Teknolojinin bedelini
Kongolular ödüyor / Madeleine Bunting
Yeni bir elektronik alet almadan önce bir daha
düşünün: Bu aletlerin içindeki mineraller,
Kongoluların hayatlarını cehenneme çeviriyor.
Bu satırları yazdığım laptop’un içinde çok
küçük miktarlarda kalay var; elektrik devre panelinin
parçalarını lehimlemek için kullanılıyor. Araştırmam
sırasında cep telefonunu 20 kez kullandım; ABD’yi, Demokratik Kongo
Cumhuriyeti’ni ve Londra’daki araştırmacıları aradım. Pili
bittiğinde cep telefonumun hafızasındakilerin kaybolmamasını da bir
başka hayati önem taşıyan mineral (tantalum) sağlıyor. Gerek kalay
gerekse tantalum, hayatımın kolaylaşmasına yardımcı oluyor. Acı verici
paradoks ise şu: Bu mineraller binlerce Doğu Kongolu için hayatın
cehenneme dönmesine neden oluyor.
Londra’dan Kongo’ya...
Mineraller ücra bölgelerdeki madenlerden, genellikle karın
tokluğuna çalışan işçiler tarafından, elle kazılarak
çıkarılıyor. Çalışma koşulları tehlikeli ve sık sık
iş kazaları oluyor. Birçok madeni ya yozlaşmış komutanlar ya da
silahlı isyancı grupları kontrol ediyor. İkisi arasında neredeyse
hiçbir fark yok. Maden filizleri, 45 kilometre uzaklıktaki
küçük uçak pistlerine çuvallarla, hamalların
sırtında taşınıyor; her aşamada zorla geçiş ücretleri
alınıyor. Global Witness adlı sivil toplum kuruluşunun raporunda,
Bisie’deki büyük madenlerden yılda 30 milyon dolar gelir
elde edilebildiği yazıyor. Böylesine çok para söz konusu
olunca, bu kaynakların kontrolü için acımasız mücadele
sürerken, nüfusun tecavüz ve cinayetle terörize edilmesi
rutinleşiyor.
Peki ne yapılabilir? Yeni yıl için yeni bir cep telefonu
aldığımda, bu cehenneme katkıda bulunmadığımdan nasıl emin
olabilirim? Milyonlarca parlak, cilalı, şık tasarlanmış laptop ve cep
telefonu, gelecek birkaç haftada dünyanın dört bir yanında
yılbaşı ağaçlarının altındaki hediyeler sebebiyle
çöpe gidecek; peki gerçek bedelin ne olduğunu nasıl
bileceğiz?
Londra’daki laptop’umla Kongo’nun üç doğu
eyaletindeki madenler arasında karmaşık bir ekonomik ve siyasi ağ
uzanıyor. Uçurtma iplerinin nasıl dolaştığını ve onları
çözmenin saatler, hatta günler aldığını
düşünün, ne dediğimi anlarsınız. Bu, tedarik zincirlerinin
kıtaları aştığı, şirketten şirkete geçtiği ve her aşamada
her aktörün meseleyi örtbas etmeye çalıştığı
türde bir küreselleşme: Örtbas, ya bu milyonlarca dolarlık
ticaretin çoğunun yasadışı olduğu Kongo’daki gibi göz
göre göre, ya da daha yakınımızda, ticari gizlilik adı
altında, bu duruma incelikli bir biçimde kayıtsız kalınarak
yapılıyor.
Topshop’ı kapattılar
Örtbas etmek işlerine geliyor. İç savaşın yaklaşık 15
yılı boyunca, zincirdeki birçok halka, görmezden gelmenin
rahatlığının arkasına gizleniyor. Kivu’daki ticaret merkezlerinde
oturan tüccarlar, Ruanda’yı kat eden kamyon şoförleri ve
dünyanın elektronik imalatçıları konumundaki Çin ve
Malezya’daki büyük döküm şirketlerinin bahanesi
bu. Tamamen haksız da değil; Kongo dünyadaki kalayın sadece
yüzde 6’sını, tantalumun da yüzde 9 ila 18’ini
tedarik ediyor. Devasa döküm fabrikaları dünyanın dört
bir köşesinden gelen hammaddeleri işliyor; her elektronik
ürün, uçak ve araba bu tartışmalı minarellerden biraz
içerebiliyor.
Böylesine büyük bir karmaşıklık, kimsenin boykot
başlatmamasının da sebebi. Fakat ilginç olan, büyük
markaların paçasını tutuşturmak için boykot
başlatmanızın gerekmemesi; masada ne olduğunu herkes biliyor. Tedirgin
marka yöneticileri, Uncut hareketinin Topshop bayilerini kapattıran
protestolarını ve markanın sahibi Philip Green’in vergi
düzenlemelerine dair geniş çaplı yayınlarını izliyor ve
korkuyla titriyorlar. Atlantik’in iki yanında kampanya
yürütenler bu taktikleri etkili ve parlak bir biçimde
kullanıyor.
HP, Intel, Microsoft, Nokia
ABD’deki Enough adlı kampanyanın elektronik şirketlerinin temiz
tedarik zincirleri oluşturma çabalarını değerlendiren
dökümüne göre de, HP, Intel, Microsoft, Nokia ve Dell
gibi şirketler listenin başında; Sony, Ericsson, IBM ve Toshiba onları
epey geriden takip ediyor. Plan, isimlerini teşhir edip utandırmanın
üzerlerindeki baskıyı artıracağı ve şirketlerin bu mineralleri
tedarik eden döküm fabrikalarını sıkıştıracağı
yönünde.
Enough ve Global Witness’ın en büyük başarısı,
Kongre’den Dodd-Frank yasasını geçirmekti. Yasaya göre
imalatçılar, Doğu Kongo’da çıkarılan dört
tartışmalı minerali (tantalumun üretildiği koltan, tungsten, kalay
ve altın) içeren tedarik zincirleri hakkında tam rapor vermek
zorunda. Bu raporların yayımlanması ve bağımsız denetimden
geçmesi de gerekiyor. Yasa 2011’de yürürlüğe
girecek ve Tiffany gibi mücevher markalarından Ford Motor ve
Wal-Mart’a kadar birçok imalatçının rapor vermesi
bekleniyor. Bu muhtemelen bir tedarik zincirini temizlemek için
girişilen en büyük çabalardan biri. Bazıları homurdansa
da, Motorola gibi kilit elektronik şirketleri yasanın geçmesine
yardım etti, zira internette üzerinden kan damlayan cep telefonları
gibi resimlerin yaygınlaşmasından telaşa kapıldılar.
Devlet yetersiz
Büyük markalar tedarikçilerini sıkıştırdıkça,
bu uçsuz bucaksız mineral zengini bölgede çıkarı olan
herkesin üzerindeki baskı da artıyor. Bölge ülkeleri
baskının bütün Kongo minerallerinin boykot edilmesine yol
açıp hayati bir gelir kaynağının kesilebileceğinden endişeli.
Bugün birçok devlet lideri meseleyi görüşmek
üzere bir araya gelecek; Kanada ve Almanya’dan sivil toplum
örgütleri de bir sertifika planı üzerinde Kongo
hükümetiyle birlikte çalışıyor. Ağustosta Kongo Devlet
Başkanı Joseph Kabila, çözüm yönünde bir ilk
adım atarak doğudaki bütün küçük çaplı
kaçak madenlerin yasaklandığını duyurdu, fakat ordu yasağı
büyük ölçüde görmezden geldi.
Onca plan ve çabanın yetersiz kaldığı yer de burası.
Kongo’da hükümet orduyu kontrol etmek, silahlı gruplarla
mücadele etmek veya etkin ihracat denetimi gibi işlevlerini yerine
getiremiyor. Devlet, mineral ticaretinin muazzam zenginliğinden
(2009’da 1 milyar doların üzerindeydi) yararlanan odaklara
karşı koyamadığı için aciz. Bir uzmana göre, en iyi adım
devleti güçlendirmek ve orduyla yargı sisteminde reform yapmak
yönünde azimli, yavaş bir süreç. Ancak yardım
kuruluşlarının geri durduğu riskli, nahoş bir iş bu.
İnatçı kampanya şart
Doğu Kongo cehennemi, küreselleşmenin nasıl idare edilemez alanlar
yarattığının bir örneği. Zifiri yoksulluğun, sayısız silahın ve
doğal kaynaklara yönelik açgözlülüğün
kesiştiği yerde sonuç vahşi bir kaos oluyor. Bununla mücadele
etmek için, inatçı bir küresel kampanya
yürütmek, sistemin her unsurunun dikkatini çekmek ve
değişimi sağlamak için oynayabileceği rolü göstermek
gerekiyor. Şu an nihayet gerçekleşmeye başlayan da bu. (12 Aralık
2010)
Kaynak: The Guardian, radikal.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder