<![endif]-->
Suyun
ticarileştirilmesi sürecinin önemli tartışmalarından birini de
su havzaları sorunu oluşturmaktadır. Su kaynaklarının yönetimi ve
havzaların özelleştirilmesi konusu, ayrıca birden çok
ülkenin paylaştığı havzaların durumu bu tartışmanın
başlıklarıdır.
Havza, bir nehrin
kaynağı ile sonlandığı yer arasında kalan tüm coğrafi alana
verilen addır. Nehir havzalarından denize çıkışı olmayan
iç bölgelerde, göllerde ve iç deltalarda sona
erenlere kapalı havza denir. İçme ve kullanma suyu sağlanan ya da
sağlanacak olan havzalara ise su havzası adı verilir. Havzalar, su
kaynakları ile eko-sistemlerin korunmasını planlamak için en
elverişli alanlardır ve idari sınırlara değil, doğal hidrolojik
sınırlara dayanırlar.
Su havzalarına
yönelik birçok tehdit, hem su miktarını hem de su kalitesini
etkileyen sonuçlar doğurur. Nüfustaki hızlı artış, tarımda
uygulanan yanlış politikalar (örneğin sulama yanlışları,
bölgeye veya mevsime göre değil, maddi getiriye göre
ürün seçimi), ihtiyaca değil, kâra göre
şekillenen bir üretim sisteminin gereği olan aşırı üretim
sonucu sanayide kaçak ve fazla su kullanımı, ranta dayalı
çarpık kentleşme (betonlaşma ve yağışların yer altına
geçemeyip yüzeysel akışla yok olması) miktara yönelik
tehditlerdir. Son dönemde ormanlık alanları talan ve yağmaya
açan, su havzalarında madencilik faaliyetlerine izin veren yasal
düzenlemelerle de bu tehdit büyümektedir.
Öte
yandan, evsel atıklardan ve sanayiden kaynaklanan kirlilik, zirai
ilaç kullanımı, madencilik (altın, nikel, gümüş gibi
değerli metaller), katı atık depoları ve jeotermal suyun özellikle
kaplıcalarda kullanıldıktan sonra yüzey suyuna verilmesi sonucu
yeraltı sularında yüksek oranda ağır metal görülmesi gibi
parametreler de suyun kalitesini
düşürmektedir.
style="">
19.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızla sanayileşen
ülkelerde su kaynakları dahil tüm doğal kaynakların kontrol
edilebileceği ve 'kalkınma' için kullanılabileceği
anlayışıyla çok sayıda baraj ve sulama kanalları inşa
edilmiştir. ABD başta olmak üzere sanayileşmiş ülkeler, enerji,
gıda ve içme suyu ihtiyaçlarını karşılamada, devletle
özel sektörün ortak yatırımları üstüne kurulu su
kaynakları yönetimi anlayışı ile hareket etmişlerdir. Ancak 20.
yüzyılın son çeyreğinde, bu ülkelerde de "su
krizi" sorunu başgöstermiştir.
style="">
style="">1960'lı yıllarda çevre hareketlerinin ortaya
çıkmasıyla, hızla ve çok sayıda gerçekleştirilen su
altyapı projeleriyle doğaya büyük zararlar verildiği
yönünde eleştiriler duyulmaya başlanmıştır. İlk başta
merkezi yönetimlerin çok büyük tepkisini alan
çevre hareketleri zamanla desteklerini arttırarak su yönetiminde
önemli dönüşümlere yol açmışlardır.
Böylelikle kendi ülkelerinde/bölgelerinde büyük
sorunlarla karşılaşmayı en azından ertelemek isteyen emperyalizm,
sınırları dahilinde ekosistemlerin dengesini korumaya
çalışırken; sömürge/yeni
sömürge ülkelerde ise ekolojik denge alabildiğine tahrip
edilerek su kaynakları dikkatsizce
tüketilmiştir.
style="">
1990'lı yıllarla birlikte uluslararası
kredi veren kuruluşların yönlendirmesiyle su kaynakları
yönetiminde "bütüncül su kaynakları
yönetimi" kavramı öne çıkarılmaya başlanmıştır.
Avrupa Birliği de Ekim 2000'de kabul ettiği Su Çerçeve
Direktifi ile bütünleşik su yönetimini ve havza bazında
yönetimi savunmaktadır.
style="">
class="MsoBodyText">Havza yönetimi konusunda önemli
bir sorun da birden fazla ülke tarafından paylaşılan su kaynakları
konusundadır. 1997'deki Birleşmiş Milletler Genel
Asamblesi'nin Özel Oturumu'nda sınır aşan nehir
havzalarında havza yönetimi sistemi kurulması kararı alınmıştır.
Avrupa Birliği'nin de bu alanda üye ülkeler için
bağlayıcı bir kararı vardır. Su Çerçeve
Direktifi'nin 12. maddesinde "üye ülkelerin birbiriyle entegre havza
yönetimi" zorunlu kılınmıştır.
class="MsoBodyText">
style="">Türkiye'de de Avrupa Birliği Su Çerçeve
Direktifi (SÇD) kapsamında bölgesel bir sınıflandırmayla 6
nehir havzası belirlenmiştir. Bunlar Marmara Denizi'ne
dökülen, Karadeniz'e dökülen, Akdeniz'e
dökülen, Ege Denizi'ne dökülen, Uluslararası ve
Kapalı havzalardır. Bu bölümlendirme Ekim 2003'te Ulusal
Platform tarafından kabul edilmiştir.
style="">
style="">Türkiye'de Havza Planlaması
style="">
style="">Türkiye'ye bakıldığında ise, 1953'te Devlet Su
İşleri'nin (DSİ) kurulmasıyla sistematik su kaynakları yönetimi
başlamıştır. 1960'ların başlarında Türkiye'de 8.5 milyon
hektar sulanabilir arazinin yalnızca 1.2 milyon hektarlık
bölümü sulanabiliyordu. Güneydoğu Anadolu Bölgesi
ise ülkemizin sulanabilir alanlarının beşte birini kapsamaktadır. Bu
bölgeyi Fırat ve Dicle nehirlerinin su potansiyelini kullanarak sulama
fikri 1960'larda ortaya çıkmıştır. Ancak günümüzde,
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında planlanan sulamanın
yalnızca %13'ü gerçekleştirilebilmiş, sulu tarımın
gerek bölgeye gerek ülkeye sağlayabileceği faydalar iddia
edilenin çok altında kalmıştır.
style="">
style="">2003'te SÇD gereği 6 nehir havzası belirlenmeden
önce Türkiye'de su havzaları sayısı 26 olarak
saptanmıştır. Su havzalarının planlaması ve yönetiminde söz
sahibi olan Devlet Su işleri, Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü, Karayolları Genel
Müdürlüğü, İller Bankası Genel
Müdürlüğü ve Çevre Bakanlığı'nın
ülke çapında değişik bölgesel örgütlenmeleri
bulunmaktadır. Bu kurumların kendi bölgesel
bölümlendirmelerinin yanı sıra ülkemizde bir de siyasi il
sınırları vardır (ki bunlar da son yıllarda çok fazla
değişikliğe uğramıştır). Bu durum planlama ve koordinasyonu
güçleştirmekte ve yetki sorunlarına yol
açmaktadır. style="">
style="">
Avrupa
Birliği Türkiye'de su hizmetleriyle ilgili finanse ettiği
araştırmalarda aynı yetki çakışması ve çok başlılık
saptamasını yapmakta ve buna çözüm olarak Su
Çerçeve Direktifi'nin temel yaklaşımlarından biri olan
"bütünleşik havza yönetimi"ni önermektedir.
"Bütünleşik su kaynakları yönetimi" aynı
zamanda Dünya Su Konseyi (DSK) tarafından da 2000 yılında Hollanda
Lahey'de ikincisi yapılan Dünya Su Forumu'nda da karar
olarak alınmıştır. Bütünleşik su kaynakları yönetimi
kavramı ile kastedilen, doğal kaynak olarak su
havzalarının yönetiminde çokuluslu su tekellerinin egemenlik
kurmasıdır. Su
havzaları yapılaşmaya açılacak, tekeller havzadaki bütün
yer altı ve yer üstü su kaynaklarına sahip olacaklardır. Elbette
bu böyle dile getirilmemekte, amacın su kaynaklarının etkin
yönetilmesi olduğu söylenmektedir.
style="">
Bu etkin
yönetimin sağlanamamasının nedenlerinden biri olarak kamunun
finansman yetersizliği de gösterilmekte, su kaynaklarının
verimliliğinin artması için su havzalarına özel sermaye
yatırımları yapılmasının şart olduğu ileri sürülmektedir.
style="">
Sermaye ve
onların güdümündeki hükümetlere göre kamunun
kaynakları verimsiz kullanması da israfa neden olmaktadır, boşa giden
çok miktarda su kaynağı mevcuttur. AKP iktidarı barajları,
gölleri, göletleri, akarsuları özelleştirme projesini
"devletin boşa akan su kaynaklarını değerlendirme girişimi"
olarak tanıtmaktadır.
style="">
Bütünleşik su kaynakları
yönetimi kavramı gereğince suların depolandığı alanlar (baraj,
göl, gölet) özelleştirilince, o depoların
çevresindeki karasal alan, o alanda bulunan yer altı kaynakları da
sermayenin egemenliğine girecektir. Ve sermaye bu
alanda istediği faaliyeti yapabilecektir.
style="">
Bu
faaliyetlerden biri, hemen akla geleceği gibi, madencilik faaliyetidir.
26.05.2004 tarih ve 5177 Sayılı, Maden Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile devletin su
havzaları üstündeki koruma işlevi kaldırılmıştır.
Orman vasfını yitirmiş alanların imara açılmasına izin
verilmesine ilişkin kanun da bu kapsamda değerlendirilebilir. Orman
arazileri aynı zamanda su havzalarını da barındıran arazilerdir.
Bütün bunlar, Türkiye'de doğrudan su konusunda
olmayıp, su ile ilişkili alanlarda yapılan ve sonuçta suyun
ticarileşmesinin önünü açan yasal
düzenlemelerdir. Bir yandan da su alanındaki kapsamlı düzenlemeyi
yapacak olan bir çerçeve Su Yasası'nın da
hazırlandığı bilinmektedir. Bu yasa havza planlaması ve yönetimi
konusundaki düzenlemeleri de kapsayacaktır.
style="">
style="">Havza Planlaması ve Yönetimi
style="">
Havza
yönetiminin temel bileşenleri insan, toprak ve sudur. Havza
yönetimi başta su temini olmak üzere enerji temini, ormancılık,
tarım, hayvancılık ve sosyo-kültürel gelişimi bir arada
sağlamak amacıyla yapılmalıdır.
style="background: none repeat scroll 0% 0%
yellow;">
class="bodytext">Havzalarda elbette planlama olmalıdır, ama bu planlamanın kim
tarafından yapıldığı kadar kim için yapıldığı ve kime hizmet
ettiği de önemlidir. Tüm insanlığın ve canlı yaşamının
devamlılığı için mi? Yoksa sermayenin kasasına girecek
kârı artırmak için mi? Bu konuda birbirine temelde
karşı iki görüş çatışma içindedir.
Birincisi; suyu bir
kullanım değeri olarak gören bir havza yönetim anlayışıdır.
Bu anlayışa göre havzalar, suyun tüm canlı yaşamı için
vazgeçilmez bir madde olduğunun bilinciyle planlanmalıdır. Bu
temelde yapılan havza planlaması suyun ticari bir mal/meta olabileceğini
reddeder. Bu havza planlamasının bir başka temel özelliği ise su
üretiminin pazar için değil, toplumsal ihtiyaçların
karşılanması amacıyla yapılmasıdır.
olarak gören havza yönetim anlayışıdır. Bu anlayış,
özellikle 1990'lardan sonra hız kazanan, suyun ekonomik bir mal
olduğu kabulüne dayanmaktadır. Bu kabul, havzaların özel
mülkiyetini mümkün kılmaktadır. class="bodytext">
Su
havzalarının "kamusal bir alan" olarak görülmesi ve
savunulması durumunda, "kamusal bir alanın kamu yararına
planlanması ve yönetilmesi"nden siyasal irade sorumlu olacaktır.
Sınıflı toplumlarda toplumun tüm bireylerini adil bir biçimde
kapsayan bir kamu yararından söz etmek mümkün değildir.
Bu
nedenle suyun yönetiminin kamunun elinde kalması, suyun
ticarileştirilmediği anlamına gelmemektedir. "Kamu-özel
ortaklığı" adı altında su yönetiminin dünya devi
özel şirketlerin yönetimine devredilerek özelleştirilmesi
sonucu ticarileştirme gibi, son dönemde kamu-kamu işbirliği benzeri
stratejilerle de su ticarileştirilmektedir. Örneğin Çevre ve
Orman Bakanlığı, DSİ, belediyelerin bünyesinde kurulan İSKİ,
ASKİ, KOSKİ vb. kamu kurumları şirketlere
dönüştürülüp su bu kamu kurumları eliyle
piyasalaştırılmaktadır.
style="">Son Söz
style="background: none repeat scroll 0% 0% lime;">Havza yönetimi sorunu
dünya su politikasının temel ilgi alanıdır. Çünkü
su havzalarını yönetenler su kaynaklarını da yöneteceklerdir.
Dünya su politikasının temeli ise su kaynaklarının
yönetimidir.
style="">KAYNAKÇA
- style="">Doç. Dr. Ayşegül KİBAROĞLU, "Küresel Su
Politikaları ve Havza Yönetimi" Erişim: href="http://www.sendika.org/arsiv/havza-2007-08-19.pdf">http://www.sendika.org/arsiv/havza-2007-08-19.pdf
- Prof.
Dr. Türkel MİNİBAŞ, "Globalizmde Suyun Ekonomi
Politiği", Erişim: href="http://www.turkelminibas.net/read.asp?id=29&tur=makale">http://www.turkelminibas.net/read.asp?id=29&tur=makale - Dr.
Uçkun GERAY, "Havza Yönetim Mantığı Nasıl
Olmalıdır?", Erişim: href="http://www.foresteconomics.org/havza.pdf">http://www.foresteconomics.org/havza.pdf
Sayı 7 Su Sayfa 51-55
İvme Dergisi yazısıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder