18 Ekim 2010 Pazartesi

AKP'nin "Derin Devlet"i / Sibel Özbudun

AKP'nin "Derin Devlet"i /
Sibel Özbudun

SİBEL ÖZBUDUN
 
Yasalar her zaman malı
mülkü olanlara yarar
sağlar,
hiçbir şeyi olmayanlara zarar
verir.”
[1]
 
Walter Scott’un bir repliği vardır:
BAYAN BERTRAM: Bu ipe sapa gelmez, abuk sabuk
bir şey, sevgilim.
BAY BERTRAM: Olabilir, sevgilim; ama tam bu
yüzden çok iyi bir yasadır belki de…”
İşte böyle bir “yasal mevzuat”a
dayandırıldı üçüncü “Devrimci
Karargâh” harekâtı…
Bu kez başrol, İstanbul Emniyeti’nindi…
Yasal bir sosyalist partinin başkanının, Rıdvan Turan kardeşimin
kapısına dayandılar, daha şafak sökmeden. Dokuz aylık bebesinin
odası dâhil her yeri altüst ederek.
Aynı saatlerde bir başka SDP yöneticisinin evine
baskında, kapıyı kırdılar.
Ve her biri açık, yasal alanda faaliyet
gösteren, büyük bölümü SDP ve Toplumsal
Özgürlük Platformu’ndan, Oğuzhan Kayserilioğlu
arkadaşım da dahil onyedi devrimciyi apar topar topladılar evlerinden.
Onüçünü tutuklamak üzere…
Çok geçmedi, adreslerine savcılık
kanalıyla davetiye gönderilse Adliye’ye gelip ifade vermekten
gocunmayacak bu kişiler, fena hâlde tehlikeli bir “terör
örgütü”nün, adı salavatla fısıldanan
“Devrimci Karargâh”ın mensupları olarak servis edildi
F-tipi medyaya… Hani iki yılı aşkın süredir, birbiriyle uzak
yakın alakası olmayan pek çok insanın dalga dalga gözaltına
alınıp tutuklandığı [kimi Che tişörtü giymekle, kimi İHD
pankartı asmakla, kimi Orhan Yılmazkaya ile bir çay içmekle,
kimi telefonla görüşmekle suçlanmıştı…] ve hemen
tümünün ilk duruşmalarında salıverildiği şu
“mahut” örgüt. Hani “mensupları”nın
bilgisayarından yazılarımız çıktığı için iddianamesinde
Şeyh Bedreddin, Korkut Boratav, Bülent Forta, Mustafa Yalçıner
ve -övünmek gibi olmasın- benim “teorisyen”i, size="2">[2] Temel (Demirer)’in ise
“yöneticilerinden biri” size="2">[3] olarak geçtiği… [Oysa
Rıdvan Turan’ın avukatı, sanıklara ne emniyet ne de adliyede
“Devrimci Karargâh” ile ilgili, Orhan Yılmazkaya ile
ilgili basın açıklamasına katılıp katılmadıkları dışında
bir soru sorulmadığını açıklayacaktı!] Rastgele seçilmiş
“dehşet fotoğrafları”yla birlikte: AKP İstanbul İl
Örgütü binasına atılan molotof kokteyli,
İstanbul’daki kimi protesto gösterilerinden, aralarında SDP
bayraklarının da seçildiği kimi kareler, yanan bir bankomat, ters
dönmüş bir araba, vb. vb… velhasıl etkileyici bir kolaj.
Ama tabii, “faili meçhul”! Molotofu kim atmış,
bankomatı kim yakmış, suçlanan kim, “Devrimci
Karargâh” mı, SDP’liler, TÖP’lüler mi? Ya
da tüm bunların “Devrimci Karargâh”la
alâkâsı ne? Karışık bir iş vesselam…
Yani ertesi gün, sabık işkenceci, sabık
milliyetçi-muhafazakâr, sabık Fethullah meftunu
emniyetçi Hanefi Avcı’yla ilgili haberler
uçuş(turul)maya başlandığında, işin encamı biraz daha
netleşecekti: Ülkenin yeni “masonları”,
Fethullahçı yapılanma, anlaşıldığı kadarıyla Avcı’nın
son kitabından pek haz etmemiş, onu “harcamak” için
gecikmeden harekete geçmişti. Gayrımeşru bir gönül
ilişkisiyle baharatlanan bir kurguyla, Karargâh’ın, bir kadın
aracılığıyla Hanefi Avcı’yı kontrolü altına aldığına
dair haberler sardı F-tipi medyayı ansızın. Bu çapraşık
“rabıta”nın nasıl kurulduğu ise akıllara seza: 12
Eylül’de işkenceden geçirilmiş bir
Kurtuluş’çu, Necdet Kılıç ile işkencecisi arasında
geliştiği anlaşılan garip dostluk, Necdet Kılıç’ın,
Devrimci Karargâh’cı Orhan Yılmazkaya ile ilgili basın
açıklamasına katılan kimi SDP’lilerle de ahbap olduğu
“keşfi”nden hareketle, Avcı’yı Devrimci Karargâh
için çalışıyor hâle getirmeye yetmişti! Dedim ya,
karışık bir iş vesselam!
Evet, AKP hükümeti, İstanbul Emniyeti
eliyle, toplumu terörize, devrimci sosyalistleri kriminalize etmeye
çalışıyor. Ve bu çabasını, bir taşla birkaç kuş
vurma gayretkeşliği içerisinde Hanefi Avcı’yı etkisiz
hâle getirme teşebbüsüyle birleştirirken, kendi
“Derin Devlet”ini inşa etmekte olduğunu da açığa
vuruyor.
Hiçbir etik kural, sınır, ilke tanımayan,
dalavere ve tezviratı biricik yöntem bellemiş bir başka “Derin
(denilen) Devlet”…
Bugün SDP’lilerle, bugün
TÖP’lülerle ve tutuklu diğer devrimcilerle dayanışmak,
artık bir “protokol” ve “diplomasi” sorunu olmaktan
çıkmıştır.
Çünkü öyle
gözüküyor ki bizler “Yeter Artık!”larımızı
birleştirip yükseltmedikçe bu kirli oyun, bizim bedenlerimiz
üzerinden sürüp gidecek…
 
1 Ekim 2010 06:35:21, Ankara.
 
N O T L A R
[*] size="2">Sosyalist Demokrasi, No:98, 7 Ekim 2010…
[1] Jean-Jacques Rousseau.
[2] Bkz: Sibel Özbudun, “Şeyh
Bedreddin’le Birlikte Nasıl Örgüt Kurduk?”, Newroz,
Yıl:3, No:120, 4 Şubat 2010.
[3]
Bkz: Temel Demirer, “Mea Culpa/Suçlu Benim”,
size="2">Newroz, Yıl:3, No:121, 11 Şubat
2010.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder