22 Mart 2010 Pazartesi

Sınıfa, Sendikalara Doğru - İlker Belek

Sınıfa, Sendikalara Doğru
- İlker Belek

Türkiye'de "sendikayla da olmuyor,
sendikasız da olmuyor" dense yeridir.

Sendikayla olmuyor: Çünkü, sendika, sendika gibi değil.
İşyeri delegelik ve temsilcilikleri ahbap çavuş ilişkileriyle
belirleniyor. Şube seçimleri, eğer varsa, değişik siyasi
aktörlerin koltuk paylaşımı biçiminde gerçekleşiyor.
Bunlar en iyi ihtimaller. Türk-İş'in pek çok sendikasında
olduğu gibi sendika bir rant paylaşım aracı olarak da kullanılabiliyor.
Mekanizmaya itiraz etmeye çalışanlar mafya marifetiyle devre dışı
bırakılıyor.

Sendikasız da olmuyor: Çünkü, işçi sınıfının
doğrudan örgütlenmesi açısından, en azından şimdilik,
elimizde onun yerine geçecek başka bir araç bulunmuyor. Bu iki
nedenle böyle: Bir yandan, sendikal mücadele sürecinde,
1940'ların ortalarından beri, elde edilmiş ciddi haklar var ve bu durum
bir başka örgütsel yapı için söz konusu değil.
Öte yandan, işçi sınıfımızın, en azından
örgütlenmeye meyilli bölmelerinin gözünde de
sendikaların meşru bir konumu var. Bu hukuksal ve pratik olanakların
görmezden gelinmesi ne olanaklı ne de doğru.

* * *

Kısaca, bu sendikalarla olmuyor. O nedenle, amaç sendikal
mücadeleyi geliştirmek ise, yapılması gereken şey, sendikaları
yeniden yapılandırmak, sınıfsal perspektifle dönüştürmek
olmalıdır.

Bugün kitlenin sendikalara mesafeli durduğu, dolayısıyla sınıf
mücadelesinin sendikalar tarafından örgütlenmesi bakımından
sınıfın karakterinde nesnel sorunların olduğu doğrudur.

Ancak bu noktaya kendiliğinden gelinmediği, sınıfın sınıf olmaktan
kendiliğinden çıkmadığı da akılda tutulmalıdır. Bu bakımdan
12 Eylül darbesini bir tarafa yazmalıyız, ama, sendikal mücadele
tarzındaki zaafları da görmeliyiz.

Örneğin DİSK ve KESK Türkiye'nin AB üyeliğini,
üstelik işçi sınıfının haklarını ileri sürerek
açıkça desteklemişlerdir. Oysa AB'nin pek çok
belgesinde (örneğin) esnekleştirme bir koşul olarak belirlenmektedir.
Dolayısıyla sorun en üst düzeyden, sendikaların ana siyasal
tercihleri noktasından başlamaktadır.

Öte yandan, bir zamanların en militan ve kitlesel sendikası olan
KESK'in bile bugün emekçilerle herhangi bir bağı
kalmamıştır. İşyeri birimleri, temsilcilikleri dağınıktır.
İşyerlerinde örgütsel ve ideolojik dikkate değer bir
çalışma yürütülmemektedir.

* * *

O nedenle, herhangi bir öncelik sırası belirlemeksizin yapılması
gereken şey, her düzeyde, sendikal ideolojiye, mücadele ve
örgütlenme tarzına müdahale edilmesidir.

Yukarıdaki saptamalardan da anlaşılacağı gibi, bu müdahalenin
iki önemli ayağı olacaktır:
Bir yandan, sendika ideoloji ve siyasetine sınıf içeriği
kazandırılacaktır. Sendika siyaseti antiemperyalist ve antikapitalist bir
içerikle yeniden şekillendirilecektir. Örneğin istihdam
piyasalarındaki esnekleşme küreselleşmenin sonucu olarak
görülüyorsa, yalnızca Dünya Bankası'na değil, aynı
zamanda Avrupa Birliği'ne de karşı çıkılacak ve bağımsız,
sanayileşen, kalkınmacı bir ülkenin propagandası yapılacak,
bütün bunların kamucu, devletçi bir ekonomiye bağlı
olduğu açıkça ifade edilecektir.

Öte yandan, işyeri ölçeğinde, yaşanan pratik
sorunları gündemine alan; sorunların çözümü
konusunda ilgili birimdeki bütün mekanizmaları işçilerden
yana uzlaşmaz biçimde zorlayan; işçiyi dinleyen;
işçinin bilincinde patron ve işçi karşıtlığını
bıkmadan yeniden şekillendiren; ideolojik mücadelede bütün
düzen partilerini deşifre eden; açıkça sosyalizmin, yani
işçi sınıfı düzeninin propagandasını yapan; işçiyle
iş dışındaki yaşamı üzerinden de temas kuran bir mücadele
tarzı yaratılacaktır.

Amaç, işçi sınıfını hak arama mücadelesinde bir
araya getirmek; var olan tepkisel düzeydeki potansiyel enerjiyi
açığa çıkarmak; somut sorunlar ve somut hedefler
üzerinden olabilen en geniş, en militan, en sürekli hareketi
yaratmak; sınıfı bulunduğu noktadan daha ileri bir hatta taşımaktır.
Burada dar siyasal yararların yeri olmamalı, böyle davrananlar
eleştirilmeli ve gerekiyorsa hareketin dışına atılmalıdır.
* * *

Sendikaların en büyük sorunu işçiyi ve işçi
sınıfını siyasetsiz bırakmalarıdır. İşe siyaset
"bulaştırıldığında" işçinin sendikadan ve
mücadeleden uzaklaşacağının düşünülmesi en
büyük yanılgıdır.

Çünkü, işçi, yaşadığı sorunların nedeninin
siyaset olduğunu zaten açık biçimde hissetmektedir. Her
işçi neredeyse kendiliğinden "Marksist"tir. Her
işçi kendiliğinden biçimde artı değer
sömürüsünün farkındadır. Çünkü bu
zaten işçinin yaşadığı gerçekliktir. Fark edilmeyen şey
yaşananların kapitalizm denilen bir üretim tarzının zorunluluğu
olduğu olgusudur.

O halde, yaşanan kapitalizm bilinçte açığa
çıkarılmalı ve hiç farkında olunmayan sosyalist
çözüm adlı adınca anlatılmalıdır: Pratik hak arama
mücadelesi içinde.

Kaynak: sol.org.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder