Fransa'da Eylemler Sürüyor
/ M. Şehmus Güzel
12 Ekim 2010 salı günü,
Fransa’da emeklilik (retraite) yasa tasarısına (emeklilik yaşı
artırılıyor, en erken 62 yaşında, 67 yaşında veya daha sonra emekli
olunabilecek, vakit kalırsa eğer...) karşı ikiyüzkırktan fazla (tam
sayısı 244) gösteri ve yürüyüş düzenlendi ve
bunlarla birlikte özel ve kamu işletmelerinin pek çoğunda grev
yapıldı. Metro ve trenlerde, petrol rafinerilerinde, hava ulaşımında,
limanlarda ve eğitim kurumlarında grevler etkili oldu...
Gösteriler sabah saatlerinden itibaren Marsilya, Lyon, Bordeaux,
Rennes gibi taşra kentlerinde daha önceki eylemlerde
görülmemiş sayıda genç, yaşlı, kadın, erkek ve
çocuğun katılımıyla başladı. Katılım her yerde görenleri
şaşırtan boyuttaydı. Evet hafta içinde olmasına rağmen
gösteri ve yürüyüşler birçok kent ve kasabadaki
toplam nüfusun neredeyse üçte birini aşan oranlarda
gerçekleştirildi. Tarihi olan da bu. Öğleden sonra
Paris’teki dev gösteri ve yürüyüş de coşkulu bir
biçimde yapıldı.
Eylemler dizisine ülke çapında toplam üç
buçuk milyon gösterici katıldı. Gösteri ve
yürüyüşler CGT, CFDT, SUD, UNL gibi işçi sendikaları
konfederasyonlarının sitelerinden canlı olarak an be an izlenebildi.
Televizyon kanallarından haber ağırlıklı olanların tümünden,
gazete ve dergilerin internet sitelerinden de...
Olağanüstü ve tarihi bir boyut kazanan ve birçok Avrupa
devletinde görülebilecek en görkemli gösteri,
yürüyüş ve grevlerden oluşan eylemler demetinin
düzenleyicilerini bile olumlu biçimde şaşırtan başarısının
birçok etkeni, birçok belirleyicisi yanında şu
üçünü burada mutlaka vurgulamak
gerekiyor :
BİR : Havanın çok güzel olması. Ekim ayında
Fransa’da bu kadar güneşli, bu kadar ılımlı, bu kadar cıvıl
cıvıl bir gün mutlaka çok ender görülen cinstendir.
Evet doğa ve bilhassa Güneş Ana emekçilerden ve geleceğin
emeklilerinden yana tavrını koydu.
İKİ : Önceki eylemlere kıyasla liselilerin ve
öğrencilerin daha çok sayıda katılmaları. Fransa’da
geleneksel, deneyimlerle ispat edilmiş ve bilinen bir deyiş vardır :
Liseliler, öğrenciler ve demiryolu işçileri bir eylemde
biraraya geldiklerinde yenilmezler. Bu defa da öyle olacak mutlaka. Yasa
tasarısı Senato’da görüşülürken düzenlenen
eylemler bu açıdan, yani hükümetin siyasi bir kararına
karşı, tartışılma aşamasındaki tüzel düzenlemesine karşı
düzenlendiği için siyasi nitelik kazanıyor. Hükümet
ve bilhassa cumhurbaşkanı Senato’ya, başkanına, senatörlere
ellerindeki bütün olanakları kullanıp baskı yaptılar ve yasa
tasarısını 12 Ekim eylemlerinden önce Senato’dan da
onaylatıp « Atı alan Üsküdar’ı
geçti » havası yaratmak ve eylemlere katılımı bir
anlamda « gereksiz » kılmak istediler. Ama bunu
gerçekleştiremediler. Cumhurbaşkanı ve hükümeti
destekleyen partiler Senato’da çoğunluk sahibi değil ve yasa
tasarısını geçirebilmek için
« merkez » partili senatörlerden destek almaları
zorunlu.
Yasa tasarısı Senato’da tartışıldığı anlarda,
çok sayıda gencin de aralarında bulunduğu üç
buçuk milyon Fransalı yasa tasarısına muhalif
olduklarını yüksek sesle dillendirdiler. Bir yerde siyasi ve
demokratik meşruiyet cumhurbaşkanı, hükümet ve hatta Millet
Meclisi ve Senato’dan uzaklaştı, sokakları, meydanları, cadde
ve bulvarları fetheden milyonların eline
geçti. « Meşruiyet sizde değil
bizdedir !» diye seslendi milyonlarca vatandaş. Fransa’da
meşruiyet Elysées Sarayı’nda değil göstericilerde.
ÜÇ : Eylemlerin başarısında etkili olan
belirleyicilerden biri de eylemler dizisinin yirmidört saatlik
olmaması, grevlerin sürmesi ve kimi kent ve kasabada gösteri ve
yürüyüşlerin de süreklilik kazanmasıdır.
Emekçiler, son aylarda düzenledikleri ve her seferinde bir
öncekinden daha çok sayıda katılımla kendini duyuran
gösteri ve yürüyüşlere karşın iktidrın yasa
tasarısında ısrar etmesi üzerine bu defa gösteri ve
yürüyüşle ve 24 saatlik grevlerle yetinmenin anlamsız
olacağı sonucuna vardılar ve işin başından itibaren grevlerin
süreceğini ve iktidar dik kafalılığında inat ederse bu cumartesi 16
Ekim 2010’da yeniden gösteri ve yürüyüşler
düzenleyeceklerini ve hemen sonra durumu yeniden değerlendireceklerini
belirttiler. Eylemlerin radikalleşmesinde birinci derecede sorumluluk
iktidarda. Grevler sürüyor ve bilhassa petrol rafenerileri,
limanlar gibi kilit işletmelerde, önemli noktalarda son derece sıkı.
Fransa’daki oniki rafineriden onunda üretim durmuş vaziyette. Ham
petrol taşıyan tanker-gemiler ise limanlara yaklaştırılmıyorlar
çünkü limanlarda grev yapılıyor...
Bu satırları yazdığım 14 Ekimde Toulouse kentinde gösteri
ve yürüyüşlerle grevler süreklilik kazanmış durumda.
Toulouse toplumsal muhalefetin merkezi olduğunu bir kez daha gözler
önüne seriyor böylece.
Liselilerin eylemleri birçok kent ve kasabada
sürüyor : Boykot uygulanan, derslere girilmeyen, dersliklerde
emeklilik meselesinin gençleri de neden ve nasıl ilgilendirdiği
anlatılıyor, konuşuluyor, tartışılıyor. Bugün emeklilerin
emeklilik ödentisini genç kuşak emekçilerin
ödeyeceğini belirten ve güya « reformu »
bunu önlemek ve sorumluluğu paylaşmak için yaptığını iddia
eden hükümete gençlerin yanıtı şudur : Emeklilik
yaşı artırılınca emekli olup « yer
açacakların » sayısı azalacak, dolayısıyla
gençlere iş olanağı daha da azalacak. Gençler iş hayatına
girmek için fazladan iki, üç veya beş yıl daha beklemek
zorunda kalacaklar ve o zaman emekliğe hak kazanmak için de zaman
yitirmiş olacaklar... Gençler, emekli olmak için iki,
üç, beş veya yedi yıl daha çalışmak zorunda kalmak
istemediklerini de dillendiriyorlar.
Bütün bunların ötesinde çocukları,
gençleri ve emekçileri derinden ama gerçekten derinden
rahatsız eden son derece önemli bir mesele daha var : Bu
iktidarın ahlaksızlığına ve yüzsüzlüğüne
tahammül edememeleri. Bugün bu kadar tartışılan, birçok
gösteri ve yürüyüşe ve bir dizi greve yol açan ve
Fransa toplumsal hakları açısından bir yüz karası olarak
değerlendirilen bu yasa tasarısını hazırlayan, kamuoyuna, Millet
Meclisi’ne, Senato’ya sunan, iki günde bir televizyon
kameralarından yalan atmayı sürdüren Çalışma
Bakanı’nın adının yolsuzluklara karışmış olması ve buna
karşın yerinden kıpırdamaması, istifa etmemesi, bugünkü
cumhurbaşkanının « küçük askeri »
rolünü akıl almaz bir vurdumduymazlıkla sürdürmesi.
Bugünkü cumhurbaşkanının cumhurbaşkanlığı seçim
kampanyası için Fransa’nın en zengin dört kişisinden
biri olan yaşlı ve kimi söylentilere göre bir parça
hafıza kaybına uğramış bayandan yüzbinlerce öro almış
olması, kendi eşinin adı geçen bayanın şirketlerinden birinde
« mali danışman » olarak işe alınması için
aracılık etmiş olması. Bütün bunları yaptığı günlerde
bugünkü Çalşıma Bakanı’nın o sırada
Bütçe Bakanı olması ve adı geçen bayana vergi indirimi,
vergi muafiyeti gibi kolaylıklar sağlamış olması...
İnanılacak gibi değil ama bir yandan emekçileri daha uzun
süre çalıştırıp Sosyal Güvenlik Kurumu’nun
emeklilik sandığı açığını kapatmak istediğini savunan
iktidarın tuzu kurulardan alınan Servet Vergisi’ni kaldırmaktan
söz etmesi. Rakamlar ortada : Büyük patronlara uygulanan
vergi indirimi, vergi muafiyeti ve benzeri bütçesel kolaylıklar
kaldırılarak elde edilecek bütçe geliriyle Sosyal Sigortalar
Kurumu’nun her türlü açığını birkaç kez
kapatmak mümkün. İktidar bu yolu tercih etmiyor,
emekçilerin emeklilik ödenti payını artırmak ve emekli
olabilmeleri için çalışma sürelerini uzatmak istiyor.
Bugünkü cumhurbaşkanının seçildiği günlerde
yazdığım bir makalemin başlığı « Patronların
cumhurbaşkanı »ydı. Yanılmadığım ortada. Keşke yanılmış
olsaydım. Bugün şunu eklemek te mümkün : Siyasetciler
ülkelerinin Tarihi’ne bir biçimde girebilirler, ama bir de
bunun « çıkışı » var : Kimi
« küçük kapı »dan çıkar. Kimi
« büyük kapı »dan. Bugünkü
göstergeler Fransa cumhurbaşkanının küçük kapıdan
çıkacağı/çıkaralıcağı yönünde.
12 Ekimde gazetelerin birçoğuna yansıyan bir habere göre,
« Dünyadaki en çok milyoner Fransa’da bulunuyor.
Dünyadaki her onbir milyonerden biri Fransız. » Son
yıllarda bu devlet vatandaşları arasında zenginler gittikçe
zenginleşiyorlar, dar gelirliler ise gittikçe yoksullaşıyorlar.
Fransa’da son yıllarda çalıştıkları halde yoksullaşan
insanların sayısı arttı. Bu arada toplumbilimcilerin « orta
tabaka » adını uygun gördükleri, aslında
emekçi olan teknisyenlerin, kimi kalifiye işçilerin,
öğretmenlerin, öğretim üyelerinin gelirleri de azaldı. Yeni
iktidarın uygulamaları ve kazanılmış, zorlu mücadelelerle
kazanılmış toplumsal haklardaki budamaları sonucu geçim
düzeylerinin azalması sürüyor ve hatta hızlanıyor.
Bugün genel hoşnutsuzluğun altında yatan ciddi nedenlerden
birkaçı da bunlardır. Bunlar varoldukca, bunlar
sürdükçe iktidarın her yeni hamlesinde başkaldırı
randevusuna gelecektir. Fransa’da emekçiler kazanılmış haklar
için ödenen faturaları unutmuyorlar, unutmazlar :
Çünkü burada emekçilik babadan oğula, anadan kıza
berdevam. Ve her aile geçmiş deneyimlerin aynı zamanda saklandığı
birer ortak hafıza rolünü oynuyor. « Hafıza
silici » rolü için kullanılan televizyon kanalları
ortak hafızayı çizemiyor. İktidarın unuttuğu noktalardan biri de
mutka budur.
POLİS POLİSE KARŞI
Toplumsal mücadeleler tarihi üzerine çalışanlar
bilirler : Fransa’da bir gösteri ve yürüyüşe
katılanların aşağı yukarı gerçek toplam sayısını bulmak
için İçişleri Bakanlığı’nın yani polisin
rakamlarıyla sendikacılarınkiler toplanır ikiye
bölünürdü. Bu artık mazide kaldı.
Çünkü eski bir İçişleri Bakanı olan
bugünkü cumhurbaşkanının polisi alıştırdığı
« yöntemle » (aklı başında olanlar için
meçhul !) birkaç yıldan beri ve bugün polisin
verdiği rakamlar akıl almayacak derecede komik. Paris’te bu rakamlara
kargalar bile gülüyorlar. Birkaç örnek : 12
Ekimdeki gösteriler için polis Paris için 89 bin
rakamını verdi. Sendikacılar 330.000. Marsilya için polis 24.500
rakamını verdi sendikacılar 230.000. Aradaki farklar müthiş.
