4 Mayıs 2011 Çarşamba

Kuzey Afrika’da devrim ve karşı devrim sarmalı – Volkan Yaraşır

Kuzey Afrika'da devrim ve
karşı devrim sarmalı – Volkan Yaraşır

class="news-single-category">
Tunus ve Mısır isyanı ve yaşanmakta olan devrimci süreç,
Arap coğrafyasında sarsıcı etkiler yarattı. Yarım asırdan beri
süren bölgedeki bütün statükolar bu gelişmelerden
etkilendi. Arap halklarının kendi kaderlerini ellerine alma çabası
ve arayışları hızlandı. Grevler, direnişler, sokak gösterileri,
sokak savaşları ve kitle hareketleri yaygınlaştı. Bu toplumsal devinim
bazı ülkelerde diktatörlerin alaşağı edilmesine, bazı
ülkelerde ise hükümet değişikliklerine yol açacak
boyuta ulaştı. Kitle mobilizasyonu salınımlı bir tarzda halen devam
ediyor.

Bu gelişmeler Arap halkları tarihinde yeni bir momentumu işaretledi. II.
Paylaşım Savaşı sonrası sömürgeciliğe karşı Arap halkları
ayağa kalkmış, bir tarihsel dönemin önünü
açmıştı. Bu süreç Arap milliyetçiliği ve
pan-Arabizm şeklinde kendini ifade etti. İki kutuplu dünyanın
yarattığı makro denge koşullarında varlık zemini bulan bu rejimler,
kısa bir müddet sonda Bonapartist diktatörlüklere
dönüştü. Hareket, önderliğinin niteliği
(küçük burjuva milliyetçiliği) ve ufkuyla (programı
ve hedefleri) kendi sınırlarını oluşturdu. Halklar üzerinde
diktatöryal düzenlemelerin dışında bir adım atamadı.
Sömürgeciliğe karşı “bağımsızlık
mücadelesi” yeni kapitalist entegrasyonun zeminlerini 
(Mısır, Cezayir, Tunus ve Libya’daki vb. birçok Arap
ülkesindeki gelişmeler bu paralelde ele alınabilir) ördü.
Arap halklarının 1950 ve 1960’lı yıllardaki ayağa kalkışı, bir
müddet sonra geri çekildi.

İçine girdiğimiz süreç Arap halkları tarihinde yeni
bir dönemi işaretliyor. İsyan, ayaklanma ve yaygın kitle hareketleri
bu sürecin karakteristik özellikleri olarak öne
çıkıyor. Kapitalizmin yapısal krizi ve son çeyrek asra
damgasını vuran neo-liberal yıkım politikaları Arap coğrafyasının her
kesiminde toplumsal isyanı mayalandırdı. Tunus ve Mısır ayaklanması bu
yoğunlaşmanın dışavurumuydu. Biriken sınıfsal öfke ve kin
ayaklanmaların bölgede senkronizasyon etkisi yaratmasına yol
açtı. Bahreyn’den Yemen’e, Ürdün’den
Suriye’ye kadar kitleler sokaklara çıktı.

Bugün ihtilalin ruhu Arap coğrafyasının üzerinde kendini
hissettiriyor. Her devrimci süreç salınımlı, gel-gitli,
yükseliş ve düşüşleri içinde taşıyan kaotik bir
süreçtir. Devrim ve karşı devrim sarmalı bu kaotik
sürecin doğal bir parçasıdır. Bugün Arap coğrafyasında
bir yanıyla devrimci sürecin bütün zenginlikleri
açığa çıkarken, öte yandan farklı karşı devrimci
operasyonlarla bu süreç kırılmaya ve bloke edilmeye
çalışılmaktadır.

Libya’ya yönelik emperyalist müdahale

Bu konjonktürde Bahreyn’in Suudi Arabistan tarafından
açık işgali ve Libya’ya yönelik emperyalist müdahale
özünde Arap devrimlerini bloke etmeyi ve kapitalist stabilizasyonu
hedeflemektedir.

Emperyalist açık işgalin gündemde tutulduğu Libya
müdahalesi, üç boyutta ele alınabilir: 1. Boyut; Arap
devrimlerinin önünü kesmek ve kapitalist stabilizasyonu
sağlamaktır. Mısır ve Tunus ayaklanmalarıyla başlayan devrimci
sürecin Kuzey Afrika’nın bütününde, Arap
yarımadasında, Ortadoğu’da, hatta Fildişi gibi kıta
Afrika’sına yayılma olasılığı emperyalist-kapitalist sistemi
harekete geçirdi.

Yalnızca Mısır’da yaşanacak bir politik devrim bile bölge
jeo-politiğini, hatta dünya jeo-politiğini kilitleyecek boyuttadır.
Ortadoğu, dünya jeo-politiğinin kalbidir. Mısır’ın
Ortadoğu’da bir “istikrarsızlık” unsuru olması, başta
emperyalizmin bölgedeki vurucu gücü ve mızrak ucu olan
İsrail’i felç edecektir. Dünya jeo-politiğinin sinir
noktasındaki bu gelişmenin ABD emperyalizminin hegemonyasını kırıcı
etkiler yaratması kaçınılmazdır.

Tunus ve Mısır’da statükonun devamı yönündeki ısrar
ve düzenlemelerin temel amacı “kontrolsüz”
gelişmelerin önünü almaktır. Devrimci dalganın
statükoda yapılacak bazı revizyonlarla engellenmesi ve geri
çekilmesi hedeflendi. Ve bu yönde atılan adımlar,
özellikle Mısır’da etkili sonuçlar yarattı. Sistem
muhalefeti soğurtacak bazı taktikler geliştirerek, yeni
düzenlemelerle kapitalist entegrasyonun önündeki engelleri
aşmaya çalışıyor.

Özellikle Mısır’da “kontrolsüz” kitleler,
Müslüman Kardeşler kadar, liberal burjuvaziyi de
ürküttü. Müslüman Kardeşler Mübarek’siz
Mübarek rejimiyle hızla uyum sağladı, kendini, ordudan sonra en
önemli siyasal güç olarak tahkim etmeye çalıştı.
Liberal burjuvazi de devrim korkusuyla ordu eksenli yeni düzenlemelere
onay verdi.

Yalnızca işçi sınıfı kontrol edilememektedir. “Devrim
günlerinin” ve politik mücadelenin yarattığı atmosfer ve
açtığı olanaklarla işçi sınıfının ekonomik
mücadelesi hızla güçlendi. Sınıf, reflekssel olarak
kendini kapitalist sisteme bağlayan zincirleri kopartmaya çalıştı.
Grev ve direnişler yaygınlaştı. Ve bu süreç sınıfın nesnel
ve öznel şekillenişini hızlandırdı.

Mısır ordusu, Mübarek sonrası grevleri ve işçi
direnişlerini fiilen engellemeye çalıştı. İşçi
sınıfını her şart altında etkisizleştirmeyi amaçladı. Bu
yönde Müslüman Kardeşler’in sokaktan çekilmesi,
liberal burjuvazinin benzer politikalar geliştirmesi Mısır’da
düzeni yeniden tahsis etmeye yöneliktir. Mısır’da
yaşananlar devrimden çıkarı olan tek sınıfın işçi
sınıfı olduğunu bir kez daha gösterdi. Diktatörlüğe
karşı da istikrarlı bir mücadeleyi yalnızca işçi
sınıfının yürütebileceğini ortaya koydu.

Tunus’taki devrimci süreç ise kendi
özgünlüğünde ve salınımlı bir şekilde devam
etmektedir. İsyan günlerinde ortaya çıkan halk savunma
komiteleri daha sonra devrimi savunma komitelerine dönüştü ve
ulusal düzeyde Devrimi Savunma Konseyi adıyla koordine oldu. Bu
komiteler ve konsey yapılanması kitlelerin
özörgütlenmeleridir. Tunus’ta Devrimi Savunma Konseyi ve
işçi komiteleri fiilen ikinci iktidar gibi hareket etmektedir.
Muazzam bir toplumsal meşruiyete ve güce sahiptir. Ne var ki, bu
örgütlenmelerin iktidarı alma gibi hedefleri bulunmuyor.
Bugüne kadar birçok bölgede valileri görevden alabilen,
kitleleri mobilize edebilen ve iki geçici hükümetin
yıkılmasına neden olan özyönetim organlarının ve
UGGT’nin hedefleri burjuva liberal bir düzenle sınırlı. Ve
Binali klanının ekonomik ve siyasal yaşamdan çıkarılması
yönünde faaliyetlerini yoğunlaştırıyor.

Tunus’ta yaşanan fiili iktidar durumunun, bazı kapitalist
rasyonalizasyon uygulamalarıyla bitmesi işten bile değildir. Rejimin
gerçekleştireceği restorasyonlar özyönetim organlarını
hızla işlevsizleştirebilir.

Kısaca Mısır ve Tunus’ta, farklı metodlarla olsa da, düzenin
yeniden tahsis edilmesi yönünde politikalar uygulanmaktadır.

Öte yandan Bahreyn’de Şii kökenli halkın ayaklanması
kendi özgünlüğünde bir sosyal patlamanın dışavurumu
oldu. Şii kökenli halk, Bahreyn’in alt sınıflarını
oluşturmaktadır. Ayaklanmanın Arap yarımadasına yansıma riski,
monarşileri hızla harekete geçirdi. Suudi Arabistan ve bazı
körfez ülkelerinin askeri birlikleri, Bahreyn’i işgal etti
ve ayaklanmayı kanla bastırmaya çalıştı. Benzer gelişme
Yemen’de diktatörlüğe karşı halkın ayaklanmasıyla
kendini gösterdi. Yemen’de de Suudi Arabistan eksenli açık
işgalin gerçekleşme olasılığı tartışılmaktadır.

Devrimci dalganın Bahreyn’de açık işgalle kırılmak
istenmesini Libya’ya yapılan askeri müdahale izledi. Kolektif
karakterli bu emperyalist müdahale Arap devrimlerinin farklı karşı
devrimci metodlarla engellenmesinin bir pratiği olarak öne
çıktı.

Mısır ve Tunus’ta statükonun revizyonu şeklinde
biçimlenen gelişmeler, Bahreyn’de açık isgal,
Libya’da emperyal müdahale şeklinde kendini dışa vurdu. Bu
üç karşı devrimci taktik tekno-ideolojik bombardımanlarla
takviye edildi. Benzer adımlar Fildişi’nde de hayata
geçirildi.

2. Boyut; jeo-politik faktördür. Libya’nın kontrolü
bir anlamda Akdeniz’in kontrolüdür. Aynı zamanda Libya,
Afrika’ya açılan bir kapıdır. Kapitalizmin yapısal krizi
emperyalist özneler arasında hegemonya krizini ve
“savaşlarını” keskinleştirdi. Özellikle
Çin’in ataklarını bloke etmeye çalışan ABD,
İngiltere ve Fransa, Libya’ya askeri müdahaleyle önemli bir
hamle gerçekleştirdi. Çin, enerji ihtiyacının
büyük bir kısmını Ortadoğu’dan karşılıyor. Ayrıca son
dönemlerde Afrika’ya ciddi sermaye ihracı yaptı ve önemli
yatırımlar gerçekleştirdi. Bunun yanında Çin,
Libya’nın silah temin ettiği ülkelerin başında geliyor.
Kaddafi rejimiyle ilişkileri hızla gelişiyor. Ayrıca Rusya bölgesel
nüfuzunu yaymak için Akdeniz’de kendine liman arıyor. Bu
yönde Kaddafi’yle temaslar kurdu. Kaddafi rejimi Rusya’nın
arayışlarına olumlu yanıt verdi. Rusya aynı zamanda, Libya’nın en
önemli silah kaynaklarından biridir. Emperyalist müdahale başta
Anglo-sakson koalisyona ve Fransa’ya önemli hamleler kazandırdı.
Bir yandan Çin’in hem Libya, hem de Afrika’daki atakları
darbe yedi, öte yandan hızla gelişen Rusya-Libya ilişkileri bloke
edildi.

Bu faktörlerin yanında emperyalist askeri müdahalede
Fransa’nın agresyonu dikkat çekti. Fransa ABD’nin
Ortadoğu’daki yıpranmışlığından yararlandı ve öncü
güç gibi hareket etti. Fransa’nın bu mevzi kapma uğraşı
AB’nin birinci periferisini saran mali krizin etkisine ve AB
içinde Almanya’nın ataklarına bir cevap mahiyeti taşıyor.
Almanya’nın ekonomik baskı ve rekabeti Fransa’nın agresyonunu
artırıyor.

Ayrıca Libya jeo-stratejik konumuyla AB açısından son derece
önem taşıyor. Libya Batı’yla yaptığı anlaşmalar sonucu
bugüne kadar Afrika yoksullarının gardiyanı gibi hareket etti. Orta
Afrika halklarının kıta Avrupa’sına yönelik
göçünü engelledi ve bir tampon bölge olarak
konumlandı. Fas ve Cezayir’de benzer tutum sergiledi. Kaddafi bu
silahı kullanabileceğini açıkladı. AB kontrol edilemeyen bir
Libya’dan son derece tedirgin olmaktadır. Müdahale bu yanıyla da
önem taşıyor. Afrika’nın “lanetlilerinin”
metropollerden uzak tutulması, emperyalist işgalin gündeminde yer
alıyor.

3. Boyut; petro-politiktir. Libya muazzam ve son derece kaliteli doğalgaz
ve petrol rezervlerine sahiptir. Libya’nın, 1.5 trilyon
metreküplük doğalgaz rezervinin yanısıra 50 milyar varillik
petrol rezervi bulunuyor. Libya Avrupa’nın en önemli petrol
tedarikçileri arasında yer alıyor. 21. Yüzyıl’ın ilk
yarısında petrol paniğinin gerçekleşme olasılığı ve petrole
bağlı kapitalist gelişmenin taşıdığı risk, emperyalizmin
petro-politik hamlelerini gündemde tutuyor. Libya’ya yönelik
emperyalist müdahalenin belirleyici yönlerinden birini de
petro-politik faktörler oluşturuyor. Askeri müdahaleyle
özellikle Çin’in Afrika’ya yoğun yatırımları ve
petrol temini ve taşıma yolları tehlikeye girmiş durumda. Libya, petrol
ve doğalgaz kaynaklarının kontrolü aynı zamanda Afrika’daki
kıymetli madenlerin, enerji kaynaklarının ve yollarının, kıymetli
toprakların kontrolü anlamına geliyor. Bu yönüyle
Libya’ya müdahale önümüzdeki dönemde kaynak
savaşlarının hızla yaygınlaşacağının bir göstergesi oluyor.

BOP’un yeni evresi

ABD, hegemonyasını restore etmek yönünde belirleyici hamlesini
Ortadoğu’da yaptı. Ortadoğu’nun yeniden dizaynını
içeren bu hamle BOP’la kendini en konsantre biçimde ifade
etti.

11 Eylül sonrasında Irak ve Afganistan’a yapılan
müdahaleyle bu sürecin önü açıldı. ABD,
BOP’un birinci evresi diye tanımlayabileceğimiz dönemde
imparatorluk projesine bağlı olarak yoğun ve sistemli açık şiddet
politikaları uyguladı. Fakat Irak halkının direnişi karşısında aciz
kaldı. Böylece BOP’un birinci evresi işlevsizleşti. Bu gelişme
üzerine diğer emperyalist güçlerle ortak hareket etmeye
başlayan ABD, BOP’un ikinci evresi diye tanımlayacağımız
açık zor ve ideolojik zoru birlikte kullandı. BOP’un bu evresi
de kadim bir uygarlık olan Mezopotamya uygarlığı karşısında
sökmedi. Ardından Condalize Rice’ın sözleriyle
ifade edilen, BOP’un üçüncü evresi olan
“yaratıcı kaos” aşamasına geçildi. Yaratıcı kaos
Ortadoğu halklarının eklem yerlerinden kırılarak, mikro devletler
oluşturulması ve makro tahakkümün bu mikro devletler
üzerinden kurulması yönündeki bir adımdı. Bir anlamda
Ortadoğu’nun Balkanlaştırılmasıydı. Bu yönde Irak, etnik ve
mezhebi polarizasyona tabi tutuldu ve Irak fiilen üç mikro
devlete bölündü. Benzer operasyon Filistin’de de
gerçekleştirildi. Filistin, Hamas’ın ve El Fetih’in
kontrolünde iki mikro devlete ayrıldı. Obama’nın iktidara
gelmesi ABD’nin yeni bir konseptle hareket etmesine yol açtı.
ABD, BOP’un dördüncü evresi diye de
tanımlayabileceğimiz “akıllı güç”
politikalarıyla hem yıpranmışlığını engellemek, hem de kendine
yönelik reaksiyonları sönümlendirmek istedi. Gücü
daha rafine ve sistemli kullanmayı hedefledi. Açık işgal
politikalarını her zaman devrede tutarak, bölgede yeni lejyonerler ve
aktif taşeronlar yarattı.

Kuzey Afrika’daki isyan ve ayaklanmalar ve bu devrimci sürecin
Ortadoğu topraklarına hızla yayılması ABD’nin bölgede yeni
bir hamle yapma ihtiyacını doğurdu. ABD bir nevi BOP’un evrelerini
konsantre eden askeri, politik ve kültürel strateji izlemeye
başladı. “Yaratıcı kaos” ve “Akıllı
güç” politikalarını harmanlayarak, bir anlamda
BOP’un beşinci evresini ifade eden adımlar atmaya başladı.
ABD’nin hedefi hegemonyasını yeniden tahkim/restore etmektir. ABD
kaynak savaşlarına göre yeni ittifaklar oluşturuyor. Bazen
kolektif-emperyal müdahaleler gerçekleştiriyor. Bu evrede
açık işgal politikaları yanında (Libya’da gündemde
tutulmaktadır) kapitalist entegrasyonu yeniden kuracak veya derinleştirecek
rejim restorasyonu (Mısır’da büyük oranda
gerçekleştirdiği, Tunus’ta da yapmaya çalıştığı
gibi) politikalarını ve gereğinde aktif taşeronlarını ve lejyonerlerini
(Suudi Arabistan’ın Bahreyn’i işgali gibi) devreye sokuyor.

BOP’un yönelimini ve stratejisini belirleyen ve bir karşı
devrimci stratejist olan, şu anda da Obama’nın baş
danışmanlığını yapan Brzezinski, GOP (Genişletilmiş
Ortadoğu Projesi) adını verdiği açılımla
önümüzdeki dönem yaşanacak sürecin
tanımlamalarını yapmaktadır.

BOP’un genişletilmiş bir versiyonu olan GOP, özünde
emperyalist tahakkümün yeniden inşaasını içeriyor. Ve
emperyalist yayılmanın stratejisini belirliyor. Brzezinski’ye
göre GOP Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya, Balkanlar’dan
Kafkaslara uzanan, hatta içine Pakistan gibi ülkeleri alan geniş
bir coğrafyayı kapsıyor. Bu coğrafyada dünya nüfusunun %
75’i yaşıyor. Dünya gayri safi milli hasılasının %
60’ı üretiliyor ve dünya enerji kaynaklarının
¾’ü bulunuyor. Brzezinski’ye göre bu
coğrafyanın kontrolü dünyanın kontrolü ve dünya
efendiliğinin garantisi olarak ifade ediliyor. Yani emperyalist
tahakkümün sürekliliği anlamına geliyor. Brzezinski
GOP’un kapsadığı coğrafyayı, küresel Balkanlar olarak
değerlendiriyor. Bölge devletlerini ise, “güvenilmez
devletler” olarak ele alıyor. GOP, emperyalist yayılmacılığın 21.
yüzyıldaki ifadesi olarak öne çıkıyor. Bu coğrafyanın
yeniden sömürgeleştirilmesi doğrultusunda stratejiler hayata
geçiriliyor. Bugün ABD’nin Ortadoğu’da, Arap
Yarımadasında, Kuzey Afrika’daki hamleleri bu doğrultuda ele
alınabilir. 1990’lı yıllarda Balkanlarda uygulanan politikaların bu
coğrafyada son derece sistemli bir şekilde hayata geçirilmesi
olasıdır.

Bugün Libya’ya yönelik emperyalist müdahale
açık işgalle derinleştirilebilir. Libya müdahalesi
küresel Balkanlaştırma taktiklerinin bir adımı olabilir. Libya
Trablus, Berka ve Fizan olmak üzere üç bölgeden
oluşuyor. Libya’da feodal ilişkilerin ve aşiret toplumunun
ağırlığı bulunuyor. Ayrıca yaygın bir bölgesel ayrımcılık var.
1940’larda Libya İtalya, Fransa ve Britanya kontrolü altında
üç bölgeye ayrılmıştı. 1951’de ise birleşti.
Birleşik Libya Federal Devleti kuruldu. Libya’nın bu tarihsel
toplumsal arka planı, Balkanlaştırma politikalarına zemin yaratmaktadır.
Libya isyanı sürecinde Libya’nın aşiretler temelinde doğu ve
batı olarak ikiye bölünmüş hali de
düşündürücüdür. Balkanlaştırarak mikro
devletler kurma ve bunun üzerinden makro tahakkümünü
inşa etme gündeme sokulabilir. Bu Libya halkı için
ölüm, açlık ve yeni kölelik demektir.

Ömer Muhtar geleneği

Bu katastrofik riske rağmen emperyalistler arası hegemonya krizi ve
dünyanın çok kutupluluğu, birçok beklenmeyen
gelişmelere yol açabilir. En başta NATO’nun Lizbon’da
belirlediği konsept ve yeniden yapılanma süreci çok kutuplu
dünyayla çelişmektedir.

Libya’da Kaddafi rejimine karşı başlayan isyan bütün bu
hamleleri boşa çıkarabilir. Libya isyanı Arap devrimlerinin bir
parçası olarak ele alınmalıdır. Libya isyanının içinde
İslamcılar, Baas’çılar, sosyalistler ve liberal kesimler
bulunuyor. Hareketin içinde bazı grupların ABD işbirlikçisi
olduğu biliniyor. Ayrıca isyancıların kabile yapısı, ABD’nin
operasyon olasılıklarını artırıyor. Bütün bu zaaf ve geri
noktalarına rağmen Libya isyanı önem taşımaktadır. Bu isyanın
Ömer Muhtar geleneğine yaslanması ve Libya halkının kolektif
belleklerinde anti-sömürgecilik bilincinin bulunması süreci
çok farklı kılabilir.

Bölge halklarının isyan ve ayaklanma atakları Libya’daki
isyanı besleyecek ve şekillendirecektir. Bugün Arap devrimleri Arap
alt sınıflarının arayışlarının simgesi oluyor. Mısır ve Tunus
işçi sınıfı devrimci bir sürecin içinde yer alıyor.
Tunus’ta ikili iktidar pratikleri ve özyönetim deneyimleri
yaşanıyor. Ürdün’de kitleler ellerine aldıkları
ekmeklerle simgesel biçimde rejimle aralarındaki kırmızı sınırı
çiziyor. Yemen’de ve Bahreyn’de mezhebi
görünüme rağmen tam bir sosyal patlama yaşanıyor. Yaygın
kitle mobilizasyonu gerçekleşiyor. Bütün bu gelişmeler
Arap halklarının kendi kaderlerini ellerine alma çabasıdır.

Libya halkı da emperyalist tahakküme karşı aynı yoldan
yürümelidir. Ne Kaddafi rejimi, ne emperyalist müdahale Libya
halkına özgürlük getirebilir. Özgürlük Libya
işçileri ve emekçilerinin bağımsız birleşik
mücadelesiyle kazanılabilir. Bu yol aynı zamanda Arap devrimlerinin
yoludur.

 

Kaynak: www.kizilbayrak.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder