28 Aralık 2010 Salı

19 ARALIK'TA HERKES CİNAYETİ SEYRETTİ / Zeynep Kuray

19 ARALIK'TA HERKES
CİNAYETİ SEYRETTİ / Zeynep Kuray

 

19 Aralık katliamında Meclis İnsan Hakları Komisyonu
üyesi olarak siyasi tutuklularla Adalet Bakanlığı arasında
arabuluculuk yapan Mehmet Bekaroğlu, kendileri uzlaşma çabalarını
sürdürürken, derin devletin operasyon yaparak birçok
tutukluyu katlettiğini söyledi. Önce kendilerinin yanında tavır
alan medyanın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bültenine
dönüştüğünü belirten Bekaroğlu,
“Türkiye aydınıyla, toplumuyla, medyasıyla bu sınavda
sınıfta kaldı, resmen cinayeti seyretti, utanıyorum”
dedi.
 
»O günlerde neler yaşandı?
Ölüm oruçlarında 1996'da 70'inci günde
ölümler meydana gelmişti. Yeniden ölüm oruçları
başlayınca Meclis İnsan Hakları Komisyonunda yaptığımız girişim
sonucu bir alt komisyon oluşturduk. Komisyon cezaevlerinde
çalışmalar yaptı, ancak tutuklu ve hükümlüler
görüşmeye pek yanaşmadılar. Daha sonra Başbakan Ecevit'in
onayıyla Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonundan bir kişi, Türk
Tabipleri Birliği ikinci Başkanı Metin Bakkalcı, İstanbul Baro Başkanı
Yücel Sayman ve TMMOB Başkanı Kaya Güvenç'ten oluşan
dört kişilik bir grup arabulucu oldu ve günlerce
görüşmeler yaptık. Tutuklular, hükümlüler ve
Adalet Bakanlığı arasında gittik geldik, telefonlarla konuştuk, genel
talepler vardı, özel talepler vardı ve netice olarak tutuklu ve
hükümlüler F tiplerine, hücrelerine girmek
istemiyorlardı. Devlet de çok büyük bir program
yapmıştı, güvenlik adı altında tutukluları ve
hükümlüleri hücre tipi cezaevlerine nakletmek istiyordu
ve cezaevlerinin inşaatı bitmek üzereydi. Direniş olacağını
biliyorlardı, o nedenle bu ölüm oruçlarını fırsat olarak
değerlendiriyorlardı. Biz de tutuklu ve hükümlülerin
reddettikleri tecrit koşullarını kaldıracak bir değişiklik yapılabilir
mi diye günlerce çalıştık, kamuoyunun da çok
müthiş bir desteği oldu. Avrupa'dan da destek sesleri
yükseldi ve 9 Aralık'ta Adalet Bakanlığı bu komisyonun tespit
edeceği şekilde değişiklikler yapılana kadar F tipi nakillerin
ertelendiğini söyledi. Bu çok önemli bir gelişmeydi aynı
gün Avrupa konseyinde bu konuşmaya bir gönderme yapıldı ve bir
çözüm yolu bulunuyor diye herkes umutlandı. Tutuklu ve
hükümlüler bu söze güvenmediler. Örgütler
de, devlet gibi siyaset yapıyordu. Bunu reddettiler ve başka talepler
gündeme getirdiler ama kamuoyunda müthiş bir baskı vardı,
özellikle demokratik kitle ve insan hakları örgütleri
üzerinde müthiş bir baskı vardı. Uzun bir süre bunun bir
kazanım olduğu, dolayısıyla buradan bir uzlaşma çıkması
gerektiği konusunda telkinlerde bulunduk, hükümlülerin
temsilcileriyle  konuştuk. Neticede bir yerlere gidiyorduk ancak bu
sefer de devlet farklı davrandı ve bildiğiniz gibi Türkiye genelinde
19 Aralık sabaha karşı büyük bir operasyon yaptı. O operasyonun
büyüklüğünden, kıyıcılığından, katliama
dönüşmesinden anladık ki, aslında devletin bir kanadı belki
bakan, başbakan sorun çözülsün diye bizimle
işbirliği yaparken, başka bir kanadı ki, daha sonra dönemin ceza ve
tevkif müdürü Ertosun bunu bir şekilde ifade etti, bu olayı,
yani açlık grevini, ölüm oruçlarını, burada
yapılan görüşmeleri fırsat olarak kullandılar. Biz bu
görüşmeleri sürdürmek için Ankara'ya
gittiğimiz bir gece operasyon yaptılar ve bildiğiniz gibi 'Hayata
Dönüş' dediler, ancak 30 kişi öldü; iki de jandarma
toplam 32 kişi. Daha sonra F tipi tecritini protesto ederken ölüm
orucunda 100'ü aşkın kişi öldü. Ancak F tipi tecrit
uygulamaları hala devam ediyor Türkiye'de.
 
»Operasyondan nasıl haberdar oldunuz?
Ankara'daydık. Değişik yerlerden duyum aldığımız için gece
uyuyamamıştık. Kaya Güvenç'in evinde Metin Bakkalcı ve
ben oturuyorduk. Bir operasyon olacağına ilişkin nöbet tutan
avukatlar ve değişik yerlerden telefonlar geliyordu. Adalet Bakanı da
gün boyunca bizimle görüşmeyi reddetmişti, gece de
telefonlarını kapatmıştı, hükümetten hiç kimseye
ulaşamıyorduk. Sabaha karşı Kaya Güvenç'in evinden
çıktık, birkaç tane polis otosu bizi takip ediyordu. Meclis
lojmanlarına geldik. Ssabaha karşı saat 4-5 gibi avukat arkadaşlardan
operasyon başladı haberini aldık.
 
»İlk tepkiniz 'aldatıldık' oldu. Nasıl, kimler
tarafından aldatıldınız?
Bir taraftan yetki vererek arabulucu heyet görevlendiriyorsun,
dinliyorsun, şunlar yapılabilir, yapılamaz, büyük tadilat gerek
diye öneriler ortaya atıyorsun. Önerdiğimiz 3 kapı 3 kilit diye
formüle edilen çözüme göre, gündüz
kapılar açık kalacak, insanlar ortak havalandırmada buluşacak, tek
tek havalandırmalar ortak havalandırmalara dönüşecek ve akşam
odalarına dönecekti. Devletle bunları konuşurken, aynı devlet bir
anda operasyon yapıyor. Aldatılma bu. Tutuklu ve hükümlüler
de tabii siyaset yaptılar, 9 Aralık mutabakatından sonra yeni talepler
getirerek siyaset yaptılar. Onlar da devlet gibi davranıyorlardı. Ancak
mesele onlardan ibaret değildi. Çok sayıda ölüm orucuna
yatmış insan vardı. Amacımız onları kurtarmak ve tecriti
sonlandırmaktı. İnsani çözüm bulma olanağı vardı ancak
devlet, içişleri bakanı, jandarma genel komutanı, ceza genel tevkif
genel müdürlüğü bu operasyonu planlayarak
hazırlamışlardı. Daha sonra açıklama yaptım buna yönelik.
Bu yüzden de Ertosun hakkımda tazminat davası açtı.
 
»Ne açıkladınız?
Ecevit ve yardımcılarıyla yaptığımız toplantıda durumu uzun uzun
anlatmıştım. Başbakan 'Biz bu işi çözelim' dedi,
onlar da bizim bu arabuluculuğumuzu onayladılar. Ve hükümetin
bütün kanatlarıyla görevlendirdiğini söyledim
Ertosun'a. 'Yavaş gidin bir şeyler sezinliyoruz yapmayın'
derken o güldü, burada devletin güvenliğinin söz konusu
olduğunu, dolayısıyla güvenlik güçlerinin gereğini
yapacağını söyledi. Ben de ona bir tane devlet var bunu da başbakan
temsil ediyor deyince, yine güldü. Ben de Meclis'ten söz
edilirken onun derin devletten söz ettiğini söylediğimde,
'Bana derin devlet diye iftira attı' diyerek tazminat davası
açtı. 50 bin liraya yakın para istediği dava devam ediyor.
 
»O dönem göstermelik, figüran bir devlet var
ortada ama esas devleti derin devlet mi yönetiyor?
Türkiye’de seçilmiş hükümetlerle bir de
yerleşik devletler var. Yerleşik devlet her zaman seçilmiş
hükümetleri bastırmıştır. Cumhuriyet kurulduğundan beri bu hep
böyle olmuştur ya da demokrasiye geçildiğinden beri bu hep
böyle olmuştur. Sivil, asker, bürokrasi, elitler kendilerini
devletin sahibi görmüşlerdir, CHP’yi de bunun
içersine koyabiliriz. Kendilerini bu ülkenin sahibi olarak
görmüşlerdir, seçilmiş hükümetleri ise
geçici olarak görmüşlerdir. Ertosun’un bana oradaki
tavrı bunun tipik bir göstergesidir. Yani gülüyor,
‘olabilir siyasetçiler görüşür ama devlet
yapacağını bilir’ diyor. Bu şekilde söylemiyor ama çok
açık net ifade ediyor. Daha sonra zaten bakan sahip çıktı.
Başbakan ise,’Bu teröristleri teslim alamazdık, Milli
Güvenlik Kurulu tarafından alınmış bir karardır’ dedi ama,
kanaatime göre bunun altyapısı vardı, hazırlık yapmalarına gerek
yoktu. Terör ile Mücadele Yasası’nda terör nitelikli
tutuklu ve hükümlülerin oda tipi cezaevlerinde kalacağına
dair hüküm var. F tipleri de bu hükme göre inşa edilmiş
cezaevleridir. Dolayısıyla biz o zaman, F tipi cezaevi nakillerini
durduralım, yasal tadilatlar yapılsın diye Meclis'te lobi
çalışmaları yapıyorduk. Önce medya, kamuoyu desteği vardı
ama bu operasyonu yapanlar bu psikolojik savaşı da çok müthiş
uyguladılar. Daha sonra aynı medya, neredeyse iş makineleri, dozerlere,
tanklara binerek cezaevlerine girip ertesi gün Türkiye medyası
için kara leke olan manşetler attılar. Elbette çift devlet
hala var, bu iş halledilmiş değil. Anayasada yazdığı gibi daha
seçilmişlerin temsil ettiği bir devlet yok.
 
»Medya operasyonlar olmadan o cezaevlerini 5 yıldızlı otel
gibi lanse ederken, siz baştan beri karşı
çıkmıştınız.
O dönem 5 yıldızlı otel yazanlar muhasebelerini ve hesaplarını
yapsınlar. Hala öyle diyenler var ama öyle bir şey yok. F tipi
cezaevleri tam bir tecrit yeridir. Daha sonra, ilk TMK yasası ve daha sonra
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk tarafından getirilip çıkarılan
yasalara göre, bir de orada iyileştirme, ıslah etmek gibi bir program
kullanıyor. O şudur; sürekli hücrede kalırsın, bizim tespit
ettiğimiz ortak kullanım alanlarında bir faaliyet içersinde
olacaksın. Bu faaliyet iyileştirme faaliyetidir, ıslah etme faaliyetidir.
Bir siyasi suçlu için her ne kadar terör nitelikli deseler
bile, terör nitelikte diye cezaevinde bulunanların ancak yüzde
10-15'i eline silah almıştır, diğerleri siyasi suçludur. Bir
siyasi suçlunun ıslah edilmesi onun siyasal düşüncesinin,
inançlarının, ideolojisinin değiştirmeye zorlanmasıdır, bu da en
büyük insan hakkı ihlalidir. Seni havalandırmaya çıkma,
kütüphaneden yararlanma, spor yapma, ortak faaliyetlerde bulunma,
iş yurtlarına gitme gibi olanaklardan mahrum edip tecrit ederim ya da benim
bu programımı uygulayacaksın. 'Düşünceni değiştir yoksa
seni temel insan haklarından mağdur edip tecrite koyarım' diyor.
Böyle bir dayatma var. F tipi dediğimiz olay sadece bir hücreden
ibaret değil. Hücrede tek bir insan çıldırır. Hücre
insanın tabiatına aykırı bir şey. Bundan kurtulmak istiyorsan dediğimi
yap, düşüncenden vazgeç, ideolojiden vazgeç,
muhalefetinden vazgeç gibi bir dayatma var. O yüzden F tipi basit
bir hücreye koyma olayından ibaret değildir. Bunları o dönem hep
anlattık, ama onların organizasyonu çok daha fazlaydı, koca bir
devlet vardı ve bizi yendiler.
 
»Aydınların katliam karşısında kabuklarına
çekildiği söylenebilir mi? İRA’nın yaptığı
açlık grevinde 10 kişinin ölmesiyle tüm dünya ayağa
kalkarken, buradaki bu sessizlik neydi?
Aydınlar, toplum, medya çok kötü bir sınav verdi. Tek
tük köşe yazarlarından başka kimse kalmadı. Öteden beri
insan hakları üzerinden isim yapanlar ortalıkta görünmediler
ya da bir süre sonra yoruldular çekildiler. Bir cinayet işlendi
ama tüm Türkiye bu cinayeti seyretti. Bu sadece mahpuslara karşı
yapılan bir saldırı değildi. Eşzamanlı olarak Türkiye’de
neoliberal politikalar uygulandı ve bu tecrit ve muhalefeti kırma sadece F
tipi cezaevlerini değil  bütün toplumu sardı. Bu neoliberal
programın ilk adımıydı ama bunlar görülmedi maalesef.
 
»Avrupa Birliği'nin bu cezaevlerini finanse etmesini
nasıl yorumluyorsunuz?
Finanse ettiğini bilmiyorum ancak Avrupa’nın çok önemli
kurumları geldiler. F tipi cezaevlerinin insan hakları ihlali yapmayacak,
önemli yüksek güvenlikli, standardı yüksek cezaevleri
olduğuna dair raporlar verdiler. O da bizim elimizi zayıflattı. Avrupa
demokrasiyi böyle anlıyor, bu şekilde uyguluyor. Avrupa demokrasisinin
ulaşılmaz, vazgeçilmez, çok ileri olduğunu söyleyemeyiz
çünkü çifte standartları her zaman her yerde
vardır. Bu terör korkusu yüzünden insan hakları
kazanımlarında geri adımlar attılar. Özellikle 11
Eylül’den sonra, çok ciddi geri adımlar atıldı.
 
»10 yıl sonra sorumlu olarak gösterilen 39 er
yargılanıp emri verenler korunuyor. Buna ne diyeceksiniz?
Buna rezalet diyorum. Ölenler Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıydı
ama imha edildiler. 'Biz düşmanı imha ettik, bu cinayet sayılmaz,
bu yüzden sorumlusu yoktur' diye görüyorlar. Ama formalite
bir mahkeme devam edecektir. Bundan kaçmak için ne gerekiyorsa
yaptılar. Sonunda biri Güneydoğu’da çatışmada
ölmüş bir astsubayla ve biri ordudan ihraç edilmiş bir
astsubayı sorumlu gösterdiler. Bu sistemin resmini ortaya koyuyor. Bir
taraftan Ergenekon yargılanmasından feryat edenler, öbür taraftan
başka yargılanmalardan feryat edenler, bu insanlara gelince susuyorlar. Bir
ülkede gerçekten hukuk devleti işliyorsa o hukuk ülkenin
bütün yurttaşlarına uygulanır. Burada general, zengin, fakir,
suçlu olmak olmamak önemli değildir. Devlet yurttaşlarına
hukukunu eşit olarak uygular. Bir af yasası çıkarken, bu ya da şu
hariç diyemezsiniz. Bu Anayasanın eşitlik maddesine ve evrensel
hukuka  aykırı olur. Burada çifte standart devam ediyor
maalesef.
 
»Ertosun’un bütün bunlara rağmen hem şeref
madalyasına laik görülmesi hem de HSYK’ye seçilmesini
nasıl yorumluyorsunuz?
Ertosun bu katliamın hem öncesinin hem sonrasının en önemli
aktörlerinden birisidir. Yargılanması gerekenlerden biri Ali Suat
Ertosun’dur. Ama devlet  ve hükümet, özellikle
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Ertosun'u yüksek şeref
madalyasıyla ödüllendirdi. Daha sonra Yargıtay’a oradan da
HSYK’ye seçtiler. Şimdi de yandaş medya adamın aleyhine bin
tane yayın yapıyor. Oysa, bu hükümet bu adamı yükseltti ve
madalyayla ödüllendirdi. Sadece Ertosun değil tabii burada, o
dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, İçişleri Bakanı
katliamın siyasi sorumlulardır. 30 kişinin
öldürüldüğü bir olay örtülemez. Meclis bu
konuda bir soruşturma komisyonu kurmalı, siyasi sorumlular ortaya
çıkmalı ve bürokratlar, jandarma ya da emniyete bu kararı
verenler, operasyona komuta edenlerin yargı önüne çıkması
gerekiyor; üç tane gariban asker değil.
 
»F tiplerinde tecrit ve işkenceler sürüyor. Bu
durumdan nasıl çıkılacak?
Bakın öncellikle Türkiye’de her şey göstermelik. Bana
göre F tiplerinden vazgeçilmesi gerekiyor, tecrit uygulamasının
kaldırılması ve insan haklarına uygun hale getirilmesi gerekiyor. Halen
göstermelik bir izleme kurulu vardır. Defalarca söyledik bu iş
devlete bağlı izleme komisyonlarıyla olmaz, sivil inceleme komisyonları
gerek diye ama dinlemediler.
 
»O dönemi düşündüğünüzde
vicdani olarak nasıl hissediyorsunuz?
Elimden ne geliyorsa onu yapmaya çalıştım ama halk olarak,
milletvekilli olarak, Türkiye’de yaşayan bir insan olarak yerin
dibine geçiyorum. Kabul edilebilir bir şey değil. Bu bir kara leke.
Bu sadece devlet için değil, bu halk için de, medya
için de utanılacak bir şey. Utanıyorum.
 
Kaynak: BİRGÜN
              
28.12.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder