18 Ekim 2010 Pazartesi

AKP'nin 'Kültür Politikaları'? / Sibel Özbudun

AKP'nin 'Kültür
Politikaları'? / Sibel Özbudun

SİBEL
ÖZBUDUN

İçsiz cevizi
hafifliği ele verir.” size="2">[1]
 
AKP ve kültür
politikaları
?” konusunda yazı istediğinde, bir an
durakladım… “AKP ve Anayasa değişikliği”, “AKP
ve neo-liberalizm”, “AKP ve emek haklarının gaspı”,
“AKP ve özelleştirme”, “AKP ve işsizlik”,
“AKP ve mahalle baskısı”, “AKP ve
neo-Osmanlıcılık”, vs., vs., daha da çoğaltılabilir…
velhasıl onlarca, belki de yüzlerce başlık altında
irdelenebilecekken “Kültür Politikaları” şıkkı
(dikkat, “Kültür” demiyorum…) gerçekten
de AKP ile en son yan yana getirilebilecek başlıklardan biri gibi
duruyor…
“Kültür politikaları”
anlayışını “Batılılaşma” fikri üzerine inşa etmiş
bir devlette bu kalem, gerçekten de muhafazakârlığını
(Sünnî) İslâm’a referansla anlamlandıran ve/fakat
“çağdaş demokratik değerler platformunda siyaset yapmayı
benimse”diğini[2] ilan eden, yani,
genel hatlarıyla, İslâmî hat izleyen seleflerinin aksine Batı
dünyasından bir kopuşu değil, “kendi değerlerini muhafaza
ederek” bir entegrasyonu hedefleyen size="2">[3] bir parti için en mayınlı
alanlardan biri olsa gerek… Ne de olsa, çoğunluğu İmam-Hatip
zihniyetli bir kadroyla, operayı, baleyi, senfoni orkestrasını, tiyatroyu,
resmi, heykeli vb. “yönetmek” durumunda olmak,
oldukça “nazik” bir konum…
“İslâmî çıkışlı”
olmayan sağ-muhafazakâr iktidarlar, daha önce çokça
“hamaset”e dayanarak götürüyorlardı maçı:
29 Mayıs’lardaki mehteran gösterileri, Devlet Tiyatrolarında
Necip Fazıl oyunları, Türk Tarih Kurumu’nun Osmanlı-Türk
kültürü, Kültür Bakanlığı’nın
Türk-İslâm sentezi konulu yayınları, 19 Mayıs
gösterilerinde kız öğrencilerin uzayan etek boyları, arkeolojik
kazılarda Selçuklu-Osmanlı eserlerinin öne
çıkartılarak İslâm-öncesi uygarlıkların göz ardı
edilmesi, “maneviyatçı” yazarlar “taltif”
edilirken “solcu” addedilenlerin unutuluşa terki…
Tüm bunları yaparken ne iç iktidar odakları, ne de Batı
dünyası tarafından “İslâmcı/Şeriatçı”
olarak damgalanmayacaklarını bilmenin gönül rahatlığı
içerisinde, zücaciyeci dükkânına dalmış bir filin
pervasızlığıyla davranabilmekteydiler…
AKP’nin “kültür
politikaları” (böyle bir şeyden söz edilebilecekse şayet),
kanımca bu “hareket serbestîsi”ne sahip değil. Birbiriyle
bağlantılı birkaç nedenden dolayı. Öncelikle,
“İslâmcıların en liberali, liberallerin en
İslâmcısı” AKP iktidarı
nın küresel neo-liberal
sisteme bir dizi taahhüdünden dolayı…
Yanlış anlaşılmasın, “küresel
neo-liberal sistem” açısından kültür ve sanatın
“piyasaya tahvil edilebilirliği”, onun kalitesinin, estetik
değerinin, ya da “Batı standartlarına uygunluğu”nun
çoktan önüne geçmiş durumda. Bir başka deyişle,
bir sanat yapıtının neo-liberal sistem açısından değeri, ille de
onun Batı Avrupalı sanat ölçütlerinin incelikleriyle
uyarlı olmasını, hatta sanat eseri sayılmasını dahi gerektirmiyor.
“Pazarlanabilir” olması yeter… (Michael Jackson’un
eldiven tekinin, Hong Kong’da düzenlenen bir müzayedede 420
bin dolara satıldığı[4] anımsansın!
Ya da şimdi adını unuttuğum bir ABD’li ressamın, salt tuval
üzerine çizdiği ABD doları resimleriyle ün
yaptığı…)
[İki genç iktisatçı, Yar. Doç.
Dr. Aylin Seçkin ile Dr. Erdal Atukeren’in 13 ressamın 1030
resmini temel alarak bir endeks oluşturdukları “Türk Sanat
Ekonomisi” konulu çalışmaları -salt akıl edilmiş olmasıyla
dahi- bu konuda çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
Hürriyet gazetesindeki söyleşilerinde, “Biz sanat
eleştirmeni değiliz,” diyorlar. “Arzı, talebi olan, parayla
dönen bir piyasayı analiz ettik.” Seçkin ile
Artukeren’in oluşturdukları endeks ise, resmin eskiliği-yeniliği,
tuval malzemesi, çizim/boyama malzemesi, boyutu, sergilendiği galeri,
ressamın yaşayıp yaşamadığı vb. değerleri kapsamakta ve
spekülatörleri etkileyen faktörleri (iktisadî kriz gibi)
gözönünde bulundurmakta! (Örneğin, yazarlar, 11
Eylül’den sonra ABD’de İslâm temalı resimlerin
“piyasasının düştüğü” saptamasını
yapıyorlar.)[5]]
Sorun şurada ki, “pazarlanabilirlik”,
genellikle zevkleri, Batılı kültür-sanat gelenekleri ortamında
biçimlenmiş bir “müşteri” kitlesini ima etmekte. Bu
da, “sanat alıcıları”nın en zenginlerinin Batı
dünyasında ya da Batı “kültürü”ne uyarlı
çevrelerde bulunması anlamına geliyor…
Bu durum, (içeriğini kendisinin de pek net bir
biçimde dolduramadığı
“çokkültürcülük” taahhütleriyle
birlikte) AKP’yi, kendi zihinsel şablonlarına uygun olmasa da
“piyasa”sı olan sanatçılara mecbur bırakıyor: Orhan
Pamuk’a, Adalet Ağaoğlu’na, Yılmaz Erdoğan’a, Sezen
Aksu’ya örneğin… Tabii onları, bozacının
“liberal” şahitliğine koşmak gibi
“küçük” bir kurnazlığa başvurmak
kaydıyla…
Bir başka deyişle, AKP’nin
“kültür politikaları”nın temelini, partinin
yürekten benimsediği ve Türk siyaset sahnesinde koşulsuz
kayıtsız temsilciliğine soyunduğu neo-liberal yönelimler
oluşturuyor. Bu nedenle değil midir ki, “Kültür” ve
“Turizm” bakanlıkları bu partinin iktidarı sırasında usta
bir hamleyle birleştirilip, bilinçaltlarına kültürün
“turistik” bir “şey”, bir girdi olduğu yolunda bir
müdahalede bulunuluyor. Bu nedenle değil midir ki, AKM ve Muhsin
Ertuğrul sahnesi Taksim-Harbiye arasına konuşlanacak bir “Kongre ve
Kültür Vadisi”ne kurban edilmek isteniyor. Bu nedenle değil
midir ki İstanbul’un “Avrupa Kültür Başkenti”
ilan edildiği 2010 takvimi balonlu, ateşli, havaî fişekli,
Tarkan’lı, Mercan Dede’li, sema’lı, baleli muhteşem bir
“görsel kitsch”le açılıyor. Bu nedenle değil midir
ki, akçalı “sanat projeleri” ile ilgili yolsuzluk
haberlerinin medyaya yansımadığı gün geçmiyor. size="2">[6] Ve bu nedenle değil midir ki
Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Ayasofya Müzesi,
Topkapı Sarayı Müzesi-Harem Dairesi, Efes başta olmak üzere 48
müze ve örenyerini özelleştirme kararı alıyor…
İkinci nokta ise, yükselen AKP burjuvazisinin,
beslendiği Sünnî-muhafazakâr geleneğin
kültürel/sanatsal çoraklığı karşısında, artık
“mürekkep yalamış”, “kültür-sanat
işlerine bulaşmış” ağızlar aracılığıyla dile getirmeye
başladığı “yeni özlemler”…
Sanatsal-kültürel alanda da “görünür”,
“beğenilir” olma, vasatın üzerinde estetik mikyaslar
oluşturabilme arzusu… Bu konuda, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi danışmanlarından, Zaman yazarı Prof. İskender
Pala’nın “itiraflar”ı oldukça
aydınlatıcı:
Hele bir bakınız!.. (…)
Hükümet olsun, AK Partili belediyeler olsun, sanatsal
etkinliklerinde kendi kimliklerini temsil konumundan uzakta değiller midir?
Buna rağmen o çevrelere yaranabildikleri söylenebilir mi? Sebep
basit! Geldiği gelenek tamam yüz elli yıldır kültür ve
sanatı bir kenara bırakmış vaziyette. Bu yüzden hükümetin
kültür sanat vizyonu sol gelenekten bir sayın bakana teslim
edilmiş durumdadır. Neden mi? Cevap basittir; bu ülkede muhafazakarlar
zengin de, patron da, bilim adamı da oldular, iktidar bile oldular, ama
bütün bunlar olurken kültürlerini ıskaladılar,
(…) sanatçı olamadılar. Onlar da haklıydılar; daha yakın
zamana kadar başlarını doğrultup ayakta durma mücadelesi vermekle
meşgul idiler. Yıllardır yaklaştırılmadıkları semtlerde işlerin
nasıl yürüdüğünü öğrenmekle meşgul idiler.
(…) Ama atılım sonuç verdi; bir iç dinamik, bir azim
kapladı içlerini ve büyük adamlar olup büyük
büyük mevkilere geldiler. Yavaş yavaş devleti ve kurumlarını
tanıdılar. Çok geçmedi, güvenin sahibi oldular. Bunu
güç sahibi olmak izledi. Velhasıl çok şey oldular ve
elbette çok oldular. Yazık ki bu arada kültürel anlamda
kendileri olmayı unuttular. Bu yüzden bu toprakların öz
kültürünü devşirecek yaklaşımlardan uzakta kaldık.
Zengin giyindik ama zarafet gösteremedik, pahalı evlerde oturduk ama
zevksiz döşedik. Gönüllerimizde oluşan açlıkları
tiyatroya giderek, galeri gezerek, sanat eseri üreterek değil de
ailecek alışveriş merkezlerinde eğleşerek gidermeye çalıştık.
Amerikan filmleri seyredip hamburger yiyerek gidermeye çalıştık.
Aile ortamında bu ay hangi sanatsal etkinliklerin gündemde olduğu da,
hangi kitabın okunması gerektiği de asla sohbet veya tartışma konusu
olmadı. Vah ki kendimizi yeniden inşa edesiye kadar da
olmayacak!..”
[7] size="2"> (…)
Kendimize bir bakalım. Uzak
geçmişimizdeki yüksek sanat ve kültür zeminini
göremesek de yakın geçmişimizde televizyona yahut sinemaya bir
günah kutusu olarak baktığımızı hatırlayalım.
Çocuklarımızın henüz bir dizi film senaristi, bir oyuncu, bir
film yapımcısı, bir film müziği bestecisi olamayışlarının ilk
sebebi işte budur. Çağın gelişmelerine ayak uydurmak yerine onu
bir dayatma kabul edip kabuğuna çekilmek böyle bir sonuç
doğurmuştur. Pek çok aile reisinin zihninde çocuğunu bir
konservatuara yazdırmak hâlâ cazip bir fikir değildir. Dahası,
kültür sanatı desteklemek gibi bir davranış biçimine de
aşina olamayız. (…)
Gazetelere şu yolda ilan veresim
geliyor: Çocuklarını konservatuarda okutacak anneler, babalar
aranıyor. Sağ ayağın sancılarını dindirecek sinemacı gençler
aranıyor. Bu gençlerin çekecekleri filme sponsor olacak
patronlar aranıyor. Gençlere her yönden destek verecek
burjuvalar aranıyor. Sinemayı günah saymayacak din adamları
aranıyor. Kendi geleceğine yatırım yapacak bürokratlar
aranıyor!”
[8]
Bir yandan kendi “kültürel-sanatsal
mündericatı”ndan tatmin olmayan bir “yükselen
sınıf”, neo-İslâmcı burjuvazi, bir yandan neo-liberal
piyasanın basıncı, bir yandan kendi “muhafazakâr”
tabanının, kültür-sanat işleri daire başkanlığına din
öğretmenlerinin atanması, Faisal Finans danışmanlarının
sanatçı kadrosundan maaşa bağlanması, size="2">[9] çeşitli oyunların
yasaklanması[10] ya da
sansürlenmesi[11] gibi
sonuçlara yol açan siyasal ve kliyentalist
talepleri…
AKP’yi, kültür-sanat alanında,
körebe oyunundaki ebeye çeviriyor.
Şivan Perver ile Mehmet Akif Ersoy’un, Pir Sultan
ile Şeyhülİslâm Ebusuud’un, Necip Fazıl ile Nazım
Hikmet’in adının aynı solukta sıralanabilmesinin hikmeti (!) tam da
bu…
 
9 Eylül 2010 17:07:42, Ankara.
 
N O T L A R
[*] Evrensel Kültür, No:226,
Ekim 2010…
[1] Şeyh Sadi Şirazi.
[2] Adalet ve Kalkınma Partisi
Programı’ndan.
[3] “Partimiz, milli
kültürümüzdeki esas yapıyı, üslubu koruyarak
evrensel değerlerle milli kültür arasındaki etkileşimi en
üst noktaya çıkarmayı amaçlamakta, gerçek bir
çağdaş kültür atmosferi oluşturmanın bu yoldan
geçtiğine inanmaktadır. Bu iki alanı, çatışma konusu
olmaktan çıkarıp, her iki unsurun zenginliklerinden birlikte
yararlanmak Partimizin kültür politikasının temelidir.”
(AKP Programı’ndan)
[4] “Michael Jackson’un
Eldivenine 420 Bin Dolar”, Radikal, 22 Kasım 2009.
[5] Ayten Serin, “İki
İktisatçıdan Türk Resim Piyasası Analizi”,
Hürriyet, 22 Nisan 2008.
[6] Ve soruyor, AB’nin sponsorluk
hizmetleri konusunda bilgi vermek üzere oluşturulmuş internet
sitelerinden biri: “Sizin hâlâ bir AB projeniz yok
mu?” (http://www.abvizyonu.com/etiket/kultur-sanat-projeleri)
[7] İskender Pala,
“Kültürel Meselelerimiz - 1 Bir Çatışma Zemini
Olarak Kültür”, Zaman, 20 Ekim 2009.
[8] İskender Pala,
“Kültürel Meselelerimiz - 2 Sinema”, Zaman, 27
Ekim 2009.
[9]
“İşgalin adı kondu” (
href="http://www.tiyatrom.com/idris_gulluce.htm"> size="2">http://www.tiyatrom.com/idris_gulluce.htm size="2">)
[10] Yılmaz Okumuş’un yazıp
Haldun Açıksözlü’nün sergilediği “Laz
Marks” isimli oyunun İdil ve Cizre’deki temsillerinin
engellenmesi gibi. (Bkz. Türkiye Tiyatrolar Birliği, “Tiyatroya
Engellemeler Türkiye’nin Ayıbı olmaya Devam Ediyor”, color="#0000ff"> href="http://turkiyetiyatrolarbirligi.blogspot.com/2010/04/tiyatroya-engellemeler-turkiyenin-ayb.html#more"> color="#000000">http://turkiyetiyatrolarbirligi.blogspot.com/2010/04/tiyatroya-engellemeler-turkiyenin-ayb.html#more)
[11] Örneğin, Trabzon Devlet
Tiyatrosu tarafından sergilenen “Düğün ya da Davul”
oyunundaki kimi repliklerin yasaklanması (bkz. “Tiyatro oyuncularına
Erdoğan sansürü!”, Medyafaresi,
http://www.medyafaresi.com/haber/12053/guncel-tiyatro-oyuncularina-erdog...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder