"Fatmagül'ün Suçu Yok,
Biz Onu Bihter Sandık!" / Sibel Özbudun
class="rteright"> SİBEL ÖZBUDUN “Kadınların tarihi her şeyden
önce
önce
baskı altına alınmışların
tarihidir.”[1]
tarihidir.”[1]
“Birincisi kültür nedir? İkincisi
kültür ile tecavüz tanımları yan yana kullanılabilir mi?
Kullanıldığında ne gibi sorunlar yaşayabiliriz?” sorularına
ilişkin kısaca şunlar ifade edilebilir.
kültür ile tecavüz tanımları yan yana kullanılabilir mi?
Kullanıldığında ne gibi sorunlar yaşayabiliriz?” sorularına
ilişkin kısaca şunlar ifade edilebilir.
“Tecavüz kültürü”
kavramı son zamanlarda kimi kadın çevrelerinde revaçta bir
kavram hâline geldi. Bu kavramla, sanırım tecavüzün
arızî bir görüngü, rastlantısal bir (eril) şiddet
patlaması olmadığı, “kültürel” bir boyutu olduğu,
belki de belirli bir kültürel rasyonele dayandığı vurgulanmak
isteniyor - anlaşılabilir bir vurgu…
kavramı son zamanlarda kimi kadın çevrelerinde revaçta bir
kavram hâline geldi. Bu kavramla, sanırım tecavüzün
arızî bir görüngü, rastlantısal bir (eril) şiddet
patlaması olmadığı, “kültürel” bir boyutu olduğu,
belki de belirli bir kültürel rasyonele dayandığı vurgulanmak
isteniyor - anlaşılabilir bir vurgu…
Ama kavramın dinleyicide uyandırdığı algı bununla
sınırlı kalmıyor. “Tecavüz kültürü”
terimi, tecavüzün kültürel bir boyutu olduğundansa,
bizatihî kültürel bir pratik olduğunun anlatılmak
istendiği izlenimini veriyor. Benim itirazım ise, tam da buna.
sınırlı kalmıyor. “Tecavüz kültürü”
terimi, tecavüzün kültürel bir boyutu olduğundansa,
bizatihî kültürel bir pratik olduğunun anlatılmak
istendiği izlenimini veriyor. Benim itirazım ise, tam da buna.
Bence sorun, “kültür” kavramının
hatalı kullanımından kaynaklanıyor. Aslına bakarsanız, bu da
anlaşılabilir bir şey. Kanımca “Kültür”, bu terime
sahip olan bütün dillerde, yeryüzünün en muğlak, en
ikircimli kavramlarından birine gönderme yapan bir sözcük.
Bir yandan bir topluluğun yaşam tarzı, coğrafî ve toplumsal
çevrelerine uyarlanma stratejilerinin bütünü, kişilik
sistemi, çevreyi, deneyimlerini, yaşamlarını anlamlandırmalarına
yardımcı olan kolektif zihinsel şablonlar, bir topluluğu bir arada tutan
değer ve anlam sistemleri vb. toplumbilimsel (dilerseniz bunlara
“antropolojik” diyelim) tanımları var.
hatalı kullanımından kaynaklanıyor. Aslına bakarsanız, bu da
anlaşılabilir bir şey. Kanımca “Kültür”, bu terime
sahip olan bütün dillerde, yeryüzünün en muğlak, en
ikircimli kavramlarından birine gönderme yapan bir sözcük.
Bir yandan bir topluluğun yaşam tarzı, coğrafî ve toplumsal
çevrelerine uyarlanma stratejilerinin bütünü, kişilik
sistemi, çevreyi, deneyimlerini, yaşamlarını anlamlandırmalarına
yardımcı olan kolektif zihinsel şablonlar, bir topluluğu bir arada tutan
değer ve anlam sistemleri vb. toplumbilimsel (dilerseniz bunlara
“antropolojik” diyelim) tanımları var.
Diğer yanda, daha çok muhafazakâr
çevrelerde ve popüler katmanlarda, halk kitlelerinde okunduğu
hâliyle, “örf ve adetler, gelenekler, değerler, ataların
yolu” vb. gibi daha yalınkat, kestirmeci (ve kimi zaman lince dek
varan yaptırımcı bir güce sahip) bir yorumu var.
çevrelerde ve popüler katmanlarda, halk kitlelerinde okunduğu
hâliyle, “örf ve adetler, gelenekler, değerler, ataların
yolu” vb. gibi daha yalınkat, kestirmeci (ve kimi zaman lince dek
varan yaptırımcı bir güce sahip) bir yorumu var.
Ya da entelektüel kesimler ve/veya aydınlar
arasında “yüksek kültür” olarak anlaşılan,
rafine estetik, entelektüel yeti ve beğenilere, birikime gönderme
yapan versiyonundan söz edilebilir.
arasında “yüksek kültür” olarak anlaşılan,
rafine estetik, entelektüel yeti ve beğenilere, birikime gönderme
yapan versiyonundan söz edilebilir.
“Mikrop kültürü”,
“agrikültür/tarım”,
“kültür-fizik” gibi kullanımlarındansa hiç
söz etmiyorum.
“agrikültür/tarım”,
“kültür-fizik” gibi kullanımlarındansa hiç
söz etmiyorum.
Bu tanımların zaman zaman birbirine karşıt olarak
kullanıldığı, hatta bu karşı(t)laşmalardan yıkıcı sonuçlar
türeyebileceği de bilinir: Bunun en yakın (ve kanımca
çarpıcı) örneği, Tophane’deki sergilere yönelen
saldırıların her iki tarafın da “kültür” adına
hareket ettiklerini düşünmeleriydi. Galeri sahipleri,
sanatçılar ve sanatseverler, göreli geri bir mahalle halkını
“kültür” ve “sanat” ile tanıştırmanın
gururunu taşırken, mahalleli ise, kendi “yaşam tarzları”
(örfleri, adetleri, gelenekleri vb.), yani
“kültür”lerini koruma adına, [bu konuda aslî bir
rol oynadığı kanısında olduğum “kentsel rant” meselesini
şimdilik bir yana bırakarak] “dışarıdan gelen” (yabancı,
“züppe”, “entel-dantel”…)lere
saldırmaktaydı…
kullanıldığı, hatta bu karşı(t)laşmalardan yıkıcı sonuçlar
türeyebileceği de bilinir: Bunun en yakın (ve kanımca
çarpıcı) örneği, Tophane’deki sergilere yönelen
saldırıların her iki tarafın da “kültür” adına
hareket ettiklerini düşünmeleriydi. Galeri sahipleri,
sanatçılar ve sanatseverler, göreli geri bir mahalle halkını
“kültür” ve “sanat” ile tanıştırmanın
gururunu taşırken, mahalleli ise, kendi “yaşam tarzları”
(örfleri, adetleri, gelenekleri vb.), yani
“kültür”lerini koruma adına, [bu konuda aslî bir
rol oynadığı kanısında olduğum “kentsel rant” meselesini
şimdilik bir yana bırakarak] “dışarıdan gelen” (yabancı,
“züppe”, “entel-dantel”…)lere
saldırmaktaydı…
Dediğim gibi, “kültür” fazla
geniş, fazla muğlak, hatta zıt anlamlar yüklenebilen bir
kavram.
geniş, fazla muğlak, hatta zıt anlamlar yüklenebilen bir
kavram.
Ben, “tecavüz kültürü”
tamlamasına karşı çıkarken, kültürün
“antropolojik” anlamından hareket ediyorum. Tanımlar bu alanda
da muhtelif olsa bile, en azından belli bir tutarlılık gösterir;
benim tanımım ise, en kestirme hâliyle, “uzun bir tarihsel
kesitte bir arada yaşayan ve ortak geçim stratejileri izleyen bir
insan topluluğunun süreç içerisinde paylaşır hale
geldiği zihinsel yönelimler” gibi özetlenebilir. Hiç
kuşkusuz, herhangi bir kültürü paylaşan hiç bir
topluluk, homojen değildir, her topluluk bünyesinde farklı ve
çelişik, hatta çatışkılı kesimleri, sınıfları, yaş ve
cinsiyet gruplarını… vb. barındırır; bu çatışkılar
kültürde de ifadesini -örtük ya da açık
biçimlerde- bulacaktır.
tamlamasına karşı çıkarken, kültürün
“antropolojik” anlamından hareket ediyorum. Tanımlar bu alanda
da muhtelif olsa bile, en azından belli bir tutarlılık gösterir;
benim tanımım ise, en kestirme hâliyle, “uzun bir tarihsel
kesitte bir arada yaşayan ve ortak geçim stratejileri izleyen bir
insan topluluğunun süreç içerisinde paylaşır hale
geldiği zihinsel yönelimler” gibi özetlenebilir. Hiç
kuşkusuz, herhangi bir kültürü paylaşan hiç bir
topluluk, homojen değildir, her topluluk bünyesinde farklı ve
çelişik, hatta çatışkılı kesimleri, sınıfları, yaş ve
cinsiyet gruplarını… vb. barındırır; bu çatışkılar
kültürde de ifadesini -örtük ya da açık
biçimlerde- bulacaktır.
Şimdi, böylesi bir “kültür”
tanımından kalkındığınız, yani kavramı antropolojik
içerimleriyle kullandığınızda, “tecavüz
kültürü” (ya da aynı ölçüde yaygın
olduğunu gördüğümüz “linç
kültürü”, “şiddet kültürü”,
vb.) gibi kavramlar, anlamsızlaşacaktır. “Tecavüz” (ya da
linç, vb.) gibi edimleri kendi başına normal, olağan, sıradan,
olması gereken vb. sayan bir toplum yoktur, benim bildiğim kadarıyla.
Çünkü her toplum, (kendini yeniden üretmesinin temeli
olarak) erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkiyi belirli bir istikrar
temelinde sürdürülebilir kılacak aygıtları geliştirmek
durumundadır; tecavüz ise bu istikrarın imhasıdır… Bu anlamda
bir “tecavüz kültürü”nden söz etmek, bir
yanılgıdır.
tanımından kalkındığınız, yani kavramı antropolojik
içerimleriyle kullandığınızda, “tecavüz
kültürü” (ya da aynı ölçüde yaygın
olduğunu gördüğümüz “linç
kültürü”, “şiddet kültürü”,
vb.) gibi kavramlar, anlamsızlaşacaktır. “Tecavüz” (ya da
linç, vb.) gibi edimleri kendi başına normal, olağan, sıradan,
olması gereken vb. sayan bir toplum yoktur, benim bildiğim kadarıyla.
Çünkü her toplum, (kendini yeniden üretmesinin temeli
olarak) erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkiyi belirli bir istikrar
temelinde sürdürülebilir kılacak aygıtları geliştirmek
durumundadır; tecavüz ise bu istikrarın imhasıdır… Bu anlamda
bir “tecavüz kültürü”nden söz etmek, bir
yanılgıdır.
Ancak bu, tecavüzün kültürel
boyutları olmadığı anlamına gelmez. Evet, tecavüzün bir
kültürel işlevi vardır: pek çok sınıflı toplumda
iktidar ilişkilerinin biçimlendiricisi ve payandalayıcısı olan bir
kültürel biçimlenişin, ataerkinin (dilerseniz
“ataerkil kültür” diyebiliriz buna…)
sürdürümünün bir aygıtıdır tecavüz (ve
dayak, ve hatta kadın cinayetleri)… Bir “had bildirme”
aracıdır; sınırını şaşırmış, ataerkinin kendisini yerleştirdiği
konuma rıza göstermeyen, kendisine dayatılan sınırlara itiraz eden
kadınlara verilen kolektif, eril bir ceza… Ya da savaşta yenik
düşen tarafı, kadınlarının bedenleri üzerinden
onursuzlaştırma, teslim alma harekâtı…
boyutları olmadığı anlamına gelmez. Evet, tecavüzün bir
kültürel işlevi vardır: pek çok sınıflı toplumda
iktidar ilişkilerinin biçimlendiricisi ve payandalayıcısı olan bir
kültürel biçimlenişin, ataerkinin (dilerseniz
“ataerkil kültür” diyebiliriz buna…)
sürdürümünün bir aygıtıdır tecavüz (ve
dayak, ve hatta kadın cinayetleri)… Bir “had bildirme”
aracıdır; sınırını şaşırmış, ataerkinin kendisini yerleştirdiği
konuma rıza göstermeyen, kendisine dayatılan sınırlara itiraz eden
kadınlara verilen kolektif, eril bir ceza… Ya da savaşta yenik
düşen tarafı, kadınlarının bedenleri üzerinden
onursuzlaştırma, teslim alma harekâtı…
Bilirsiniz, bu toplumda tecavüz, genellikle
normlara uyan (evinin kadını, bir erkeğin “namusu”, normlara
uygun giyinen, geceleri sokaklara çıkmayan, içki
içmeyen, flört etmeyen, kocasının, babasının, ağabeylerinin
sözünden çıkmayan….) kadınlara değil, sınırları
zorlayan, ihlâl eden “aykırı” kadınlara yönelik bir
ceza ya da ceza tehdididir. Şiddet ya da tecavüz, hatta salt
tecavüz tehdidinin varlığı, kadınlar üzerindeki eril denetimin
bir aracıdır. Bir başka deyişle, ataerkinin kendini
sürdürüm araçlarından bir tanesidir.
normlara uyan (evinin kadını, bir erkeğin “namusu”, normlara
uygun giyinen, geceleri sokaklara çıkmayan, içki
içmeyen, flört etmeyen, kocasının, babasının, ağabeylerinin
sözünden çıkmayan….) kadınlara değil, sınırları
zorlayan, ihlâl eden “aykırı” kadınlara yönelik bir
ceza ya da ceza tehdididir. Şiddet ya da tecavüz, hatta salt
tecavüz tehdidinin varlığı, kadınlar üzerindeki eril denetimin
bir aracıdır. Bir başka deyişle, ataerkinin kendini
sürdürüm araçlarından bir tanesidir.
Bunu, en iyi, Ankaragücü Kasımpaşa
maçında bir ağızdan haykıran erkek topluluğu, kanıtlamaktadır:
“Fatmagül’ün suçu yok, biz onu Bihter
sandık!...”[2]
maçında bir ağızdan haykıran erkek topluluğu, kanıtlamaktadır:
“Fatmagül’ün suçu yok, biz onu Bihter
sandık!...”[2]
28 Eylül 2010 17:51:30, Ankara.
N O T L A R
[*] size="2">Günlük, 10 Ekim 2010…
[1]
Andree Michel.
Andree Michel.
[2]
Murat Emir Eren, “Fatmagül’ün Suçu:
İstismar”, Pazar Sabah, size="2"> 26 Eylül 2010, s. 17.
Murat Emir Eren, “Fatmagül’ün Suçu:
İstismar”, Pazar Sabah, size="2"> 26 Eylül 2010, s. 17.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder