halk Cephesi, Genel-İş Avrupa Bölge Başkanı, EHP, TAYAD,
ÇHD, HSGGP, Eğitim Sen1-2 nolu şubeleri, ve Tüm-Bel -Sen'den
temsilcilerin de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişinin katıldığı
basın açıklamasının ardından Türkan Albayrak açlık
grevine başladı.
style="font-family: Times New Roman;">
         
style="font-size: small;">Türkan
Albayrak'ın basın açıklamasında okuduğu metin ise
şöyle:

BAŞKA ÇAREM KALMAMIŞTIR!
EMEĞİM ONURUMDUR, ONURUM İÇİN AÇLIK GREVİNE
BAŞLIYORUM!
BEN TÜRKAN ALBAYRAK BAŞKA ÇAREM KALMAMIŞTIR! EMEĞİM
ONURUMDUR, ONURUM İÇİN AÇLIK GREVİNE
BAŞLIYORUM!

Emekçi kardeşlerim! Halkım! Emeğimizi, ekmeğimizi elimiz­den
alıp bizi onursuzlaştırmak istiyorlar. Birleşerek, direnerek BU
KUŞATMAYI YARMALIYIZl

İşten atıldım. 100'ü aşkın gündür, işten atıldığım
Paşabahçe Devlet Hastanesi bahçesindeki çadırda
direnişteyim. Evimi ter- kedip, gece-gündüz demeden sesimi
duyurmak için orada otur­ma eylemi gerçekleştirdim. Sesimi
duymazdan geldiler. İşçi kardeşlerim, yoksul halkım destek verdi,
işime geri alınmam için yürüyüşler yapıldı,
binlerce dilekçe verildi. Talebim kabul edilmedi.
Mevcut direnişimle sonuç alamadım. Haklı, demokratik, meş­ru
talebim karşılanmadı.
Benim tankım-topum yok.
Benim yasa çıkarma, karar verme gücüm yok.
Kendime ait bir bedenim ve bir iradem var.
İşte ben de bedenimi mücadele silahım yapıp, AÇLIK
GREVİ­NE başlıyorum.
NEDEN AÇLIK GREVİ DİYE SORABİLİRSİNİZ?
Bedenimden başka bir silahım olmadığı için.
Bir kadın olarak, bir anne olarak, bir işçi olarak emeğim
onu­rumdur. Onurum için direniyorum.
Bu hayatta sahip olduğum tek şey, emeğimdir.
Emeğimi elimden alarak beni işsizliğe, açlığa mahkum ediyor- />
Ne yapacağım ben?
Hırsızlık mı yapayım? Dolandırıcılık mı yapayım?
Bir insanı aç bırakmak, onursuzluğa, yozlaşmaya mahkum
et­mektir.
Aç, işsiz bırakılan insan, direnemezse, açlık her şeyin
önüne geçer.
Ben onursuzluğu, yozlaşmayı reddediyorum.
Emeğimle çalışmak ve emeğimin karşılığıyla yaşamak
istiyo­rum.
Dünyadaki benim bildiğim en kutsal şeydir emek.
Ve benim sahip olduğum tek şeydir.
Onu korumak için herşeyi yaparım.
Emeğimi, onurumu korumak için AÇLIK GREVİNE
başlıyo­rum.
Biz, şimdiye kadar çalmadık, çırpmadık. Sadece emeğimizle
yaşadık.
İşsiz bırakılan insan, emeğinden, onurundan yoksun bırakıl­mış
demektir.
İşsiz insan, çocuklarına yemek yapamaz, onları okutamaz.
İş­siz bırakarak benim ANNELİK HAKKIMI bile elimden alıyorlar.
Annelik hakkım için AÇLIK GREVİNDEYİM.
Kardeşler! Halkım!
İşimi, emeğimi, onurumu geri istiyorum.
Kazanıncaya kadar AÇLIK GREVİNDEYİM.
Savunduğum tüm emekçilerin, tüm yoksulların onurudur. />
Onurumuz için, hepinizi mütevazi direnişimi desteklemeye
çağırıyorum.
                                           
TÜRKAN ALBAYRAK PAŞABAHÇE DEVLET HASTANESİ TEMİZLİK
İŞÇİSİ

Yabancı Okulların Arazi Edinmesine Vize

Yabancı Okulların Arazi
Edinmesine Vize

 Anayasa Mahkemesi, yabancı okulların yeni
arazi edinebilmesi ve kapasitelerini artırabilmesinde karşılıklılık
şartı aranmamasını Anayasa'ya aykırı bulmadı.

 
Yüksek Mahkeme'nin, CHP'nin başvurusu üzerine yabancı
okulların, karşılıklılık şartı aranmaksızın yeni arazi edinebilmesi
ve kapasitelerini artırabilmesine olanak tanıyan yasa
hükmünün iptal isteminin reddine ilişkin gerekçeli
kararı, bugünkü Resmi Gazete'de yayımlandı.
 
CHP'nin iptal başvurusunda, 5580 sayılı Özel Eğitim Kurumları
Kanununun 5'inci maddesinin (b) fıkrasının birinci bendiyle istisnasız
bütün yabancı okullara mütekabiliyet (karşılıklılık)
şartı belirtilmeksizin; Bakanlar Kurulunun izniyle yeni arazi edinebilme,
kapasitelerini en fazla beş misline kadar artırabilme imkanı
tanındığı, aynı fıkranın beşinci bendinin birinci cümlesiyle de
bu okullara, mütekabiliyet esası aranmadan edinebilecekleri taşınmaz
mallarını, kurucularının veya yetkililerinin önerisiyle, Milli
Eğitim Bakanlığına ya da kuruluş amaçları eğitim vermek olan,
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'na göre kurulan vakıflara,
Bakanlar Kurulunun izniyle devredilebilme hak ve yetkisi tanındığı
belirtildi.
 
Milletler arası ilişkilerde “karşılıklılık” ilkesinin
önemine işaret edilen başvuruda, iptali istenen kurallarla,
karşılıklılık şartı aramaksızın yabancı okullara Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde
taşınmaz mal edinmek hakkı ve bu şekilde edindikleri taşınmazları
kuruluş amaçları eğitim vermek olan 4721 sayılı Türk Medeni
Kanuna göre kurulan vakıflara devretme imkanı tanındığı öne
sürüldü.
 
Başvuruda, bu düzenlemenin eşitliği ve dengeyi bozduğu,
Anayasanın başlangıç kısmına aykırı bir durumun ortaya
çıkmasına yol açtığı savunuldu.CHP'nin iptal başvurusunu
reddeden Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararında ise 5737 sayılı
Vakıflar Kanunu'nun, vakıfların taşınmaz mal edinebilmelerini ve
taşınmaz mallar üzerinde tasarrufta bulunabilmelerini
yasaklamadığı, ancak kurucularının çoğunluğu yabancı uyruklu
olan vakıfların taşınmaz mal edinmeleri durumunda, 2644 sayılı Tapu
Kanunu'nun yabancıların taşınmaz mal edinimini düzenleyen 35.
maddesinin uygulanacağını öngördüğü
vurgulandı.
 
Yabancı okulların, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu ile bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda resmi
öğretim kurumlarında uygulanan mevzuata tabi olduğu, bu okulların da
diğer bütün okullar gibi faaliyetlerini Milli Eğitim
Bakanlığının denetim ve gözetiminde yürüttüğü
belirtilen gerekçeli kararda, şu ifadelere yer verildi:
 
“Buna göre, yabancı okulların taşınmaz mallarının,
kurucularının veya yetkililerinin önerisi ile kuralda
öngörülen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'na göre
kurulan vakıflara devredilebilmesi için vakfın öncelikle,
hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre kurulmuş bir vakıf
olması ve kuruluş amacının eğitim vermek olması gerekmektedir. Öte
yandan, devredilen bu kurumların yönetim, eğitim ve öğretim
özellikleri dikkate alınarak korunması yararlı görülenleri
Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenecektir.
 
Bu nedenle, yabancı okulların taşınmaz mallarının, Milli Eğitim
Bakanlığına veya eğitim vermek amacıyla kurulmuş ve kuruluşu
mütekabiliyet esasına dayanan yeni vakıflara devredilebilmesine
ilişkin kuralda, ayrıca mütekabiliyet ilkesine yer verilmemesinde
Anayasa'ya aykırılık bulunmamaktadır.”
Anayasa Mahkemesi, bu gerekçelerle CHP'nin iptal istemini
reddetti.
 
SAĞLIK MESLEK LİSELERİNİN MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI'NA
DEVRİ
 
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi, yapılan yasal düzenlemeyle
sağlık meslek lisesinde müdür yardımcısı olarak görev
yapan kişinin, sağlık meslek dersi öğretmeni olarak atanmasında
Anayasaya aykırılık bulmadı.
 
Yüksek Mahkemenin bugünkü Resmi Gazete'de yayımlanan
gerekçeli kararında, yasa koyucu tarafından Milli Eğitim
Bakanlığı için gerekli olmadığı değerlendirilen okul
müdürlüğü ve müdür yardımcılığı
kadrolarının, bu kişilerin şahsi durumlarının korunması amacıyla
ihdasının hukuk devleti ilkesinin bir gereği ve sonucu olmadığı, bu
nedenle iptali istenen düzenlemeyle kazanılmış hakları ihlal
edilmediği belirtildi.
 
Kaynak: Hurriyet

1 Mayıs Mahallesi’nde Polis Terörü

1 Mayıs Mahallesi'nde
Polis Terörü

 Anadolu Haklar ve Özgürlükler
derneği basıldı.

 
1 Mayıs mahallesinde birçok eve baskın düzenlendi.
 
16 kişi gözaltına alındı.
 
Bugün sabaha karşı saat 04.30 saatlerinde polis 1 Mayıs
Mahallesindeki birçok eve ve aynı mahallede bulunan ve burda faaliyet
yürüten Anadolu Haklar ve Özgürlükler
Derneği’ne operasyon düzenlendi.
 
Mahalleyi sabahın erken saatlerinde abluka altına polis derneğe ve
çalışanlarının evlerine baskın yaptı. Evlere zorla, hiç
bir açıklama gereği duymadan saldıran polis, kapıları kırarak
girdi. İnsanları işkencelerle, yerlerde sürükleyerek zorla
gözaltına aldı.
 
Derneğe girmeye çalışan polis ise dernekte bulunan Halk
Cepheliler'in direnişi ile karşılaştı. Kapıya barikat kuran Halk
Cepheliler slogaları ile cevap verdiler “Baskılar Bizi Yıldıramaz,
Halkız Haklıyız Kazanacağız” diye haykırdılar. Bir saat boyunca
barikatı zorla dağıtan polis ondan sonra derneğe girebildi. Operasyon
nedeni olarak hiçbir açıklamada bulunmayan polisler tam bir
terör estirdi. Bununla da yetinmediler derneği talan ettiler.
Eşyaları kırıp dağıtmakla kalmayıp camdan da dışarı attılar.
 
Operasyon saat 9.30 civarında sona erdiğinde devrimciler Anadolu
Haklar Derneği’ine kızıl bayraklar ve “Baskılar Bizi
Yıldıramaz – Halk Cephesi” yazan pankart astılar.
 
Gözaltında bulunanların sağlık durumu hakkında net bilgiye
ulaşamadık. Avukatları ile de görüştürülmediklerinden
gözaltı nedenini de öğrenemedik.
 
Aldığımız ilk bilgilere göre operasyonda gözaltına
alınanların isimleri şöyle:
 
Umut Taşdemir
Dursun Bayram
Erdal Bayram
Eftal Bayram
Selman Tökü
Kaan Nakay
Fuat Geleş
Dilek Bal
Deniz Kabak
Hasan Karakuş
İsmail Karakuş
Doğan Tan
Hüseyin Tepe
Soner İlker
Taha Yasin Sakarya
 
Kaynak: Halkinsesi.tv

Öldürdü, Müebbet Ama Dışarda

Öldürdü, Müebbet Ama
Dışarda

Türkiye'de özellikle sol ve Kürt muhaliflerinin
davalarında "tedbir" olmaktan çıkarılan tutuklama,
işkence davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olan
asteğmene uygulanmadı. Av. Ercan Kanar, yargıda çifte standarta
işaret ediyor.
 
Gözaltında işkence sonucu ölüm davasında ilk kez
"ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezası verildi.
Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'ne ait olan karar, yine aynı mahkemenin
başka bir kararı ile hükümsüz kılındı. Suç
işlendiği tarihte asteğmen olan sanık Salih Üner, cezaevine
girmeyecek. 
 
Mahkeme sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezasını
verdi fakat, sanık Salih Üner'e, layık gördüğü
"ağır" cezaya rağmen, aldığı bir başka kararla da
Üner'in tutuksuzluğunun devamını sağladı. Mahkeme Üner'in
cezaevine konulmamasına gerekçe olarak Rahşan Affı olarak bilinen
6136 sayılı yasayı gösterdi.
 
1992 yılında gerçekleşen ve işkencede ölümle
sonuçlanan olayda iki yıl boyunca herhangi bir yargılama
yapılmadı. Soruşturma sonucunda 1994 yılında başlayan yargılama 14
yıl boyunca sürdü ve geçtiğimiz günlerde
tamamlandı.
 
Türkiye'de, işkence davalarında ağırlaştırılmış
müebbetle cezası ile yargılama sık karşılaşılır bir durum
olmamakla birlikte, işkence davaları genellikle ya zaman aşımına
"uğruyor" ya da komik cezalarla geçiştiriliyor. Zira,
ağırlaştırılmış müebbet cezaları ile yargılananların -adli
vakaların dışında- neredeyse tamamını sosyalist görüşe sahip
kişiler oluşturuyor.
 
Sosyalist kimliğini taşıyan, gazeteciler, siyasetçiler ya da
toplum içerisinden muhalif olarak çıkan kişiler; "sistem
dışı" görüşlerinden kaynaklı, sadece
ağırlaştırılmış müebbet cezaları ile yargılanırken dahi, uzun
tutukluluk süreleri ile karşı karşıya kalıyor.
 
Özgür Radyo Genel Yayın Yönetmeni Füsun Erdoğan,
Atılım Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek,
Genel Koordinatörü Sedat Şenoğlu..... henüz yargılama
aşamasında olmalarına rağmen, 4 yıldır tutuklu bulunuyor.
 
Oysa yaptığı işkenceler sonucu Abdülkadir Kurt'un
ölümüne sebep olan Asteğmen Salih Üner, 18 yıl boyunca
değil tutuklanmak, gözaltına bile alınmadı. Dahası Üner,
ağırlaştırılmış müebbet cezasını almasına rağmen hala
ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor.
 
TOPLUMUN VİCDANİ YARALANDI
Kurt ailesinin avukatı, Mehmet Bozkurt, ETHA'ya yaptığı
değerlendirmede, "18 yıl boyunca bir gün dahi tutuklu kalmaması
gerek ailenin gerek de toplumun, kamuoyunun vicdanını derinden
yaralamıştır" dedi.
 
Bozkurt şöyle devam etti: "Bir insan olarak bir vatandaş
olarak ve hukukçu olarak bu insanın bir gün bile dışarıda
kalmaması gerekiyordu ama bu şahıs bir saat bile tutuklu kalmadı. Biz en
azından hükümle birlikte sanığın tutuklanması gerektiğini
düşünyorduk ama mahkeme 6116 sayılı yasanın sanığa uygulanma
ihtimaline binayen tutuklama kararı vermedi. 6116 sayılı yasa ise
kamuoyunda Rahşan Affı olarak bilinen yasa. Bu yasanının sanığa
uygulanması durumunda ciddi bir indirim olacak. Mahkemede bunun göz
önünde bulundurarak sanığın tutuklanmasına karar vermedi.
İtiraz etmeyi düşünüyoruz. Bir sonuç alır mıyız
bilemiyorum ama, sanığın tutuksuz yargılanması, 18 yıl boyunca bir
gün dahi tutuklu kalmaması gerek ailenin gerek de toplumun, kamuoyunun
vicdanını derinden yaralamıştır.
 
Mehmet Bozkurt, başka bir müvekkilinin yargılandığı davada,
sadece 8 yıl ceza aldığını ama bu süre boyunca serbest
bırakılmadığını 8 yılın büyük bir kısmında da tutuklu
olarak yargılandığını kaydetti.
 
AV. ERCAN KANAR: TUTUKLAMA FABRİKASI
Av. Ercan Kanar ise yargıda çifte standarta işaret ediyor. İki
müvekkilinin 5 yıl hapis cezasının ardından tutuksuz
yargılandıkları davada müebbet hapis cesazı aldıklarını kaydeden
Av. Kanar şöyle dedi: "Şüphesiz muhaliflere yönelik
yargılamalarda özellikle sol ve Kürtlerle ilgili açılan
davalarda yargı pratiği bir tutuklama fabrikası gibi çalışıyor.
Benim iki ayrı davada 5'er yıl yatıp tahliye olmuş müvekkillerime
ağırlaştırılmış müebbet verildi. Ve tutuklama da çıktı.
Daha dosya Yargıtay'a gitmemiş, bozma olasılğı olabilir... Kesin
hüküm söz konusu değil ama hemen tutuklama kararı verdi
mahkeme."
 
GELENEKSEL YARGI PRATİĞİ
Bunun "Sol ve Kürtlerin yargılandığı davalarda geleneksel
hale gelmiş yargı pratiği" olduğunu söyleyen Av. Ercan Kanar,
şöyle devam etti: "Maalesef yargı pratiğinde çifte
standartlar var. Ayrımcı uygulamalar var. Ayrımcılık hem ideolojik hem
de etnik köken açısından yapılmakta. Dolayısıyla obbjektif,
nesnel temel ceza yargılaması hukuku kurallarına, teminat
hükümlerine uyan bir uygulama yok. Demokratik bir yargı pratiği
mevcut değil."
 
ERGENEKON'A DEĞİL SOL DAVALARINA BAKIN!
"En katı uygulamalar sol ve Kürtlerin davalarında
yaşanıyor. Bu tür yargılamalarda ceza yargılamasının temihat
hükümleri rafa kaldırılıyor. Özellikle tutuklulk
konusunda" diyen Av. Kanar, uzun sürdüğü için
eleştirilen Erngenekon yargılamalarına işaret ediyor. Şöyle diyor:
"Ergenekon yargılamalarına 1,5-2 yıllık tutuklamalar nedeniyle
çok yoğun eleştiriler yapılabilmekte. Ama sol ve Kürt
davalarında, devam eden yargılamalarda 9-10 hatta 12-13 yıllık
tutukluluklar var. Ama maalesef öğretim üyelerinin, televizyonlara
çıkan profesörlerin gözü ve kulağı sol ve Kürt
davalır söz konusu olduğunda kapanıyor."
 
Kaynak: Etha

 

ÖLÜMLER SÜRÜYOR, MADEN OCAKLARINDA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK! / Dev.Maden-Sen

ÖLÜMLER SÜRÜYOR, MADEN
OCAKLARINDA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK! / Dev.Maden-Sen

 ÖLÜMLER SÜRÜYOR, MADEN
OCAKLARINDA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK!

27 Ekim 2010

Zonguldak Ereğli'de Hema Endüstri A.Ş Kandilli Kömür
İşletmelerinde 26 Ekim 2010 tarihinde, saat: 10:00 civarında meydana gelen
göçükte, Türkiye Taşkömürü Kurumu'ndan
(TTK) emekli olduktan sonra burada çalışmaya başlayan maden
işçisi Hüseyin TAŞÇI yaşamını yitirdi.

Yaklaşık 750 işçinin çalıştığı, daha önce
gerçekleşen pek çok kazadan sadece organ kaybı ve
ölümle sonuçlananların basına yansıdığı Hema Kandilli
Kömür ocaklarında, bundan önce de 5 ölümlü
kaza meydana gelmişti. İşletmede İş sağlığı ve güvenliği
önlemlerinin yeteri kadar alınmadığı, işçilere dağıtılan
kişisel koruyucu malzemelerin standartlara uymadığı ise bir başka
gerçek. Ocaklarda çalışan işçiler sendikal
örgütlenmeden yoksun olup 3 vardiya halinde
çalıştırılmaktadır.

Düşük ücret, sendikasız, sağlık ve güvenceden
yoksun taşeron sistemine dayanan iş, burada da yine madencilerin
yaşadıkları sorunların başında gelmektedir.

Zonguldak'ta iş cinayetine kurban giden işçinin cesedi daha
toprağa verilmeden bu kez de Bursa'dan ikinci bir acı haber geldi.
Ölümcül kazalarla adını en çok duyuran illerin
başında gelen Bursa'da bu kez Orhaneli ilçesi maden
işçilerine mezar olmuştu.

Bursa'nın Orhaneli ilçesi Akçabük köyünde
faaliyet yürüten Şetat Madencilik şirketine ait krom ocağında
26 Ekim 2010 tarihinde, 16:00 - 24:00 vardiyasında meydana gelen kazada
işçilerden Ramazan SATIK ve Akın DENİZ yaşamını yitirdi. Ocağa
indikleri vagon taşıyan asansörün çelik halatının
kopması sonucu meydana geldiği öğrenilen ve 1 işçinin de
yaralı olarak kurtarıldığı kazada işçiler, asansörle
birlikte 70 metre aşağıda yere çakıldılar. Hatırlanacağı gibi,
18 Mart 2010 tarihinde Şetat madencilik işçilerini taşıyan servis
park halindeki kamyona çok süratli çarpmış, 2
işçi yaşamını yitirirken 13 işçi de yaralanmıştı.

Eğitimsiz işçilerin, düşük ücretle ve sendikasız
olarak çalıştırıldığı krom işletmesinde iş sağlığı ve
güvenliği yönünden pek çok eksiğin bulunduğu,
işverenin insan yaşamını sürekli maliyet hesabıyla ikinci plana
attığı öğrenildi. Bunun önümüzde duran en net
örneği ise kullanım süresi dolmuş olan yıpranmış çelik
halatın süresinde yenilenmemiş olmasıdır.

Ülkemizde, önlenebilir pek çok kaza, yetkililerin
"sektörün kaderi" açıklamalarıyla kanıksanarak
ölümlü kazalar haline gelmiştir.

Maden ocaklarında alınması gerekli önlemler konusunda caydırıcı
yaptırımları hedefleyen denetimler artırılmalı, yasal mevzuattaki
boşluklar biran önce doldurulmalı, taşeron sistemi yasaklanmalı,
sendikal hak ve özgürlüklerin önünü
açacak düzenlemeler derhal yapılmalıdır. Dünyanın pek
çok ülkesi tarafından imzalanan Uluslararası Çalışma
Örgütü'nün (ILO) 176 sayılı Madenlerde İş Sağlığı
ve Güvenliği Sözleşmesi bir gün bile geçirilmeksizin
imzalanarak iç hukuka uyarlanmalıdır.

Yaşamını yitiren madencilerin ailelerinin acısını paylaşıyor ve
başsağlığı diliyoruz. İnsanca yaşanacak ücret, sağlıklı ve
güvenceli bir çalışma ortamının yaratılması için
yetkililerin taleplerimizi dikkate almasını bekliyoruz.

Dev.Maden-Sen

Yönetim Kurulu

 

29 Ekim 2010 Cuma

ODTÜ'de Turnike'ye ve YÖK'e Karşı Eylemler Sürüyor

ODTÜ'de Turnike'ye ve
YÖK'e Karşı Eylemler Sürüyor

 Bu dönem başında
ODTÜ yurtlarına turnike takılması, yurtta kalan öğrenciler
tarafından ciddi bir tepki gördü. Öğrencilerin yurda
giriş-çıkış saatlerinin belirlenmesi ve takibinin daha kolay
yapılması amacıyla konan turnikeler, daha önceki senelerde yine
yurtlara yerleştirilmiş olan güvenlik kamerası sisteminin bir devamı
niteliğinde görünüyor. Son dönemde
"çağdaşlaşma" adı altında yapılan bu tip
değişiklikler okulda yapılan her yeni uygulamada kendini belli ediyor.
 Hırsızlığa karşı konduğu iddia edilen kameralar ve yurda
kimliği belirsiz kişilerin girmesini engelleyeceği iddia edilen turnikeler
bunun en son örnekleri oldular. YÖK başkanının
üniversitelere gönderdiği son genelgeyle ciddi paralellikler
içeren bu tip uygulamalara karşı birlikte bir duruş sergilemeye
çalışan ODTÜ öğrencileri her hafta perşembe
günü saat  style="color: rgb(54, 99, 136); border-bottom-style: dotted;
border-bottom-width: 2px; border-bottom-color: rgb(54, 99, 136); cursor:
pointer; ">12:30
'da Hazırlık E binasından
rektörlüğün önüne yürüyorlar.Her
yürüyüş sonrasında rektörle görüşme talep
eden öğrencilere, rektörlükten şimdiye kadar herhangi bir
cevap gelmemesi üzerine, öğrenciler bu hafta Çarşamba
günü yaklaşık 100 kişilik bir grupla birlikte ODTÜ
Rektörlüğünün önündeki yolda oturma eylemi
yaparak yolu kapattılar. Israrla görüşmeye gelmeyen
rektörlük yetkililerinin " eğer eyleme bir son verilmezse
eyleme katılanlara soruşturma açılacağını" söyleyerek
öğrencileri tehdit etmeleri üzerine öğrenciler, okul
içerisindeki ulaşımın düğüm noktası olan kavşağı da
ulaşıma kapatarak rektörlüğün cevabının kendilerini
korkutmadığını gösterdiler. Çarşamba günü
saat 13:00'da
başlayan yol kapatma eylemi yaklaşık iki saat sürdü. Eylem
boyunca kitlenin azalmaması, kararlı duruşu orada bulunan herkesin
moralini ve inancını daha da yükseltti. Eylem sonrası
rektörlüğün önünde yapılan alkışlı protestonun
yaklaşık 5 dakika boyunca hiç azalmadan devam etmesi ve
sloganlardaki canlılık daha sonraki eylemler için
güçlü mesajlar taşıyordu.

 

 
Eylemliliklerine devam edeceğini belirterek eylemi
sonlandıran öğrenciler, " ne turnike ne polis özgür
ODTÜ isteriz", "İnat etme rektör turnikeyi
kaldır", " kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç
birimiz" , " hapishane değil yurt istiyoruz" , " mahkum
değiliz öğrenciyiz biz" , " ODTÜ bizimdir bizimle
özgürleşecek" sloganları attılar. Yol kapatma eylemi
boyunca da Çav bella ve Gündoğdu marşları coşkuyla
söylendi.
 
 
 

 

 

Çevreci gazeteci sivil polis takibinde!

Çevreci gazeteci sivil
polis takibinde!

 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldız, Rize'de "Enerji Verimliliği" konulu bir panele
katıldı. Çevreci eylemleriyle bilinen bir gazeteci de haber yapmak
üzere paneldeydi. Ama o gazetecinin çevresindeki güvenlik
önlemleri herkesi şaşırttı. 4 sivil polis gazetecinin etrafında
etten duvar ördü. Rize Emniyet Müdürlüğü ise
iddiayı yalanladı.

 
Bakan kürsüde konuşuyor, ama salonda ondan daha çok
ilgi çeken biri var.
 
Kalabalığın içinde öylece oturuyor, bakanın
sözlerinden notlar alıyor.
 
Çevresindeki 4 sivil polis ise onun her hareketini inceliyor,
kaydediyor.
 
Sivil polis çemberindeki bu kişi bir gazeteci. İsmi Ömer
Şan. Ama daha çok, HES'lere karşı duruşu ve çevreci
kişiliğiyle biliniyor.
 
"Derelerin Kardeşliği Platformu" dönem
sözcüsü olan Şan, hidroelektrik santrallerine en çok
tepki gösterilen Rize'de yaşıyor.
 
Şan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın da
katıldığı "Enerji Verimliliği" panelindeydi. Toplantıya
çevreci değil, gazeteci kimliğiyle katıldı. Yani işini
yapacaktı. Ama çevresini 4 sivil polis kuşatınca o da
şaşırdı:
 
"Gergin bir ortamda Rize'ye gelen bakanın çevresinde
güvenlik önlemi alınması abartılı olsa da normal. Bizim
yaptığımız açıklamalarda saldırgan olmayan tavrımıza rağmen
400 kişilik salonda kuşatma altına alınmaya anlam veremedik.
Salondakilerin de dikkatini çekti. Ben sonradan durumu fark
ettim."
 
Bu kuşatma Şan'ı şaşırttı ama yıldırmayacak:
 
"Yeni yasa tasarısının engellenmesinin yanı sıra doğal yaşam
alanlarının korunması ve HES'lerin verdiği geri
dönüşümsüz zararlara karşı dikkat çekmek
için mücadelemizi sonuna kadar
sürdüreceğiz."
 
Rize emniyeti yalanladı
 
Rize Emniyet Müdürlüğü ise iddiayı
yalanladı.
 
İl Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan yazılı
açıklamada, Milliyet Gazetesi'nin bugünkü sayısında
"Katil Değil Çevreci" başlığı ile haber yer aldığı
belirtilerek, "Gazetede 'Derelerin Kardeşliği Platformu
sözcüsü Ömer Şan'ı toplantı boyunca 4 sivil polis
takibe aldı' şeklinde yer alan haber, gerçeği yansıtmamaktadır.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız sayın Taner Yıldız'ın da
katılımı ile gerçekleşen 'Enerji Verimliliği' konulu panelde
standart güvenlik tedbirlerinin yanı sıra Koruma Hizmetleri
Yönetmeliği çerçevesinde sayın Bakanımızın
katılmasından dolayı yakın koruma önlemleri alınmıştır. Adı
geçen Ömer Şan isimli şahsın toplantıya katıldığından
gazetede çıkan haber üzerine bilgi sahibi olunmuştur"
denildi.
 
Kaynak: Cnntürk

Cezaevinde tecavüz normal mi?

Cezaevinde tecavüz normal
mi?

 Cezaevinde tecavüz normal mi? Bir savcıya
göre 'olabilir'... Antalya L Tipi Cezaevi'nde 17 yaşındaki mahkuma
çocuk koğuşunda kalan 15 tutuklunun işkence ve tecavüz
etmesiyle ilgili görülen davada cezaevi savcısının olay
hakkında daha önce takipsizlik kararı verdiği ortaya çıktı.
Savcının gerekçesi, 'olayların önlenemez oluşu'.

 
Hırsızlık suçlamasıyla tutuklanan 17 yaşındaki Z.D.
cezaevinin çocuk koğuşunda yaşları 15 ile 17 arasında değişen
15 tutuklunun işkence ve tecavüzüne uğrayınca, cezaevi
bünyesinde soruşturma başlatıldı. 
 
Z.D. başka bir koğuşa alındı, bir süre sonra da tahliye
edildi.
 
Olayla ilgili antalya 3'ncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde
görülen davada, dönemin cezaevi savcısı Hasan Baykal'ın
cezaevi görevlileri hakkında 'görevi ihmal' suçlamasıyla
kovuşturmaya yer olmadığı gerekçesiyle soruşturmada takipsizlik
kararı verdiği ortaya çıktı.
 
Kararda, 'cezaevinin kapasitenin çok üzerinde tutuklu ve
hükümlü barındırdığı ve personel yetersizliği'ne dikkat
çekildi, "Nöbetçi sayısının az olması nedeniyle
koğuş içi olayların başlamadan önlenmesi olanaksızdır"
denildi.
 
Antalya 3'ncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın
duruşması 24 Aralık tarihine ertelendi.
Kaynak: Cnntürk

Yağlıdere HES İnşaatında İşçi Ölümü

Yağlıdere HES
İnşaatında İşçi Ölümü

Giresun Yağlıdere Melemoğlu HES
firmasının inşaatında çalışan Fatsa’lı Salim
Çakır 5-6 metre yükseklikteki duvardan düşerek hayatını
kaybetti. 

Yağlıdere'de yapılmakta olan HES inşaatında çalışırken gerekli
iş güvenliği tedbirleri alınmadığı için duvardan
düşerek hayatını kaybeden Salim Çakır'ın iş arkadaşları
ve yakınları son derece üzüntülü bir şekilde
Cumhuriyet Savcısı’nın olaya müdahale etmesini bekledikleri
halde gece geç saatlere kadar Cumhuriyet Savcılığından hiç
bir ses çıkmaması akıllara soru işaretleri bıraktı. 

Ada hastanesi doktorlarının taleplerine rağmen C.Savcılığından bir
haber çıkmadığını belirten işçi yakınları cenazeyi
alarak Salim Çakır'ın ikamet ettiği Fatsa'ya
götürdü. 

Kaynak: Sendika 

Mutaş'ta fabrika işgali sona erdi!

Mutaş'ta fabrika işgali
sona erdi!

 Kocaeli’nin Gebze ilçesinde kurulu
Mutaş Demir Çelik’te, onuru ve hakları için 27 Ekim
günü 03.00 sıralarında fabrika işgali başlatan Mutaş
işçilerinin eylemi 43 saatlik heyecanlı bekleyişin ardından sona
erdi.

 
“İşe geri dönme” ve “sendika hakkı”
talebiyle eylem yapan işçiler, gece saatlerinde Birleşik Metal-İş
Sendikası yöneticileri, DİSK ve Mutaş patronu arasında varılan
anlaşma sonucunda eylemlerini sona erdirdiler. Anlaşmaya göre; Mutaş
işçileri sadece, normal şartlar altında da almaları gereken kıdem
ve ihbar tazminatlarını alabilecekler.
 
İşgal sona erdi
 
Mutaş'ta Birleşik Metal-İş Sendikası'na üye oldukları işten
atılan 22 işçinin, fabrikanın haddahane bölümünde
başlattığı işgal eylemi, 28 Ekim gecesi sona erdi.
 
Mutaş patronuyla gerçekleşen görüşmenin ardından
DİSK Yönetim Kurulu son durumu değenlendirdi. Saat 22.00 sıralarında
işçi ailelerinin yanına giden DİSK Genel Başkanı Süleyman
Çelebi, patronun sadece kıdem tazminatını vereceğini, ihbar
tazminatı içinse düşüneceğini söylediğini aktardı.
Kararı MUTAŞ işçilerinin ve ailelerin vereceğini söyledi.
Aileler "Yılgınlık yok direniş var!", "Direnin
sizinleyiz!" sloganlarını attılar.
Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Şube Başkanı Erdoğan Özer
ise "siz burada durursanız yapacağımız şeylere engel olursunuz,
bize zorluk çıkarmayın" diyerek Mutaş işçilerinin
ailelerini, evlerine gitmeye ikna etti.
İçerideki işçiler kendi aralarında oylama yaparak gece
saat 01.30'da işgali bırakma kararı aldılar Avukatlar gelmeden
vinçten inmeyeceklerini söyleyen işçiler avukatların
gelmesinin ardından tazminat tutarlarının hesaplanmasıyla beraber saat
03.00'da işgali sona erdirdiler. İşçiler, ifadeleri alınmak
üzere çevik kuvvet otobüsleriyle karakola
götürüldüler.
 
Ailelerden destek
 
40 saati aşkın süre fabrika önünde süren bekleyiş
sırasında Mutaş işçilerinin aileleri ve destek veren
güçler işgal eylemini sürdüren işçileri
yalnız bırakmadı. Gebze’de 4 günlük işgal eylemiyle
haklarını söke söke alan ÇEL-MER işçilerinin
yolundan ilerleyen Mutaş işçilerinin işgal eylemi, sonucu ne olursa
olsun işçi sınıfının mücadele hanesine artı olarak
yazıldı.
 
Mutaş’ta neler yaşandı?
Fabrika önündeki direnişlerinin 63. günü olan 27
Ekim günü (sabaha karşı 03.00 suları) işgal eylemine başlayan
işçiler patron-polis zorbalığının en ileri örneklerine
tanık oldular. Fabrikaya kapanan işçilerin su ve beslenme
ihtiyaçlarına izin vermeyen Mutaş patronu ve onun emrindeki Gebze
Emniyeti direnişi kırmak için türlü baskı ve zor
yöntemlerini denedi.
 
27 ve 28 Ekim gününü fabrika önünde
geçiren Mutaş işçilerinin aileleri ve destek veren
güçler 28 Ekim günü defalarca kez polis saldırısına
maruz kaldı.
 
İşgal eylemi, başta Birleşik Metal-İş Sendikası üyeleri
olmak üzere ilerici ve devrimci güçlerin desteğini alırken
28 Ekim günü fabrika önüne destek için
yüzlerce işçi geldi. Ağırlığını Petrol-İş Sendikası
üyesi işçiler ve Birleşik Metal-İş üyelerinin
oluşturduğu kitle iki gün boyunca işçilere tam destek
verdi.
 
Ailelerden protesto
 
28 Ekim sabahı saat 10.30 sıralarında, fabrika önündeki
bekleyişlerini sürdüren işçi aileleri Mutaş Demir
Çelik fabrikasının giriş kapısına yürüyerek patronu
protesto ettiler. Ağırlığını kadınların oluşturduğu işçi
aileleri fabrikanın giriş kapısını yumruklayarak tepkilerini dile
getirdiler. İşçi aileleri, içerideki işçilerin yemek
ve su ihtiyaçlarının karşılanmasına izin verilmesini istediler.
Mutaş patronu ve emniyet ise ailelerin bu talebini reddetmenin yanısıra
baskı ve zorunu devreye soktu. Polisin tehditlerine boyun eğmeyen
işçi aileleri ve destek veren güçler biber gazlı ve
coplu saldırıya rağmen bekleyiş kararlılığını
sürdürdü.
 
Sağlık kontrolü engellendi
 
Mutaş işçileriyle dayanışma amacıyla fabrika önüne
İstanbul Tabip Odası ve Kocaeli Tabip Odası üyesi doktorların,
içeride bulunan işçileri sağlık kontrolünden
geçirme talebi de reddedildi. Burada yapılan konuşmalarda,
işçilerin sağlık hakkının engellendiği söylendi. Bu tutum
protesto edildi.
 
Fabrikada işgal eylemini sürdüren Mutaş işçilerinden
ikisi öğle saatlerinde fabrikanın çatısına çıkarak
ellerindeki metal parçalarıyla dışarıda bekleyen kitleye
seslendi.
 
Saat 15.20 sıralarında gerçekleşen polis saldırısı
karşısında geri adım atmayan kitle dağılmadı. Biber gazı sıkarak
ailelere saldıran polis kitleyi dağıtmak istedi. Saldırı sonucunda
gazdan etkilenen ve yaralanan 10 kişi hastaneye kaldırıldı. Polis ise
saldırının ardından fabrika içerisine geri çekildi.
 
Saat 16.30'da DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi'nin
katılımıyla gerçekleşecek eylem öncesinde ilk olarak, fabrika
önüne getirilen vinç kitlenin üzerine
sürüldü. Fabrika önünde sayısı gittikçe
artan kitlenin bekleyişine tahammül edemeyen sermayenin kolluk
güçleri tekrar saldırdı. Ağırlığını Petrol-İş ve
Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin oluşturduğu yüzlerce
kişinin araç geçişine izin vermemesini bahane eden kolluk
güçleri cop ve biber gazlarıyla tekrar saldırıya geçti.
Polis saldırısına karşı direniş sırasında Nakliyat-İş Gebze Şube
Başkanı Erdal Kopal gözaltına alındı. Kopal bir süre sonra
serbest bırakıldı.
 
Saldırının ardından açıklamalar yapan DİSK Genel Başkanı
Süleyman Çelebi ve Birleşik Metal-İş Sendikası Genel
Başkanı Adnan Serdaroğlu, polis saldırısını kınadılar. Kocaeli
Valisi'ni göreve çağıran Çelebi, emniyete de seslendi.
"Bizimle uğraşmayın!" mesajını verdi. Fabrika
önündeki bekleyişe TÜMTİS üyesi UPS Kargo
işçileri ile BETESAN direnişçisi Zeynel Kızılaslan da
katıldı. Metal İşçileri Birliği, BDSP, UİD-DER, Eğitim Sen ve
diğer güçler de fabrika önündeydi. Çelebi,
Birleşik Metal-İş yöneticileri ve CHP milletvekillerinden oluşan
heyet fabrika kapısından içeri girerek Mutaş patronu ve emniyetle
görüşmelerde bulundu.
 
Saat 18.00’de ise Mutaş işçilerinin fabrika işgali
eyleminin yol göstericisi olan ÇEL-MER işçileri coşkulu
sloganlarla fabrika önüne geldi. “ÇEL-MER/Mutaş omuz
omuza!”, “İşgal, grev, direniş!”,
“ÇEL-MER’de kazandık, Mutaş’ta
kazanacağız!” sloganlarını atan işçiler Mutaş
işçilerine moral verdi.
 
Yaklaşık 2 saat süren görüşmelerin ardından Birleşik
Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ve DİSK Genel
Başkanı Süleyman Çelebi, Mutaş patronuyla yapılan
görüşmeye ilişkin işçi ailelerine bilgilendirmede
bulundular. Görüşmeden net bir şey çıkmadığını,
eylemin bir süre daha böyle devam edeceğini belirten
Serdaroğlu’yla paralel açıklamalar yapan Çelebi de
“birtakım gelişmeler var, durumu değerlendireceğiz” demekle
yetindi. İşgal eyleminin devam etmesi beklenirken yapılan
görüşmelerin kokusu gece geç saatlerde ortaya
çıktı. Sendika yöneticileri ve Mutaş patronu, işgal eyleminin
sona erdirilmesi konusunda anlaşmaya vardı. Varılan anlaşmadan; Mutaş
işçilerinin yasal hakkı olan “kıdem ve ihbar
tazminatlarının işçilere ödenmesi” kararı dışında
elle tutulur herhangi bir sonuç çıkmadı. 
 
Kaynak: Kızılbayrak

BP İnsanlarıda Zehirlemiş

BP İnsanlarıda
Zehirlemiş

BP'nin neden olduğu çevre felaketinden
dolayı 5 milyon varil petrol denize karıştı. Bu, bugüne kadar
yaşanan en büyük çevre felaketi. BP, telafi için,
körfezde yaklaşık 8 milyon litre seyreltici kullandı. Ancak bu
kimyasallar başka felaketlere yol açabilir.
 
ÖNCE HAVAYA, YAĞMURLA YERYÜZÜNE
BP'nin kullandığı kimyasalları üreten firmada çalışan
kimyager Bob Naman, bu kimyasalların ham petrolle karıştığında daha
zararlı atık haline geldiğini belirtti, ayrışan petrolün de
kıyıya vurduğunu kaydetti.
 
Körfezde çözeltilerde kullanılan polisiklik aromatik
hidrokarbonun (PAHs) hastalıklara neden olduğunu belirten Naman,
içinde (PAHs) bulunan karışımların kansorojen içerdiğini,
mutasyona yol açtığını söyledi. Naman, şöyle devam
etti:
 
"Seyrelticiler suya karıştırılıyor ve kimyasal karışım su
çözelticisi oluyor. Daha sonra havaya karışan bu kimyasallar,
yağmurla birlikte yeryüzüne geliyor. Sonuç olarak suya ve
toprağa karışıyor, tıpkı körfezde olduğu gibi. Bulgularım beni
korkutuyor. Bu halkalı bileşikler, çözeltilerle karışıyor.
Bu karışımın ardından yeni halkalı bileşikler oluşuyor. Bu hiç
iyi değil. Bunlar iki kere birbirlerine bağlanmış oluyorlar. Bu benzersiz
bir çevre felaketi demek."
 
SAHİL ŞERİDİNDE VİRÜS KAYNAKLI ALERJİ
Felaketten en çok etkilenen 4 eyalet olan Louisiana, Mississippi,
Alabama ve Florida'da çok sayıda vaka var. Sahil şeridi kentlerde,
pek çok kişide benzer semptomlar görülüyor.
 
Mississippi eyaletine bağlı Pass Christian şehrinde yaşayan Tillman
ailesinin 2 yaşındaki ferdi Gavin'de üst solunum yollarında ve
sinüste virüs kaynaklı alerjiler görüldü. 15
Eylül'den bu yana ateşi 39'a kadar çıktı ve Gavin'in sağlık
durumu daha da kötüye gidiyor.
 
Ailesi, doktorları ve ekoloji danışmanları, 2 yaşındaki Gavin
Tillman'ın hastalığını Meksika Körfezi'nde BP'nin neden olduğu
çevre felaketine bağlıyor. Gavin'in annesi, babası ve kuzenleri de
ciddi rahatsızlıklar yaşıyor.
 
Mississippi'nin sahil bölgesinde yaşayan Denise Rednour,
hastalığı şöyle anlatıyor: "Temmuz ortasından beri sağlık
sorunları yaşıyorum. Ağustos sonunda yürüyüşten
geldiğimde kanamalı diare (ishal) oldum ve kulaklarımdan kan akmaya
başladı."
 
Louisiana'dan Karen Hopkins, "Kendimi yorgun hissetmeye başladım,
başım dönüyor ve bulantı hissediyorum" dedi.
 
Yine Louisiana'dan Dean Blanchard, "BP, bizi deney faresi gibi
kullanıyor. Buradan ayrılıp Kosta Rika'ya taşınmayı
düşünüyorum. Ve burası düzelene kadar
gelmeyeceğim" dedi.
 
Lorrie Williams ise "Evimizin üstünde uçaklar
uçuyordu ve sprey sıkıyorlardı. Bunlar kesinlikle BP'nin
seyrelticileriydi. Sanki havuz kimyasalları gibi kokuyorlardı. Kızım
nefes almakta zorlanıyordu" dedi. Diğerleri gibi Williams ailesi de
bölgeyi terk ettiler.
 
Filorida'da yaşayan 36 yaşındaki hemşire Trisha Springstead,
"Gördüğüm şey insanların kimyasal olarak
zehirlendiği. İnsanlar, fizyolojik ve nörolojik sorunlar yaşıyorlar.
İnsanlar zehirlendi ve ölüyorlar. İlaçlar da onları
kurtaramayacak" dedi.
 
SEYRELTİCİLER UÇAKLA
PÜSKÜRTÜLDÜ
Balıkçılar ise BP'nin seyrelticileri uçaklarla havadan
püskürttüğünü gördüklerini
söylediler.
 
5 Ağustos'ta sudan beyaz balonlar çıktığını ve nefeslerinin
kesildiğini anlatan Alabama'da yaşayan balıkçı Donny Matsler,
"Arkadaşım Albert ile beraberdik, ikimiz de zararlı atıklara maruz
kaldık" dedi ve ekledi: "Sonra kusmaya başladım ve idrarım da
kahverengi oldu. Bütün günüm böyle geçti.
Sonra gece inanılmaz derecede terlemeye başladım." Matsler, aynı
zamanda bulantı, boğaz enfeksiyonu ve deride döküntülerden
de rahatsız olduğunu belirtti.
 
Matsler, maruz kaldıklarını anlattığı sırada yerel televizyon
kanalı WKRG News 5, Matsler'i yaşadığı bölgeden aldığı suyu
organik çözücüyle karıştırdığında patladığını
yayınladı.
 
Matsler, "Hala kendimi çok kötü hissediyorum.
Sanırım en kısa zamanda tekrar doktora gitmem gerek. Nefes alamıyorum,
idrarımda hala sorun var ve 2 gün önce kahverengi köpük
kusmaya başladım" dedi.
 
YUNUSLAR İÇ KANAMA YAŞIYOR
 Matsler'in verdiği tepkilerin zararlı seyrelticilerden
kaynaklandığını belirten EPA araştırmacısı Hugh Kaufman,
"İç kanama yaşayan yunuslar var. Onlarla çalışan
insanların da iç kanamaları var. Seyrelticilerin yol
açacakları da bunlardır işte" dedi.
 
Alabama Kamu Sağlık Kurumu, yaz aylarından beri zararlı atıkların
sebep olduğu hastalıklardan yaklaşık 60 kişinin kendilerine baş
vurduğunu belirtti.
 
Bu tür çözeltilerin ham petrol, makine yağı ve
plastik çözeltmede kullanıldığını söyleyen Kimyager ve
deniz biyoloğu Dr. Riki Ott, BP'nin "körfezi temizlerken"
petrol çözeltici ve diğer kimyasalları merhametsizce
kullandığını belirtti. Dr. Ott, bu verilerle insanların zehirlenmesinin
sürpriz olmadığını belirtti.
 
İNSANLAR BÜYÜK TEHLİKEDE
Zararlı maddelerin nefes alırken, yenilen ve içilen maddelerden
insan vücuduna dahil olduğunu belirten Dr. Ted Schettler ise
körfezdeki insanların çok büyük tehlike altında
olduğunu söyledi.

Eyalet yöneticileri, çalışanlar için önlem
alırken, ordu ise zararlı kimyasallardan kaçmak için
körfezdeki uçuş eğitimlerini başka bölgeye
kaydırdı.

 

Kaynak: href="http://baskahaber.blogspot.com/">http://baskahaber.blogspot.com 

60 maden işçisi işten atıldı

60 maden işçisi işten
atıldı

 Zonguldak'ta maaşları düzenli
ödenmediği için geçtiğimiz hafta iş bırakan
işçilerden 60'i işten atıldı.

 
 Zonguldak'ta Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK)
Üzülmez Müessesesi'nde Star adlı taşeron firmada maaşları
düzenli verilmeyen işçiler, iş bırakınca işten
atıldılar.
 
TTK Üzülmez müessesinde, galeri açma ve taban
sürme gibi hazırlık çalışmalarını üstlenen Star
İnşaat ve Ticaret A.Ş.'de çalışan 140 maden işçisi, 2
yıldır maaşlarını düzenli ve tam alamadıkları için iş
bıraktı. Firmanın genel koordinatörü Mehmet Günaydın'ın
ödemelerdeki aksağı doğrulamıştı.
 
Edinilen bilgiye göre iş bırakan 60 işçinin işine son
verildi.
 
Kaynak: Etha

 

Bari kuşlara kıymayın efendiler! / Sırrı Süreyya Önder

Bari kuşlara kıymayın
efendiler! / Sırrı Süreyya Önder

 Bu ülkenin tarihi,
büyük hayal kırıklıklarının tarihidir aslında. Cumhuriyeti
milat olarak aldığınızda, devrim kendi çocuklarını yemekle
başlamıştır işe. 

Kurucu kadronun neredeyse yarısından fazlası telef
olmuştur. 
Birlikte Kurtuluş Savaşı verdiği Kürtleri yok saymış ve
büyük acılar yaşatmıştır. 
Varlık vergileri, çalışma kampları, kutsal varlıkların
yağmalanması sıradan bir reflekse dönüşmüş; kendinden
olmayan, bir gün bile güven duygusu içinde
olamamıştır. 
Başbakanını idam etmiş, fidan gibi gençlerini
darağaçlarına göndermiş, yargısız infazlarda yok
etmiştir. 
Resmi olarak ölüm listeleri yayımlamış, yayımlamakla
kalmayıp listedeki herkesi ölüm üçgenlerinde, sokak
köşelerinde, evlerinden alarak, gözaltı merkezlerinden
çıkararak canlarına kıymıştır. 
‘Düşman’ icat etmeden idare edebilme kabiliyeti
geliştirememiştir. Kendi yurttaşına bir gün bile
güvenmemiştir. 
Giyimine karışmış, inancına karışmış, fikrine karışmış,
mezhebine laf etmiş, yoksulunu yok saymıştır. 
Hiçbir üniversitesi dünyanın seçkin akademi
listelerine girememiş ama yolsuzluk ve yoksulluk listelerinde ülke
olarak hep üst sıralarda yer almıştır. 
Karakol gidilecek yer mi düşülecek yer mi? 
Dünyanın bütün dillerinde ‘gidilen’ bir yer
olan polis karakolları, sadece bizde ‘düşülen’ bir
yer olmuş, üzerine türküler yakılmıştır. 
Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin, “Gözaltındayken
intihar etti” haberlerinin bir tekine şüphe duymadan inandınız
mı? 
Dünyada hiçbir ülke gösteremezsiniz ki
hapishanelerinde bizdeki kadar aydın, sanatçı, bilim insanı,
gazeteci ve politikacı ağırlamış olsun. 
Baro başkanlığı yapmış, büyükelçilik yapmış
insanlara, son günlerinde bir pasaportu çok gören bir
cumhuriyetin vicdanı hür diyebilir misiniz? 
Kapattığımız siyasi partiler, tarihte kurup batırdığımız
devletlerden daha çoksa bu işte bir arıza var diye
düşünmez mi insan? 
Kurulduğu günden beri milli birlik ve beraberliğe muhtaç
olunmayan bir gün bile geçirmemişsek bu cumhuriyetin sefasını
ne zaman süreceğiz sizce? 
Okul sayısından çok dershane olur mu? 
Kime sorsanız ‘eğitim, güvenlik, sağlık ve
yoksulluk’ olarak sıralar bu ülkenin dertlerini. 
Nerede dert varsa çözümünü ekmeğe
bağlamışsınız. 
Eğitimi dershanelere, güvenliği koruculara ve özel
güvenlikçilere, sağlığı tüccar hastanelere, yoksulluğu
da inayet ve sadakaya teslim edince cumhuriyet mi olunuyor? 
Ekonomisi bir sert yellenmeye bakan bu ülkede en çok
kazananların bankalar olmasında hiç mi bir garabet yok? 
‘Herkese eşit eğitim hakkı’nı programında yazmayan bir
tek parti var mı? 
Seçim meydanlarında bunu söyleyerek gerinmemiş bir lider
hatırlıyor musunuz? 
Bu sözü bir beze yazan öğrencilerin cezaevinde olduğunu
söylediler mi size? O öğrencilere istenen cezanın 15 yıl
olduğunu da duymadınız mı? 
Fikri hür, irfanı hür nesilleri biraz uzun bekleyeceksiniz;
Cumhuriyetin 100. yılı geldiğinde halen cezaevinde yatıyor olacaklar
çünkü. 
Ne yapabiliriz? 
Bu yazıyı vakitlice okuduysanız eğer, valilik ve belediyeyi aramakla
işe başlayabilirsiniz. 
Kişi başına düşen milli gelirden payınıza düşen
kısmını, havai fişeklerle heba etmelerini engelleyebilirsiniz. Bu yoksul
halka bir de pespaye görgüsüzlüklerle zulüm
etmelerinin önüne geçebilirsiniz. Zaten o fişekler masum
kuşları öldürüyor. 
İnsanların patır patır öldürülmelerine genellikle
sessiz kaldınız; bari kuşlara olsun mani olabilirsiniz. Onlar sıcak
yerlere göçüyorlar, cumhuriyetinize bir şey demediler
ki.
 
Kaynak:  Radikal

28 Ekim 2010 Perşembe

Xerox işten çıkarmalara devam ediyor

Xerox işten çıkarmalara
devam ediyor

 Dijital donanım ve basım alanında
çalışma yürüten Xerox Şirketi dünya genelinde 2 bin
500 işçinin daha işine son vereceğini açıkladı.

Amerikan şirketi Xerox dünya genelinde istihamını yüzde iki
azaltacağını bildirdi. 2 bin 500 kişinin işine son vereceğini bildiren
şirket geçtiğimiz dönemlerde 2 bin 500 kişinin daha işine son
vereceğini bildirmişti. Şirket önümüzdeki bir yıl
içerisinde gerçekleşecek işten çıkarmalarla mevcut
karını yükseltmeyi amaçlıyor.

Bu yıl için finansal durumunu da açıklayan şirket
kârını yüzde 48 ile artırdığını belirtirken, gelecek yıl
için kâr tahminini de artırdığını bildirdi. Yapılan
tahminlerin işten çıkartılacak işçiler üzerinden
yapıldığı ve şirketin işçi kıyımında sınır tanımadığı
yapılan açıklamalarla ortaya çıkıyor.

(soL - Hollanda)
Kaynak: sol.org.tr

Kamu Kurumlarının Talanı Sürüyor!

Kamu Kurumlarının Talanı
Sürüyor!

KAMU KURUMLARININ TALANI
SÜRÜYOR!

ASİSTAN HEKİMLER GÜVENCESİZ ÇALIŞMA İLE
SÜRGÜN ARASINDA TERCİHE ZORLANIYOR

Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin arsa, bina ve
gelirleri iktidara yakınlığı bilinen Bezm-i Alem Vakıf
Üniversitesi’ne kamu vicdanını yaralayarak devrediliyor.
Kuruluş amacı yoksullara sağlık hizmeti vermek olan ve bu görevi 165
yıldır layıkıyla yerine getiren bu kamu kurumu tarihe
gömülüyor.

Değerli arazisi nedeniyle rant paylaşımlarına konu olan Vakıf Gureba
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin toplumun sağlık hakkı ve
hastane personelinin özlük hakları hiçe sayılarak
özel bir vakıf üniversitesi hastanesine
dönüştürülmesi sürecinde sadece rant paylaşımı
değil, hastanenin her kademedeki çalışanları açısından da
baskılar ve hak kayıpları yaşanmaktadır.

Bu kapsamda Tıpta Uzmanlık Sınavı’nı kazanıp, tercih yaparak
Vakıf Gureba Hastanesi’nde eğitim alan ve aynı zamanda hizmet sunan
245 asistan hekim de, “iş güvencesiz ve düşük
ücretle sözleşmeli olarak Vakıf üniversitesinde
çalışmakla”, “Sağlık Bakanlığı personeli olarak
kalabilmek için İstanbul dışına gitmek” seçenekleri
arasında tercih yapmaya zorlanmaktadır.

Hukuk dışı bu zorlamayla iş güvencesiz ve geleceksiz olarak
özel tıp fakültesine ucuz iş gücü sağlamak
amaçlanırken, asistanların kazanılmış hakları yok sayılmakta,
nitelikli eğitim alma hakları tümüyle göz ardı
edilmektedir. Burada göz ardı edilen bir başka husus ise, hekimlerin
tıpta uzmanlık sınavı sonucuna göre eğitim almak istedikleri
eğitim kurumunu belirlerken, aldıkları puana göre yerleşebilecekleri
bu kurumların eğitim olanaklarının yanı sıra, kendilerinin ailevi ve
sosyal durumlarını da gözeterek tercih yapmış olduklarıdır.

Dahası Tıpta Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği’ne göre
uzmanlık öğrencilerinin uzmanlık eğitimlerini yerleştirildikleri
kurum ve birimlerde tamamlamaları zorunludur. Eğitim yetkisi kaldırılan
kurum ve birimlerdeki uzmanlık öğrencileri ise, Tıpta Uzmanlık
Kurulu’nun tespit edeceği kurum ve birimlere kendi mevzuatlarına
uygun olarak nakledilmelidirler.

Asistanların, bu şekilde yeni kurulan bir üniversitede
görevlendirilmesi olanaksızdır. Kurulan özel üniversitenin,
Tıpta Uzmanlık Yönetmeliği’ne göre açılacak TUS
ile asistan kadrolarını doldurması gerekmektedir.   Her ne kadar
çıkartılan yasa ile bu yönde bir uygulamaya yasal zemin
oluşturan düzenlemeler yapılmışsa da, bu düzenlemeler de hukuka
aykırıdır.

Tüm bu nedenlerle mevcut asistanların derhal İstanbul’da
bulunan eğitim ve araştırma hastanelerine tercihleri de dikkate alınarak
atamaları yapılmalıdır. AKP Hükümeti hekimler üzerindeki
baskılara ve hukuka aykırı uygulamalara derhal son vermelidir. Sağlık
Bakanlığı’nı sağlık hizmetlerinin geleceği olan genç
asistan hekimlerin özlük haklarına saygılı olmaya ve Vakıf
Gureba Hastanesi’ndeki hukuksuzluğa son vermeye davet ediyoruz.
Türk Tabipleri Birliği asistan hekimlerin sorunlarının
çözümünde her türlü katkıyı sağlamaya
devam edecektir.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ
KONSEYİ

Öğrencime Dokunma!

Öğrencime
Dokunma!

Üniversitemizde bir süredir çeşitli
konularda görüşlerini açıklamak için basın
açıklaması yapan ve stant açan öğrenciler, hukuki
zeminden tamamen yoksun olarak yoğun bir soruşturma ve polis baskısı ile
karşılaşıyor.

12 Eylül faşist darbesinin üniversitelerdeki eleştirel
düşünceyi boğmak üzere oluşturduğu ve tüm
demokratikleşme yaygaralarına karşın her ne hikmetse hiçbir
değişikliğe uğramadan hükmünü sürdüren
YÖK’ün, neredeyse ağzını açan herkesi
cezalandırmak ve tek tip öğrenci oluşturmak üzere tasarladığı
“öğrenci disiplin yönetmeliği”ne dayanılarak,
öğrencilerimize 1 yıla uzanan uzaklaştırma cezaları veriliyor.

Önceleri başbakan tarafından demokrasinin yılmaz savunucusu ilan
edilen polis, şimdilerde YÖK’ün zirvesinde
“özgür ve güvenli” bir üniversitenin olmazsa
olmazı haline getirilirken “demokratik ve özerk” bir
üniversite olması beklenen Hacettepe Üniversitesi’nde
yönetim, bu mantığı reddetmek şöyle dursun ona
bütünüyle sahip çıkan bir tavır sergiliyor.

İşin ilginç yanı, üniversitemizde soruşturmalara konu olan
benzer olaylar hakkında Ankara’daki diğer kamu üniversitelerinde
soruşturma açılmıyor, polis her fırsatta içeri buyur
edilmiyor. Belli ki Hacettepe Üniversitesi yönetimi aradan
geçen 30 yıla rağmen 12 Eylül darbesinin anti demokratik
zihniyetini sahipleniyor.

Üniversitemiz yönetimi öğrencilerimizin stant açma
girişimlerine karşı yüzlerce polisi üniversiteye davet ederek
üniversitenin gerçek sahiplerinin yaşam alanını
bütünüyle gasp ediyor ve ortamın daha da gerginleşmesine yol
açıyor. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde can
güvenliği tehlikesi bulunmadığı sürece polis üniversite
yerleşkelerine giremez. Hacettepe Üniversitesi’ndeki
görüntüler bilimin ruhuna ve kültürüne
aykırıdır.

SİLAHLARIN GÖLGESİNDE BİLİM OLMAZ !
ÜNİVERSİTEDE POLİS İSTEMİYORUZ !

Görüşlerini ister beğenin ister beğenmeyin üniversite
öğrencilerinin barışçıl yöntemlerle
görüşlerini açıklaması demokratik bir haktır. Egemen
düşüncelere “hayır” deme cesareti gösteren
öğrencilerin cezalarla yıldırılmaya çalışılması
ülkemize ve üniversitemize yapılacak en büyük
kötülüktür. Bu zihniyetle “fikri hür vicdanı
hür” kuşaklar yetiştirilemez.

Gençliğe eleştiri hakkı tanınmazsa, hayata ve ülkesinin
sorunlarına duyarlı özgür ve bilinçli yurttaşlar değil;
otorite ve haksızlık karşısında boyun eğen, küçük
çıkarlar için ruhunu satan, kendi geleceğini bir cemaate
mürit olarak kapılanmakta gören, ezbercilikten kurtulamayan ve
sorun çözme yeteneği olmayan, kişiliksiz bir gençlik
kuşağı çıkar karşınıza… Bu mudur istenen?

Bilimsel gelişme ve yaratıcı düşünce, ancak ve ancak
eleştirel ve özgür bir ortamda boy verebilir.

ÖĞRENCİLERİ SORUŞTURMAYIN
ÖĞRENCİLERİN SORUŞTURULACAĞI DEĞİL,
ARAŞTIRIP SORUŞTURACAĞI BİR ÜNİVERSİTE İSTİYORUZ

EĞİTİM-SEN [Eğitim ve Bilim Emekçileri
Sendikası] Hacettepe Üniversitesi İşyeri
Temsilciliği

“Grevler ülkesi” Fransa’dan

"Grevler ülkesi"
Fransa'dan

 25 Ekim
2010

style="mso-ansi-language:
TR">An itibariyle Fransa’daki 12 rafineriden 7’si halen işgal
altında. Sokaklar bugün de sendikaların düzenlediği eylemlere
şahit oluyor, liseliler ayakta, trenler biraz daha işlek ama
çalışanların %25’i eylemlerde... Yani aslında
alışılageldik bir olay: Fransa grevde.

style="mso-ansi-language:
TR">Emeklilik yaşının artırılmasını öngören yasanın
Senato’ya onaya sunulmasıyla birlikte grevler Fransa’nın
tümüne yayılmış durumda.

style="mso-bidi-font-weight:
normal">Nedir bu emeklilik
yaşı meselesi?

style="mso-ansi-language:
TR">Emeklilik yaşı şu an Fransa’da teoride 60 pratikte ise 65. 60
yaşında emekli olabilmeniz için bu ülkede 40 yıl civarında
çalışmanız gerekiyor. Yani «kariyerinize» 20 yaşında
başlarsanız 60 yaşında emekli olmamanız için hiçbir
sebep yok. Ancak üniversite okuma oranının hayli yüksek olduğu
bu ülkede 60 yaşında emekli olmak hayalden öteye gidemiyor. 65
yaşına geldiğinizde ise çalışıp çalışmadığınıza
bakılmaksızın emekli oluyorsunuz. Reformlarla birlikte limit yaşın (62-
67) olması öngörülüyor. Yani 65‘inden sonra iki
yıl daha çalışma hayatı… Tabii iş bulursanız... 50 yaş
üstü insanların zorlukla iş bulduğu günümüz
özel sektörüne şöyle bir göz atacak olursak,
durumun ne kadar vahim olduğu bir kez daha ortaya çıkar. İşsiz
kalma ihtimali artan genç nüfusun yanında, yıllarca
çalışmadan, çalış(a)madan emekliliği bekleyecek bir
yaşlı nüfus…

style="mso-ansi-language:
TR">İşte bu yüzden ayaklanıyor Fransızlar; geleceklerinin
üç kuruş paraya satılmasını engellemek için. style="mso-spacerun:yes"> 

style="mso-bidi-font-weight:
normal">Grevler başarıya
ulaşabilir mi ?

style="mso-ansi-language:
TR">Mayıs 68’den sonra 1994’te de Fransa’da
büyük eylemlilikler gerçekleştirilmiş ve milyonlar yine
sokağa dökülmüştü. Fakat özel sektörün
gazabına uğramış sendikaların belki de ilk önemli sınavı
bugünkü grevler ve eylemler. O nedenle bugün yaşananları,
çok uzun zamandır görülmeyen bir hareketliliğin verdiği
coşkuya tamamen kapılmadan, nesnel bir bakışla da değerlendirmek
gerekiyor.  

style="mso-ansi-language:
TR">Öncelikle şunu belirtmekte yarar var; grevler dış ülkelerden
ne kadar “ateşli” gibi görünse de halkın çok
büyük bir bölümünden izole edilmiş durumda.
Özel sektörde çalışan insanlar mesai günlerinde
şirketlerini terk etmiyor, iş bırakmıyor, yavaşlatmıyorlar. Sendikalar
bu kesimden çok büyük oranda kopuk. Sendikaların özel
sektör çalışanlarını örgütleme konusundaki
yetersizliklerinin üzerinde mutlaka kafa yorulmalı.

style="mso-ansi-language:
TR">Bir yanda milyonlar sokağa dökülürken diğer yanda on
milyonlar işlerine gidip geliyor ve “pasif destek”ten
fazlasını vermiyor. Yapılan bir araştırmaya göre Fransızların
%70’i grevleri haklı buluyor. Ama yalnızca televizyondan
izleyerek… Demiryolları işçileri ise tam bir hayal
kırıklığı yarattı. Metrolar, banliyö trenleri neredeyse aksamadan
çalışmaya devam ediyor. Bu da greve destek olan pasif,
örgütsüz kesimin iş gücüne vurucu darbeyi
yapmasını engelliyor. Bundan 3 yıl önce bile yapılan bir grevde
yüz binler işine gidememiş ve gönülsüzce de olsa greve
katılmak zorunda kalmışlardı (Demiryolları ile ilgili yeni bir yasayı
protesto etmek amaçlı yapılmış grevlerdi).

style="mso-ansi-language:
TR">Grevlerin bu sefer kazanılma ihtimali var. Fakat gittikçe
düşen kamu istihdamının grevlerde ne denli bir
güçsüzlük, bölünmüşlük
yarattığını ve yaratacağını görmemek de
öngörüsüzlük olur. Yine de son yıllardaki
eylemliliklere göre sendikaların bazı kararlı hareketleri insanları
umutlandırıyor ve takdir topluyor. Her ne kadar bu grev sonuca ulaştıktan
sonra her alanda örgütlenme perspektifli bir mücadelenin
sürekliliği olmayacağını bilseler de…

style="mso-bidi-font-weight:
normal">Reformizmin
tıkandığı nokta

style="mso-ansi-language:
TR">“Başka bir yolu var!
Büyük şirketlere daha çok vergilendirme! Zenginliğin daha
iyi üleştirilmesi!
”. 
Fransa’da mevcut en büyük sendika olan CGT’nin
(çoğunlukla komünistlerin güdümünde olan)
dâhiyane sloganı. Kısacası talepler, günümüzdeki
kadar keskinleşmiş bir sınıf mücadelesinin gerektirdiği
keskinlikten çok uzak. Hiçbir sendika “sosyalizm”in
lafını bile edemiyor. Halbuki milyonları sokağa dökebilmiş
sendikalardan, örgütlülüklerden daha cesur, daha ileri
sloganlar ve adımlar bekleriz. Oysa karşımızda Senato’nun yanına
bile yaklaşmayan, uzaktan uzaktan ‘emeklilik reformuna hayır’
diyen dağınık eylemler… Ama bir yanda da milyonlar;
şikâyetleri ve gelecek endişesi olan milyonlar...

style="mso-ansi-language:
TR">Reformizmin tıkandığı nokta tam da burası. Hayatın
küçük reformlarla düzeltilebileceğini, kapitalizmin
daha az hırçın olacağını düşünenler “yanı
başlarındaki gerçek”ten büyük bir tokat
yemişlerdir. İşsizlik, evsizlik gibi “gelişmiş” bir
ülkede bulunmaması beklenen sorunlar bugün hâlâ
tartışılan ama çözümü bulunamayan ve gittikçe
büyüyen sorunlar halindedir Fransa’da. Ücretli
çalışanların elinden haklar birer birer alınıyor. Dünya
pazarında rekabet gücü Amerikalı şirketlere göre daha az
olan Fransız şirketlerinin, kendilerine çok maliyetli gelen iş
gücünü ve sosyal harcamaları azaltmayı kaçınılmaz
olarak dayattığını, bu sistemin böyle işlediğini halka
göstermeye çalışarak oluşturmalıdırlar sendikalar ve
sosyalistler taleplerini. Bu talep de elbette yalnızca büyük
Fransız sermayelerinin daha adil bölüştürülmesi olamaz.
O yüzden, mücadelenin içeriği bakımından bir Mayıs
68’den bahsetmek şu an için pek mümkün değildir. Ne
zaman ki sendikalar, partiler “savunmadan, saldırıya
geçme” fikrini edinirler, o zaman Mayıs 68’den
bahsedebiliriz. 

style="mso-ansi-language:
TR">Sonuç olarak; Fransa’da grevler tüm olumlulukları ve
olumsuzluklarıyla devam ediyor. Halk, “mezarda emeklilik
yasası”na karşı çıkıyor. Yalnızca mücadele
geleneğinin hatırlanması bile grevleri desteklenmeye ve ümitlenmeye
değer kılıyor.