29 Mart 2010 Pazartesi

"Hüzünden Geçen Sevinç": Chopin

"Hüzünden Geçen Sevinç":
Chopin

"HÜZÜNDEN GEÇEN
SEVİNÇ": CHOPİN
size="2">[*]
 
TEMEL DEMİRER
 
"En iyi nasihat;
iyi örnek
olmaktır."
[1]
 
Mealen; "Müzikte gösterişten
sıyrılan, gereksiz her fazlalıktan kurtulan ilk besteci: Chopin…
Sonuç: En katıksız, en saf müzik… Olağanüstü
bir yalınlık... Virtüözlerin aradığı parıltıyı,
gürültüyü boş verin..." size="2">[2] derdi André Gide, Chopin
için…
O da, "Müzik, ölümcül bir
şeydir," diye haykıran Beethoven gibi binlerce yıllık
"imparatorluk"lar kuranlardandı…
Binlerce yıllık "imparatorluk"lar; evet,
evet Elias Canetti'nin, "Bin yıllık imparatorluklar olmuştur:
Platon'un, Aristoteles'in ve
Konfüçyüs'ün imparatorlukları," size="2">[3] betimlemesini duymamış
olmazsınız…
* * * * *
Polonyalı besteci Fryderyk Chopin (1 Mart'ta
doğduğu kabul edilir), bir insanın bir düzine opera veya senfoni
bestelemeden de adını geçmişin en büyük bestecileri
arasına yazdırabileceğinin tipik örneğidir.
39 yaşında ölen "küçük
eserlerin büyük bestecisi" Chopin'in yaşadığı XIX.
yüzyıl, Avrupa'nın sosyolojik olarak kabuk değiştirdiği bir
dönem. Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi, burjuvazinin artık oturmaya
başlaması ve milliyetçilik akımları o dönemin sadece
müzisyenlerini değil tüm sanatçılarını etkilemiştir.
Chopin, ömrünün büyük bir kısmını ülkesinden
ve ailesinden uzakta, Avrupa'nın birçok şehrinde, ama en
çok da Paris'te müziğini geliştirecek çalışmalar
yaparak geçirmiştir.
Chopin; Schubert, Berlioz, Schumann ve Liszt ile
birlikte müzikteki romantik akımın önde gelen isimlerindendi. Bu
dönemin eserleri acı, ümit, melankoli, mutluluk ve sıkıntı gibi
insanca hisleri melodik anlamda ele alır. Chopin, dönem
karakteristiğiyle birebir örtüşen kimyası sayesinde, adıyla
bile romantizmin evrensel çağrışımı olmasına yetecek
popülerliğe ulaştı. Sanatçı, hisli tabiatından dolayı bizim
kültürümüzde dahi melankoliyle
özdeşleştirildi.
Polonyalı bir anne ile Polonya'da
öğretmenlik yapan Fransız bir babanın çocuğu olan Frederic
Chopin (1810-1849), Varşova yakınlarındaki bir kasabada doğdu. Doğduğu
günden beri duyduğu Polonya halk dansları ve şarkıları, bestecinin
müzikal kimliğinin şekillenmesinde etkin rol oynamıştır.
Çocukluğunda müziğe olan yeteneği keşfedilen sanatçı,
20'li yaşlara geldiğinde eğitim ve kariyer için memleketini
terk eder. Chopin'in Polonya'dan ayrıldıktan sonraki ilk
durağı, Paris olur. Babası Fransız olan genç müzisyen,
buradaki sanat çevresine kolaylıkla uyum sağlar. Ancak
Chopin'in bestelerindeki melankoli örgüsünün
ilmekleri, vatan hasretine dayanmaktadır. O, tuşlara dokundukça
sıla özlemiyle düğümlenmiş yüreği
çözülür ve yazdığı eserler en derinindeki hisleri
açık eder.
Chopin'in besteciliği en çok
Paris'te bulunduğu yıllarda gelişmişti. Sanatçı burada
tanınmış müzisyenler, yazarlar ve ressamlardan oluşan seçkin
bir çevre edindi. Chopin'in Paris'teki müzisyen
dostları Berlioz, Meyerbeer, Liszt; yazar arkadaşları ise Balzac, Heine ve
Musset'dir. Daha sonra Lizst'in aracılığıyla George Sand
takma adını kullanan Aurore Dudevant ile tanışır. Sand yaşadığı
dönemin alışkanlıklarına uymayan, erkek kıyafetleriyle dolaşan,
edebiyat dünyasının aykırı ismidir. Chopin iki çocuklu, dul
Sand'ın uçarılığına tutulur. Birliktelikleri boyunca
dominant Sand, naif yaratılışlı Chopin'i çekip
çevirir. Sand'ın Chopin ve sanatı üzerinde açık
bir etkisi vardır. Aşk acısıyla harlanan ilham alevi, sanatçıya
en çok besteyi bu zamanda yazdırır. George Sand, bestecinin ilk ve
tek kadını olmasa da ömründe iz bırakan yegâne isimdir.
Chopin'in eserlerindeki şiirsel anlatım, ona "piyano
edebiyatının büyük şairi" unvanını kazandırır.
Bestelerindeki zarif duygusallık, müzikal içtenlik ve dinleyenin
içine işleyen derin melankoli sanatçının şairliğinin en
güzel kanıtı olur. Şiirselliği gereksiz süslemelerden
arındırıp sade bir ifadeyle sunması ise Chopin'i diğer
bestecilerden ayıran en önemli hüneridir.
Frederic Chopin, zaman zaman piyanoyu insan sesini model
alarak kullanıyordu. Yazdığı noktürnlerde piyanoya şarkı
söyletir gibi etki yaratması onun bel canto (vokal-güzel
söyleme) tekniğinden etkilendiğini düşündürüyor.
Memleketine düşkünlüğü iyi bilinen Chopin,
"Polonya stilinde bir dans" anlamına gelen Polonez formundaki
eserlerinin yanı sıra piyano sonatı, vals, etüd, impromptu ve
prelüdlere de imza atar. Ayrıca Polonya folkloründen mazurkaları
kendi süzgecinden geçirerek zenginleştirir, bu stilin
müziğine getirdiği yeni soluk, Chopin'i ve eserlerini
klasikleştirir.
Çok iyi müzik kulağı olan birinin
Fransızcayı Leh aksanıyla konuşması ve Lehlerle aynı dilbilgisi
hatalarını yapması onun milletine ne denli bağlı olduğunun
göstergesi bence. Buradaki Romantizm edebiyatla başlamış,
milliyetçilik akımlarından beslenmiş bir romantizm dolayısıyla
sadece yaşanmış aşk maceraları ile sınırlandırmak doğru olmaz. Ama
Maria Wodzinska ile, George Sand ile yaşadıkları ve bu ilişkilerin onun
müziğine olan etkisi de bir gerçektir.
* * * * *
Yaşadığı dönemin bütün
özelliklerini, aşklarıyla müziğine yansıtan Chopin'i,
"vatan hasreti, bir türlü iyileşemeyen bir hastalık ve
kusursuz piyano çalış" sözcükleriyle
özetleyebiliriz. Piyano çalışıyla kendine hayran bıraktığı
Parisli hanımlardan biri onun için "Chopin tüm yaşamı
boyunca ölüyordu," ifadesini kullanmış; bir diğeri ise,
bestecinin son yıllarının ayrılmaz parçası hâline gelen
hastalığını "Çok zarif öksürürdü,"
diye tanımlamıştı.
Öte yandan Viyana Kongresi sonrasında
Avrupa'ya zorla kabul ettirilmek istenen siyasi yaşamın neden olduğu
çalkantılar, kıtanın dört bir yanında olduğu gibi
Polonya'da da uzun süreli karışıklıklara neden olmuş, bu
süre boyunca doğduğu topraklardan uzak kalan besteci için
ülkesine duyduğu özlem yaşamını etkileyen olayların başında
yer almıştı. XIX. yüzyılın ilk elli yılında Avrupa haritasının
geçirdiği değişimlerin Polonya için taşıdığı önemi
tam olarak anlamadan, Chopin'in vatan hasretinden söz etmek doğru
olmaz. Bestecinin çektiği onca sıkıntının temelinde,
Çarlık Rusyası'nın bir toplumu yok sayma girişimlerine
karşı çıkması ve bu uğurda ülkesini işgal eden
güçlerin isteklerine boyun eğmeme direnci yatmaktadır.
XIX. yüzyılın en gözde çalgısı
piyano, 1800'lü yılların ortalarına doğru sayıları hızla
artan solistlerin Avrupa'nın dört bir yanında verdiği konserler
yardımıyla büyük bir popülerlik kazanmıştı. Aslında bu
gelişmede, şekillenmekte olan yeni toplum düzeninin ya da bir başka
ifadeyle burjuva alışkanlıklarının önemli payı vardı.
Evlerin vazgeçilmez mobilyaları arasına giren
piyanolar, kısa zamanda konser organizatörlerinin de baş tacı oldu.
Konser organizasyonları, konser dinleme alışkanlıkları ve programların
içeriği büyük bir değişim içine girmişti.
Solistlerin kitleleri etkilemesi, becerilerinin sınır tanımaması,
piyanonun olanaklarının sonuna dek zorlanması, dinleyenleri olduğu kadar
çalanları da etkisi altına alıyordu. Böylesi bir ortamda,
tüm yaşamı boyunca yaklaşık otuz kez halk önüne
çıkan Chopin'in piyano çalışıyla adından söz
ettirebilmesi üzerinde durulması gereken bir konudur.
Sanatçının tüm yaşamı boyunca verdiği
konser sayısı, yakın arkadaşı Franz Liszt'in aynı tarihlerde
neredeyse bir ayda gerçekleştirdiği dinleti kadardır. Chopin piyano
çalmayı seviyor ama bunu başkalarının önünde, onların
meraklı bakışları altında bir çeşit gösteriye
dönüştürmekten hoşlanmıyordu. Ancak yaşamının sonlarına
doğru, seyirci önünde çalmak istememesi
müzikseverlerin daha çok ilgisini çekmeye başlamış,
ender olarak verdiği konserlerde salonda yer bulabilmek başlı başına bir
sorun olmuştu. Geniş kitleleri asıl ilgilendiren, her zaman olduğu gibi,
sahnede duydukları değil o kimsenin adı etrafında oluşturulan
söylentilerdi.
Chopin piyano için bestelediği yapıtlarıyla
çalgının gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Bunu
yaparken tuşlardan elde edeceği tınının her zaman 'piyano
gibi' olmasına özen gösteriyordu. Çalgısını bir
orkestraya dönüştürmek ona göre değildi. Piyano
tekniğinin gelişmesi için son derece bilinçli bir şekilde
bestelediği etütler, çalgının ifade gücünü
doruğa çıkarmak amacıyla kaleme aldığı mazurkalar,
noktürnler ve diğer parçalar hep aynı amaca, piyanodan,
piyanoya yakışır bir tını elde etmeye yönelikti.
İlk konserinden başlayarak yaşamının sonuna dek
karşılaştığı 'piyanodan yeterince güçlü ses
çıkaramıyor' eleştirisi, aslında onun çalgısına
bakış açısının sonucuydu. O dönem piyanoları henüz
günümüzdeki çalgıların yapısal özelliklerine
sahip olmadığı için güçlü ses çıkarmaya
çalışmak, çıkan sesin tınısını değiştiriyor ve
Chopin'in arzuladığı tını aniden kayboluyordu. size="2">[4]
* * * * *
Ne demişti şair Baudelaire? Güzelliğe en
yakışan, güzelliğin asıl hakkını veren duygu
hüzündür.
André Gide ise şiirde Baudelaire ne ise
müzikte de Chopin odur diyor. İkisi de melal yani melankoli ehli.
Buradaki elem, aslında mükemmeliyet
arayışıdır, demiş Gide... Ve gerçek Chopin, hüzünden
geçerek sevince ulaşandır demiş. "Çünkü
Chopin'de egemen olan sevinçtir…" size="2">[5]
39 yıllık kısa yaşamı boyunca Chopin, daima
"küçük şeylerin büyük bestecisi" ve
romantizmi olagelmiştir.
Her bestecinin üzerine yapıştırılan yaftalardan
Chopin de öldükten sonra nasibini almış, XX. yüzyılın
hayli geniş bir dilimi boyunca üzerine 'veremden gitmiş zavallı
romantik besteci' kıyafeti giydirilmiş ve Chopin zırıl zırıl
çalınması gereken, içli bir besteci olarak kafalarda
kurgulanmıştı.
Elbette yaşamını tümüyle tuşlara adayan,
yalnızca piyano için yapıtlar üreten bir besteci olarak Chopin,
sadece "bu" değildi; ancak XIX. yüzyıl
Romantizm'inin XX. yüzyıla aktardığı bakış
açısının da taşıyıcılarındandı…
Günümüz klasik müzik
dünyasında J.S. Bach, Mozart, Beethoven, Brahms, Schubert gibi
dâhi bestecilerle anılması gereken Chopin'in büyük
besteciler arasında belki de en özgünü olabilmesinin
önemli sebeplerinden biri de onun aynı zamanda, memleketinin halk
ezgilerini tüm büyük eserlerinde doyasıya kullanmış bir
"büyük yurtsever" oluşudur. Polonez, mazurka,
krakowiak gibi Leh öğeleri Chopin'in yalnızca eserlerinin
adlarında bulunmazlar; bestecinin armonileri, ritimleri, kromatizmine kadar
sinmiş temel materyallerdir her biri...
Bedeni de ruhu gibi kırılgan ve hassas olan Chopin,
cenazesinde kendi yazdığı 'Cenaze Marşı'nı değil de,
Mozart'tan Requiem'in çalınmasını vasiyet
etmiştir…
Onun çok genç, 39 yaşında veremden
ölmesi; bana göre, Mercedes Sosa'nın,
"Teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için/
yorgun ayaklarımın adımlarını verdin/ onlarla şehirleri ve
gölcükleri gezdiğim/ ve kumsalları ve çölleri,
dağlar ve ovaları/ ve yürüdüğüm, senin evin, senin
cadden, ve senin avlunu..."
"Teşekkürler hayat, bütün
verdiklerin için/ bana gülüşü, gözyaşlarını
verdin/ böylece yıkıntılardan kısmeti ayırdığım/ şarkımı
yapan iki maddeyi/ ve benim olan hepinizin şarkısını..."
terennüm eden "Gracias A La Vida"nın haykırışıydı
sanki…
 
4 Mart 2010 10:29:59, Ankara.
 
N O T L A R
[*] Newroz, Yıl:4, No:126, 25 Mart
2010…
[1]
Malcom X.
[2]
André Gide, Chopin Üzerine Notlar, Çev: Ömer Bozkurt,
Can Yay., 2010.
[3]
Elias Canetti, "Notlar'dan", Cogito, No:2, Güz 1994,
s.143.
[4]
Aydın Büke, "Notalarla Kurulu Bir Dünya", Cumhuriyet
Kitap, No:1044, 18 Şubat 2010, s.18.
[5]
Nilüfer Kuyaş, "Chopin: Hüzün ve Sevinç",
Taraf, 22 Ocak 2010, s.16.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder