Sulandırılmış
Tarım
Sulama açısından değerlendirildiğinde, tarımsal
üretim sürecinde farklı iki modelden söz edilebilir.
• Kuru Tarım (Ekstansif Tarım)
• Sulu Tarım (İnstansif Tarım)
Kuru tarım modelinde ürünlerin yetişmesi ve verimlilik oranı
tamamen iklim koşullarına bağlıdır. Bu bağımlılık yüzünden
tarımsal üretim miktarı yıldan yıla büyük farklılıklar
gösterebilir. Sulu tarım ise sulama ve gübreleme odaklıdır. Bu
üretim tarzında dalgalanma daha azdır. Bu durum sulu tarımı
avantajlı gösterse de işin iç yüzü biraz daha
farklıdır.
Sulu tarım bitkilerin ihtiyaç duydukları ve doğal yollardan
erişemedikleri suyun, ihtiyaç duydukları dönemde ve gereken
miktarda yapay olarak verilmesidir. Bu yöntem sulama esaslı olup
irdelenmesi gereken noktalar uygulanan sulama yöntemindeki hatalar,
bilinçsizlik ve sulu tarım için gerekli olan drenaj sisteminin
gözardı edilmesi olarak sıralanabilir.
Sulu Tarımın Yeşillenmesi
1950'lerin sonuna doğru tüm dünyada 'insanlar
aç kalacak, kıtlık olacak' propagandası yapılarak Yeşil
Devrim uygulamaya sokulmuş ve bir anda baraj ve sulama projelerinde patlama
yaşanmıştır. Tarımda uygulanan yeşil devrim, ABD'nin Dünya
Bankası aracılığıyla yoksul ya da başka bir deyişle azgelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelere büyük baraj projelerini dayatması
sonucunu doğurmuştur. Öyle ki 1965'te ABD Hindistan'a sulu
tarıma geçmediği taktirde buğday satışının durdurulacağı
tehdidinde bulunmuştur. Sadece adı yeşil olan, aslen tüm dünya
halklarının geleceğini karartan bu devrim yalnızca sermayeye
yaramıştır. Bu sayede büyük bir rant kapısı aralanmış,
tüm kamu sektörünün olduğu gibi suyun da
özelleştirilmesinin önü açılmıştır. Bu sözde
yeşil devrimin çiftçiye, üreticiye yansıması ise daha
fazla yoksulluk, yoksunluk, sürgün ve yokoluş olmuştur.
Uygulanan Sulu Tarımın Gerçek Yüzü
Tüm dünyada kullanılabilir su rezervlerinin %70'i,
ülkemiz su rezervlerinin ise %72'si tarımda kullanılmaktadır.
Rakamlardan da anlaşıldığı üzere kullanılabilir su kaynaklarının
büyük bir kısmı tarımda tüketilmektedir. Ancak tarımda
kullanılan su, gerek tarımsal alana iletilmesi, gerek iletildiği alandaki
bilinçsiz ve kontrolsüz kullanımı, gerekse de büyük
baraj göllerinde tutulması yüzünden oluşan yüksek
miktardaki buharlaşma nedeniyle büyük kayıplara uğramaktadır.
Öyle ki tarımsal alandaki sudan yapılacak %10'luk tasarrufun
tüm susuzluk tehlikesini ortadan kaldırabileceği
söylenmektedir.
Aşırı su kullanımını tetikleyen diğer bir unsur da bulunduğu ortama
iyi uyum sağlayan, doğal yollarla beslenen, kuraklıktan fazla etkilenmeyen
yerli tohumun terkedilerek, onun yerine, çok fazla suya, gübreye
ve tarımsal ilaca ihtiyaç duyan ithal hibrit tohumuna
geçilmiş olmasıdır. İthal tohuma geçilmiş olması
büyük tohum, kimyasal gübre ve tarımsal ilaç
devlerinin ülkemizde hem de tarımsal alanlarımızda fabrikalaşmasına
sebep olmuştur. Bursa'daki tarımsal arazide fabrika kuran ithal tohum
devi Cargill bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Bilindiği gibi büyük sulama projelerinin arkasında
büyük tekeller, ABD-AB'nin desteği ve Dünya Bankası
gibi emperyalist kurumların hem teşvik etmek hem de zorlayıcı olmak
için verdiği krediler vardır. Bu süreç işlerken bu
uygulamadan zarar gören insanların öncülüğünü
yaptığı tepkiler de örgütlenmiş, Dünya Bankası'nın
gerçek yüzü bizzat DB tarafından açıklanmak zorunda
bırakılmıştır. Uygulanan haliyle sulu tarımın ve büyük
barajların tarıma verdiği yıkıcı etkilerden zarar gören
2000'den fazla örgüt Manibeli Bildirisini yayınlayarak
Dünya Bankası'nın kredilendirdiği barajlarla ilgili tarafsız
araştırma yapması yönünde baskı uygulamıştır.
Mücadelelerindeki kararlılık sonucu DB, Dünya Barajlar
Komisyonu'nu (WCD) kurmuş ve bu komisyon 56 ülkede 125
büyük barajı inceleyerek bir rapor oluşturmuştur. Bu rapora
göre, yapılan büyük sulama ve baraj projeleri nedeniyle
dünyada bugüne kadar 40-80 milyon kişi yerlerinden edilmiştir.
Küresel kapitalizmin tepkisi nedeniyle 1,5 yıl sonra ulaşılmaz olan
bu rapora göre; dünya tatlı su rezervinin %5'inin bu
büyük baraj göllerinde buharlaştığı, küresel
ısınmaya neden olan sera gazlarının %28'e varan kısmının bu
büyük baraj göllerinden kaynaklandığı, bu projelerin
%70'inde belirlenen hedeflere ulaşılamadığı (baraj
büyüdükçe oranda büyümekte) ve ayrıca bu
büyük barajlarla sulanan toprakların %20'sinde tuzlanma ve
çoraklaşma meydana geldiği (bu oran Türkmenistan'da %80,
Özbekistan'da %60) açık açık belirtilmiştir.
Başka bir deyimle itiraf ettirilmiştir.
Türkiye'de Sulu Tarım, Tuzlanma ve Diğer Problemler
Ülkemiz tarımsal topraklarının %16,5'inde sulu tarım, geri
kalanında kuru tarım uygulanmaktadır. Dolayısıyla uygulanan şekliyle
sulu tarımın dezavantajlarından ülkemiz de nasibini almıştır. Sulu
modelin uzun vadede en özemli zararlarından biri tuzlanmadır.
Tarımsal üretim ve verimi arttırmak amacıyla toprağa kontrolsüz
bir şekilde, olması gerekenden çok daha fazla miktarda su
verildiğinde, suyun içinde doğal olarak bulunan tuz, suyun
buharlaşması ve tarımsal arazide drenaj yapılmamasından
ötürü toprakta kalır. Aynı zamanda fazladan verilen bu su,
taban suyunu yükselterek hem topraktaki hem de taban suyundaki tuzları
da yukarı doğru harekete geçirerek ikinci bir tuzlanma daha
yaratır. Böylece bitki kök bölgesinde ve toprak
yüzeyinde biriken bu tuzlar verimliliği azaltır. Daha ileriki
süreçlerde de çölleşmeye neden olur. Bu
çölleşme de erozyona yol açar. Tuzlanma probleminin en
can sıkıcı noktası geri dönüşünün mümkün
olmayışıdır. Erozyon toprak kaybının yanı sıra yapılan barajların
da ömrünü kısaltmaktadır. GAP'ın uygulandığı
alanın 7 milyon hektarlık bir bölümünde erozyon tehlikesi
mevcuttur. (Kaynak: "Türk Rüyası: GAP" Raporu-ATO)
/>
Zaten GAP projesinin 35 yılı geçkin bir süredir devam ettiği
ve barajların ekonomik ömrünün 50-70 yıl olduğu
düşünülürse, ayrıca projenin bu hızla yapımına devam
edileceği hesap edilirse, son ünitenin bitim tarihinde ilk yapılan
ünitelerin ekonomik ömrünü tamamladığı
görülecektir. Şimdi gelin tuzlanmayı Türkiye'nin en
büyük, dünyanın ise 8. büyük projesi olan GAP
ekseninde inceleyelim. Güneydoğu Anadolu Projesi sulanabilir 8,5 milyon
ha arazinin %20'sini, ülke
yüzölçümünün %9,7'sine karşılık
gelen 75.358 km2'lik bir alanı yani 9 ili kapsayan sözde
bölgesel kalkınma planıdır. Bu proje kapsamında sulanması
düşünülen alan 1,82 milyon ha olup Ocak 2008 tarihi
itibariyle sulamaya açılan kısmı 272.972 ha'dır. Bu da
sulama yatırımının yaklaşık %15'ine tekabül etmektedir.
Sulamaya açılmış bulunan bu alanın yaklaşık %50'sinde
tuzlanma problemi oluşmaya başlamıştır.
Sulamada kullanılan Fırat suyunun en iyi kalitesi bile yıllık olarak 10
dekar başına 1,1 ton tuz bırakmaktadır toprağa. Bu tuzlanma
neticesinde Urfa-Harran Ovası'nın dörtte birinden fazlası
tarım alanı dışına çıkmıştır (Kaynak: Ölçü
Dergisi Eylül 2007). Bunu ülke geneline yaydığımızda
toplam tuzlu, borlu, sodyumlu tarımsal arazi miktarı 1,6 milyon ha olup
nerdeyse GAP projesinde sulanması düşünülen alana
eşdeğerdir.
Sulu tarımın başka bir dezavantajı da üretim alışkanlıklarını
bilinçsiz, öngörüsüz bir şekilde kâr
eksenli değiştirmiş olmasıdır. Sulu tarım öncesi değişken tip
ekim mevcutken –bu da toprağın kendini yenilemesini sağlar ve
verimini korurken- şimdi tek tip ekime geçilmiştir. Örnek
vermek gerekirse GAP master planında Harran Ovası için belirlenen ve
bol suya ihtiyaç duyan pamuğun ekim oranı %20 iken bu oran
bugünlerde %85'i bulmuştur. Bu da hem kimyasal gübre
kullanımını hem de tarımsal ilaç kullanım miktarını
artırmış, sonuçta hem topraklarımız hem de yer altı sularımız
zehirlenmiş, doğa ve canlılar büyük zarar
görmüştür.
Sonuç olarak; uygulanan şekliyle sulu tarım sanıldığının aksine
uzun vadede zararlı bir yöntemdir. Sulu yöntemin verimliliği
artıracağı ve tüm dünya besin üretiminin
1/3'ünün barajlarla sulanan alanlardan sağlandığı
söylemi tamamen gerçek dışıdır. Gerçekte bu oran
%12-16 arasındadır. Başka bir gerçek de tarımsal alanların
%25,9'unun su rejimine müdahale edilen projeler sonucunda yok olma
tehdidi altında olduğudur. Ayrıca Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA, Rodale
Enstitüsü'nün 22 yıl süren araştırmasının
sonuçlarının organik tarım ile kuraklık koşullarında daha
yüksek verim alındığını gösterdiğini ve bu verimlilik
farkının %22 olduğunu belirtiyor. Bu da yerli tohumla hibrit tohum
arasındaki üstünlük farkını göstermesi
açısından önemli bir bilgidir. Diğer taraftan su tüm
yaşamın kaynağıdır. Doğru kullanılması ve kapitalist sistemin
kâr hırsına kurban edilmemesi gerektiği gerçeği her gün
daha da yakıcı bir hal alıyor. O yüzden tarımda sulamaya
ihtiyaç duyulan yerlerde hızlı bir şekilde altyapı
çalışmalarına başlanması, suyun kapalı sistemlerle iletilmesi,
damlama yöntemi kullanılması ve ayrıca büyük barajlardan
vazgeçilerek küçük su alma yapılarının
yapılması, doğru tip ekim yapılması, çevreye ve tüm ekolojik
sisteme zarar verilmemesi hayati önem arz etmektedir.
Tabii ki tarımsal üretimi etkileyen faktörler bunlarla sınırlı
değildir. Bu sektöre yönelik yasalar, yönetmelikler,
uluslararası anlaşmalar, daha fazla kâr güdüsü, maden
arama faaliyetleri, iktidar zihniyetleri... vs. olarak liste uzatılabilir.
Bunların hepsini irdeleme şansımız yok ama biliyoruz ki doğaya karşı
yapılan yanlışların geri dönüşü ya çok zor ya da
imkansızdır. Bu yanlışlardan dönülmediği taktirde bedelini en
ağır ödeyecek kesim de halklardır.
Sayı 7 Su Sayfa 111-114
İvme Dergisi yazısıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder