O Protestocu Öğrencilerin
Halleri / BARIŞ UYGUR
Fotoğraf: Milliyet
Milliyet'in 21 Eylül 1991 tarihli ön sayfası:
Genel seçimlerle ilgili soruya "Düzen partilerine oy
yok" cevabı veren dört öğrencinden Neslihan Uslu ve Soner
Gül gözaltındayken kayboldu. Kazım Gülbağ ise Hayata
Dönüş operasyonundan sonra kendini yaktı.
Genel seçimlerle ilgili soruya "Düzen partilerine oy
yok" cevabı veren dört öğrencinden Neslihan Uslu ve Soner
Gül gözaltındayken kayboldu. Kazım Gülbağ ise Hayata
Dönüş operasyonundan sonra kendini yaktı.
Sabah yazarı Emre Aköz, 16 Aralık tarihli (ODTÜ’lü
sosyalistlere yakışan oyun: Uzuneşek) başlıklı yazısında
“Yüzleri hiç kızarmadan parasız eğitim isteyen”
öğrencilere bir de soru yöneltmişti:
sosyalistlere yakışan oyun: Uzuneşek) başlıklı yazısında
“Yüzleri hiç kızarmadan parasız eğitim isteyen”
öğrencilere bir de soru yöneltmişti:
“Bu protestocu öğrencilerin 10 yıl sonraki hallerini çok
merak ediyorum. Sosyalistlik oynadıkları için, kapitalizmin
göbeğinde sermayeye karşılar ya… Bakalım 10 yıl sonra
nerelerde olacaklar?”
merak ediyorum. Sosyalistlik oynadıkları için, kapitalizmin
göbeğinde sermayeye karşılar ya… Bakalım 10 yıl sonra
nerelerde olacaklar?”
Parasız eğitim talebini bir yüz kızarma nedeni olarak gören
Sabah yazarının “günün şartları” nedeniyle
yaşadığı fikri değişimini, kendi eğitim ve öğrenimi nedeniyle
devlete ne kadar borcu olduğunu hesaplayarak göstermeye
çalışmıştım (Emre Aköz’ün borcu: 265 bin TL).
Günümüzün protestocu, politize öğrencilerinin on
yıl sonra ne olacağını bilemem elbette.
Sabah yazarının “günün şartları” nedeniyle
yaşadığı fikri değişimini, kendi eğitim ve öğrenimi nedeniyle
devlete ne kadar borcu olduğunu hesaplayarak göstermeye
çalışmıştım (Emre Aköz’ün borcu: 265 bin TL).
Günümüzün protestocu, politize öğrencilerinin on
yıl sonra ne olacağını bilemem elbette.
Ama bir zamanların aktif politik üniversite öğrencilerinin
akıbetiyle ilgili bir örnek verebilirim.
akıbetiyle ilgili bir örnek verebilirim.
***
Milliyet gazetesinin çok yerinde ve faydalı bir hizmeti var.
Geçmişten bugüne çıkan bütün sayılarını
toplayıp taramışlar ve dijital ortama geçirmişler. Sistemin en
güzel tarafı, basılan gazeteleri bire bir o zamanki halleriyle
görebilmek. Mizanpajlarından kullanılan dile, sonradan aslını
astarını öğrendiğimiz bazı meselelere nasıl yaklaştığına kadar
her açıdan ilgi çekici buluyor. Ne zaman başım sıkışsa,
aklıma bir şey takılsa yararlanıyorum. Mesela “1996’da
aldığım ilk maaş, acaba o zamanlar kaç dolara tekabül
ediyordu” diye merak ettiğim zaman, hemen gazetenin ilgili sayısını
bulup oradaki döviz kurlarına bakarak hesabımı yapabiliyorum. Tabii
bir kere girdikten sonra da, kâh o kupüre basarak, kâh orada
gördüğüm bir konunun sonrasını ya da öncesini merak
ederek ileri geri gidiyorum.
Geçmişten bugüne çıkan bütün sayılarını
toplayıp taramışlar ve dijital ortama geçirmişler. Sistemin en
güzel tarafı, basılan gazeteleri bire bir o zamanki halleriyle
görebilmek. Mizanpajlarından kullanılan dile, sonradan aslını
astarını öğrendiğimiz bazı meselelere nasıl yaklaştığına kadar
her açıdan ilgi çekici buluyor. Ne zaman başım sıkışsa,
aklıma bir şey takılsa yararlanıyorum. Mesela “1996’da
aldığım ilk maaş, acaba o zamanlar kaç dolara tekabül
ediyordu” diye merak ettiğim zaman, hemen gazetenin ilgili sayısını
bulup oradaki döviz kurlarına bakarak hesabımı yapabiliyorum. Tabii
bir kere girdikten sonra da, kâh o kupüre basarak, kâh orada
gördüğüm bir konunun sonrasını ya da öncesini merak
ederek ileri geri gidiyorum.
Geçen gün, bir vesileyle, 1991 yılındaki memur maaşları ve o
günün döviz kurunu öğrenmem gerekti. Neden diye
sormayın. Maaş zamlarını aratınca, karşıma daha çok eylül
ayına ilişkin gazeteler çıktı, ben öğreneceğimi
öğrendim ama daha önce de anlattığım gibi sayfalar ve de
sayılar arasında dolaşmaya başladım.
günün döviz kurunu öğrenmem gerekti. Neden diye
sormayın. Maaş zamlarını aratınca, karşıma daha çok eylül
ayına ilişkin gazeteler çıktı, ben öğreneceğimi
öğrendim ama daha önce de anlattığım gibi sayfalar ve de
sayılar arasında dolaşmaya başladım.
Tesadüfen, hareketli bir döneme denk gelmiştim. 20 Ekim
1991’deki, sonucundan DYP-SHP koalisyonu çıkacak olan genel
seçimlerden bir ay öncesi, sayfaları siyasilerin
demeçleri, birbirleri hakkındaki iddiaları kaplıyordu.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’ın da
ortağı olduğu (ve sonra sanırım çırak çıkarıldığı)
ilk özel televizyon kanalı Magic Box Star 1 hakkında yoğun bir anti
propaganda vardı mesela. Diğer yandan SHP genel başkanı Erdal
İnönü de, günde iki saat yayın yapacak bir SHP TV
için girişimlerde bulunduklarını söylemişti ki ona biraz
tebessüm ettim. Aradan 20 yıl geçtikten sonra CHP’nin
dolaylı bağlantılı olduğu kanallar vareste, Halk TV ile anca yarışa
katılması biraz komik geldi.
1991’deki, sonucundan DYP-SHP koalisyonu çıkacak olan genel
seçimlerden bir ay öncesi, sayfaları siyasilerin
demeçleri, birbirleri hakkındaki iddiaları kaplıyordu.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’ın da
ortağı olduğu (ve sonra sanırım çırak çıkarıldığı)
ilk özel televizyon kanalı Magic Box Star 1 hakkında yoğun bir anti
propaganda vardı mesela. Diğer yandan SHP genel başkanı Erdal
İnönü de, günde iki saat yayın yapacak bir SHP TV
için girişimlerde bulunduklarını söylemişti ki ona biraz
tebessüm ettim. Aradan 20 yıl geçtikten sonra CHP’nin
dolaylı bağlantılı olduğu kanallar vareste, Halk TV ile anca yarışa
katılması biraz komik geldi.
Ama beni bunu yazmaya iten sebep bunların hiçbiri değil.
Gazetenin 21 Eylül 1991 tarihli sayısının baş sayfasında bir kutu
haber ilişti gözüme. Yaklaşan genel seçimle ilgili olarak
teybini öğrencilere uzatan Milliyet muhabiri Kürşat Yılmaz, 9.
sayfada ‘Oy verecek partimiz yok’ başlığını attıran
yazısının baş sayfadaki anons kutusuna “Öğrenciler:
‘Bize Göre Parti Yok’ şeklinde yazmış ve dört
üniversite öğrencisinin, fotoğraflarıyla birlikte
görüşlerine yer vermişti.
haber ilişti gözüme. Yaklaşan genel seçimle ilgili olarak
teybini öğrencilere uzatan Milliyet muhabiri Kürşat Yılmaz, 9.
sayfada ‘Oy verecek partimiz yok’ başlığını attıran
yazısının baş sayfadaki anons kutusuna “Öğrenciler:
‘Bize Göre Parti Yok’ şeklinde yazmış ve dört
üniversite öğrencisinin, fotoğraflarıyla birlikte
görüşlerine yer vermişti.
Şimdi utanarak itiraf ediyorum ki, söz konusu fotoğrafları o sırada
yanı başımda bulunan Uğur Gürsoy’a göstererek,
üniversite öğrencisinin giyiminin ve kuaförünün
bugüne kıyasla o zamanlar ne kadar farklı olduğunu söyledim.
Utanmamın sebebini birazdan anlayacaksınız. Uğur Gürsoy,
gösterdiğim öğrencilerin fotoğraflarına bakarak “Şimdi
ne yapıyordur acaba bunlar?” diye sordu. Eh, cevabını bulması
kolaydı, sonuçta artık elimizin altında Google vardı, öyle
değil mi?
yanı başımda bulunan Uğur Gürsoy’a göstererek,
üniversite öğrencisinin giyiminin ve kuaförünün
bugüne kıyasla o zamanlar ne kadar farklı olduğunu söyledim.
Utanmamın sebebini birazdan anlayacaksınız. Uğur Gürsoy,
gösterdiğim öğrencilerin fotoğraflarına bakarak “Şimdi
ne yapıyordur acaba bunlar?” diye sordu. Eh, cevabını bulması
kolaydı, sonuçta artık elimizin altında Google vardı, öyle
değil mi?
Görüşü alınan öğrencilerden, o dönemde
Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi ve İstanbul Öğrenci
Dernekleri Federasyonu üyesi Erdem Kocabaş’ı arayarak
başladım. 1991 yılında Milliyet’e “Partiler arasında fark
yok” diyen Erdem Kocabaş, okulunu bitirmiş hatta ihtisasına devam
etmişti, anladığımız kadarıyla bir bilişim şirketinde
çalışıyordu. Bir isim benzerliği ihtimaline karşın kendisiyle
temasa geçtik ve gerçekten söz konusu haberdeki Erdem
Kocabaş olduğunu memnuniyetle öğrendik. Neden mi memnuniyetle? Zira
kendisiyle temasa, ancak diğer üç ismi de Google’ladıktan
sonra karar vermiştik.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi ve İstanbul Öğrenci
Dernekleri Federasyonu üyesi Erdem Kocabaş’ı arayarak
başladım. 1991 yılında Milliyet’e “Partiler arasında fark
yok” diyen Erdem Kocabaş, okulunu bitirmiş hatta ihtisasına devam
etmişti, anladığımız kadarıyla bir bilişim şirketinde
çalışıyordu. Bir isim benzerliği ihtimaline karşın kendisiyle
temasa geçtik ve gerçekten söz konusu haberdeki Erdem
Kocabaş olduğunu memnuniyetle öğrendik. Neden mi memnuniyetle? Zira
kendisiyle temasa, ancak diğer üç ismi de Google’ladıktan
sonra karar vermiştik.
Dört öğrenciden ikincisi, Edebiyat Fakültesi Öğrenci
Derneği’nden Neslihan Uslu’ydu. “Hiçbiri
öğrenci sorunlarını bilmiyor” şeklinde, bugün de altına
hemen her öğrencinin imzasını atacağı bir görüş belirten
Uslu’yu aradığımızda, yüzümüzdeki tebessüm
ansızın donuverdi.
Derneği’nden Neslihan Uslu’ydu. “Hiçbiri
öğrenci sorunlarını bilmiyor” şeklinde, bugün de altına
hemen her öğrencinin imzasını atacağı bir görüş belirten
Uslu’yu aradığımızda, yüzümüzdeki tebessüm
ansızın donuverdi.
Neslihan Uslu, iddialara göre 90’ların ikinci yarısında
gözaltına alınmış ancak kendisinin gözaltına alındığı
resmi makamlarca inkâr edilmişti. Yürüyüş dergisinde
yer alan haberde, eski bir kontrgerilla elemanı, Neslihan Uslu’nun da
aralarında bulunduğu dört kişinin işkence yapıldıktan sonra
kolları bacakları kırılarak bir tekneye koyulduğu ve teknenin de
Seferihisar açıklarında batırıldığı iddia ediliyordu.
gözaltına alınmış ancak kendisinin gözaltına alındığı
resmi makamlarca inkâr edilmişti. Yürüyüş dergisinde
yer alan haberde, eski bir kontrgerilla elemanı, Neslihan Uslu’nun da
aralarında bulunduğu dört kişinin işkence yapıldıktan sonra
kolları bacakları kırılarak bir tekneye koyulduğu ve teknenin de
Seferihisar açıklarında batırıldığı iddia ediliyordu.
Haberdeki üçüncü öğrenci Soner
Gül’dü. Milliyet gazetesine seçimle ilgili
“Sorun çok-çözemeye niyetleri yok” şeklinde
beyanat verdikten çok değil yedi ay sonra, 5 Mayıs 1992’de
kayboldu. Adını arattığımda karşıma Cumartesi Anneleri’yle
ilgili haberler çıktı. Ve onlardan birinde, Soner
Gül’ün hikâyesi anlatılıyordu. Kaybolan Soner
Gül’ün ağabeyi, kardeşini kendi kişisel ilişkileriyle
aramış, önce Bayrampaşa polis karakoluna sonra da siyasi şubeye
götürüldüğünü öğrenmişti ama yetkililer
Soner Gül’ü gözaltına aldıklarını inkâr
ettiler. Soner Gül hâlâ kayıp.
Gül’dü. Milliyet gazetesine seçimle ilgili
“Sorun çok-çözemeye niyetleri yok” şeklinde
beyanat verdikten çok değil yedi ay sonra, 5 Mayıs 1992’de
kayboldu. Adını arattığımda karşıma Cumartesi Anneleri’yle
ilgili haberler çıktı. Ve onlardan birinde, Soner
Gül’ün hikâyesi anlatılıyordu. Kaybolan Soner
Gül’ün ağabeyi, kardeşini kendi kişisel ilişkileriyle
aramış, önce Bayrampaşa polis karakoluna sonra da siyasi şubeye
götürüldüğünü öğrenmişti ama yetkililer
Soner Gül’ü gözaltına aldıklarını inkâr
ettiler. Soner Gül hâlâ kayıp.
Son öğrenci Kazım Gülbağ, İstanbul Yüksek Öğrenim
Öğrenci Derneği’ndendi ve “Düzen partilerine oy
yok” demişti teyp kendisine uzatıldığında. İsminin bir kez daha
gazete sayfalarında yer alması için aradan on yıl geçecekti.
19 Aralık’ta Türkiye’deki 20 cezaevine birden yapılan ve
30 tutuklunun ölümüyle sonuçlanan “Hayata
Dönüş” operasyonunu protesto etmek için Nisan
2001’de kendisini yakmıştı Gülbağ.
Öğrenci Derneği’ndendi ve “Düzen partilerine oy
yok” demişti teyp kendisine uzatıldığında. İsminin bir kez daha
gazete sayfalarında yer alması için aradan on yıl geçecekti.
19 Aralık’ta Türkiye’deki 20 cezaevine birden yapılan ve
30 tutuklunun ölümüyle sonuçlanan “Hayata
Dönüş” operasyonunu protesto etmek için Nisan
2001’de kendisini yakmıştı Gülbağ.
Yukarıda isimlerini saydığım dört üniversite öğrencisi,
bir zamanlar seslerini duyurmak için dernek çalışmalarına
katılmışlar, hayatlarını şekillendiren politikalara karşı belli bir
tavır almışlar. Nasılını nedenini ayrıca incelemek gerekir ve yirmi
yıl sonrasından benim bu konuda bir yargıda bulunmam hayli abes
kaçacaktır ama öylesine açılan bir gazete sayfasında,
kendisinden görüş alınan dört öğrenciden
üçünün doğal olmayan yollarla hayatını kaybetmiş ya
da halen kayıp olması sanırım üzerinde durmaya yeterince değer bir
durum.
bir zamanlar seslerini duyurmak için dernek çalışmalarına
katılmışlar, hayatlarını şekillendiren politikalara karşı belli bir
tavır almışlar. Nasılını nedenini ayrıca incelemek gerekir ve yirmi
yıl sonrasından benim bu konuda bir yargıda bulunmam hayli abes
kaçacaktır ama öylesine açılan bir gazete sayfasında,
kendisinden görüş alınan dört öğrenciden
üçünün doğal olmayan yollarla hayatını kaybetmiş ya
da halen kayıp olması sanırım üzerinde durmaya yeterince değer bir
durum.
Her şeyden önce, bütün kayıpların, “12 Eylül
dönemi bitti, artık konuşan Türkiye var” diyerek iş
başına gelen DYP-SHP koalisyonundan sonra gerçekleşmesi
açısından anlamlı. Demokrasi ve halka özgürlük
mücadelesi verdiklerini, 12 Eylül’de yüreklerinin
sıkıştığını anlatanların, o dönemde Başbakan’a
danışmanlık yapmış olması açısından anlamlı. Annelerin
babaların “Evladım etliye sütlüye karışmadan okuluna git,
evine dön, herkes kendini kurtarır bir sen kalırsın ortada bak”
diye verdikleri öğütleri maalesef haklı çıkarması
açısından anlamlı. Ve son olarak 12 Eylül’ün ne
1987 referandumunda siyasi yasakların kalkmasıyla ne de 1991’deki
iktidar değişikliğiyle bitmediğini göstermesi açısından
anlamlı.
dönemi bitti, artık konuşan Türkiye var” diyerek iş
başına gelen DYP-SHP koalisyonundan sonra gerçekleşmesi
açısından anlamlı. Demokrasi ve halka özgürlük
mücadelesi verdiklerini, 12 Eylül’de yüreklerinin
sıkıştığını anlatanların, o dönemde Başbakan’a
danışmanlık yapmış olması açısından anlamlı. Annelerin
babaların “Evladım etliye sütlüye karışmadan okuluna git,
evine dön, herkes kendini kurtarır bir sen kalırsın ortada bak”
diye verdikleri öğütleri maalesef haklı çıkarması
açısından anlamlı. Ve son olarak 12 Eylül’ün ne
1987 referandumunda siyasi yasakların kalkmasıyla ne de 1991’deki
iktidar değişikliğiyle bitmediğini göstermesi açısından
anlamlı.
Ve son olarak, ülkenin geleceği üzerine, yaşayacağı hayatın
tasarımı üzerine söz söylemeye kalkan, inisiyatif almaya
niyetlenen dört gençten üçünün de zamanla
bu mücadelelerini yasal zeminde sürdüremeyerek yasa dışına
itilmeleri ve kendi trajik sonlarıyla yüzleşmeleri açısından
anlamlı.
tasarımı üzerine söz söylemeye kalkan, inisiyatif almaya
niyetlenen dört gençten üçünün de zamanla
bu mücadelelerini yasal zeminde sürdüremeyerek yasa dışına
itilmeleri ve kendi trajik sonlarıyla yüzleşmeleri açısından
anlamlı.
Peki bugün hükümeti protesto eden üniversite
öğrencileri? Anayasa Komisyonu Başkanı’nın elinde
hiçbir belge ve bilgi olmadan “Ergenekoncu” diye
suçladığı, ellerinde bir tek Molotof kokteyli olmadığı halde
Başbakan’ın “Molotof kokteyli atan” diye tanımladığı,
hükümetin ağızbirliği etmişçesine arkalarında
yasadışı terör örgütleri aramaya kalktığı
öğrenciler… Umarım bundan yirmi yıl sonra, internet başında
eğlenen bir başka şahıs, “A şu eylemde yumurta atan şimdi ne
yapıyor acaba lan?” merakıyla arama yaptığında benim karşıma
çıkan sonuçlarla karşılaşmaz.
öğrencileri? Anayasa Komisyonu Başkanı’nın elinde
hiçbir belge ve bilgi olmadan “Ergenekoncu” diye
suçladığı, ellerinde bir tek Molotof kokteyli olmadığı halde
Başbakan’ın “Molotof kokteyli atan” diye tanımladığı,
hükümetin ağızbirliği etmişçesine arkalarında
yasadışı terör örgütleri aramaya kalktığı
öğrenciler… Umarım bundan yirmi yıl sonra, internet başında
eğlenen bir başka şahıs, “A şu eylemde yumurta atan şimdi ne
yapıyor acaba lan?” merakıyla arama yaptığında benim karşıma
çıkan sonuçlarla karşılaşmaz.
21/12/2010
Habervesaire
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder