22 Aralık 2010 Çarşamba

Kentine ve Kendine Sahip Çık !.. / Mustafa Sönmez

Kentine ve Kendine Sahip
Çık !.. / Mustafa Sönmez

Küresel kapitalizm kasırgasının azgın çevrimine biraz daha
dahil olduğu son 30 yılda, Türkiye’de, birçok şey gibi,
kentlerin dokusunda, kentlilerin yaşamlarında da önemli değişikler
yaşanıyor. Dış kaynağa bağımlı büyüme, tarımı,
dolayısıyla kırları yoksullaştırıp göçleri
kamçılayınca, nüfusun dörtte
üçünün
irili ufaklı
kentlerde yaşadığı bir Türkiye’deyiz artık.
Hayat, büyük ölçüde kentlerde akıyor, kentler
arasında yeni işbölümleri oluşuyor. İstanbul
küresel kent ilan edilirken çevre iller
Bursa,Kocaeli, Tekirdağ sanayici;
Antalya-Muğla turizmci, Anadolu’da Kayseri, G.Antep,
Konya, Denizli gibi iller, KOBİ’ler eliyle sanayi
tedarikçisi
iller durumunda. Doğu ve
G.Doğu
kentleri, yakılmış, boşaltılmış köylerin
verdiği zorunlu göçle kent yoksulluğunun diz boyu yaşandığı
sorun yumakları halinde. Kısaca, küresel kapitalizm kasırgasıyla
küçük-büyük bütün kentlerin
başına bir şeyler geliyor.

***

Sermaye birikimi için, farklı farklı olsa da
kentler, yeni kulvarlar. Kent rantı, artık-değerin
öne çıkan gözde biçimi. Bu İstanbul için
farklı, diğer kentler için farklı boyutlarda olsa da, sermaye,
merkezi ve yerel iktidarı kullanarak kent rantından daha fazlasını elde
etmeye çalışıyor. Kent arenasında hem sermaye-emek arasında
karşıtlık keskinleşiyor hem de sermaye içi tepişmeler
sertleşiyor.
Yeni sermaye birikimleri için kentlerin genleriyle oynanıyor,
dokuları zedeleniyor, toplumsal değerler tarumar ediliyor. Tabi ki bundan
birinci derecede etkilenenler, kentte yaşamaya, kentte barınmaya, tutunmaya
çalışanlar, özellikle de emeği ile geçinmeye
çalışanlar. Başta İstanbul olmak üzere kentler halden hale
sokulurken, rantı yükselen bölgelerden, RTE’nin
çiftliği TOKİ eliyle gerçekleştirilen
kentsel dönüşüm ile, alt-orta sınıflar
sürülmek isteniyor, kültür, tarih varlıkları , kamusal
yapılar özelleştiriliyor, ticarileştiriliyor, yağmalanıyor, topluma
yeni yaşam imajları empoze edilerek konut için korunmalı, havuzlu
site hayatı, rezidanslar; alışveriş için AVM’ler
“moda” hale getiriliyor. “Varoşlar”ın bile
AVM’leri var!.. Bu yaşam biçimi, İstanbul’dan dalga
dalga, irili ufaklı bütün Anadolu kentlerine taşınıyor.
Kentler tektipleştiriliyor…

***

Anadolu’daki her kentin özelliğine göre, sermaye birikimi,
kenti biçimlendiriyor, kenti metalaştırıp ticarileştiriyor. Turizm
potansiyeli olan kentte, endüstriyel turizm
yatırımlarıyla;
doğal kaynağı olan kentte çevreyi yok
etme pahasına enerji yatırımlarıyla kentin genine
müdahale ediliyor.

Kentlerin başına gelenleri anlamak için Mimarlar
Odası’nın
Kent,Kültür,Demokrasi
başlıklı programı kapsamında iki ay önce
Sinop’ta , geçen hafta sonu da
Antakya’da gördüklerimiz, nasıl bir
kıyamete yol aldığımızı göstermek için yetiyordu. Sinop,
ithal kömürle termik santral, ardından nükleer santral
inşasıyla “duman” edilecekti. Antakya’nın
kültür-inanç turizmi potansiyeli
için kollar sıvanmış, kentin yakınındaki bir tarım arazisine bir
“Turizm Disneyland’ı” kurmak için
kollar sıvanmıştı. Dünyanın ikinci büyük mozaik
müzesini de kentin kalbinden alıp bu “Disneyland”ın
içine koyacaklardı. Konu metalaşma, ticarileşme olunca, konsept
değişmiyordu; Antalya’da kum-deniz-güneş satmak için
inşa edilen kentten, insanlardan, kültürlerden kopuk “tatil
köyü” konseptinin benzerini inanç turizmi potansiyeli
olan Antakya için hazırlıyorlardı. Turisti neredeyse kente
sokmadan, kent dışındaki Disneyland’a almak, orada konaklatmak,
mozaikleri orada göstermek, termal kaynakları satmak, orada yedirip
içirip oradan göndermek”…

Konu para, turizmden para kazanmak olunca, kentin onarıma, iyileştirmeye
muhtaç her kültür varlığına, yerlisi-yabancısıyla
tüm muktedirler, varsa yoksa “turizm endüstrisi”
optiğinden bakıyor. Antakya’nın başına taşlaşmış,
betonlaşmış Antalya’nın başına gelenlerin kaçınılmaz
olduğunu söylemek için kahin olmak gerekmiyor.

***
Kentlerin başına gelenler, aslında, kentte yaşayan ve emeğinden başka
satacak şeyi olmayanların başına geliyor. Barındıkları yerlerden
ediliyorlar, yerlerinden yurtlarından ediliyorlar, işsiz bırakılıyorlar,
ancak, inşaatlarda, turistik işyerlerinde düşük ücretli,
güvencesiz işlerle yaşayabiliyorlar. Kentlerin gerçek
sahiplerinin, çocukluklarını yaşadıkları bahçeli, avlulu
evleri hızla betonlaştırılıyor, yeşilleri yok ediliyor, havaları
kirleniyor. Kenti para kaynağı gören neoliberal belediyeler,
kentliyi de bir müşteri gibi görüyor,
ürettiği su, gaz, ulaşım ve diğer hizmetlerden azami karı
hedefliyor. Bu hizmetleri hızla taşeronlara, giderek özel firmalara
devrederek yerel yönetimde ticarileşmeyi tırmandırıyor.

Kentin alt -orta sınıflarının bütün bu olup bitenlere,
saldırılara karşı kentte, sokaktan
örgütlenerek
karşı koyması gerekiyor. Slogan şu
olmalı: Kentine ve kendine sahip çık!...

Kaynak: mustafasnmz.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder