align="center">
ÇALIŞMA YAŞAMINDA SEKTÖRLERİN
"KÜRDÜ'DÜR" MADENCİLİK 12 Eylül darbesiyle birlikte uygulanan ekonomik
politikalar ve özelleştirmeler sonucu madencilik sektöründe
istihdam olanakları giderek daralmış ve kamuda çalışan
işçi sayısı da buna paralel olarak düşmüştür.
Resmi rakamlara göre; 1981 yılında özel
sektörde: 13.564, kamuda: 80.625 kişi çalışırken, 2008 Temmuz
ayı istatistiklerine göre kamu'da toplam 594 işyerinde 26.545
işçi çalışırken, özel sektörde 8.543 işyerinde
111.181 işçi çalışmaktadır. Böylece girişte
yaptığım tespitin nedeni daha iyi anlaşılacaktır.
Uygulanan özelleştirme politikaları bir yandan
örgütsüz çalışan bir kitle üretirken, diğer
yandan da yaygın taşeron uygulamalarıyla birlikte iş ve sosyal
güvenceden yoksun bir çalışma hayatı yaratmıştır.
Bu yeni durum sektördeki çalışma hayatını
olumsuz olarak etkilemiş, sendikasızlaştırma oranını da büyük
oranda yükseltmiştir. Mevcut yasa ve tüzüklerin işverenlere
sunduğu olanaklardan; 30'dan az işçi çalışan
işyerleri iş güvencesi yasası dışında tutulup, 50'den az
işçi çalışan işyerlerinde İş Sağlığı ve
Güvenliği Kurulu oluşumu zorunluluktan çıkartılmıştır.
Yasal olarak işverenlerin eline verilen bu koz da iş yerlerini tam bir
toplama kampına çevirmiştir. Örneğin, Nurullah ERCAN'a
ait işyerleri geçmişte ortaya çıkarılan belgelerle bu
konuda iyi bir örnektir. Yani kıssadan hisse dersek, ağır
ve tehlikeli işkolu olarak tanınan, özel sektör maden
işletmelerine ait ocakların yüzlercesinde, İş Sağlığı ve
Güvenliği Kurulu bulunmamaktadır. Yani, her an herhangi bir
köşeden yeni bir acı feryatların yükselmesi neredeyse yasal
aymazlıklarla garanti altına alınmıştır.
Bursa'da grizu madencilerin ocağına;
Ankara'da DTP'nın kapatılması da kürtlerin yüreğine
ateşin düşmesine neden oldu
'Acı haber tez duyulur' derler. Ben bu
haberleri bir dizi toplantılara katılmak için bulunduğum
Brüksel'de duymuş ve adeta beynimden vurulmuştum.
Tarihler 10 Aralık'ı gösterdiğinde
Türkiye gündemine 2 önemli konu birden düşüyordu.
Biri Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) Anayasa Mahkemesi'nde
süren kapatma davası, diğeri ise Bursa Mustafakemalpaşa'da
Bükköy Madencilik Turizm ve Tic. A.Ş Linyit Ocağı'nda 19
işçinin galeride mahsur kalmasıydı. 11 Aralık'ta egemenlerin
kustuğu öfke DTP'yi kapatırken, Bükköy Madencilik
patronu Nurullah ERCAN'ın patlayan kar hırsı ise 19 işçinin
yaşamını sonlandırıyordu.
Kürtler ve yeraltı maden işçileri, ne kadar
da aynıydı kaderleri birbirleriyle. Birisi kimlikleriyle yok sayılan
ülkenin ötekileri, diğeriyse yaşamları tesadüfe kalmış
gün ışığına hasret maden işçileriydi. Belki de bu
yüzdendir, madencilik sektörüne 'sektörlerin
kürdü' denilmesinin…
DTP'nin kapatılması ve 19 madencinin yaşamını
yitirmesi Medya için reyting yarışını sürdürecek iki iyi
malzeme. Çünkü her ikisinin sonu da
görüldüğü gibi şiddet, kan ve gözyaşı
üretiyor.
Özel sektörde çalışan "madenci
kul, parası pul ve karısı dul''dur
12 Eylül darbecilerinin hazırladığı Anayasa ve
ona paralel olarak çıkartılan yasalar, örgütlü
toplumun oluşmasının önünde büyük bir engeldir. Kimi
yerde kağıt üzerinde 'hak' olarak gösterilenler ise,
pratikte son kullanım tarihi işverenlerce çoktan doldurulmuştur.
Sendikal özgürlük ve örgütlenme hakkı bunun
açık örneklerindendir. Çok engelli koşu parkuru gibi, o
zor olan barajlar aşılsa bile, genelde işverenin yasağına takıldığı
için sonuç işçi açısından kapının
önüne konulmakla biter. Yeraltı maden işçisi gelir
vergisinden muaftır. Bu nedenledir ki asgari ücretin biraz
üzerinde bir ücret alır. 20 yıl (çalıştığı
sürenin üzerine yüzde 20 yıpranma payı eklenir) fiilen
çalışarak, ödeyerek emekli olabilir yer altı maden
işçisi. Ancak, SSK primlerinin gün olarak eksik, miktar olarak
düşük yatırıldığı özel sektörde 20 yılı
tamamlamak hiçte kolay değildir.
19 işçiye mezar olan Bursa
Mustafakemalpaşa'da ki Devecikonak linyit ocağının sahibi Nurullah
ERCAN; Çorum, Tokat, Kütahya, Bolu ve Bursa'da bir
sürü maden sahaları/linyit ocakları, Bozüyük'te
özelleştirme idaresinden aldığı seramik fabrikası, Antalya Manavgat
ve Bolu Abant'ta Petrokent devre mülkleri, Anadolu Gaz
işletmesine ait 4 ilde dolum tesisleri ve ülke çapında
yüzlerce bayilikleriyle görünmeyen devasa bir
güçtür. Anadolu Gaz Tic. ve San. A.Ş, Arafa Madencilik
San. ve Tic. Ltd. Şti, Üçpınar Madencilik ve Tic. Ltd.
Şti, Ercan Seramik San. Ve Tic. A.Ş, Ercan Madencilik San. Turizm ve
Tic. A.Ş, Kuzey Anadolu Madencilik Turizm ve Tic. A.Ş, Bükköy
Madencilik Turizm ve Tic. A.Ş, Petrokent Turizm A.Ş'de ERCAN aile
bireylerinin hisseleri sembolik düzeyde kalırken, Nurullah
ERCAN'ın hisselerinin en az yüzde 80'lerle ifade edildiği
Ticaret Sicili Memurluğu kayıtlarından net olarak
anlaşılmaktadır.
16 Ocak 1996 tarihinde, Trabzon'dan Rusya'nın
Soci limanına Avrasya feribotunu kaçıran Çeçenli
faşistlerin, Nurullah ERCAN'ın Abant'ta ki Petrokent'te
silahlı eğitim yaptıkları iddiası geçmişte basına da
yansımıştı. Bu ve benzeri hizmetlerinden dolayı devlet katında hatırı
sayılır bir kimliğe sahip olduğu ise tartışılmaz.
Bolu'da Bolu beyi'nden sonra gelir Nurullah
Ercan, gerisi hikayedir
2001 yılı baharında Gökçesu'da
sendikaya üye olan işçilerin jandarma tarafından her gece
evinden alınıp karakola götürülürken, DSP-MHP-ANAP
koalisyon hükümeti döneminde işleri rast giderken, esnafı
toplayıp 'bu komünist sendikaya üye olan işçilere
veresiye vermeyeceksiniz' diye tehdit etmesine rağmen hakkında
soruşturma açılamaması, onca şikâyete rağmen Mengen
Savcısının Nurullah ERCAN'ı adresinde bulamadığı için
ifadesini alamaması gibi komiklikler, işyeri hekimi olmadığı halde
Tuzlukaya Ocağı'nda İş Sağlığı ve Güvenliği
Kurulu'na imza atan Dr. Mürşide ŞOLPAN'ın, 88
işçinin ekmeğiyle oynamasına rağmen ceza almaktan kurtulması
herhalde bu gücün bir ölçüsü olmalı.
Dün, 19 Kasım 2000 tarihinde, Gökçesu'da Kayaaltı
Linyit Ocağında, '7 işçinin grizu vardiyası'nda
yaşamını yitirdiği unutulmazken, bugün Devecikonak linyit
Ocağındaki 19 işçinin hayatı kararması da unutulmayacaktır.
Birkaç gün ortalıkta görünmeyen işverenin, sonra
savcılığa uğrayıp kendisine ikram edilen demli çayı yudumlarken
zaten tutuklanmayacağı tahmin edilmekteydi. Bugün ise işçileri
toplayarak güya onların görüşünü alıp
üretime başlayacağı kararını basına bildirmesi, her şeyin
kaldığı yerden devam etmesi tanıyanlar açısından sürpriz
olmadı. Yine işverenin Krizden etkilenen işletmeler için
hükümetin uygulamaya koyduğu 'Kısa Çalışma
Ödeneği'nden yararlanmak için başvurması da basın
tarafından bir kez daha 'ÜSTE BİRDE PARA İSTİYOR –
UTANMAZ – YÜZ KARASI' olarak gündeme
getirildi. Ürettiği kömürü toptan pazarlamakta
sıkıntı çekmeyen, birçok şeker fabrikasına yıllardır
kömür taşımakla bitiremediği Nurullah ERCAN, deyim yerindeyse,
'KRİZİ FIRSATA ÇEVİRMİŞ'tir.
Devletin acılı ailelere nakdi yardımı rüşvet
anlamındadır
1 Haziran 2006 tarihinde Balıkesir Dursunbey'de
Şentaş Madencilik'te meydana gelen grizu sonucu yaşamını yitiren
17 işçinin yakınlarına ödenen istisnai Başbakanlık
yardımı, bu kez de Bükköy Madencilik işletmesinde yaşamını
yitiren işçilerin geride kalanları için devreye sokuldu.
Çok ender rastlanan ve Bursa'da yaşamını
yitiren 19 maden işçisine yapılan nakdi yardım, Gökçesu
maden işçilerince olumlu görülmekle birlikte
çeşitli yorumları da beraberinde getirdi. Onlarca işçinin
yaşamını yitirdiği Gökçesu maden havzasında, böyle bir
yardıma bu güne kadar tanık olmadıklarını belirten işçiler,
"devlet ocakların denetimiyle ilgili görevini yapmıyor ve bu
şekilde hem günah çıkarıyor, hem de önlem almadığı
için ocakları onlarca işçiye mezar olan
'Kömür Kralı'na dönük tepkileri azaltmak
için rüşvet dağıtıyor" diye yorumluyorlar. Yani
anlayacağınız Devlet acılı ailelere sus payı diye, sözde
koruyuculuk yaptığını göstermek için nakdi yardım olarak
verilen rüşveti resmileştiriyor. Peki, kim kaç para
karşılığı ölmek ister? Merak ediyorum ben istemem örneğin.
Tüm bu ülkedeki sorunlara rağmen hala yaşanacak güzel
günlerin olduğu umuduyla ölmek değil yaşamak isterim. Ya siz,
ardınızdan ağlayanlara üç beş kuruş kalsın diye ölmeyi
ister misiniz? Hayır, hiçbir madenci de istemiyor… Baştan
gerekli tedbirlerin alınmamasından kaynaklı gelişen ölümlerin
ardından üç beş kuruşla kimse sorumluluklarından kurtulamaz.
Bu yüzden de bu yaşananlar İŞ KAZASI DEĞİL, CİNAYETTİR!...
/>
Ve Bursa'da ki iş cinayeti özel
sektörün yaklaşımının bir yansımasıdır…
Bursa Mustafakemalpaşa'da grizu sonucu 19
işçiye mezar olan Devecikonak linyit ocağı, güya Nurullah
ERCAN tarafından işletme müdürü Fahrettin ŞOLPAN'a
kiraya verilmiş. Yetkililer böyle komik iddialarla Nurullah
ERCAN'ı bir kez daha kurtarmaya çalışıyorlar. Üstelik
yetkilileri ÇSGB BÇM kayıtları da doğrulamıyor. Bunu
aramaya gerekte yok aslında. Çünkü birkaç istisna
dışında bir sürü özel sektör maden işletmesinin genel
bir uygulamasının küçük bir yansımasıdır bu durum.
2001 – 2002 yıllarında
Gökçesu'da yaşananları hatırlayalım…
DİSK/Dev. Maden – Sen 2001 başında Bolu Mengen
Gökçesu'da, Nurullah ERCAN'ın Üçpınar,
Bükköy ve Kuzey Anadolu Madencilik şirketlerinin işlettiği
ocaklarda örgütlenme çalışmaları yaptı. Uzun
çalışmalar sonucu işçilerin yüzde 80'i sendikaya
üye oldu. Sendika düşmanı işveren, önce işçileri
değişik tekliflerle sendikadan istifa ettirmeye çalıştı,
yöntemi işe yaramayınca bu kez baskı ve tehdidi gündeme getirdi.
Kullanılan yöntemler sendikaya üye olan işçilerin ancak
küçük bir kısmını etkileyerek istifasına neden oldu.
İşveren, işçilerin kararlı tutumu üzerine
Üçpınar ve Bükköy Madencilik şirketlerinin
mülkiyeti kendisine ait olan sahada işlettiği ocakları kapatarak
işçileri işten attı. Kuzey Anadolu Madencilik şirketinin
TKİ'den (Türkiye Kömür İşletmeleri Genel
Müdürlüğü) redevansla kiraladığı sahada linyit
üretimi yapan işçileri ise ücretsiz izine çıkardı.
Bu ücretsiz izin işçilerin rızası olmadan tek taraflı bir
kararla gündeme geldi. Gökçesu linyit havzasında sendikal
hak ve özgürlükler mücadelesi 22 ay kesintisiz bir
şekilde sürdü. İşçilerin yasadışı grev yaparak İş
Sağlığı ve Güvenliği önlemlerinin alınmasını engellediğini
ileri süren işveren, bunu İşyerinde gerçekte olmayan İş
Sağlığı ve Güvenliği Kurulu'nun uydurma raporuyla belgelemeye
çalıştı. Sendikanın açtığı davalar sonucu, bir
sürü taşeron ilişkileri mahkum edildi. İşverenin kurnazca izin
ve kıdemi öldürmeye dönük taşeron uygulamaları bir bir
belgelendi. İşçilere psikolojik baskıyla imzalatılan belgeler
çürütüldü. 7 yıl gibi uzun bir süre sonunda
dava nihayet geçen yıl Yargıtay'da sonuçlandı. Ancak
Nurullah ERCAN'dan işçi alacaklarını tahsil edebilmek
için sürdürülen hukuki süreç bununla
bitmedi. Şimdi sıra icra işlemlerinde.
Yani anlayacağınız vahşi taşeron sistemi GERMİNAL
filmini hatırlatıyor...
Taşeron sistemi Özel sektör maden
işletmelerinde yaygın olarak uygulanmaktadır. İşverenler, çoğu
kez dışarıdan bir şirketi taşeron olarak kullanmak yerine kendisine ait
şirketlerle, ek bir maliyet oluşturmayan yanında çalıştırdığı
madenci Çavuşlarını taşeron olarak göstermektedir. Bir
dönem Gökçesu'da, Pozantı'da,
Akdağmadeni'nde ve Tavşanlı'da sayısız miktarda taşeron
kullanıldığı mahkeme dosyalarında sabittir. Özel ocaklarda genel
uygulamaları hatırlamakta yarar var.
- Her taşeronda 30'dan az işçi
çalıştığından, bu işçiler yasa gereği iş
güvencesinden yararlanamamaktadır.
- Her taşeronda 50'den az işçi çalışması
nedeniyle İşyerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu zorunlu
olmamaktadır.
- Çalışan işçi sayısı 50'den az olduğu
için, İşyeri Hekimi bulundurmak zorunlu değildir.
align="justify">· Ocaklarda
meydana gelen iş kazalarında taşeron muhatap alınarak asıl işvereni
sorumluluktan kurtarmaktadır.
- Gelir vergisi en alt dilimden işlem göreceği için
asgari ölçüde bir vergi ödeyen işveren kamuyu vergi
kaybına uğratmaktadır. - İşçilerin sendikal hak ve özgürlükleri
böl, parçala ve yönet anlayışıyla engellenmektedir. - Yasalarla belirli çalışma süresine uyulmamakta,
işverenin belirlediği asgari üretimi gerçekleştirilmeden
(madencilik diliyle sarma) vardiyanın mesaisi bitmiş
sayılmamaktadır. - Yılda 365 günden az sigortalı gösterildiği için
yıllık ücretli izin hak etmediği gerekçesiyle
kullandırılmamakta, Kıdem tazminatları kaybedilmektedir. - Tahkimatta maliyeti düşük, 2. 3. sınıf zayıf
ağaçlar kullanılmakta. Belirli bir kullanım süresi olan
Vinç ve asansör çelik halatları süreleri
içinde yenilenmemektedir. - Ocakların içindeki gazın temizlenmesi ve dışarıdan temiz
hava sirküle etmesini sağlayacak yüksek kapasiteli
jeneratörleri kullanmak yerine, daha az elektrik/yakıt sarf eden
düşük kapasiteli jeneratörler tercih edilmekte, bunlar ise
ihtiyacı karşılamamaktadır. - Her vardiyada kurstan geçirilmiş ehliyetli barutçu
istihdam edilmemektedir. Barutçuların olmadığı vardiyalarda
onlardan tarif üzerine patlatmayı öğrenen ustalar bu işi
yapmaktadır. - Her ocakta gaz ölçüm cihazının olmadığı gibi
kimi yerlerde birçok ocağa tek bir ölçüm cihazı
düştüğü bilinmekte ve düzenli ölçüm
yapılıp deftere işlenmemektedir. - Yasa gereği zorunlu tutulan defterler düzenli tutulmamakta,
gerektiğinde toptan doldurulmaktadır. - Her vardiyada maden mühendisi bulundurulmamakta, kimi
işletmelerde hiçbir maden mühendisine rastlanılmazken kiralık
diplomayla açığın kapatıldığı iddia edilmektedir. - Kurtarma ekipleri oluşturulup eğitimden geçirilmemekte,
işçilerin periyodik sağlık kontrolleri yapılmamaktadır. - Ölümcül olmayan çoğu kazalar için
vardiya dışında olduğuna dair tutanaklar düzenlenmektedir. - Ocaklarda işçilere iş çıkışında temizleneceği
duş vb. olanaklar sağlanmamaktadır. - İşçilere iş elbisesi ve koruyucu malzeme verilmediği gibi
çoğu yerde işçinin üretimde kullandığı kazmanın
kırılan ağaç sapının bile işçiye aldırıldığı,
ücretinden kesildiği bilinmektedir. - Genelde ulusal bayramlarda çalıştırılıp dini bayramlarda
izin kullandırılmaktadır. - İşçi taşıma servislerinde aracın taşıma kapasitesinin
çok üstünde işçi taşınmaktadır.
Düşük ücretle, emeklilik hayaliyle
ömür törpüsüdür maden ocakları…
Yer altı işçisinden gelir vergisi kesilmediği
için işçi ücretleri asgari ücretin birazcık
üstünde ödeniyor, yasal çalışma süresinin
dışındaki çalışmalar hesap edilirken yasanın
öngördüğü şekilde zam uygulanmıyor. Yılda 2,5 aylık
tutarında söz verilen ikramiye çoğu kez herkese değil, belli
insanlara ödeniyor ve bordroya yansıtılmıyor... İşçilerin
SSK primleri yılda 365 günden az yatıyor, asgari ücretin
üstündekiler prim olarak gösteriliyor ve bordroya dahil
edilmiyor. Dolayısıyla işçi yılda 365 günden az
çalıştı gösterildiği için yıllık ücretli izini,
kıdem tazminatını hak edemiyor. Uzun vadede ise bu emeklilik süresi
ve SSK tarafından bağlanan emekli aylığını direk olarak etkiliyor.
- İş cinayetlerinde Türkiye Avrupa birincisi. İş
cinayetlerinde dünyada üçüncü olan Türkiye,
Avrupa'da birinci sırayı kimseye vermemekte kararlı
gözükmektedir. Özel sektör maden ocaklarında,
işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri genelde maliyeti
artıran kalem olarak değerlendirildiği için önlem alınmaktan
uzak durulmaktadır. - Özelleştirme sonrasında iş cinayetlerinde büyük
artış var. Bugün kamuya ait işletmelerin önemli bir
kısmı özelleştirilmiştir. Kamunun elinde bulunan binlerce m2 maden
sahası satılmış, kalanların ise zaman zaman açılan ihalelerle
satışı sürmektedir. Özelleştirilen işletmeler işçi
sayısı azaltılarak üretime devam etmektedir. Bu işletmeleri satın
alanlar ilk fırsatta sendikadan kurtulmaya çalışmaktadır.
Çünkü sendikal örgütlenmeye sahip olan
işçi, kayıtdışı uygulamaları hoşgörüyle
karşılamamakta, düşük ücret ve kölece çalışma
koşullarına rıza göstermemektedir. Yasa, Tüzük ve
Yönetmeliklerin öngördüklerine kamu işletmelerinde
büyük oranda uyulurken, özel sektörün dikkate
almadığı ortadadır. Maden işletmelerine öngörülen
tüm koşulları yerine getirmeden işletme izni verilmesi,
çalışanların yaşamını tehdit altına alan eksiklerin
tamamlanması için faaliyetinin durdurulması yerine süre
verilmesi ve bunun da dikkatle izlenmemesi asla kabul edilemez. - Devlet suçunu ailelere rüşvetle örtmeye
çalışıyor… İş cinayetleri sonucu yaşamlarını
yitiren işçilerin ailelerine dönük devletin
Mustafakemalpaşa'da da tanık olunan istisnai uygulaması bundan sonra
da devam edeceğe benziyor. Ocakları gereğince denetlemeyenlerin,
işçiler için güvenli bir çalışma ortamı yaratma
konusunda görevini yapmayanların, ölen işçilerin
ailelerine yaptıkları nakdi yardım uygulaması adı altındaki sus payı
bu sorumluluğu gizleyemez.
Geliyorum diyen kazaların önlenememesi söz
konusu değildir oysa… Çünkü yaşananlar kaza da
değil göz göre ölüme davetiye çıkartmaktır,
cinayettir… Kazaların önlenebilmesi için başta
iş sağlığı ve güvenliği yatırımları olmak üzere, bilimsel
ve teknik yatırımların yapılması, bunun yanı sıra sendikal
örgütlenmenin önündeki engellerin koşulsuz olarak
kaldırılması gerekir. Çalışma yaşamı ile birlikte
çalışanların sosyal ve ekonomik yaşamlarının da iyileştirilmesi
zorunludur. Ekonomik ve sosyal sorunlarla didişen bir işçi
doğaldır ki kendisini yeteri kadar işe veremeyecek, bu üretimi de
kazaları da etkileyecektir.
Sorumlular işverenlerle birlikte ilgili
bakanlıklardır
Madencilikle ilgili İş güvenliği denetiminden
birinci derecede sorumlu Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'dır. Bu
bakanlıkların hepimizi acıya boğan iş cinayetlerinin önlenebilmesi
konusunda görevlerini yerine getirdikleri söylenemez. Bunda kimi
zaman teknik kadro yetersizliği, kimi zaman yasal mevzuatlardaki eksik ve
açıklar etkili olabilir. Ancak, bu durumun direkt taraflarıyla
görüşülerek yeni düzenlemelerle giderilebilmesi pek ala
mümkündür. Yeter ki bu konuda samimi olarak bir
çalışma başlatılsın. Uzun süredir denetimin
özelleştirildiği ve ticarileştirildiği, iş güvenliği
mühendislerinin görev, yetki ve sorumluluklarının net olarak
tanımlanmadığı, meslek örgütlerinin görüşlerinin
dikkate alınmadığı eleştirileri önemsenmelidir artık. Ya da sormak
gerekiyor bu tedbirlerin alınması için daha kaç
işçinin ölmesi gerekiyor?
Evet, bunca tehlikenin, hukuksuzluğun, adaletsizliğin
gün gibi açıkta olduğunu sanırım bu aktarmaya
çalıştıklarım yeterince göstermektedir.
Her gün evinden vedalaşarak çıkan ve her
gün indiği ocaktan bir daha çıkamayabileceği korkusuyla ocağa
inen madencilerin, bu koşullara nasıl rıza gösterdikleri, sustukları
merak konusu olabilir. Madencilik sektörü kırsal kesimde, egemen
ideolojinin yoğun olarak nüfuz ettiği bölgelerde yapılmakta,
buralarda örgütlenme kültürü bulunmamaktadır.
Bugün maden ocaklarının bulunduğu yerlerde, eğer camii yaptırma ve
yaşatma derneğini saymazsak hiçbir örgüt,
örgütlü topluluk hemen hemen yok gibidir. Burjuva sağ
partilerin blok oy aldığı kırsal kesimde, solun ayak izlerinin
olmadığı da bilinen bir gerçek. Diğer sektörler daha
çok yerleşim birimleri civarında faaliyet yürütürken
madenciliğin dağ başında olmasının kendi açısından bir tek
avantajı da vardır aslında. Maden işletmecisi patronlar tekstil
patronları gibi makineleri alıp bir başka yerde üretim yapamazlar,
çünkü madenler orada yerin altındadır. Madeni
çıkarıp satması ve para kazanması için faaliyetini burada
sürdürmek zorundadırlar. İşte bu nedenledir ki diğer
dezavantajların yanında önemli bir avantaj sayılır
örgütlenmede. Kent merkezinde çalışan her işçinin
sendikal mücadele girişimi, deneyimi olmasa bile komşusunun,
arkadaşının vardır bir biçimde duyar ve sendikal
örgütlenmenin kendisi açısından yararına inanır. Ancak,
maden işçisi bundan yoksundur ve ilk kez vuracaktır kazmayı
örgütlenmek için. Kazanıp kazanmayacağı bir şanstır ilk
etapta, çünkü duymamıştır hiç. Kanun ve jandarma
korkusu ağır basar. Ama inanırsa, düşerse yola kolay satmaz
arkadaşını, çiğnetmez onurunu sonuna kadar gider. Öyle de
olmuştur Gökçesu'da, Tavşanlı'da…
Mücadele toplumsal değişim ve dönüşümü de
beraberinde getirmiş; birinde MHP'nin belediye başkanlığı
sonlanırken, diğerinde tarikatların oyunu bozulmuştur.
Evet, aslında en son söyleyeceğimi başta
söylemiştim, madencilik sektörü iş hayatının
"kürdü" olmuştur diye. Yıllardır bir halkın
kimlikleri, dilleri nasıl yok sayıldıysa, inkarla, ölümlerle
susturulmaya çalışıldıysa, maden işçilerinin de hakları
yok sayılmakta, ölümleri ört bas edilmektedir. Ama
hiçbir sorun ilelebet sorun olarak devam edemez. Nasıl ki
Kürtler kimlikleri, özgürlükleri için
örgütlenerek susmayacaklarını gösterdilerse, Madenciler de
gösterebilir. Nasıl ki, Kürt sorunu savaşla inkarla değil
diyalogla çözülebilecekse, madencilerin de
ölümlerinin sonlanması için muhatap işçiler,
sendikalar ve meslek örgütleriyle görüşülerek,
somut taleplerin yerine getirilmesiyle çözülebilir.
Madencinin eşiyle küçük
çocuğu arasında geçen ve yıllarca kulaktan kulağa
anlatılan bir öyküyle yazıyı tamamlamış olayım.
Küçük çocuk annesine sorar,
'anne üşüyorum, neden sobayı yakmıyorsun?'
Anne - 'yavrucuğum kömürümüz
yok.'
Çocuk - 'babam
ocaktan getirmedi mi?'
Anne- 'hayır, babanı işten
çıkarmışlar'
Çocuğun merakla 'babamı neden
çıkarmışlar anne? diye sorusunu, gözleri dolmuş anne,
'çünkü işçilerin çalışmasıyla
çok kömür çıkarılmış, bütün depolar
dolmuş, bu nedenle patronların babana ihtiyaçları kalmamış'
diye cevaplar…
Bu ülkede; ısıtmak için üşüyendir
maden işçileri ve aynı zamanda yedi kat yerin altında, karanlık
dehlizlerde gün yüzünü görebilmek için umutla
yaşayandır.
Sektörün
"Kürdü'dür" maden işçileri benzer
Kürtlerle kaderleri birbirlerine. Birisi diri girdiği ocakta gün
yüzüne hasret, diğeri de kimliğiyle yaşayacağı
geleceğe.!
Yılmaz Kızılırmak, 13 Şubat
2010