Marsilya’da neredeyse on kez daha az gösteriliyor. Toplam
katılımcı rakamı olarak polis 1.230.000 dedi. Sendikacılar
üç buçuk milyon. Polisin verdiği rakamlardaki teferruat,
yani beş yüzler filan tarihe göz kırpmak gibi bişey. Mayıs
68‘de de bu tür rakamlar veriliyordu : Örneğin 121 bin
kişi katıldı deniyordu... Helal olsun ! Tamam da o bin, o beş
yüz, o dokuz bin nasıl hesaplandı ? Gösterilere katılanlar
gördüler. Biz de Paris’te saptadık : Katılım polisin
verdiği rakamlardan kat be kat fazlaydı. Polisin rakamları bu denli
düşük göstermesi sonucu gerçek katılımcı
sayısını artık bizzat saptamak gerekiyor. Veya sendikacıların verdiği
rakamlara inanmalı. Kanımca sendikacıların rakamları gerçekten
çok uzak değil. Sendikacılar sadace yürüyenleri değil
kaldırımda gösteri ve yürüyüşü izleyenleri ve
kimi kez onlarla bir parça yürüyenleri de sayıyorlar. Bu
hem doğru, hem de her zaman doğru değil. Bu bilindikten sonra
gerçek rakam sendikacıların verdiğinden belki biraz az olabilir ama
çok az da değil.
Peki, polisin verdiği rakamları ne yapacağız ? Biz
gülüp geçiyoruz. Ama Unité SGP Police isimli polis
sendikası bu işe fena halde « bozuldu » ve
« Polis’in alay konusu olmasını önlemek istiyorsanız
yalan yanlış rakamlar yayınlamaktan vazgeçin » diye
çevirilebilecek bir bildiri yayınladı. Fena mı ? Değil.
Şunu da eklemeli : 12 Ekimdeki gösteri ve
yürüyüşlere sendikalı polisler de katıldılar onlar da
emeklilik haklarını savundular. (Daha ayrıntılı bilgi
için href="http://www.sgp-focom/"> size="4">www.sgp-fo.com siteye bakılabilir. Fotolar
tek başlarına konuşuyor. İlle Fransızca bilmek gerekmiyor.)
Polisin polise karşıtlığı bununla bitmiyor.
Kimi kez gösteri ve yürüyüş bitiminde gerçek
anlamda Anarşistler CRS’lerle (« Toplum
Polisi ») çatışmak, birkaç vitrin
parçalamak ve böylece « tüketim toplumuna ve onu
korumak isteyenlere karşı » olduklarını göstermek
isterler. 12 Ekimde de öyle oldu : Bastille Meydanı’nda
günümüzün « Baldırı
Çıplakları » CRS’lerle çatıştılar. Canal
Plus televizyonundan bir gazeteci ile TF-1’den bir ses alıcısı da
CRS’lerden darbe yediler. Polislerin bu saldırganlığı kameralarca
kaydedildi. Birçok gazetenin internet sitesinden izlenebilir. Bunun
üzerine Paris Emniyet Müdürlüğü CRS’lerin
sorumluğunun saptanması için İGS’ye (« Polislerin
Polisi ») başvurdu. « Suçlular »
mutlaka bulunacak, çünkü görüntülerde sabit.
Alacakları ceza ise merak ediliyor. Yoksa cumhurbaşkanı araya girip
« Benim çocuklarıma ceza veremezsiniz ! »
mi diyecek ? Göreceğiz.
EVET İŞÇİ SINIFI VAR
Ama bugün gözler oraya değil işçi sınıfına ve
mücadelesine dönük : Paris’te, Fransa’da ve
ötelerde.
Evet çünkü Fransa’daki eylemlerle
aynı saatlerde Paris’ten ve Toulouse’dan binlerce kilometre
uzakta Şili nam ülkede 33 maden işçisinin iki aydan fazla
süre yeraltında imece usulü yaşayıp, imece usulü
birbirlerine destek olmaları ve nihayet yer yüzüne
çıkmalarına tanık olduk. Canlı yayınlarda. Bu da bize
« Evet işçi sınıf diye bir sınıf var »
dedirtiyor. O koşullarda birbirine destek olan, birlikte yaşam
mücadelesi vermek için örgütlenen, yeni tür
dayanışma yöntemleri yaratan ve birlikte kurtulan bu insanlarda demek
ki ortak bir şeyler bulunuyor. Başka kimler o koşullarda, o biçimde
yaşayabilir ve kurtulabilirdi ? Başka kimler ?
Fransa işçi sınıfı ve onun gelecekteki üyeleri
günümüzün liselileri, öğrencileri ve
gençleri hep birlikte ve hep bir ağızdan cumhurbaşkanına
« Diz çöktüreceğiz sana ! »
diyorlar ve bunun için eylemlerini sürdürüyorlar...
Eylemleri gittikçe radikalleşiyor. Gittikçe kararlı
biçimler alıyor... Artık Bastille-Nation veya Montparnasse-Bastille
arasında yürümekle, gösteri yapmakla ve sloganlarla
yetinilmeyecek. « Mayıs 68 » kokusu alanlar bile var.
Olabilir.
M. Şehmus Güzel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder