<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/6667>Günümüz Türkiye'sinden
Neo-Liberalizm ve Direniş Manzaraları / Sibel Özbudun</a></h1><p
class="rteright">
<font face="Times New Roman" size="2">“Fanatizmden
barbarlığa</font></p>
<p align="right">
<font face="Times New Roman" size="2">tek adımda
geçilir.”<b><i>[2]</i></b></font></p>
<p align="justify">
Neo-liberalizm’in Türkiye’ye “giriş”i, iki
dalga hâlinde değerlendirilebilir. Bunlardan ilki, 12 Eylül
askerî rejimi arefesinde ilan edilen ve az-çok “sosyal
devlet” ilkelerini gözeten ithal-ikameci bir
“kalkınma” modelinden, ihracata ve malî liberalizasyona
dayalı, dünya ekonomisiyle entegrasyonu öngören 24 Ocak
(1980) Kararları ve gerek Cunta yönetimi, gerekse onu izleyen ANAP
iktidarı döneminde yürürlüğe konulan
“zecrî” önlemlerdi.</p>
<p align="justify">
Bu dalga, dünyanın geri kalan bölgelerindeki, özellikle de
Latin Amerika’daki
“neo-liberalleşme”süreçlerine koşutluk
sergilemektedir: “devleti küçültme”retoriğinin
eşliğinde kamu sektörünün tasfiyesi, yani en kârlı
sektörlerden başlamak üzere birbirini izleyen
özelleştirmeler; emek örgütlerine yönelik sistemli
saldırılar; istihdamda deregülarizasyon; kitlesel işten
çıkartmalar; ücretlerde ve diğer sosyal harcamalardaki dramatik
düşüşler, vb... Türkiye, dünya “trend”inin
dışında kalmamıştı.</p>
<p align="justify">
Buna karşılık, ülkenin şu an içerisinde ilerlemekte
–ya da “yalpalamakta” mıdemeli?- olduğu ikinci dalga,
“kültürel”tonlara belenmişözgül bir
görünüm arz ediyor. Ülkede etkin olan toplumsal muhalefet
dinamiklerini, onlara rengini veren bu özgüllüğün
dışında kavrayabilmek olanaksız olduğundan, bu sunumda bu
görünüm üzerinde durmak istiyorum.</p>
<p align="justify">
Bunun için ise, çok kısa da olsa, Türkiye kapitalizminin
tarihsel çerçevesine değinmek gerek.</p>
<p align="justify">
Kapitalizm Türkiye’ye “resmî” girişini,
“ulusal sermaye birikim”i zayıf, ticareti gayrımüslim
uyrukların elindeki, dağılmakta olan bir imparatorluğa nihaî
darbeyi indiren “millicî” bir askerî-sivil
bürokrat kadro, yani Kemalistler eliyle yapmıştı. Bu elit,
kontrollü bir kapitalist kalkınmanın yanı sıra, Batı tipi bir
modernleşmeyi de “ulusal biçimleniş”in olmazsa olmazı
olarak görmekteydi. Bu ise, halkın (özellikle sermayenin
“millîleştirilmesi” sürecinde gayrımüslimlerin
fiziksel tasfiyesi sonucu olarak) büyük çoğunluğunun dini
olan İslâm üzerinde sıkı bir merkezî denetimi gerekli
kılmaktaydı. “Modernleşme”nin sihirli anahtarı
“Batılılaşma”ydı; “Türk İslâmı”nın
“Batılılaşma” ile uyumlu hâle getirilmesi
gerekmekteydi.</p>
<p align="justify">
Bu, genellikle “tepeden inmeci” yöntemlerle
gerçekleştirilen modernleşme/Batılılaşma
süreçlerinin, ama özellikle de onların iktidar ve servet
kaynaklarının “Batılılaşmış” bir burjuvazinin elinde
yoğunlaşmış olmasının, onların boyutlarına erişemeyen taşralı
sermaye başta olmak üzere, gelenekçi Müslüman
(Sünnî) kesimler üzerindeki olumsuz etkilerini tahmin etmek
güç olmasa gerektir.</p>
<p align="justify">
Çarpıcı bir istihza ile “Kemalist rejimi kurtarma”
adına yola çıkan ve ülkedeki emek dinamiklerinin 1960’lı
ve 70’li yıllarda kazandığı momentumu tasfiye etmeyi hedefleyen
1980 askerî darbesi, Türkiye’yi küresel neo-liberal
eğilimlere açarken, bu kesimlerin “tarihsel intikamı”
için fırsatı “altın tepsi”de sunacaktı aynı
zamanda…</p>
<p align="justify">
Birkaç bakımdan…</p>
<p align="justify">
* Öncelikle Dünya Bankasımutemedi olarak askerîrejimin
ekonomi işlerini devralan Turgut Özal’ın iktisadî
liberalizasyon programı Türk sermayesinin bu “taşralı”
kesimini gözükara küresel maceralara açarak sermaye
birikimini büyük ölçeklerde yoğunlaştıracaktı.</p>
<p align="justify">
* Askerler, 1970’ler Türkiyesi’nin hızlıtoplumsal
uyanışını, kısmen Kemalizmin “radikal laik”olarak
niteledikleri siyasalarına bağlayarak, “sosyal uyanış”ı
“Türk-İslâm sentezi” adıyla bilinen
milliyetçi-muhafazakâr bir kültürel politikayla
dengelemeye yöneldiler. Bu ise, dinin toplumsal yaşamda çok daha
merkezî bir rol oynamasını desteklemek anlamına gelmekteydi. Bu
siyasanın o yıllarda sallantılı Sovyet rejimini ihata etmeye yönelik
“Yeşil Kuşak” tasarımıyla uyarlı olduğunu not etmeden
geçmeyelim.</p>
<p align="justify">
* 1984 yılından itibaren hızlıbir tırmanışa geçen Kürt
ulusal hareketi ve hükümetlerin Kürt taleplerine karşı
mücadeleyi tümüyle askerîn eline terk etmesi ise,
“düşük yoğunluklu” iç savaşın
büyük bir hızla “Kirli Savaş”a evrilmesinin
önünü açacaktı; “Kirli Savaş” ortamı ise
bütün getirileriyle (uyuşturucu trafiği, faili meçhul
cinayetler, özerkliğini ilan edip bölgeyi (giderek ülkeyi)
haraca kesen, kana boğan “savaş baronları”, sivil halka
yönelik ağır hak ihlâlleri, köy boşaltmaları vb.) rejimi
hızla çürütmeye koyulacaktı.</p>
<p align="justify">
Bu gelişmeler, 1990’lıyıllardan itibaren güçlenen
İslâmî-muhafazakâr taşra burjuvazisini büyük
bir hızla merkeze taşıyacaktı. Yalnızca iktisaden değil, siyaseten de.
Küreselleşme süreçlerinin olanaklı kıldığı
çokyönlü sermaye hareketlerine büyük bir
esneklikle dahil olan bu kesim bir yandan iç savaş yorgunluğunu, bir
yandan da halkın (Sünni) çoğunluğunun
modernleşmeci/Batılılaşmacı dayatmalara yönelik tepkilerini siyasal
sermayesine katmayı başardı. Üstelik bu manevrasında, Kemalist
deformasyonu AB ile bütünleşmenin önünde engel olan
küçük, ancak kamuoyu oluşturmada etkili bir liberal
entelektüeller kliğinin desteğini arkasına almayı
başarmıştı.</p>
<p align="justify">
Tüm bunlar, ekseni Batı’dan Kuzey’e kayan kapitalizmin,
sadık yol arkadaşı“modern(leşmeci)”ideolojiden vaz
geçtiğini ilan ettiği bir ideolojik arkaplan üzerinde
gerçekleşmekteydi. Modernizmin bu “post-”
çağında homojen-seküler ulus imgesi, yerini merkezsizleşmiş
bir çokkültürcülük/çoğulculuk
söylemine bırakmaktaydı; bu, yükselen İslâmî
burjuvazinin siyasal temsilcisi AKP’nin önünü, uluslar
arası arenada da açan bir süreçti.</p>
<p align="justify">
İslâmcı Saadet Partisi’nden koparak 2001 yılında kurulan
AKP, 2002 seçimlerinde, geçerli oyların % 35’e
yakınını alarak tek başına iktidar oldu. Parti izleyen yerel ve genel
seçimlerde oylarını arttırarak % 45’in üzerine
çıkaracaktı.</p>
<p align="justify">
AKP iktidarıyla birlikte, Türk neo-liberalizmi,
“muhafazakâr-İslâmî” bir veçheye
bürünecektir. Hiç kuşku yok ki, bu iktidar da,
yeryüzündeki “kardeş” neo-liberal iktidarlarla aynı
hattı izlediğini ve bu yolda fazlasıyla hevesli olduğunu göstermek
için elinden geleni yapıyor. Ancak AKP neo-liberalizmi, aynı zamanda
bir “hegemonya değişimi” anlamına geldi: Hukukî engeller
çeşitli “bypass” girişimleriyle tasfiye edilir,
özelleştirmelere büyük bir hız kazandırılırken, bir
yandan da partinin ana gövdesini oluşturan taşra sermayesi payını
büyük bir hızla arttırdı. Böylelikle, ülkede
özelleştirmelerin başlatıldığı 1986 yılından
günümüze yapılan 39 milyar dolarlık özelleştirmenin 30
milyar dolarlık kısmı, yani % 70’i AKP iktidarı döneminde
gerçekleştirildi. Açıktır ki AKP, kamu mallarının
pazarlanmasını bir yandan dış borçları dengeleme, bir yandan da
yurt içinde sermaye transferi aracı olarak görmüş ve
değerlendirmiştir. Bu sürece, işçi ücretleri ve emek
kesiminin gelirlerindeki istikrarlı düşüşün ve işsizliğin
tırmanarak kronikleşmesinin eşlik ettiğini eklemeyi belirtmeye gerek var
mı? Kayıtdışı istihdamın katlanışı ise, ülkeyi “ucuz emek
cenneti”ne çevirmektedir. Bugün Türkiye’de 23
milyonluk işgücünün 10 milyonu, kayıtdışı
çalışıyor!</p>
<p align="justify">
AKP eliyle uygulamaya konulan tarım
politikalarıköylülüğün, küçük ve orta
boy çiftçilerin tasfiyesi yönünde olmuş, kırsal
nüfus ve tarımsal üretimin ekonomideki payısürekli bir
düşüş kaydetmiştir. Kırsal bozulmaya, felaketli çevre
politikaları (ülkenin bütün dereleri üzerinde HES inşa
etme teşebbüsü, orman arazilerinin özel mülkiyete
açılması, Japonya’daki nükleer facianın hemen ardından
“Nükleerde ısrarlıyız!” “müjde”sini
veren inat…) eklendiğinde, kırsal kesimlerde hızlı bir
politizasyon yaşandığını tahmin etmek için kâhin olmaya
gerek yok…</p>
<p align="justify">
Ancak, neo-liberalizm sarmalındaki tümçeper ve
yarı-çeper ülkelerin bu ortak deneyimlerinin yanısıra, AKP
neo-liberalizmi, siyasal ve toplumsal-kültürel arenada bir dizi
spesifik uygulamaya girişmiştir. Özgül bir dinsel cemaatin,
Fethullah Gülen yandaşlarının yargı, emniyet ve eğitim kurumları
içerisinde hızlı örgütlenmesinin önünün
açıldığı ve teşvik gördüğü toplumsal yaşam
hızlı bir muhafazakârlaşmaya sahne olacaktır.</p>
<p align="justify">
“Askerî vesayet rejimi/Kemalizm’le hesaplaşma,
demokratikleşme” adı altında, çok sayıda emekli ve muvazzaf
subayın ve onları destekledikleri gerekçesiyle çok sayıda
gazeteci, akademisyen ve siyasetçinin darbe girişimi
suçlamasıyla tutuklandığı “Ergenekon” davası, bir
süre sonra, tüm Kemalist muhaliflere yönelik, örneğin
kız çocukların öğrenimi için çalışan dernek
yöneticilerinin “darbecilik” suçlamasıyla
yargılandığı bir “cadı avı”na dönüştü.</p>
<p align="justify">
Ama kovuşturulanlar yalnızca Kemalistler değil. AKP’nin
neo-liberalizmine, Kürt sorunu konusundaki politikalarına, emek
düşmanı konumuna karşı çıkan devrimciler, sosyalistler de
topun ağzında. Protesto gösterilerine katılan, afiş yapıştıran,
yazı yazan, dergi çıkartan sol muhalifler, akıllara seza
suçlamalarla tutuklanarak sonu gelmez bir yargı sürecinde fiilen
hapis cezalarına mahkûm edildiler. AKP’nin “ileri
demokrasi”si, henüz yayınlanmamış kitapların bilgisayarlardaki
kopyalarını “toplatma” kararı alıyor, üniversitenin
paralılaşmasını protesto eden öğrencileri gözaltına alıp
yıllarca içeride tutuyor.</p>
<p align="justify">
Bu “yeni”otoriterlikten, “dekemalizasyon”
sürecini başta umutla karşılayan Kürtler de nasibini almakta
gecikmedi. “Açılım, demokratikleşme” adları altında
İslâmî bir renge büründürülerek
evcilleştirilme girişimleriyle karşılaştıklarında, iktidarla ipleri
kopardılar. Karşılığı, “PKK’nin kent yapılanması”
adı altında yasal politikacılarının, yerel yöneticilerinin
tutuklanarak, anadillerini kullanmalarının yasak olduğu, bitimsiz bir
yargı sürecine mahkûm kılınması oldu.</p>
<p align="justify">
AKP’nin Sünni-İslâm referanslımuhafazakâr
politikaları, ülke genelinde seküler bir yaşam tarzı
sürdürenlere, özellikle gençlere (elele tutuşan
çiftlerin görevliler tarafından taciz edilmesi, öğrenci
evlerine sıkça düzenlenen baskınlar, oruç yiyenlere
saldırılar…) yönelirken, sayıları 15 milyon kadar olan
Alevîlerin konumları daha da kırılganlaşacaktı. Kamu
görevlerinde bulunan Alevîler sık sık Sünni amirlerinin
tacizleriyle karşılaşır, Alevî öğrenciler 12 Eylül
askerî darbesinden bu yana zorunlu olan ve esas olarak Sünnî
bir müfredatın izlendiği zorunlu din derslerine tabi tutulurken,
giderek ağırlaşan bir “mahalle baskısı”nın hedefi
hâline geldiler.</p>
<p align="justify">
Ve kadınlar…İktidar partisinin temel referansınıoluşturan
Sünni İslâm, toplumsal muhafazakârlığıderinleştirirken,
neo-liberal yoksullaşmanın hedefi kadınlar, eril şiddetin açık
hedefine dönüştü, kadın cinayetleri, son on yıl
içerisinde, yüzde 1400 artışla, yılda 60 dolaylarından,
yılda 1000 kadını geçti.</p>
<p align="center">
* * *</p>
<p align="justify">
Türkiye’de toplumsal muhalefet dinamikleri,
günümüzde AKP iktidarının yarattığı bu
neo-liberal-otoriter-muhafazakâr zemin üzerinde
biçimlenmektedir. Neo-liberal muhafazakârlaşma, mağdur ve
madunlar “cephesi”ni büyük bir hızla genleştirirken,
bugüne dek pek deneyimlenmemiş mücadele ortaklaşmaları
gelmektedir gündeme.</p>
<p align="justify">
Yaşam zeminleri gün geçtikçe daralan işçi ve
emekçiler, temel taleplerinden hiçbiri karşılanmaksızın
evcilleştirilerek bir “AKP demokrasisi şovu”nun aktörleri
kılınmak istenen Kürtler, dinsel inançları ve ibadetleri
Sünnî hegemonya doğrultusunda tanımlanmaya kalkışılan
Alevîler, işsizlik ve niteliksizleşme kıskacındaki, gelecekleri
çalınan gençler, neo-liberal düzenin
“safra”sı, ataerkil şiddetin kurbanı kadınlar,
düşünce ve ifade özgürlükleri
“absürd” gerekçelerle ellerinden alınan aydınlar,
görevliler ya da İslâm “vigilante”lerinin
tacizleriyle yıldırılan seküler yurttaşlar, “cemaat
”nın dışladığı … son derece dinamik bir muhalefet
cephesini çıkartmaktadır açığa.</p>
<p align="justify">
Bugün ülke sokakları, süregen protesto alanlarına
dönüşmüştür: yalnız İstanbul, Ankara, İzmir gibi
büyük kentler değil, aynızamanda Kürt illeri de.
Üniversiteye giriş sınavlarındaki yolsuzluğa isyan eden lise
öğrencilerinden, dereleri borulara tıkıştırılan
HES’zedelere, nükleer santral inşasına başkaldıran,
ürünleri pul olan köylülere, günde üçer
beşer töre/namus cinayetlerine kurban giden kadınlara, dilleri
yasaklı, siyasetleri cendere altındaki Kürtlere, kitapları
basılmadan toplatılan, kendileri cezaevlerine kapatılan gazetecilere,
heykelleri yıkılan, eserleri “müstehcen” bulunarak
yasaklanan sanatçılara, taşeronlaşma baskısı altındaki kamu
işçilerine, her gün iş cinayetlerine bir kurban veren kayıt
dişi işçilere, güvencesizleştirilen, performans kriterlerine
tabi kılınan akademisyenlere, sağlık emekçilerine…</p>
<p align="justify">
Evet, ülkenin en duyarlısinir uçları, hissediyor yaklaşmakta
olan “fırtına”yı. Kürdüyle, Türküyle,
Alevisiyle, Sünnisiyle, gayrımüslimiyle, ateistiyle, kadınıyla,
erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla Türkiye ezilenlerinin, neo-liberal
talan ve yıkım politikalarına karşı mücadele eden sınıf
kardeşlerine yakın zamanda bir müjdesi olacağını
söyleyebilirim.</p>
<p align="justify">
Bugün Kuzey Afrika ve Orta Doğu halklarının, hepimizi
heyecanlandıran, kendi yazgılarınıele alma yolundaki kalkışmalarının
yakın bir gelecekte, “Akdeniz’e bir kısrakbaşı gibi
uzanan” bu coğrafyada tekrarlanışına tanık olabiliriz.</p>
<p align="justify">
Üstelik, Türkiyeli emekçiler, sınıf mücadeleleri
konusunda, ekmek ve onur mücadelelerini birleştirerek, muhteşem
kalkışmalarının yönünü Kuzeyli plütarkların sahte
“demokrasi havariliği”yle saptırmasına izin vermeyecek kertede
deneyimlidir…</p>
<p align="justify">
<b><i>N O T L A R</i></b></p>
<p align="justify">
<font face="Times New Roman" size="2"><b><i>[1]</i></b> 10-15 Mayıs 2011
tarihleri arasında Meksika/San Cristobal de las Casas’da
düzenlenen BG Fakülte ve Koordinatör Toplantısı
çerçevesinde yer alan “Küresel Kriz, Sosyal
Hareketler” başlıklı Uluslararası seminer programında (12 Mayıs
2011) yapılan sunum… Kaldıraç, No:121, Mayıs
2011…</font></p>
<p align="justify">
<font face="Times New Roman" size="2"><b><i>[2]</i></b> Diderot.</font></p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder