19 Aralık 2010 Pazar

Açlık grevinden yeni çıkan Fransız Çiftçi André ve eşi Josiane Bouchut ile söyleşi

Açlık grevinden yeni
çıkan Fransız Çiftçi André ve eşi Josiane Bouchut ile
söyleşi

Röportaj: Abdullah AYSU

Ankara’daydım. Oradan da Sinop Gerze’ye geçecektim.
Dost yürek güzel insan Zeynep Gambetti telefonla aradı. Her zaman
çoşku dolu olan sesi bir başka çağlıyordu. Konuğumuz
olduğunu söyledi.

Mozambik Maputo’da tanıştığımız Fransız meslektaşım,
dostum André ve eşi Josiane Bouchut İstanbul’a gelmişti.
Görüşmek istiyordu. Açıkçası çok
heyecanlandım. Önce Sinop Gerze’ye, oradan İstanbul’a
geçtim. Bu süre zarfında kadim dostum Zeynep onlarla ilgilendi.
Binlerce teşekkür…

Sonra buluştuk. Ardından Florence, Aşkın, İrem, André ve
eşi Josiane Bouchut’la bir kez daha bir araya geldik. Vurduk
muhabbettin teline. Döküldü tellerden
çiftçilerin kaygıları, kederleri ve mücadele
azmi…

İşte tellerin tınısından dökülenler…

Kendiniz tanıtır mısınız?

André ve Josiane Bouchut, Fransa’nın Paris’e aşağı
yukarı 500 km. , Lyon’a 60 km. uzaklıktaki St.Etienne’ye yakın
Loire vilayetinde çiftçilik yapıyoruz.

Ne yetiştiriyorsunuz?

İki ürün yetiştiriyoruz: Çok tüketilen hoş kokulu
ve Asya menşeli şitaki mantarı ile İngilizce’de
“blueberry” olarak geçen yaban mersini
(ayıüzümü,çayüzümü).

Ne kadar araziniz var?

Beş buçuk hektar büyüklüğünde ufak bir
çiftliğimiz var. Buna rağmen bizimle birlikte tarlada
çalışan yevmiyeciler de var. Zira bu iki ürün epey el
emeği gerektiriyor. Öte yandan, kişisel olarak, Çiftçi
Konfederasyonu’nun saymanıyım. Üç buçuk yıldan
beri, Fransa’da Ulusal Çiftçi Konfederasyonu
bürosunun defterlerini tutuyorum.

Ürettiklerinizden ve üretim sürecinden biraz söz
eder misiniz?

2 hektarda yaban mersini üretimi yapıyoruz. Bu yıl 9 ton civarında
ürün aldık. Havalar iyi giderse, yıllık 15-20 ton ürün
aldığımız da oluyor.

Mantarı kapalı alanda yetiştiriyoruz. Zira biz soğuk bir bölgede
yaşamaktayız. Yapmakta olduğumuz İstanbul tatilindeyken evi aradım, şu
an -9 derece href="http://www.karasaban.net/aclik-grevinden-yeni-cikmis-fransiz-ciftci-andre-esi-josiane-bouchut-ile-soylesi/#sdfootnote1sym">1
yani çok soğuk ve karla kaplı şimdi bizim oralar. Biz 750-800 metre
rakımdayız, dolayısıyla hayli soğuk bir kuşak olan Masif central
(dağlık alan)’ın ikliminin hakimiyetindeyiz.

Duyduğumuz kadarıyla açlık grevi sonrasında bir tür
dinlenme amaçlı olarak İstanbul’dasınız. Bize Açlık
Grevi’nin Sebeplerini anlatır mısınız?

Eylül ile ekim aylarında Paris’deki Çiftçi
Konfederasyonu’nda 41 gün boyunca süren sendikal eylem
yürüttük. 35 gün boyunca “Süt Odası
Şubesi”ni işgal ettik. Süt Odası, Fransa’da
sütün yönetimiyle iştigal eden tüm örgütleri
etrafında toplamaktadır. Paris’in merkezinde çok güzel
bir binadır. Çiftçi Konfederasyonu bu binayı istila etti, 35
gün boyunca yasa dışı bir şekilde işgal altında tuttu. Eylem
yasadışıydı zira yasa ile yasaklanmış; lakin meşruydu. Zira bu mekan
yalnızca ilk Fransız tarım sendikasının sendikal sorumlularını temsil
etmektedir: FNSEA (Tarım İşletmecileri Sendikaları Ulusal
Federasyonu).

Süt Odası’ndan dışarı çıkarıldık, bu tamamen bir
rezaletti. Bu oda demokratik değil zira çiftçilerin
tümünü temsil yetkisi yalnızca bir sendikada: FNSEA. Oysa bu
sendika, Fransa’daki çiftçilerin yalnız yarısını
temsil ediyor. Seçim sonuçlarına göre yarısını,
yalnız fikirler ve tarımı savunma biçimi olarak, yarısından
azını…

Bu gösteriyor ki bizim sendikamıza fikren yakın olan çok
çiftçi var, lakin seçim sonuçları doğal. Zira
çiftçilerin seçtiği bu diğer sendika tarihsel olarak
yerleşmiş bir sendika.

Sonuç olarak bu Süt Odası’nın mekanını kuşattık.
Birkaç günün sonunda, temel tartışılan konu demokrasiydi.
Bütün çiftçi sendikaları, Fransa’yı temsil
edenler, yani seçimlerde yüzde ondan fazla oy alanlar, bu mekanda
temsil edilebilmeliler. Biz bu mekandan dışarı çıkarılan iki
sendikayız. Yani Fransa’daki tarımın her yerinde demokrasinin
uygulanması için çok büyük bir hamle yaptık.
Düşünülenin aksine, İnsan Hakları Ülkesi
Fransa’da, demokrasi, tarım sektöründe fiili olarak mevcut
değil. Resmi olarak, demokrasi var, lakin gerçekte, yalnız bir
sendika hemen hemen tüm erke sahip. İstediğini yaptırabilen veya
istemediğini yaptırmayan, yapması ya da yapmaması için
“bakana doğrudan emir veren” böylesine bir erke sahip
FNSEA; yani demokrasiden çok uzak. Biz bunu kabul edilemez olarak
değerlendiriyoruz, bilhassa da İnsan Hakları Ülkesi’nde.
Sonuç olarak biz bu eylemi yaptık, birkaç günün
sonunda, kazanamayacağımızı anladık. Sonuçta 3
çiftçiyle, 21 gün sürecek açlık grevi yapmaya
karar verdik. Bu açlık grevi süresince, bazı
çiftçiler de bize 3-8 gün arası açık grevi
yaparak destek verdi.

Demokrasi hakkı için mücadele etmek zordu. Açlık
greviyse bir kere karar verdiğinde zor değil, buna karşın sert ve
gergindi zira Süt Odası’ndan dışarı çıkarıldık,
başka mekanlarla yetinmek zorunda kaldık.

Bizim talebimiz sütle ilgili çalışan tüm insanların,
(endüstri, dönüştürücü ve
çiftçi) temsil edildiği bu meslekler arası mekâna girme
hakkı değildi, ama şunu sağlamayı başardık: bizim bu meslekler arası
mekana yeniden girmemize izin veren tutumun oluşmasını sağladık. Bu
ayrıca sütün bu kurumunun endişesinin farkında olan politik
sınıfın bütünüyle karşılaşmamıza da izin verdi.
Bilhassa politikacılar, iktidarda olmayan politikacılar eğer iktidara
gelirlerse bu yasayı hemen gözden geçireceklerine dair söz
verdiler. Daha önceden yapılmamış bir şeydi bu.
Çiftçilerin büyük çoğunluğu bizim talebimizi
doğru buldu. Çiftçi Konfederasyonu’ndan
çiftçilerin yüzde yetmiş beşi bizimle hemfikir.
Sonuçta, bu büyük demokrasi ve temsiliyet sorununu
Fransa’da dendiği gibi “ortak yönetim” sorununu
ortaya koyduk.

40-50 yıl boyunca, “ortak yönetim”, yani bir sendika,
FNSEA, durumu ortak olarak yönetti, ortak olarak karar verdi ve ortak
olarak durumdan sorumlu oldu. Eğer tarımın bugün Fransa’da ve
Avrupa’da (zira Fransa tarım konusunda Avrupa’daki baskın
ülkedir) bulunduğu liberal açmazın müsebbibi FNSEA dır.
Bugün ortak yönetim sistemi, hergün biraz daha
liberalleştirmek istemekte, çiftlikleri büyütmek,
çiftçileri yok etmek istemekte… Bu eylemle ortaya koymak
istediğimiz soru bu sistemin tamamıydı.

Yani, işte Halep işte arşın. Bir politik planla bir çok şey
kazanıldı. Sıkı ve somut bir planla, sonunda zafer elde edemedik ama bir
çok şeyi değiştirdik. Ve bu kazanmanın yollarını açmaya
başlamak için bir ilk adım olur belki bizim bunu başardık.

Sütle ilgili olan bu eylemi neden şimdi yaptınız?

Sütle ilgili olan bu eylemi neden şimdi yaptık? Zira geçen
sene, Fransa’da ve Batı Avrupa’da, süt fiyatları hakkında
çok çok fazla eylem yapıldı. Çünkü
sütün fiyatı çok düşüktü. Süt
üreticilerinin yaşamasına imkân vermiyordu. Liberal sistem
fiyatları sabitlemeye artık izin vermiyor; Avrupa Birliği süt
fiyatlarını düşürtmeye karar verdi. Epey zamandır süt
grevleri ve eylemleri sürüyor. Çiftçiler süt
fiyatlarını açıklamayı reddediyor, sütlerini
döküyorlar. Fransa’da, İsviçre’de,
Almanya’da, Belçika’da ve bir çok ülkede
böyleydi. Tüm Avrupa ölçeğindeki bu eylemlere rağmen,
süt fiyatı yeniden yükseltilmedi ya da çok çok az
yükseltildi. Yani %30 ile %40 arasında düşürüldü
ve %10 bile yükseltilmedi. Sonuç olarak çiftçiler,
bilhassa Fransız çiftçiler, süt üretimi ile
çok zor yaşayabiliyorlar. Bugün 2 çiftçiden biri
hayatını sürdüremiyor. Lakin bu üretim 100 000 sütle
hayatını ideme eden çiftçiyi temsil ediyor ki bunların 50
000’i artık bu üretimle hayatını ideme edemiyor. Anlaşıldı
ki bu hareketlerin süt fiyatlarına tesiri yok. Böylece başka
türlü taarruz etmeye karar verdik. Bunun için Süt
Odası’nı işgal ettik ve açlık grevi yaptık. Sütü
organize eden hiyerarşinin bütün basamaklarındaki kurumlara
taarruz etmek istedik; dönüştürücüler, süt
endüstrisi ve süt kooperatifleri ve FNSEA .

Yani Süt Odası’na yaptığımız eylemlerin tüm sebepleri
bunlar. Bir yıl boyunca, süt fiyatını yeniden yükseltmek
için çok eylem yapıldı. Görüldü ki bir sonucu
yok, problemi başka açıdan ele aldık ve temel problemleri masaya
yatırdık.

Meyve ve mantar üretiyorsunuz, neden bu süt eyleminde yer
aldınız?

Çiftçi Konfederasyonu’nun şubesi
ölçeğinde, 7 çiftçi var. Bir sözcü, bir
genel sekreter, bir sayman ve 4 üye. Her üye bir üretim
kolundan. Örneğin ben, deniz aşırı bölgeler için meyve
ve sebze, süt, bahçıvanlık kollarındayım. Yani görevleri
üretime göre paylaşıyoruz. Şubede, bir başka üye
sütle ilgileniyor ama değişik sebepler yüzünden bu
görevinden ayrıldı. Ben, sütle çok ilgili bir
bölgeden geliyorum, tüm komşularım süt üretiyorlar,
sütün tarihini tanıyorum. Ailemden çiftliği aldığımda,
daha önce süt üretiyorlardı. Bu dosyayı iyi tanıyorum,
ulusal şube için danışman biri haline geldim, ama ayrıca bir
komisyon da var, yalnızca sütle uğraşan süt ve süt
ürünleri üreticileri grubu var, teknik planlar hakkında.
Politik düzeyde, ayrı bir kurumumuz var: danışmanı olduğum
Yönetim konseyi. Bu yüzden, Süt Odası’na dair bu eyleme
dahil oldum. Meyve sebze gibi veya bahçıvanlık (çiçek
üretimi) gibi üretimler içinde mücadele ediyoruz
ayrıca lakin süt üretimi Çiftçi Konfederasyonu
için çok simgesel, sütle ilgili olarak çok
katılımcımız var. Süt, şarap ve buğday Fransa’daki 3 temel
ürün. Fransa tarımı konuşuluyorsa, süt ve ineklerden
bahsedilir, çok sayıda başka başka üretim olsa bile bu
simgeseldir. href="http://www.karasaban.net/wp-content/uploads/img_0643.jpg"
rel="lightbox"> height="225"
src="http://www.karasaban.net/wp-content/uploads/img_0643-300x225.jpg"
title="img_0643" width="300" />

2013 yılında, Avrupa Ortak Tarım politikası’nda
değişimler olacak, Çiftçi Konfederasyonunuz bu konuda ne
düşünüyor?

1960 yılı ortak tarım politikasının sahneye çıktığı yıldı
ve 1992’ye kadar hiçbir reform yapılmadı. Yani 30 yılda,
hiç reform olmaması temel bir hataydı. Zira 30 yılda tarım
çok fazla gelişti, tüm Avrupa’da üretim fazlasına
ulaşıldı, özellikle de sütte. Brüksel’de tonlarca
yalnız yapıldığı bilinen, akıbeti bilinmeyen tereyağı ve süt
tozu var. İhracat yardımı yapıldı ve bu dünya tarımının bir
kısmını bitirdi.

1992’de tarımın DTÖ’ye (Dünya Ticaret
Örgütü 1994 Marakeş anlaşmalarına göre GAP olarak
anılıyordu) girmesini hazırlayan ortak tarım politikası ortaya
çıktı. Avrupa’da, sübvansiyonlarla karşılayarak bazı
ürünlerin fiyatlarını düşürmeye karar verdik,
özellikle de et ile hububatın.

1999’da ikinci reform yapıldı. 2003’te ise yeni reformla,
bugüne kadar ülkelere göre süt üretimini
sınırlayan süt ürünleri kotasını ortadan kaldırmaya karar
verildi. İşin içinden her zaman biraz daha fazla üretilerek
çıkıldı, bu sütün fiyatını düşürdü.
2008’de bu süt ürünleri kotası tamamen ortadan
kaldırıldı yani üreticilere üretim fazlası yaptırılarak en
düşük fiyat sağlandı. Böylece en düşük fiyat
durumuna ulaşıldı.

2013 reformu, eğer bu çok liberal şekilde devam ederse, kalan
birkaç kural da ortadan kalkacak. Bilmek gerekir ki, 1989’da,
Avrupa yönetimi ölçeğinde 150’den fazla Avrupa
tarımsal üretiminin fiyatı sabitti. Şimdi yönetim
ölçeğinde hiçbir fiyat sabit değil; fiyatları
sabitlemeyen bu piyasa, damping piyasası, çok liberal. İşte bu
yüzden çok sayıda çiftçi kısa sürede yok
oluyor. Bunun Avrupa’da sonuçları olduğu gibi
Türkiye’de ve bütün dünyada da sonuçları
olmuştur. 2013 reformu yakında geliyor, tüm dünya liberalizasyon
tarafından kışkırtılarak oluşan hasarları anlayacak. 2008 gıda krizi,
kıtlık krizi değildi, lakin gıdaya erişim kriziydi.
Görülüyor ki, hububat ve buğday spekülatif pazarlara
yeniden sokuldu, yeterli derecede hububat vardı lakin
spekülatörler malları alıkoydu ve fiyat çok
yükseldi.

Ve sonra ne zaman gevşedi, çok aşağı düştü. Bugün
yeniden çok yükseliyor, yani spekülatif fenomenlerde geri
geliyor ve benzer durum yine öngörülebilir.

Bugün, iki çözüm var. Avrupa bu anlamda
liberalleşmeye devam edecek, tarım ürünleri yerine borsa
piyasasını koyacak. Sonra da bazı ülkeler için
sübvansiyonlarla, diğer ülkeler için sosyal dampingle
çevresel sorunlarının devam ettiği sadece bir pazar… Ya da
yön değiştirecek.

Bugün Avrupa liberalizasyonu anlamında, 2008 krizi ve özellikle
Avrupa’nın yeni denetçisinin-Fransız dostu, Fransa’da
eğitim almış, Rumen ve sürekli küçük
çiftlikleri kurtarmak istediği söylenen- Dacian Ciolos gelmesi
insanları yeniden düşünmeye itti. Avrupa sübvansiyonlarında
tadilat yapmak ve küçük çiftlikleri kurtarmak
için önerilerden geliyor. Lakin bilinmelidir ki, Avrupa
bugün ikiye bölünmekte: kuzeyde çok liberal
ülkeler: Hollanda, İngiltere, Danimarka, İsveç. Bu ülkeler
büyük bir topluluk oluşturdu ve tarımı, üretim aracı
anlamında terk ettiler. Bunlar direnebilir, diğerleri ortadan
kaldırılır. Diğer tarafta ise güney ülkeleri var İspanya,
Fransa, Yunanistan, İtalya gibi, bazı diğer ülkelerde gelebilir. Bu
ülkeler tarımı garanti altına almak için daha fazla koruyucu
tedbirler istiyorlar. Ve sonra tüm doğu ülkeleri var ki onlara,
Avrupa’ya girdiklerinde çok az para veriyoruz . Sübvansiyon
alan Yaşlı Kıta’nın çiftçilerine göre %25
oranında sübvansiyon hakları var.

Sonuç olarak iki çözümümüz var:
küçük çiftlikleri koruyarak ve Doğu Avrupa ve
Güney Avrupa ülkelerine yardımlar vererek bu ülkeleri
istifleyebilmek. Bu durumda daha az liberal bir Avrupa politikamız olacak.
Ya da bunu yapamayacağız ve liberaller kazanacak ve bu dramatik olacak.

Bugün neler olacağını bilmiyoruz, belki ikisinin karışımı: bazı
şeylerin liberalizasyonu ve aynı anda tüm çiftçilere
yardımlar. Cevabımız yok, cevap 2011’de oluşacak. Ama bugün
çiftçileri ülkesinde tutmak isteyen Dacian Ciolos Avrupa
Denetçisinin bir iradesi var. Tarım bakanıydı, bir politikacı
değil. Bakanlıkta çalışıyordu, bakan ayrılınca, yerine bakan
oldu; ama çıkışında politik hırsları yoktu. İyi bir adam lakin
çok liberal bir Avrupa’da yaşıyor. Ne olacağı bilinmez,
ağırlıklı eğilim liberalizme doğru, lakin 2008’den beri göz
önünde olan gıda sorunu yeniden gelir. 2009 süt krizi
çok iz bıraktı. Avrupa Parlamentosu bugün en önemli
merciyi Avrupa komisyonuyla ortak karar verici konumundadır. Çok
sayıda şey kıpırdamakta lakin meselenin sonuyla bu şeylerin ilişkisinin
nasıl olacağı bilinmiyor.

Bugün Avrupa ölçeğinde yardım yıllık 50 milyar euro
seviyesinde. Fransa’daki çiftçiler bu yardımların 10
milyar euro’dan fazlasını almakta. 2009’da Fransız
çiftçilerin toplam geliri 7 milyar euro’ydu. Yani
gelirlerinden daha fazla yardım almaktaydılar. Bazı üretim kolları
hububat gibi hayvancılık (süt ineği) gibi, koyun, biraz da
keçi yardım almaktalar. Ayrıca varlıklarını koruyabilmeleri
için meyveye ve sebzeye özgü yardımlar var. Ara sıra
şarapçılık da ekim yardımı almakta ama yıllık olarak değil.
Yani hakikaten sübvansiyon alan yalnızca 3 üretim kolu var
süt, hububat ve et.

Peki yardımlar nasıl alınıyor?

Yardımlar iki şekilde alınıyor: ürün hektarına göre.
Hububatta, hektar başına 250 euro ile 500 euro arası bir hak var. Bazı
üretimler çok iyi yardım alıyorlar, Fransa’da çok
az yetiştirilen tütün gibi (hektar başına 5000 euro).
Tütün, Fransa’da neredeyse hiç kârlı
olmadığından dolayı artık yetiştirilmiyor. Diğer ülkelere
göre, ne yapacağımızı bilmiyoruz.

Pirinç çok yardım alıyor, lakin yalnızca bir bölgede
yetişiyor: Camargue. Bu bir şeyi göstermez. Yine de bu yardımlar
eşitsiz bir durum yaratıyor zira bazı insanlar yılda 300 000 euro, 200
000 euro, 100 000 euro yardım alıyorlar. En fazla yardım alan Fransız
yılda 800 000 euro’dan fazla alıyor. Bu tamamen bir kepazelik. Ben
mesela yılda 450 euro yardım alıyorum, almıyorum da diyebiliriz. Bu benim
ki gibi bir çiftlik için bir şey ifade etmiyor. Yani
ürün hektarına göre yardımın dağılması berbat bir
şey.

Başka bir ortak tarım politikası olması için talepler arasında,
yardımların daha iyi dağılması ve bilhassa küçük
çiftliklere yardım edilmesi talebimiz var. Çiftçi
olmanın kolaylaştırılmasını istiyoruz. Ve sonra tavan noktasına
varmış bir yükseliş, bugün böyle değil (tavan yaptı lakin
bu kadar yüksek seviyenin anlamı yok) ve bu sistem eşitsizliği
körükledi. 1992’de düştü, 1999 ve 2003’te
tekrarladı: hububat, süt ve et fiyatları
düşürüldü ve yardımlarla telafi edildi. Ama
hiçbir zaman tamamen telafi edilemez, her seferinde,
çiftçilerin gelirleri azaldı. Mesela 2003’te
sütün 1 ton fiyatının 50 euro civarına indirilmesine karar
verildi. Ve 35 euro’yla telafi edildi, böylece her bir ton da
çiftçiler 15 euro kaybetti. Bu grafik daha aşağıya gitmeye
devam etti. Sonuçta Küresel çaptaki hububatçılar
(şirketler) hariç, zira Avrupa ölçeğinde ne yapılması
gerektiğine onlar karar veriyor, çiftçiler
küçük düşürülüyor. Yani
hububatçılar işin içinden iyi sıyrılıyor. Lakin
hayvancılık, sebze ve meyve üretimi Fransa’da çok hızlı
azalıyor. Mesela meyve ve sebze üretimi İspanya’da çok
ekilip biçilen, Romanya, Polonya, Kuzey Afrika’dan gelen tarım
işçilerinin çalıştığı arazilere kaydırılıyor. Bu
insanlar çok ağır koşullarda ve yasal yevmiyelerin çok
çok altında gelirlerle yaşıyorlar. Tehlikeli üretimlerde
maskesiz, hiçbir şeysiz çalışıyorlar. Çok çok
ucuz maliyetle sebze ve meyve üretimi için bu ülkelerden
gelen emek gücünü işletiyorlar. Avrupa ülkeleriyle ve
ayrıca Türkiye ile de rekabet ediliyor. Sistem kesinlikle bir rezalet.
Türkiye’ye de giren bu liberal sistemden çıkmamız
gerekmekte. Türkiye henüz Avrupa gibi liberalleşmiş değil. Zira
Avrupa liberalizmin en ileri ucunda, lakin Türkiye de Dünya
Bankası ve IMF ile anlaşmalar imzaladı. Sonuçta
Türkiye’de aynı eğilimde. Eğer sendika işini doğru yapmazsa,
bu gidişat çok çok zor olacak çünkü finansal
güçler sazı eline almış durumda. Bizimkiyle aynı politikayı
uygulayacaklar, Avrupa Birliği’nde ya da değil. Bu temel sorunu
değiştirmeyecek. Eğer AB’ye girmezlerse, daha yavaş olacak. Lakin
eğer dünyada tarıma olan bu yönelim değişmezse, Dünya
Ticaret Örgütü’nden tarım çıkartılamazsa, veya
her durumda bu ölçüsüz küreselleşme her yere
yayılırsa, şunu söyleyebilirim ki hepimiz gebereceğiz, tüm
çiftçiler geberip gidecek.

Açlık grevinden sonra Türkiye’ye geldiniz,
“tatiliniz” nasıl geçti?

Evet, tatil iyi geçti. Türkiye’den şöyle bir
tattık. Buraya çok yorgun ulaştık, açlık grevi biteli bir
ay bile olmadı, açlık grevi zor değil ama sonrası biraz
çetrefilli.

Zihnen mi?

Yok, ne açlık grevi boyunca ne sonra! Tam tersine fiziksel olarak
evet, karaciğerim epey yoruldu, epey yorgunluk oldu bana, 11 kilo kaybettim
ve yalnızca 2 kilosunu geri alabildim. Bu iyi olan kısmı, bunun
ötesinde kati bir yorgunluk var. Burada epey uyuduk,
Türkiye’ye uyumaya gelmedik lakin yine de İstanbul’da
kalmaya karar verdik, buranın çok çok güzel bir şehir
olduğunu biliyorduk, tarihi bir şehir, Fransız tarihinde hakkında bir
çok hikaye yazılmış bir şehir. Bana göre, bizim tarihimiz
öncelikle Akdeniz. Buraya gelmek, medeniyetin beşiğine gelmek
gibi… Antik Yunan, Mısır, Bizans vardı… buradan
birçok şey çıktı. Okuldayken bize sürekli
dünyanın bu bölgesinin tarihi hakkında anlatılırdı,
çağ için büyük bir şey demek değil.
Konstantinapolis’e bir haritada bakılırdı, şimdi artık yok. Ama
buraya geri gelmek, akıl almaz bir şey!

Yalnızca İstanbul’da konakladık, daha uzağa gitmedik. Ama bir
sonraki sefere Türkiye’yi gezmeyi düşünüyoruz.
Bizim oralara kar yağarken burada çok güzel zaman
geçirdik. Bir çok camiyi gezdik, sonuç itibariyle başka
bir kültür. Sokaklarda bolca gezindik, dinledik,
izledik…

300 milyondan fazla çiftçisiyle dünya çapındaki
ilk çiftçi sendikası Via Campesina’nın Mozambik-
Maputo’daki 5. Uluslararası Kongresinde Türkiye’deki
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu için çeviri
yapan Zeynep Gambetti’nin telefon numarasının bizde olması
büyük şans oldu. Geçtiğimiz salı birbirimizi tekrar
gördük ve birlikte yemek yedik. Bugün de Mozambik
Maputo’da tanıştığımız Çiftçi Sendikaları
Konfederasyonu Başkanı dostumuz, meslektaşımız Abdullah AYSU bizi
kahvaltıya çağırdı, şehri dolaştırdı, göz kamaştırıcı
manzaraları keşfettirdi. Sonra tartıştık, paylaştık yine şanslıydık
her seferinde çevirmenler vardı. Bu süper! Benim için
medeniyetin beşiğini görmek, insanların kim olduğunu, neler
yaptığını, nasıl yaşadıklarını keşfetmek çok önemli,
bunlara tutkuyla bağlıyım. Bu şansın olması bizi çok mutlu
etti.

Bize zaman ayırdığınız ve değerli bilgileri paylaştığınız
için teşekkür ediyoruz.

Biz teşekkür ederiz.

Çevirmenler

Florence Tapiau

İrem Güven

Aşkın Yücel Seçkin

href="http://www.karasaban.net/aclik-grevinden-yeni-cikmis-fransiz-ciftci-andre-esi-josiane-bouchut-ile-soylesi/#sdfootnote1anc">1
Çevirmen Notu: Röportaj 3 Aralık 2010’da
gerçekleştiğinde İstanbul’da hava sıcaklığı 15-20 derece
arasındadır.

Kaynak: www.karasaban.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder