30 Aralık 2010 Perşembe

İşçiler Yeni Yılda Sadece İşlerini İstiyor

İşçiler Yeni Yılda
Sadece İşlerini İstiyor

ŞENOL SAĞALTICI- Yeni bir yıla daha giriyoruz. Herkes
sağlıklı, huzur dolu sevdikleriyle birlikte geçireceği bir yeni
yıl diliyor. Oysa UPS, TEKEL, Sa-Ba, Buca Belediyesi, Çorlu Suni Deri
ve Sapphire işçilerinin tek temennisi; yeni yıla emeklerinin
karşılığını almak, ellerinden alınan işlerine geri dönmek.
İşçiler ETHA'ya konuştu, yeni yıl beklentilerini
anlattı.

Özlük hakları için Ankara'nın soğuğunda, polis
saldırısı altında 78 gün direnerek Türkiye emek
mücadelesinde son 20 yılın en büyük direnişine imza atan
TEKEL işçilerinden Metin Arslan, açlığın,
zulmün sürdüğü bir süreçte yeni yılın
kutlanamayacağını belirtti.

İkinci TEKEL direnişinde de yer alan Arslan, emekçiler
açısından bu dönemin geçen yılları arattığını
ifade etti, şöyle konuştu: "Açlığın, sefaletin
zulmün bittiği; insanların haklarını aldıkları bir
süreçte ancak kutlama olabilir. Yoksa kutlamaların eziyete
dönüştüğü bir yıl olacaktır. Yine de emekçi
halkımızın yeni yılda haklarını aldıkları ve mücadeleye
sarılarak kazandıkları bir yıl umuduyla başarılar
diliyorum."

'GÜNDÜZLERİ SÖMÜRÜLMEDİĞİM,
GECELERİ AÇ YATMADIĞIM BİR YIL OLSUN'
Emine Aslan ve Türkan Albayrak
gibi sendikasız ve
güvencesiz çalışmaya karşı çıktığı için
Buca Belediyesi'nden çıkarılan taşeron işçisi
Batıgül Tunç da 25 Kasım'da başlattığı
direnişe devam ediyor. Şimdi diğer işten çıkarılan
arkadaşlarıyla birlikte mücadele eden Tunç'un yeni yıl
mesajı ise şöyle: "2010 yılında bir işçi ve
emekçi kadın ve bir anne olarak haklarından yoksun bir taşeron
işçisiydim. Onurum ve haklarım için mücadele ettiğim
için belediyenin ve polisin saldırısına uğradım. 2011 yılında
da, bir işçi olarak direnmeye ve her türlü baskıya karşı
onurum ve ekmeğim için, gündüzlerinde
sömürülmediğim, gecelerinde ise aç yatmadığım bir
yıl olması için mücadeleye devam edeceğim."

Batıgül Tunç, 31 Aralık'a kadar işe geri alınmazsa,
yılbaşını direniş alanında geçireceğini duyurdu. Tunç,
tüm İzmir halkını da kutlamaya çağırdı.

İzmir'deki bir diğer direnişçi işçi, yine Buca
Belediyesi'nden. Güvenceli iş talebiyle Genel-İş
Sendikası'nda örgütlendikleri için işten atılan ve
bir ayı aşkın süredir Buca Belediyesi önünde direnen
işçiler adına konuşan İnan Sözer,
işçiler, emekçiler için yeni yılda değişen bir
şeyin olmadığını ifade etti. Sözer'in yeni yıl dilekleri
şöyle: "İşçilerin emekçilerin rahat edeceği
bir yapılanma bir sistem yok şuan Türkiye'de. Şunun olacağına
inanıyorum işçilerin, emekçilerin üzerindeki baskılar
ve şiddet arttıkça, işçilerin direnişi de bu yıl o oranda
artacak ve daha fazla gelişecek. Yalnız İzmir'deki ve
Türkiye'deki direnişler değil tüm dünyadaki işçi
direnişlerini selamlıyorum."

ALBAYRAK: DİRENİŞLE HEPİMİZ KAZANIRIZ
2010 yılında Beykoz Paşabahçe Devlet Hastanesi'nde
sendikalaşma faaliyetleri nedeniyle işten atılan ve 4 ay boyunca tek
başına direnişin ardından bir işe yerleştirilen Türkan
Albayrak
, tüm işçilerin emekçilerin yeni
yılını kutladı. Albayrak, "Ben direniş bittiği zaman da
söylemiştim bu direniş yalnız benim için değildi, yoksa ben
gider başka bir işte çalışırdım. Bu, benim gibi olan
bütün insanlar için yapılmış bir direnişti. Ben işime
geri döndüm ama haksızlık ve hukuksuzluk sürdüğü
sürece bu mücadele de sürecek. Benim de direnişim
haksızlığa, hukuksuzluğa, keyfiliğe karşı verdim. Umuyorum
bütün işçiler hakları için aynı çizgide bu
mücadeleyi omuzlar ve bu şekilde hepimiz kazanırız"

dedi.

ÜCRETLERİ ÖDENİRSE AİLELERİYLE
GEÇİRECEKLER

Avrupa'nın en büyük gökdeleni olarak inşa edilen
İstanbul Sapphire'in inşaatında çalışan ve üç
aylık maaşları verilmediği için 31 gündür direnişte
olan işçiler adına konuşan Mustafa Adnan Akyol,
yeni yılda beklentisinin olmadığını belirtti. İşçi sınıfına
yönelik desteğin artmasını isteyen Akyol, direnişe başlarken bu
kadar destek geleceğini tahmin etmediklerini ifade etti. Akyol,
"Umutsuz değilim, bu desteğe baktıkça TEKEL'i
gördükçe devrim geliyor galiba diyorum. Son bir yıl
işçiler açısından çok kötü geçti.
Taşeronlaştırma çok kötü, işçilerin
bütün haklarını, her şeyini en az 10 yıl geri
götürdü. Şu anda taşeronda çalışan bütün
işçilerin hiçbir hakkı yok. Ücretlerini zamanında
alamama korkuları var, işten atılma korkuları var, bir güvenceleri
yok"
dedi.

Yılbaşını, ücretleri ödenmediği takdirde sokakta,
gökdelen inşaatının önünde geçireceklerini
söyleyen Akyol, "Ücretlerimizi öderlerse ailemizle
birlikte geçirmeyi planlıyoruz. Ama yeni yılın bu şartlarda
gelecek olmasını korkuyla karşılıyoruz"
dedi. Akyol, tüm
emekçilerin yeni yılını kutladı.

Tuzla Deri Yan Sanayi Bölgesi'nde kurulu bulunan, kombi ve klima
üreten Konveyör fabrikasında kölece çalışma
koşullarına karşı çıkıp haklarını istedikleri için
işten atılan Hacer Hız, tüm işçi
arkadaşları adına konuştu. Hız, bütün işçileri,
emekçileri güçlerini birleştirmeye, mücadele etmeye
çağırdı. "Biz işçilerin direnişten başka bir
koşulu yok. Yeni yıl, eski yıl bu mücadeleler hep olmuştur.
Bugün soğuktayız ama hala hayattayız çünkü direniş
bizim içimizi ısıtıyor. İçimiz sımsıcak"
diyen
Hız, bunca onursuzluğa, bunca kötü koşula sırf ekmek parası
için katlandıklarını dile getirdi. Hız da herkesin yeni yılını
kutladı.

'HİÇBİR GÜÇ EMEKÇİ
GÜCÜNÜ YENEMEZ'

Uluslararası kargo şirketi UPS için çalışan ERKA ve CİP
taşeron şirketlerinde çalışırken, sendikaya üye oldukları
için 1 Temmuz günü işten atılan TÜMTİS
üyelerinin direnişi, İstanbul Mahmutbey'de devam ediyor.
Direnişlerinde 230'lu günleri geride bırakan işçiler
adına konuşan Garip Bektaş, yeni yıldan çok fazla
beklentileri olmadığını ifade ederek, "Tek talebimiz işimize
geri dönmek. Şu anda gündemimizde başka bir şey yok.
İşçilerin haketmediği şeylerle karşılaştık, baskı
gördük, saldırıya uğradık. Türkiye'nin her tarafında
haklarını arayan işçelere yönelik bir baskı var zaten. İnsan
gibi bakılmıyor. Emekçiler haklarını aradıklarında işte bizim
gibi sendikal haklarını kullandıklarında kapı önünde
konuldular. Umut ediyorum ki bütün emekçiler, bir daha bu
vakalarla karşılaşmasınlar, gerçekten hak ettiğini alsınlar. Bir
işçi eğer çalışıyorsa o emeğinin karşılığını alsın
istiyorum. Umarım Türkiye'de bu sorun
çözülür. Bunun büyük bir zafer olacağına
inanıyorum ve umut ediyorum"
dedi.

Bektaş, tüm işçileri, emekçileri bunun için omuz
omuza vererek, birlikte baskılara karşı göğüs vermeye
çağırdı. Mücadelelerinin süreceğini dile getiren Garip
Bektaş, "Hiçbir güç emekçi
gücünü yenemez"
dedi. 

Kaynak: ETHA

İ.Ü'de OHAL'e Eylem

İ.Ü'de OHAL'e
Eylem

 

İSTANBUL- İstanbul Üniversitesi rektörünün
talebiyle 1. Sulh Ceza Mahkemesi Fatih İlçesi sınırları
içerisinde bulunan tüm fakültelerin girişlerinde,
içlerinde öğrencilerin üstlerini, çantalarını,
poşetlerini, özel eşyalarını arayabilecek. Kararın; bilime ve
akademik özgürlüğe vurulmuş bir darbe olduğunu belirten
öğrenciler, İstanbul Üniversitesi ana kapısı önünde
toplanıp seslerini duyurdu.
 
'POLİS DIŞARI, BİLİM İÇERİ'
Genç-Sen, Öğrenci Kolektifleri, Demokratik Yurtsever
Gençlik, TKP'li Öğrenciler, Gençlik Muhalefeti ve
Emek Gençliği'nin çağrısıyla Edebiyat Fakültesi ve
Merkez Kampüs'te toplanan 300 öğrenci, ana kapı
önüne yürüdü. Öğrenciler, "Polis
dışarı, bilim içeri", "Öğrenci düşmanı Yunus
Söylet istifa", "YÖK'e rake, zaningehe rizgar
ke", "YÖK, polis, mobese, edi bese" sloganlarını attı.
Öğrenciler, ayırca Her ne Peş ve Beyazıt Marşı'nı
söyledi.
 
KARARIN SEBEBİ '68 FOBİSİ
Oğuz Yüzgeç, öğrenciler adına yaptığı
açıklamada, alınan bu kararla anayasada belirtilen en temel insan
hakları ilkelerinden olan seyahat özgürlüğü, vücut
dokunulmazlığı hakkı, özel hayatın gizliliği ilkelerinin de ihlal
edildiğini söyledi. Yüzgeç, bu karara karşı kamuoyunda
görüşleri sorulan okul yönetiminin verdiği cevaplara dikkat
çekti.
 
Rektör Yunus Söylet'in "Karardan haberim var. Ancak
yurtdışında olduğum için açıklama yapmayacağım"
dediğini, Rektör Yardımcısı Ahmet Gökçen'in ise
"Öğrenci olaylarının Avrupa'da tırmanışa geçmesi
üzerine bu kararı aldık" şeklinde açıklama yaptığını
hatırlatan Yüzgeç, bu açıklamanın hem çok vahim
olduğunu, hem de verdiği mesaj bakımından çok anlamlı olduğunu
söyledi.
 
'ÜNİVERSİTELER TESLİM ALINMAK
İSTENİYOR'
Oğuz Yüzgeç, "Avrupa'da öğrenciler harç
zamlarına karşı günlerdir sokaklarda. Bunu gözeterek alınan bir
karar açıkça göstermektedir ki, İstanbul
Üniversitesi özelinde öğrencilerin haklarını alabilecek
uygulamalara ses çıkarmasının önüne geçilme
isteği bu kararı onlara aldırtmıştır" dedi.
 
Yüzgeç, ODTÜ, Boğaziçi, Hacettepe, Anadolu
Üniversitesi, Yıldız Teknik üniversiteleri ve Dolmabahçe
toplantısı esnasında İstanbul'un birçok yerinde
üniversitelilerin polis şiddetine maruz kaldığını hatırlattı, AKP
hükümetinin üniversitelerde yarattığı yıkımlara karşı
sesini çıkaran, bir araya gelen üniversitelileri baskı altına
alarak, tehdit ederek teslim almak istediğini söyledi.
 
OHAL İÇİN İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ PİLOT
OKUL
Bu kararın, Rektör Söylet'in Başbakan'la yaptığı
görüşmeden sonra alındığına dikkat çeken
Yüzgeç, bu kararın üniversitelerde olağanüstü
hal ilanı olduğunu ve İstanbul Üniversitesi'nin pilot okul olarak
seçildiğini söyledi. Oğuz Yüzgeç, "Bilinsin ki
ne üniversitemizde, ne de Türkiye'nin diğer
üniversitelerinde baskılara boyun eğmeyeceğiz" dedi.
 
Öğrenciler, İstanbul Üniversitesi Rektörünü,
söz konusu karar ve öğrencilere verilen cezalar
gerekçesiyle istifaya çağırırken, polise sınırsız arama
yetkisi veren mahkeme kararının da derhal iptal edilmesini istedi.
 
REKTÖR YUNUS SÖYLET KİMDİR?
2008 yılında AKP'li olduğunu söyleyen Rektör Yunus
Söylet, başbakanın yakın dostu ve aile doktoru olarak Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül tarafından Aralık 2008'de İstanbul Üniversitesi
rektörlüğüne atandı. Ocak 2009'da göreve
başladı.
 
Göreve geldikten bir hafta sonra 7 öğrenciye biri 2 dönemden
başlayan uzaklaştırma cezaları verdi. O dönemin ardından 54
öğrenciye 14 yıl 9 aya varan uzaklaştırma cezaları verdi.
 
Kaynak: ETHA

Öğretmen İhalesi

Öğretmen
İhalesi

 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
“Hemşire, öğretmen, sosyolog ve psikologların üstlendiği
görevler, SHÇEK’in asli görevidir. Taşerona
devredilemez” dedi. Ama aldıran olmadı. İstanbul İl Özel
İdaresi, çocuk, yaşlı, kimsesiz, bakıma muhtaç 30 bin
kişiye hizmet veren Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu’na (SHÇEK)öğretmen, psikolog, hemşire ve sosyolog
almak için bir kez daha ‘ihaleye
çıktı’. 

İstanbul İl Özel İdaresi ‘2011 yılı Sosyal Hizmetler
Müdürlüğü ve Bağlı Kuruluşlarında
görevlendirilmek üzere 429 kişilik meslek elemanı ve yardımcı
personel hizmet alımı’ ihalesi açtı. İhalede bilgisayar
işletmeni, temizlikçi gibi elemanların yanı sıra ‘71
öğretmen, 33 hemşire-sağlık memuru, 32 sosyolog, 109 bilgisayar
eğitmeni, 26 psikolog’un da bulunması dikkat
çekti. 
 
İhaleyi, Tüm-Pa Temizlik ve Sosyal Hizmetler İnşaat Turizm Ticaret
Limited Şirketi kazandı. Şirket, iş deneyim belgesi olarak da
‘Anadolu Üniversitesi’ni aylık ortalama 693 işçi
ile temizleme işini gösterdi. Katılımın yoğun olduğu ihale, rakip
firmalar tarafından teknik bazı aksaklıkları olduğu gerekçesiyle
Kamu İhale Kurulu’na şikâyet edildi. Kurul ihaleyi teknik
açıdan sorunsuz buldu, böylece ihalede sözleşme
aşamasına gelinmiş oldu. 
 
Ancak kamu İhale Kurulu’nun iki üyesi, “Söz konusu
hizmetleri kiralayarak alamazsınız” diyerek itiraz etti. Kurul
üyeleri Adem Kamalı ve Erkan Demirtaş, öğretmen, sosyolog,
hemşire gibi mesleklerin devletin asli ve sürekli görevlerini
barındırdığına dikkat çekerek; kurulun aldığı ‘ihaleyle
ilgili sorun yok’ kararına da muhalefet şerhi
düştü. 
 
Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü yetkilileri de bu
tartışmalı usulle öğretmen çalıştırdıklarını inkar
etmedi. Yetkiler “İhaleyi biz değil İstanbul İl Özel İdaresi
yapıyor, biz sadece her ayın sonunda ‘Bizde
çalışmıştır’ imzasını atıyoruz. Daha çok
müzik, matematik gibi branş öğretmenlerini hizmet alımı
yöntemiyle alıyoruz” dedi.
 
Psikologlar ve Psikiyatristler Derneği Başkanı Dr. Bilal Semih Bozdemir
taşeron yöntemiyle hakkaniyetli eleman seçiminin
mümkün olamayacağın, sosyal hizmetlerin çok hassas bir
alan olduğuna dikkat çekti.
 
İş güvencesi kemiriliyor
Halen endüstri meslek liselerinin özel sektöre
öğretmenleriyle birlikte devrinin konuşulduğunu söyleyen
Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç ise “Söz
konusu ihale de bu süreçlerin bir sonucu. Bu ve benzeri
uygulamalarla iş güvencesi aşama aşama ortadan kaldırılıyor”
dedi.
 
Deveye sormuşlar....
SHÇEK’e hemşire, öğretmen ve psikolog alımı ihalesini
temizlik işini referans gösteren bir şirketin kazanması, bu
yöntemdeki tek ‘tuhaflık değil. 
 
Dev Sağlık İş Sendikası Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun
iddiasına göre SHÇEK eleman alımını şu yolla yapıyor:
SHÇEK hangi alanlarda çalışan alacağını duyuruyor.
Başvurular kuruma yapılıyor. İşe alınacak kişiler seçiliyor ve
taşeron firmaya işe alınacakların listesi veriliyor. Firma sadece aracı.
Kağıt üzerinde çalışanlar firmanın çalışanı olarak
gözüküyor. Amaç ucuz işgücü. Bu şartlarda
çalışanların iş güvencesi de olmuyor. 6 ayda bir işten
çıkarılma ihtimaliyle karşı karşıyalar. Taşeron politikası 20
bin çalışanı bulunan, bünyesinde yaklaşık 30 bin kişiye
hizmet veren, Türkiye’nin en büyük kamu kurumlarından
biri olan SHÇEK’te de giderek yaygınlaşıyor.
Çerkezoğlu’nun verdiği bilgiye göre İstanbul İl Sosyal
Hizmetler’de idari personel dışında yaklaşık 1600 meslek
elemanının taşerona bağlı çalışıyor. Çerkezoğlu,
“Taşeron üzerinden asgari ücretle
çalıştırıyorlar. Sosyal hizmetler toplumun vicdanı. Toplumun
vicdanını ihaleye çıkartamazsınız” diye konuştu.
 
Bakanlık ‘Hile var’ demişti
SHÇEK’teki son ihale, Çalışma Bakanlığı’nın
2009 tarihli raporuna ‘rağmen’ yapıldı. Dev Sağlık
İş’in başvurusu üzerine 2009’da iki iş müfettişi
İstanbul İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ndeki
çalışanları araştırdı. Raporda özetle şu tespitler
yapıldı: Dışarıdan yemek alımı, danışma, güvenlik gibi işler,
yardımcı iş olarak taşerona verilebilir. Ama hemşire, psikolog ve
bakıcı annelerin yaptığı işler bu kurumun asli görevidir. Bu
nedenle yapılan ihale ‘hilelilidir.’ SHÇEK rapora itiraz
etti. Hukuki süreç sürüyor.
 
Kaynak: RADİKAL

Kantin Boykotu Zaferle Sonuçlandı

Kantin Boykotu Zaferle
Sonuçlandı

 


İstanbul'un Sarıyer ilçesinde bulunan Behçet Kemal
Çağlar Lisesi'nde öğrencilerin kantin boykotu sonucu
fiyatlar düşürüldü.


İSTANBUL- Sarıyer Behçet Kemal Çağlar Lisesi'nde 28
Aralık'tan bu yana yapılan kantin boykotu eylemi sonuç getirdi.
Kantindeki ürünlerin fiyatları, bugün
düşürüldü. Bugün ayrıca öğrenciler,
kendilerini ziyaret ederek simit ve meyve suyu ikram eden CHP Milletvekili
Çetin Soysal'a "reklam yapıyorsun" diyerek tepki
gösterdi.


Sarıyer Behçet Kemal Çağlar Lisesi'nde kantindeki
ürünlerin fiyatlarının düşürülmesini isteyen
öğrenciler, 28 Aralık Pazartesi günü kantin boykotu
başlatmıştı. Öğrenciler kantinden alışveriş yapmazken, bir grup
öğrenci de yanlarında getirdikleri simitleri arkadaşlarına
dağıtmıştı. Bunun üzerine Müdür Yardımcısı Sait Arı,
dağıtılan simitleri yere atarak öğrencilere engel olmaya
çalışmış, ayrıca okula polis çağırmıştı. 3
öğrenci okuldan yaka paça gözaltına alınarak karakola
götürülmüş, arkadaşlarının karakol önünde
yaptığı protesto eylemi üzerine serbest bırakılmıştı.


İki gündür kantin boykotu eylemini devam ettiren
öğrencileri, bugün CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal,
ziyaret etti. Okul bahçesinde öğrencilere simit, meyve suyu ve
Atatürk'le ilgili kitaplar dağıtan Soysal, öğrencilerin
tepkisiyle karşılaştı. Öğrenciler, Soysal'a "boykot
üzerinden reklam yaptığını, kim olduklarını iyi bildiklerini"
söyledi. Çetin Soysal ise Müdürle
görüştükten sonra okuldan ayrıldı.


Tüm bu gelişmelerden sonra, kantindeki ürünlerin fiyatları
düşürüldü. 


Kaynak: ETHA

1990 - 91 / ZONGULDAK BÜYÜK MADENCİ GREVİ VE YÜRÜYÜŞÜ

1990 - 91 / ZONGULDAK
BÜYÜK MADENCİ GREVİ VE YÜRÜYÜŞÜ

 

 
BÜYÜK MADENCİ GREVİ ve
YÜRÜYÜŞÜ
 
20.YIL Anma ve Kutlama Etkinlikleri
 
- 08.01.2011/Cumartesi Saat:10.00/20.00
 
İnşaat Mühendisleri Odası Teoman ÖZTÜRK Salonunda
Buluşuyoruz.
 
( Necatibey Caddesi No: 57 Kızılay / Ankara )
 
PROGRAM / Sabah
  
                     
                     
                  PROGRAM /
Öğle
10.00 - 10.30 AÇILIŞ KONUŞMALARI style="white-space:pre"> style="white-space:pre">           
            12.45 - 13.30 Kuru Katık
Molası
10.45 - 12.45 PANEL

                  
                     
            13.30 - 14.45 Belgesel Film /
Yüzbin Kişiydiler
Panel Yöneticisi: Mehmet Torun style="white-space:pre"> style="white-space:pre">           
                     
       14.45 - 16.00 Serbest Kürsü / Söz
Madencilerin
Panelistler: Ramis Muslu style="white-space:pre"> style="white-space:pre">           
                     
                  16.00 -
16.15 Ara
Sabri Topçu

                  
                     
                     
      16.15 - 17.00 Tiyatro / Fahri Bozbaş
Prof.Dr. Ahmet Makal

                  
                     
                     
            (Göçük
Mehmetle Yeni Sondaj)
Yrd.Doç.Dr. E.Attila Aytekin style="white-space:pre"> style="white-space:pre">           
                     
           17.00 - 18.00 Müzik Dinletisi
/Ahu Sağlam

Dünyanın Haiti ayıbını gözler önüne serdiler

Dünyanın Haiti ayıbını
gözler önüne serdiler

 

Nina Lakhani, 26 Aralık 2010’da İngiliz The İndependent gazetesine
kolera ile boğuşan Haiti'de Kübalı doktorların insanlık onurunu
nasıl kurtardıklarını yazdı. İşte çok çarpıcı bir ABD
Küba karşılaştırması...
 
Onlar; Haiti deprem felaketinin, Barack Obama’nın muazzam ABD insani
yardımıyla yaralarını saracağı sözü verdiği insani
yıkımın, asıl kahramanları. ABD’nin baş düşmanı
Küba’nın bu kahramanları, ABD’nin girişimlerinin ne denli
rezil düzeyde olduğunu gözler önüne serdiler.
 
Bin 200 Kübalı tıp tugayı Fidel Castro’nun uluslar arası
tıbbi misyonunun bir parçası olarak depremin ve ardından
Kolera’nın yıktığı Haiti’de faaliyet
yürütüyor. Ancak bu faaliyet sosyalist devlete birçok
dost kazandırırken, uluslararası düzlemde çok az
biliniyor.
 
Haiti depreminin gözlemcileri 250 bin insanı yok eden, 1.5 milyonunu
evsiz bırakan yıkımla baş etmede yardım kuruluşlarının tek başına
olduklarını düşündükleri için affedilebilirler.
Aslında, Haiti’de Küba’nın sağlık çalışanları
1998’den beri bulunuyordu, deprem burduğu sırada da 350 kişilik
güçlü bir ekip daha gönderildi. ABD ve
İngiltere’den gelen yardım tantanası ve reklamının ortasında
yüzlerce Kübalı doktor, hemşire ve terapist haklarında bir
söz dahi edilmeden oraya vardılar. Çoğu ülke 2 ay
içerisinde ülkeden giderken, Kübalıları ve Sınır
Tanımayan Doktorlar Örgütünü yoksul Karayipler
adasının temel sağlık hizmetleri sağlayıcısı olarak yalnız
bıraktılar.
 
Geçtiğimiz hafta yayınlanan veriler Haiti genelinde 40 merkezde
çalışan Kübalı sağlık personelinin Ekim’den bu yana 30
bin kolera hastasını tedavi ettiğini gösteriyor. Onlar kolera
hastalarının yüzde 40’ını tedavi eden en büyük
uluslar arası ekip. Haiti’nin çoktan yüzlerce
vatandaşını öldüren salgınla baş etmede zorlandığının
netleşmesinin ardından bir diğer Kübalı ekip, felaket ve acil
yardım uzmanı ekibi, Küba Henry Reeve Tugayları geçtiğimiz
günlerde ülkeye ulaştı.
 
1998’den beri Küba, 550 Kübalı doktoru Küba’daki
Latin Amerika Tıp Okulu’nda ücretsiz olarak eğitti. Şu anda
diğer 400 Haitili doktorda ücretsiz eğitim, ücretsiz kitap ve
ekonomik yardımın olduğu okullarda eğitilmekte.
 
Küba’nın uluslararası tıbbi ekiplerini inceleyen,
Kanada’daki Dalhousie Üniversitesi Latin Amerika
çalışmaları Profesörü Jonh Kirk şunları
söylüyor: “Küba’nın Haiti’ye yardımı
dünyanın en büyük sırrı gibi. Yükün
çoğunu sırtlayan onlar olsa da, Küba’dan çok az
bahsediliyor.”
 
Yardım geleneği Küba’nın 1960’ta büyük bir
deprem yaşayan Şili’ye nitelikli doktorlar göndermesiyle
başladı. Bunu 1963’te Cezayir’e 50 doktor gönderilmesi
takip etti. Bunlar devrimden 4 yıl sonra oluyordu.
 
Dünya etrafında nam ve dostlar kazanan gezgin doktorlar ülkenin
dış politikası ve ekonomi politikaları için son derece faydalı
bir silah işlevi görüyor. En çok bilinenlerden birisi
Venezuela’nın yoksul köylerinde, göz doktorlarının petrol
karşılığında katarakt hastalarını tedavi ettiği Miracle Operasyonu.
Bu inisiyatif, 1967’de Che Guavera’yı öldüren
Bolivyalı çavuş Mario Teran da dahil dünya genelinde 1.8 milyon
insanın görme bozukluğunu tedavi etti.
 
Amerika’yı vuran Katrina Kasırgasından sonra ABD tarafından geri
çevrilen Henry Reeve Tugayları 2005 Pakistan depreminde ülkeye
ilk varan ve 6 ay sonra en son ayrılanlardı.
 
75 bin Kübalı doktorun üçte biri ve 10 bin sağlık
personeli şu anda El Salvador, Mali ve Doğu Timur gibi 77 fakir ülkede
çalışmalar yürütüyor. Buna rağmen
İngiltere’de bile her 370 kişiye bir doktor düşerken
ülkede her 220 kişiye bir doktor düşüyor.
 
Her gittikleri yerde, Kübalılar aileleri evlerinde ziyaret ederek,
aktif bir şekilde anne ve çocuk sağlığını kontrol ederek
önleme odaklı bütünsel modellerini uyguluyorlar. Bu uygulama
El Salvador, Honduras ve Guatemala gibi ülkelerde anne ve çocuk
ölümlerini, bulaşıcı hastalık oranlarını
düşürüp arkasında daha eğitimli sağlık personelleri
bırakarak çarpıcı sonuçlar üretiyor.
 
Küba’da tıp eğitimi en az 6 yıl sürüyor. Mezun
öğrenciler 3 yıl aile hekimi olarak çalışıyor. Yanında bir
hemşireyle birlikte, her doktor yaşadığı bölgede 150-200 aileye
bakıyor.
 
Bu model, (OECD verilerine göre) kişi başı harcama
İngiltere’de 3 bin dolar, ABD’de 7 bin 500 dolarken, kişi
başı harcamanın sadece 400 dolar olduğu Küba’nın
dünyadaki en gelişmiş sağlık düzenlemelerini
gerçekleştirmesini sağladı.
 
Bir ulusun sağlık hizmetlerinin en güvenilir
ölçütlerinden biri olan bebek ölümü oranı,
Küba’da her bin canlı doğumda 4,8’dir - Britanya’yla
kıyaslanabilir bir oran fakat ABD’den daha düşük.
Bebeklerin yalnızca yüzde 5’i düşük kiloda doğuyor,
bu uzun süreli sağlık için can alıcı bir faktör. Ve
Dünya Sağlık Örgütü'nün de işaret ettiği
gibi anne ölüm oranları Latin Amerika’daki en
düşük seviyede. Küba’nın poliklinikleri, acil ve
özel bakımdan aile hekimliği hizmetlerine varıncaya kadar her
türlü hizmet için günde 24 saat açık. Bu
poliklinikler bir grup tam zamanlı mütehassıs ve gezici doktor
aracılığıyla 15 bin ila 35 bin arasındaki hastaya bakıyor. Pek
çok tıbbi bakımın toplum tarafından temin edilmesi garanti altına
alınıyor.
 
Politika kaçınılmaz olarak Küba sağlık sisteminin
çoğu yönüne nüfuz ediyor. Her yıl hastaneler, pek
çok ABD firmasının Küba’yla ticaret yapmasını
engelleyen ve diğer ülkelerin de aynısını yapması için
aklını çelen Amerikan ambargosu nedeniyle ulaşma imkanları olmayan
ilaç ve ekipmanların bir listesini hazırlıyorlar. Ekim 2009 tarihli
bir rapora göre çocukluk kanseri, HIV ve romatizma da dahil,
bazı anestezi ilaçları ve bunun dışında organları saklamak ve
enfeksiyonları teşhis etmek için gerekli olan kimyasallar da dahil
bir çok ilaca ulaşılamıyor. Küba’daki eczaneler,
yalnızca umumi ürünlerin stoklanması nedeniyle önlerindeki
uzun kuyruklarla ve nadiren istiflenmiş raflarıyla tanınıyor.
 
Her şeye rağmen, Kübalılar Haiti’ye ve diğer yoksul
ülkelere olan yardımlarından dolayı son derece gururlu ve
destekleyiciler. Uluslararası alandaki ağırlıklarından hoşnutlar.
 
Tıp eğitimi de başka bir örnek. Şu anda, geçtiğimiz ay 11.
yılını kutlayan Elam Üniversitesi’ne 30’dan fazla
ülkeden 8,281 öğrenci kayıtlı bulunmakta. Hükümet, en
aşağı beş yıl içinde kendi yoksul toplumları içerisinde
çalışmaya başlayacak olan öğrencilere sosyal bir sorumluluk
bilincini kazandırmayı umuyor.
 
2005 yılında Latin Amerika kıtası için 100 bin doktor eğitmeyi
taahhüt eden Fidel Castro ve Hugo Chavez’in parlak fikirleriyle
kurulan El Nuevo Programa de Formacion de Medicos Latinoamericanos kurumunda,
şu anda 49 bin öğrenci kayıtlı. Bu programda daha çok
uygulamalı bir eğitim veriliyor ve verdiği eğitimin kalitesiyle ilgili
eleştirilere maruz kalıyor.
 
Profesör Kirk bu eleştirilere katılmıyor: “Londra ve
Toronto’da, sağlık hizmetleri için yüksek teknolojinin
gerektiği yönündeki yaklaşım, yoksulluk içinde yaşayan
üçüncü dünyadaki milyonlarca insan için
anlamsızdır. Konuyla ilgisiz kişilerin kaliteyle ilgili eleştirilerini
onaylamak kolay, fakat hiç doktorun bulunmadığı bir yerde
yaşıyorsanız, sonunda bir doktora ulaşmaktan mutluluk
duyarsınız.”
 
Bu düşünceyle muhtemelen mutabık olabilecek 9 milyon Haitili
bulunuyor.
 
Kaynak: Etha

DİSK üyeleri 'Torba Yasa'ya karşı Ankara'da

DİSK üyeleri 'Torba
Yasa'ya karşı Ankara'da

 

DİSK üyeleri, "Torba Yasa"ya karşı bugün
Ankara'daydı. Yaklaşık bin işçi, AKP'ye "torbanı al
başına geçir" diye seslendi. DİSK, "Torba Yasa"ya
ilişkin görüşlerini içeren dosyayı, TBMM Plan ve
Bütçe Komisyonu'na teslim etti.
 
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), TBMM Plan ve
Bütçe Komisyonu'nda görüşülen "Torba
Yasa"yı protesto etti. DİSK, Komisyonu, yasaya ilişkin
görüşleri yer alan bir dosya sunarken, yaklaşık bin kişi de
sloganlarla AKP'yi protesto etti.
 
DİSK Yönetim Kurulu, DİSK Başkanlar Kurulu, bölge ve il
temsilcileri ile üyelerden oluşan yaklaşık bin kişi, Genel-İş
Sendikası 1. Bölge Başkanlığı önünde bir araya geldi.
Buradan TBMM önüne yürümek isteyen işçiler, polis
tarafından engellendi. İşçiler, kol kola girerek attıkları
sloganlar ve ıslıklarla polisin tavrını protesto ederken, DİSK Genel
Başkanı Süleyman Çelebi ile emniyet yetkilileri arasında
yapılan görüşmeler sonrası polis barikatı kaldırıldı.
 
"Torba yasayla haklarımız çalınıyor, izin
vermeyeceğiz" yazılı pankart taşıyan işçiler, "AKP
torbanı al başına geçir", "Zam zulüm işkence işte
AKP", "İşçilere değil hırsızlara barikat"
sloganları ile Akay Kavşağına yürüdü.
 
Burada DİSK Genel Başkanı Çelebi, Dev Sağlık-İş Genel
Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve TTB Merkez Konseyi Başkanı Eriş
Bilaloğlu'nun da aralarında bulunduğu bir heyet hazırlanan dosyaları
Meclis'e iletmek üzere TBMM'ye doğru yola çıktı. Heyet
dosyayı Meclis önünde Plan ve Bütçe Komisyonu
üyesi CHP Muğla Milletvekili Gürol Ergin'e teslim etti.
 
CHP'li Ergin, "Torba Yasa"nın emekçilerin haklarını
gasp etmek anlamına geldiğini ifade ederek, CHP olarak emeğin ezilmesine
izin vermeyeceklerini savundu.
 
Dosyanın teslim edilmesinden sonra Sakarya Meydanı'nda bir
açıklama yapan DİSK Genel Başkanı Çelebi, her yıl Asgari
Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirlenen asgari ücretin, tek
başına temel ihtiyaçların başında gelen gıda harcamalarını
bile karşılamaktan çok uzak olduğunu ifade etti.
 
Asgari ücretin belirlenmesinin antidemokratik olduğunu ifade eden
Çelebi, zamla birlikte 629 lira olan asgari ücrete ilişkin
"Ne mutlu bize! Öğün başına gıda bütçesi 14
kuruş arttı. Ye ye bitmez!" dedi.
 
DİSK'in yaptığı araştırmaya göre açlık sınırının
934 TL, yoksulluk sınırının ise 2 bin 952 TL olduğunu kaydeden
Çelebi, Türkiye'de çalışanların yarısının
aç ve yoksulluk sınırının altında yaşadığını
söyledi.
 
'VİCDANSIZLIĞIN DA BİR SINIRI VAR'
DİSK Genel Başkanı Çelebi, ülke insanın gerçeklerinin
gözardı edildiğine işaret ederek şöyle konuştu: "Buna
hangi vicdan dayanır? Ben söyleyeyim; buna ancak, olmayan vicdan
dayanır. Çünkü az da olsa vicdan sahibi olsalardı, bu
dünyanın en pahalı sütünü, en pahalı etini, en pahalı
şekerini ve en pahalı simitini kendi halkına tükettirmezlerdi. Az da
olsa vicdan sahibi olsalardı, dünyanın en pahalı benzinini
kullandırmaz; halkı da yumurtaya mahkum etmezlerdi.
 
Eğer vicdan sahibi olsalardı; bu hükümetin Maliye Bakanı
emeklilerin maaşını çılgınca ve yüksek bulmazdı.
Vicdansızlığın da bir sınırı vardır. Sayın Bakan, siz
çılgınca bulduğunuz emekli maaşıyla bir ay geçinin, eminim
ki vicdanınıza kavuşacaksınız. Bu Hükümet ne zaman bir hamle
yapsa, emin olun ki mutlaka, kendi deyimleriyle 'ayak takımı'
bundan zarar görmüştür."
 
'NEYE HÜKMETMEK İÇİN
ORADASINIZ?'
Çelebi, 29 Kasım 2010 tarihinde TBMM'ye sunulan "Torba
Yasa"nın, İş Kanunu'ndan, sosyal güvenliğe ve vergi affına
kadar pek çok alanda, önemli değişiklikleri gündeme
getirdiğine dikkat çekti. Çelebi, yasanın oluşturulurken
işçi ve emekçilerin görüşlerine
başvurulmadığını ve en baştan antidemokratik temeller atıldığını
ifade etti.
 
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, hükümete
şöyle seslendi: "Eyy AKP Hükümeti, Ey Başbakan,
çarşıda pazarda sözünü ettiğiniz
'katılımcılık' anlayışınız bu mu? Bu mu 'sosyal
diyalog'tan anladığınız? Emekçilerin hakkını gaspetmek,
sadece sermayenin beklentilerini karşılamak mıdır sizin getireceğiniz
diyalog? Hani halkın refahını ve mutluluğunu
düşünüyordunuz? Bırakın refahı ve mutluluğu, bu halk,
sizin yalanlarınızı, sizin çelişkilerinizi saymaktan bıktı
usandı.
 
Hadi bunu düşünmüyorsunuz; hadi diyelim ki halkı
düşünme özelliğine sahip değilsiniz?. Eyy
Hükümet, Hükümet olarak, halk ne istiyor, ne
söylüyor, niye alanlara çıkıyor, bunu da mı merak
etmiyorsunuz? Madem halkı düşünme özelliğiniz yok, madem
görme özelliğiniz yok, madem işitme özelliğiniz yok; ey
Hükümet, siz neye hükmetmek için
oradasınız?"
 
TORBA DEĞİL ÇORBA YASA
Torba yasa için "çorba yasa" benzetmesi yapan
Çelebi, yapılan düzenlemelerle gizli işsizliğin artacağını,
yani yarı zamanlı ve geçici çalışmanın
yaygınlaştırılacağına işaret ederek, "Bu tasarı ile insan
onuruna yaraşır, nitelikli ve güvenceli işler yaratılması
amaçlanmamaktadır" dedi. Yasanın, gençler için
daha fazla sömürü, işçi ve emekçiler
için ise esnek ve güvencesiz çalışma anlamına
geldiğini belirten Çelebi, "Bu yasayla gençlerin yanı
sıra işsizlerin de ekmeği çalınacaktır" ifadesini
kullandı.
 
Tüm kamu çalışanlarına, belediye işçilerine,
öğrencilere seslenen Çelebi, hükümetin "Torba
Yasa" ile belediyeleri tümüyle taşeron şirketlere teslim
edeceğini kaydetti. Çelebi, "Belediyelerin tüm hizmetleri
piyasadan satın alması için kurgulanan norm kadro düzeni bu
yasayla doğrudan uygulamaya girmiş olacaktır. Bu yasayla taşeroncu
belediyelere gün doğmaktadır. Artık çok açıktır ki,
hükümet, bu yasayla belediyelerde kamu istihdamına son noktayı
koymaktadır" diye konuştu.
 
BU YASA CİNSİYET KÖRÜ
DİSK Genel Başkanı, kadınlara ise şöyle seslendi: "Tasarı
toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmekte, kadınları
çalışma yaşamının dışında tutmayı sürdürmektedir.
Başbakan kadınlardan 3 çocuk doğurmalarını istiyor, anneliği
neredeyse meslekleştiriyor. Kadın işçiler lehine hiçbir
olumlu değişikliğe gidilmemiş, kamu emekçisi kadınlarla ilgili
yapılan düzenlemeler eksik ve cinsiyet körü olmaya devam
etmektedir."
 
Çelebi, başta yerel yönetimlerde çalışan
işçilerle ilgili düzenleme olmak üzere emekçilerin
ve gençlerin aleyhinde yapılan düzenlemelerin Torba Yasa
tasarısından çıkarılarak gündemden
düşürülmesini istedi. Çelebi, tüm sendikaları,
konfederasyonları, siyasi partileri ve emekten yana bütün kişi ve
kuruluşları bu tasarıya karşı çıkmaya çağırdı.
 
Çelebi yasanın Meclis'ten geçmesi durumunda olacakları
şöyle sıraladı: "Kıdem tazminatlarımızın ortadan
kaldırılması, asgari ücretin daha da düşürülmesini
sağlayacak, bölgesel asgari ücretin uygulamaya konulması,
taşeronlaşmanın kolaylaşmasını sağlayacak yeni hak kayıplarının
devreye girmesi, kişinin iş seçme iradesini 'özel istihdam
bürolarına' devrini sağlayacak kölelik uygulamaları
gündeme gelecektir."
 
Kaynak: Etha

Ankara'da ulaşıma zam geldi

Ankara'da ulaşıma zam
geldi

 

Ankara'da toplu taşıma ücretlerine ortalama yüzde 5
oranında zam yapıldı.
 
 
Ankara Büyükşehir Belediyesi Basın Merkezi'nden yapılan
açıklamaya göre, Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) Genel
Kurulu'nda, başkentteki ulaşım ücretlerinde yeni tarifeler
belirlendi. 1 Ocak 2011 tarihinden itibaren uygulanacak olan yeni tarifeye
göre, toplu taşım ücretlerine ortalama yüzde 5 oranında zam
yapıldı. 
 
Açıklamada, EGO otobüsleri, metro ve Ankaray ulaşımında
kullanılan tek binişlik kart ücretinin 1,85 liradan 1,65 liraya
indirildiği vurgulanırken, çok binişli kartlarda ise tek biniş
ücretinin 1,50 liradan 1,65 liraya çıkarıldığı bildirildi.
UKOME, uzun zamandır aynı fiyatta olan öğrenciler için
indirimli biletlerin de 1,25 lira olmasını kararlaştırdı. Bu arada yeni
tarifelere göre özel halk otobüslerinde de tam bilet
ücretleri 2 lira olurken, minibüslerde ise kısa mesafe 2 lira,
uzun mesafe 2,30 lira olarak belirlendi. 
 
EGO, metro ve Ankaray'daki çok binişli tam biletlerde uygulanan
transfer ücretlerinin ise 50 kuruştan 55 kuruşa
çıkarılmasına, indirimli biletlerden de ücret alınmaması
uygulamasına devam edilmesi kararlaştırıldı. 
 
UKOME Genel Kurulu'nda görüşülerek karara bağlanan
diğer bir ücret tarifesi de Esenboğa Havalimanı'na seferleri
bulunan EGO otobüslerine yönelik oldu. Yeni belirlenen tarifeye
göre, havalimanına sefer yapan EGO otobüslerinin 2 tam bilet olan
taşıma ücretlerinin, tek binişlik tam biletlerde yapılan indirim
nedeniyle 3 tam bilete çıkarılmasına karar verildi. 
 
Kaynak: Radikal

29 Aralık 2010 Çarşamba

BERICAP direnişi 7. gününde

BERICAP direnişi 7.
gününde

 


(30.12.10) - Hakları ve gelecekleri için fabrika önündeki
direnişlerini kararlılıkla
sürdüren BERICAP işçilerinin
direnişi 7. gününe girdi. Petrol-İş üyesi şiçiler
sendikal örgütlenmenin tasfiyesine karşı direniyorlar.


Dışarıda işçilerin kararlı direnişi sürerken BERICAP
patronu da saldırılarını arttırıyor. Mesai saatinin başlamasıyla
birlikte üretimi sürdürmek ve dışarıdaki işçileri
tahrik etmek için fabrika içerisine kaçak işçi
getirten patron direnişi kırmaya çalışıyor.

29 Aralık Çarşamba günü fabrikaya getirilen kaçak
işçiler öğle paydosuna doğru geldikleri gibi geri gittiler.
Daha önce de fabrikaya getirilen kaçak işçiler
üretimde başarısız oldukları ve ıskarta ürün
çıkarttıkları için geri gönderilmişlerdi.


Direniş alanında attıkları slogan ve çektikleri halaylarla
coşkulu bekleyişini sürdüren BERICAP işçilerini dün
(29 Aralık) ÇEL-MER Çelik işyeri temsilcileri, Fen-İş
Alüminyum işçileri ve Emek Partisi ziyaret etti. Dayanışma
ziyaretlerinin ardından işçiler direniş süreçlerini
değerlendirmek için saat 16.30’da üyesi oldukları
Petrol-İş Sendikası Gebze Şubesi’ne gittiler.


 


Kaynak : www.kizilbayrak.net

Wikileaks Belgelerindeki AKP

Wikileaks Belgelerindeki
AKP

Halk düşmanı AKP'yi kuranlar ve yönetenlerle ilgili olarak
bugüne kadar onlarca kez yazı yazdık. Tartışmasız bütün
yazdıklarımızda AKP kadrolarının işbirlikçiliğini, düzenin
hangi pis işlerini yürüttüklerini, halkı nasıl
soyduklarını, halk düşmanlıklarını anlattık.

AKP'ye ilişkin değerlendirmelerimizi yaparken, ortada ne Türkiye
Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener'in AKP'lilerin
yolsuzluklarına dair, "AKP'de duymayan yok"
değerlendirmeleri, ne de Wikileaks belgelerinde AKP'liler ile ilgili
değerlendirmeler vardı ortada.

AKP'yi kuranlar ve yönetenlere dair kimi ayrıntıların
geçtiği Wikileaks belgeleri, kim oldukları, nitelikleri,
karakterleri hemen hemen bilinen AKP'lilere ilişkin ek bazı kanıtlar
ortaya çıkarmış oldu.

Halk düşmanı AKP-'nin yöneticileri bugüne kadar lafta
bol bol haktan, hukuktan, ahlaktan, doğruluktan söz ederlerken her
zamanki gibi iki yüzlüydüler. Halk düşmanlığında ve
işbirlikçilikte sınır tanımayan AKP'liler ile ilgili
emperyalist efendilerinin arşivinden çıkanlar bizim
açımızdan pek de şaşırtıcı değildir.

Belgelerde, eski bir faşist olduğu belirtilen halk düşmanı
Kürşat Tüzmen'in "avantacılığına" dair
söylenenler, aslında tüm AKP'liler için
geçerlidir.

Eski AKP'li ve AKP Hükümetinde Başbakan Yardımcılığı
yapmış olan Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener,
belgelerde geçen "avantacılık", "hırsızlık",
"yolsuzluklarla" ilgili olarak şöyle diyor:

"Benim hükümette olduğum dönemde bu iddialar bakanlar
arasında, kulislerde, milletvekilleri arasında konuşuluyordu. Hatta
diyebilirim ki duymayan yoktur!" (Cumhuriyet, 7 Aralık 2010)

AKP'lilerin, 8 yıldır süren hırsızlıklarını,
avantacılıklarını, aldıkları rüşvetleri "duymayan
yok"tur gerçekte.

Wikileaks belgelerinde "... Gül Erdoğan'ı altta bırakarak
partide daha çok kontrolü ele geçirmeye
çalışıyormuş gibi gözüküyor" diye geçen
kimi değerlendirmelerde, Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül
arasındaki sahte "kardeşlik" gösterilerinin ne kadar
aldatıcı olduğu da ortaya çıkıyor.

Birbirlerini, koltuk ve iktidar için, sömürüden
alacakları pay uğruna nasıl paraladıkları, oluşturdukları ekiplerle
nasıl iktidar savaşı yürüttükleri, Gül'ün
eşinin Cumhurbaşkanlığı seçimi için uğraştığına kadar
bir çok ayrıntı da ortalarda dolaşıyor.

8 yıldır kendi kişisel iktidarları için, vurgunları için
her tür yolu deneyen dünyası küçük,
işbirlikçi, aç gözlü düzen politikacılarıdır
AKP'liler.

Belgelerde "xxx" diye gösterilen Amerikalılar'a ajanlık
yapan çok sayıda AKP'liden de söz edilmektedir. Bunlardan
birisi de o tarihte bakan olan eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi
Güler'dir. Hilmi Güler'in verdiği bilgilerin bir kısmı
var bu belgelerde. Tamamı ne kadar ve ne karşılığında verildi?

Kısaca, AKP'lilerin ajanlıktan, işbirlikçiliğe,
sapıklıktan, halk düşmanlığına kadar suçları onlarcadır.
AKP bu nedenle halk düşmanıdır.

Eli tesbihlilerin hamisi, kontrgerillacı ve bir sapık; Abdulkadir
Aksu

"... Aksu'nun Kürtleri kayırması, eroin ticaretine adının
karışması, 20 yaşın altındaki genç kızlara
düşkünlüğü ve oğlunun açıkça mafya
üyeliği kabinedeki konumunu zayıflatıyordu." (Wikileaks
Belgelerinde Abdulkadir Aksu)

Aksu yıllarca oturduğu İçişleri Bakanlığı koltuğunda halka
karşı yürüttüğü komplo, katliam, kaybetmeler, işkence
ve saldırılarla adını duyuran eli kanlı bir halk düşmanıdır. />

Onun katliamcılığı, 24 Aralık 1978'de, Maraş katliamına kadar
uzanır. Maraş katliamı olduğunda Maraş'ta Vali vekilidir; katliamın
baş sorumlularından biridir.

Eli kanlı halk düşmanı Aksu, aynı zamanda ahlaksız bir sapık, bir
uyuşturucu kaçakçısı ve oğlu bir mafyacıdır. Her tür
pis işi çeviren, ahlaksızca ilişkiler yürüten Aksu, aynı
zamanda AKP'nin yöneticilerindendir.

Türkiye'yi Aksu gibi sapıklar, uyuşturucu
kaçakçıları, çetelerin ve mafyacıların hamileri
olanlar yönetiyor.

Kaynak: yuruyus.com

EMO 56 Yaşında

EMO 56 Yaşında

align="justify">
İlk Genel Kurulu nu 26 Aralık 1954 tarihinde gerçekleştiren
Elektrik Mühendisleri Odası, kuruluşunun 56. yılını mesleki ve
toplumsal mücadelesini sürdürme kararlılığı içinde
kutluyor. Mühendislik mesleğinin gelişimi ve bilimin kamu yararına
kullanılmasında öncülük yapan EMO, önümüzdeki
yıllarda da TMMOB ve bağlı odaları ile birlikte toplumsal muhalefetin
odağında yer alarak, onurlu yürüyüşüne ve dik
duruşuna devam edecektir. 

Tüm çalışmalarında ülke, meslek ve meslektaş
sorunlarından hareketi kendisine temel ilke edinen EMO gücünü
sadece üyesinden ve onun örgütlü gücünden
almaktadır.
EMO, Anayasa nın 135. maddesi ve 6235 sayılı Türk Mühendis ve
Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Yasası hükümlerine göre
kurulmuş, kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Ülkemizin
en önemli mühendislik disiplinleri arasında yer alan elektrik,
elektronik, bilgisayar, biyomedikal ve yazılım mühendislerinin
üye olduğu EMO, yargı gözetimi altında yapılan
seçimlerle belirlenen yönetim organlarına sahip, demokratik
kitle örgütüdür.

Ülkemizde sanayi ve teknoloji için gerekli kaynakların
sağlanamaması, dışa bağımlı ve sıcak para anlayışına dayalı
ekonomi anlayışının yerleştirilmiş olması mühendislik mesleğini
yıllar itibarıyla artan bir şekilde olumsuz etkilemektedir.
Telekomünikasyon alanının yalnızca üretim değil, işletme
anlamında da küresel sermayeye terk edilmesiyle başta elektronik,
elektronik haberleşme mühendisleri olmak üzere bilgisayar ve
elektrik mühendisleri iş güvencesiz, düşük ücretli
çalışma koşullarına mahkum edilmişlerdir. Bu alanda istihdam
edilen mühendis sayısı da giderek azalmaktadır. Bilgisayar
mühendisleri için ise ülkemizin bilgi teknolojileri pazarı
haline getirilmesine paralel olarak başlangıçta iyi
görünen esnek, proje başı çalışma süreci de tersine
dönmüştür. Bugün bilgisayar mühendisleri de
işsizlik, iş güvencesiz çalışma ve düşük
ücret sorunlarıyla karşı karşıyadır.

Enerji alanında sürdürülen özelleştirme ve serbest
piyasalaştırma süreci bir kamu hizmeti olan elektrik enerjisi
alanını ticarileştirmekte, çalışanları işsizlik ve
düşük ücret pençesine bırakırken, mühendislerin
mesleklerini kamusal bir sorumlulukla değil şirketlerin ticari karı
anlayışıyla yerine getirmeleri sürecini dayatmaktadır.

Yapı denetiminin ticarileştirilmesi, insanların can ve mal
güvenliğini ilgilendiren bir kamusal hizmetin gerçekte
yapılamamasına neden olmuş; üyelerimizi asgari ücretle
göstermelik bir denetim yapmaya zorlamaktadır.

Üyelerimizin içinde bulunduğu şartlar, toplumun içine
sürüklendiği kaostan ayrı değildir. Toplumda dinleme ve
gözetleme anlayışıyla yaratılan baskı, muhalif kesimlere
yönelik olarak şiddete varan müdahaleler, İnternet başta olmak
üzere ifade özgürlüğü önündeki
kısıtlayıcı düzenleme ve uygulamalar ile yasakçı zihniyet
hemen sayılabilecek temel sıkıntılardır. Mühendislik mesleğinin
temeli bilimdir. Bilimsel özgürlüğün, düşünce
ve ifade özgürlüklerinin yok sayıldığı bir ortamda
mühendislik mesleğinde de ilerlemeden söz edilemez. Ülkemizde
var olan mühendislik fakültelerinin eğitimini kaliteli hale
getirmek, fakültelerin altyapı, donanım ve öğretim elemanı
alanındaki eksikliklerini gidermek için çalışma yapılması
gerekirken, altyapısı olmayan yeni üniversitelerde ve Teknoloji
Fakültelerine dönüştürülen Teknik Eğitim
Fakültelerinde mühendislik bölümleri açılarak,
piyasaya ucuz iş gücü olarak mühendis yetiştirecek
yapılanmaların önü açılmıştır.

Odamız tüm bu alanlarda mühendislik mesleği, kamu yararı ve
ülkemizin gelişimi için hukuki yollar başta olmak üzere
her platformda mücadelesini sürdürmüş, düzenlediği
sempozyum ve kongrelerle kamuoyunu aydınlatmaya çalışmış,
çıkardığı dergi ve kitaplarla hem güncel sorunların
çözümüne hem de bilimsel anlamda gelişime katkı
koymaya çaba harcamıştır. Ne yazık ki bu çabalar, siyasal
iktidarların yaftalama anlayışı ve karalama kampanyalarıyla
karşılaşmaktadır. 

AKP eliyle Cumhuriyet kazanımlarının tartışma konusu yapıldığı,
gerici bir seferberliğin toplumsal dokuyu giderek bozduğu, çağdaş
yaşamın tarikat ve cemaat kültürü ile baskı altına
alınmaya çalışıldığı karanlık bir döneme
sürükleniyoruz. TMMOB ve odalarına, emekten yana demokratik
kuruluşlara karşı saldırıların yoğunlaştığı bir
süreçten geçiyoruz. Anti demokratik uygulamalar
yaygınlaştırılmakta, en basit hak arama mücadeleleri bile
günümüzde terörize edilmektedir.

Elektrik Mühendisleri Odası olarak, demokratik bir toplumun gereğinin
örgütlü bir toplum olduğu bilinciyle karanlık saldırılara
karşı duracağız. Kürt sorununun çözümünde
demokratik barışçıl yol ve yöntemlerle, bir arada
kardeşçe yaşamasını sağlayacak çabaların
güçlendirilmesine katkı koyacağız. Odamızın geçmiş
birikim ve deneyimleri ışığında özelleştirme ve yolsuzluklara
karşı mücadeleyi daha güçlü sürdürmeye
çalışacağız.  Mesleki alanlarımıza yönelen
küresel kapitalist saldırı karşısında EMO olarak mesleki
haklarımızı korumak için hukuki alanlar başta olmak üzere her
türlü platformda gereken mücadeleyi yürüteceğiz.
Enerji, iletişim ve bilişim alanlarında kamu yararını temel alarak
mesleki, sosyal ve politik yaklaşımımızı sürdüreceğiz.

Bugüne kadarki deneyim ve birikiminin ışığında, özellikle 70
lerden beri yarattığı değerler ve mesleki demokratik kitle
örgütü olmanın sorumluluğu ile hareket eden EMO ve
birimleri, örgütlü üyeleri ve kadroları ile birlikte,
önümüzdeki yıllarda da meslek ve meslektaş sorunlarının
halkın sorunlarından ayrı tutulmayacağını bilerek
çalışmalarını yürütecektir. Kuruluşunun 56.
yılında EMO, özgür ve demokratik bir Türkiye
özlemiyle, emekten ve halktan yana mücadelesini
sürdürmekte kararlıdır.

EMO KOCAELİ ŞUBESİ
YÖNETİM KURULU
27.12.2010

Kaynak: EMO

Biber gazı sakinleştirmek içinmiş

Biber gazı sakinleştirmek
içinmiş

İstanbul’da Başbakan’ı protesto etmek isteyen
öğrencilere yapılan sert müdahale ile ilgili soruşturmada
ilginç gerekçeler gösterildi. Polis, sakinleşmeleri
için öğrencilere biber gazı sıkılmış.

İSTANBUL -
Milliyet gazetesinin haberine göre; Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın rektörlerle Dolmabahçe’de yaptığı
toplantıyı protesto etmek isterken polisin sert müdahalesine maruz
kalan öğrencilerle ilgili dosyadan, hükümetin
öğrencilere yönelik iddialarının doğruyu yansıtmadığını
gösteren ayrıntılar çıktı.


İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun “olur”
verdiği İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın
imzalı yazıda, eyleme katılanların polisin uyarılarına
uymayabilecekleri Başbakanlık Ofisi’ne saldırabilecekleri gibi
ifadeler yer alırken, olaylardan sonra hazırlanan polis fezlekesinde
İstanbul’a alınmayan 135 öğrencinin GBT’lerinin temiz
olduğu, otobüslerde molotof bulunmadığı, biber gazının
öğrencileri sakinleştirmek için kullanıldığı ve polisin
atılan pet şişelerle yaralandığı gibi bilgilere yer verildi.


Çapkın’ın valilik onayına sunduğu 3 Aralık tarihli yazıda
12 Eylül 2008’de, İTÜ’nün açılışına
katılan Erdoğan’ı protesto eden 18 öğrenciye 1 yıl 3’er
ay ceza verildiği anımsatıldı, bunlar için “DHKP-C ve
Dev-Yol yanlısı öğrenci kollektifleri mensupları” ifadesi
kullanıldı.


 


Yazıda şöyle devam edildi: “4 Aralık 2010’da
gerçekleştirilecek 2. rektörler toplantısını protesto etmek
için Büyük Öğrenci Yürüyüşü adı
altında Halkevleri güdümünde faaliyet gösteren
Öğrenci Kollektifleri, Liseli Genç Umut ile Genç-Sen
organizesinde toplanacak grubun Başbakanlık Ofisi’ne kadar geleceği,
Akdeniz ve Karadeniz’den gelecek grupların Ankara’da toplanarak,
ilimize hareket edecekleri...


...Eylemlere katılacak şahısların güvenlik güçlerinin
ikazlarına uymayarak, Başbakanlık Çalışma Ofisi’ne
yönelik saldırganlık boyutunda protesto eylemi
gerçekleştirebilecekleri, polis müdahalesi olması halinde,
taşlı-sopalı mukavemette bulunabilecekleri şeklinde bilgi elde
edilmiştir.


...Toplantının huzur ve sükun içinde yapılabilmesi, ilimizde
kamu güvenliğinin sağlanması için ilimize gelişlerinin
kontrol edilerek, söz konusu grupların ilimize alınmaması hususunda,
takdir ve tensiplerinize arz ederim.”


MOLOTOF
RİSKİ

Mutlu, yazıya “olur” vererek, Dolmabahçe ve
Tuzla’da öğrencilere müdahale edilmesinin yolunu
açtı. Yazıdaki, “Başbakanlık Ofisi’ne yönelik
saldırganlık boyutunda protesto eylemi” gibi kaynağı belirtilmeyen,
soyut ifadeler, bazı bakanların, “Başbakanlık’a
saldıracaklardı” iddiasına yol açtı.


Yazı doğrultusunda, Ankara’dan gelen otobüsler
İstanbul’a sokulmadı. İstanbul’daki öğrenciler
Dolmabahçe önünde polisin sert müdahalesine maruz
kalırken, otobüsle gelen 135 öğrenci Çamlıca gişelerinde
durdurularak, Tuzla’ya götürüldü ve sert
müdahale gördü.


Polis, bu olayla ilgili düzenlediği tutanakta, vali imzalı yazıdan
farklı olarak, grubun neden kente sokulmadığı konusunda,
“Rektörler toplantısının provoke edilebileceği, Başbakanlık
Çalışma Ofisi’ne molotof kokteyli atılacağı
değerlendirildiğinden” ifadeleri kullanıldı. Valilik yazısında
olmayan “molotof riski” bu yazıda yer aldı.


'SAKİNLEŞTİRMEK İÇİN'
Tutanakta, 135 kişinin, dinlenme tesisinde slogan attıkları, kol kola
girerek polisin üzerine yürümeye başladıkları kaydedildi.
Bu sırada atılan pet şişelerden dolayı 3 polisin yaralandığının
kaydedildiği tutanakta, “Grubu sakinleştirmek ve durdurmak amacıyla
gazlı müdahale edilmiştir” denildi.


ÖĞRENCİLERİN
DURUMU

Gözaltına alınıp sorgulanan öğrencilerden Miraç Efe,
basın açıklaması yapmak için gittikleri İstanbul’a
sokulmadıklarını, gaz bombasıyla müdahale edilmesinden sonra
kendisini kaybettiğini, polislerin tekme atıp burnunu kırdığını
anlattı.


İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın, kendilerini yere atarak
yaralandıklarını ve polisi dövdüklerini söylediği
öğrencilerin sağlık raporlarının asılları, dosyaya konulmadı.
Savcılığın, emniyetten asıllarını istediği sağlık raporlarının
bazılarının “okunabilir” bölümlerinde ise şu
bilgiler yer aldı:


Özgür Bozkurt: Sağ kulakta ödem, sırtta ekimoz, sol dizde
çürük.


Serdar Çobanoğlu: Sol temporal bölgede hassasiyet kaybı.


Miraç Ekrem Efe: Alt dudak solunda ve diş hizasında ödem, 2
cm’lik kesi, burun kırığı. (Ameliyat oldu, 20 gün rapor
aldı)


Umut Tekyürek: Başın üst orta bölümüne darp. Sağ
5. parmakta yaralanma.


Hasan İçli: Üst ve alt dudakta ödem. Vücutta
ekimoz.


Kaynak : www.ntvmsnbc.com

Silikozis’in faturası devlete

Silikozis'in faturası
devlete

 


ANKARA - Silikozis hastalığına yakalanan bir kot kumlama işçisi,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu
Grup Başkanı hakkında, ''gerekli denetimleri yapmayarak silikozis
hastalığına yakalanmasına neden olduğu'' gerekçesiyle
şikayetçi oldu.


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, 15
Nisan 2010 tarihli karar ile Grup Başkanı hakkında soruşturma izni
vermedi.


Bakanın soruşturma izni vermemesi kararına itiraz edilmesi üzerine
dosya Danıştay 1. Dairesi’ne geldi.


 


Daire, İş Teftiş Kurulu Grup Başkanı hakkında Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanının soruşturma izni verilmemesine ilişkin
kararını kaldırarak, dosyayı Bakırköy Cumhuriyet
Başsavcılığı’na gönderdi.


Dairenin kararında, iş sağlığı ve güvenliğini sağlayacak
tedbirlerin uygulanmasını izleme, çalışma hayatını denetleme ve
çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları
koruyucu ve çalışmayı destekleyici tedbirleri almanın
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görevleri
arasında sayıldığı belirtildi.


İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğünde,
her türlü maden, taş ve kiremit ocaklarında,
dökümhanelerde, tekstil, bütün şeker ve çimento,
inşaat, seramik ve benzeri sanayi kollarındaki iş yerlerinde yapılan
çalışmalarda, tozların zararlı etkilerinden korunmak için
alınacak önlemlerin sıralandığı ifade edilen kararda, ilgili
mevzuat hükümlerine göre, bünyesinde zararlı tozların
bulunduğu iş yerlerinde çalışan işçilerin sağlığı
bakımından bu iş yerlerinin özellikle ve öncelikle denetlenmesi
gerekirken, bu nitelikteki iş yerlerinin etkin bir şekilde denetlenmemesi
veya denetlenmesine rağmen yasal yaptırımların uygulanmaması nedeniyle
işçilerin zarar görmelerine neden olunmasının Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu bakımından bir
hizmet kusuru sayılacağı sonucuna varıldığı vurgulandı.


Kararda, İş Teftiş Kurulu Grup Başkanının, İş Teftiş
Tüzüğü ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Yönetmeliği uyarınca teftiş
programını hazırlayarak Başkanlığa göndermek ve Bakanca onaylanan
programların uygulanmasını sağlamakla görevli bulunduğu
kaydedild.


Grup Başkanının, ''Kumla kot yıkama işini yapan
şikayetçinin çalıştığı şirkete ait iş yerlerini
işçi sağlığı ve iş güvenliği yönünden denetim
kapsamına almamak veya etkin bir şekilde denetlettirmemek suretiyle adı
geçenin silikozis hastalığına yakalanmasına neden
olduğu''nun anlaşıldığı ifade edilen kararda, bu nedenle Grup
Başkanına isnat edilen eylemin, hakkında soruşturma yapılmasını
gerektirecek nitelikte bulunduğu belirtildi.


Daire, bu nedenlerle itirazı kabul ederek, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanının soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararını
kaldırdı ve dosyayı Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na
gönderdi.


Kaynak : www.ntvmsnbc.com

Devrimci Basın Susturulamaz!

Devrimci Basın
Susturulamaz!

Yürüyüş Dergisi'nin ofset hazırlıklarının
yapıldığı Ozan Yayıncılık bürosu 24 Aralık Cuma günü
03.15 civarında helikopterler eşliğinde yüzlerce çevik kuvvet
polisi, özel harekat timleri, onlarca sivil polis tarafından basıldı.
Baskın sırasında kapılar balyozlarla parçalandı, oksijen
kaynaklarıyla kesildi. Büroda bulunan bilgisayarlara, teknik
malzemelere, kütaphanede bulunan kitaplara kadar herşeye el konuldu.
Bütün çalışanlar göz altına alındı. Talandan
geriye kalanlar etrafa saçılmış kağıtlar, elbiseler, cam
kırıkları, kırık dolaplar, kırık kapılar, delik duvar
görüntüleriydi. 

Siyasi iktidarın demokrasi ve adalet anlayışı  gecekondu halkına
dönük yıkımlarda, öğrencilere uygulanan şiddette,
hapishanelerde tecrit politikalarının sürdürülmesinde, hasta
tutsakların katledilmesinde, 19 Aralık katliamı davasında mahkeme
salonlarında, halkı mahkum ettiği yoksulukta vücut bulmaktadır.
Muhalif kesimlere saldırılar her geçen gün daha bir hışımla
ve pervasızca yapılmaktadır.

Yürüyüş dergisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm
mücadelesi veren devrimci bir yayın organıdır.Yürüyüş
dergisine saldırmak, halkın haber alma hakkına saldırmaktır. Operasyonun
niteliğinden de anlaşılacağı gibi amaç Yürüyüş
Dergisi üzerinden tüm muhalif halka göz dağı vermek ve
onları sindirmektir. Yürüyüş Dergisi'ne yapılan
saldırıyı kınıyoruz. Siyasi İktidar korku imparatorluğu kurmaya
çalışıyor. Başaramayacaklar!

Devrimci Basın Susturulamaz!

Mühendislik Mimarlık ve Planlamada
+İVME