Munzur
Kanla
yazılmış bir özgürlük kavgasının asi, coşkun,
başeğmeyen yurdudur Dersim. Düşmana yol olmayacak kadar sarp,
yoldaşını ele vermeyecek kadar pusludur Dersim. Munzur'un o keskin
bıçak tadındaki suyunun isyanıdır Dersim. Ve Dersimlilere
Munzur'u sorunca derler ki: "Munzur Dersim'in kirvesidir. Kirvelik
bizde kutsaldır. Kirvelik ikrardır. Biz Dersim'e ölümüne
bağlıyız. İkrarımız bizim en mukkades varlığımızdır. O varlığı
her Dersimli korumak zorundadır."
Halkın gözünde kutsal bir niteliği olan Munzur Vadisi, 21 Aralık
1971 tarihinde 6831 sayılı kanun kapsamına alınarak Milli Park haline
getirilmiştir. 42.000 hektarlık alanıyla Türkiye'nin en
büyük milli parklarındandır. Merkezi Dersim-Ovacık karayolunun
8. km'sinde olup yukarıya doğru yayılarak devam etmektedir. 2873 ve 6831
Sayılı Kanun ile koruma altına alınarak Milli Park haline getirilen
Munzur Vadisi yasalara aykırı bir uygulamayla karşı karşıyadır. Milli
Parklar Yasası der ki: "Tabii ve ekolojik denge (tabii eko-sistem
değeri) bozulamaz. Yaban hayatı tahrip edilemez. Bu sahaların
özelliklerinin kaybolmasına veya değiştirilmesine sebeb olan veya
olabilecek her türlü müdahaleler ile çevre sorunları
yaratacak iş ve işlemler yapılamaz''. Türkiye, 1975 Paris
Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması
Sözleşmesi, 1979 Bern Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşama
Ortamlarını Koruma Sözleşmesi, Rio Zirvesi'nde ve HABİTAT'ta
yapılan milli parkların ve kültürel değerlerin korunması konulu
sözleşme ve anlaşmalara imza koymuş taraf bir ülkedir.
Anayasa'nın 90. Maddesi gereğince bunları yürürlüğe koymak
durumundadır. Türkiye altına imza attığı bu anlaşmaları ve kendi
yasalarını Munzur'a 8 adet baraj kurma projesiyle
çiğnemektedir. Ve yıllardır Dersim halkı bu projeler ile
mücadele halindedir.
Birleşmiş Milletler'in 2003 tarihli Dünya Su Gelişim Raporu
"dünyanın en büyük 227 nehrinin yüzde 60'ında
barajlar ve türevleri dolayısıyla doğal bütünlük
bozuldu, bu durum tatlı su kaynaklarının arıtımı ve korunmasında
hayati öneme sahip olan ekosistemlere zarar verdi'' diyerek
uygulanan hatalı HES politikasının sonuçlarını gözler
önüne sermiştir. Bunlar, zemin ve çevre etüdü
yapılmadan, zarar-fayda maliyetleri bile hesaplanmadan, tamamen sermayeye
para aktarma amaçlı olan projelerdir. Baraj yapımından etkilenecek
yöre halkının, bırakın süreçte söz sahibi
olmasını, fikri bile sorulmamaktadır. Bu projeler, doğanın ve canlı
yaşamının tahrip olmasına, binlerce insanın fakirleşmesine, yerlerinden
olmasına, kültürel tarihi mirasların sular altına
gömülmesine, yaşam alanının yok olmasına yol
açmaktadır. İşte Munzur'a yapılması tasarlanan -2'si
yapılmış- 8 ayrı baraj kurulumundan sonra yaşanacaklar da bunlardır. Bu
proje ile Amerikalı, Avusturyalı, Alman, İsveçli şirketler ve bu
yabancı şirketlerin taşeronu olacak Türk inşaat firmaları
ilgilenmektedir.
Türkiye'de 503 adet baraj olup, bunların 203 adeti
büyük çaplı baraj, diğerleri ise gölet şeklindedir.
En büyük barajlarımızdan Atatürk, Keban, Karakaya barajları
kapasitelerinin 1/3 veya 1/4'ü ile devrededir. Barajların
ortalama 5 yılda bir yapılması gereken bakım ve yenileme
çalışması zamanında yapılmadığı için, başta Keban
olmak üzere birçok barajın verimden düştüğü
kaydedilmektedir. 1960′larda kurulan 30 barajın yenilenme işlemleri
yapıldığında, verimin yüzde 35′ler seviyesinde
artırılabileceği belirtilmektedir (www.mimdap.org).
Buna karşılık Munzur üzerinde yapımı tamamlanan iki baraj DSİ
kriterlerine göre orta ölçekte olup, yapılması
düşünülen diğerlerinin tümü son derece
küçük ve enerji üretimi anlamında fayda getirmeyen
santral tipi baraj ve HES'lerdir. Bu tabloya bakıldığında sorulacak
soru, peki neden elimizdeki mevcut barajları yenilemekten bile acizken
enerji üretimine %1 bile fayda sağlamayan bu projeler uygulamaya
sokulmak isteniyor olmalıdır. Cevap, bu projeler ile bir coğrafyanın
kasten ve planlanarak sular altına gömülmek istenmesidir. Munzur
Barajları Projesi gerçekleşirse, bölgenin yıllık su
potansiyelinin %37'lik bir kısmı baraj göllerinde
tutulacaktır. Barajların kurulumundan sonra bölgede ekolojik ve
iklimsel değişimler olacaktır. İklimsel değişimler sonucunda kışın
kar yağışları azalacak, böylece yer altı suları beslenemeyecek ve
kaynak suları kuruyacaktır. Çığ düşmelerinde artış
olacaktır. Dünyada yalnızca Munzur sularında yaşayan kırmızı
pullu alabalık türü yok olacaktır. Munzur'da bilinen
1500'ün üzerinde bitki türü, iklim ve yaşam
alanları değiştiği için tamamen kaybolacaktır. Milli Park ilan
edilerek doğal yaşam alanları sağlanmaya çalışılan bazı yaban
hayvanı türleri yok olacaktır. 60'tan fazla köy sular
altına gömülecek ve 80'in üzerinde köy
göç etmek zorunda kalacaktır. Baraj iller ve ilçe
merkezlerini ulaşım açısından birbirinden uzaklaştıracaktır.
Bugüne kadar bölge üzerinde oynanan birçok siyasi oyun
sonucunda kentlere çok göç vermiş Munzur artık tamamen
insansızlaşacaktır.
Sonuç olarak Munzur'da verilen mücadele yalnızca barajlara
karşı yürütülen bir mücadele değil; halkın, yaşam
alanını, değerlerini korumak için verdiği bir mücadeledir.
Koruma altına alınacak kadar ender nitelikteki, değerli bir coğrafyayı
doğaya ve tarihe karşı en ufak bir sorumluluk duygusu olmayanlardan koruma
mücadelesidir. İşte bu nedenle bu mücadele yalnızca yöre
halkının değil, hepimizindir.
KAYNAKÇA
1. http://www.munzurkurulu.com
2. www.dersimovacik.com
Sayı 7 Su Sayfa 74-76
İvme Dergisi yazısıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder