19 Aralık 2010 Pazar

Buradayım; Çünkü, "Geç(me)miş" Bugündür! / Temel Demirer

Buradayım; Çünkü,
"Geç(me)miş" Bugündür! / Temel Demirer

“Sarı güller gibi
pencereden

       size="2">Sessizliğe sarkmış eski zaman.”[2]

       size="3">“Söz, ruhun aynasıdır; bir insan nasıl konuşuyorsa
öyledir,” der Publilius Syrus.

       size="3">Yıllar sonra, sizlerle yüz yüzeyken olduğum gibi,
kalbimin tüm kapılarını açarak paylaşmak istiyorum duygu ve
düşüncelerimi sizlerle; tıpkı eskilerdeki
gibi…

       size="3">Hem de Nâzım Hikmet’in, “Kendi kendimizle
yarışmadayız, gülüm/ Ya ölü yıldızlara
hayatı götüreceğiz,/ ya dünyamıza inecek
ölüm,” dizelerinde betimlediği bir imkân(lar)
kesitinden geçerken…

       size="3">Hem de Özdemir Asaf’ın, “Bütün renkler
aynı hızla kirleniyordu./ Birinciliği beyaza
verdiler,” mısralarında işaret ettiği tehlike(ler) ile karşı
karşıyayken…

       size="3">Tıpkı  eskilerde olduğu gibi, kalbimin tüm
kapılarını açarak paylaşmak istiyorum duygu ve
düşüncelerimi sizlerle…

      *
* * * *

       size="3">“Niçin’i olan biri, bütün
Nasıl’lara göğüs gerebilir,” diyen Frederic
Nietzsche’nin sözlerini müthiş önemseyen biri
olarak çok zaman sonra buradayım; yanınızdayım ve
hâlâ “geç(me)miş” bugündür
benim için!

       size="3">“Geç(me)miş”in önümüzde uzanan
geleceğinden asla umut kesmemiş biri olarak yanınızdayım
yine…

       size="3">“Bugüne dek var olan tüm toplumların tarihi,
sınıf savaşımlarının tarihidir…  İnsanlar kendi
tarihlerini kendileri yaratırlar, ama yalnızca kendi istedikleri gibi
değil,” diyen devrimci Marksistlerin farklı olması mümkün
mü?

      *
* * * *

       size="3">“Geçen onca zamana karşın mı?” derseniz;
tüm içtenliğimle “Evet, hâlâ, aynı inat ve
bilincin kararlılığı”yla diye yanıtlarım
siz(ler)i…

       size="3">Aiskhylos’un, “Her şeyi geride bırakır”;
Ovidius’un, “En iyi sağaltıcıdır”; Sophokles’in,
“Her şeyi kolaylaştırır”; Vergilius’un, “Her
şeyi alır götürür, aklı bile,” diye tanımladığı
“zaman”; mücadele edenler, baş eğmeyenler, teslim
olmayanlar için bir sonsuzluktur…

       size="3">Hem de Jorge Luis Borges’in, “Ben, Zaman denen
cevherden oluşturulmuşum. Zaman beni sürükleyip götüren
bir ırmaktır, ama ırmak benim; Zaman beni yutan bir kaplandır, ama kaplan
benim; Zaman beni yakıp kül eden bir ateştir, ama ateş benim,”
dediği türden…

      *
* * * *

       size="3">Evet, zaman bizleri yakıp kül eden bir ateştir, ancak
unutulmasın büyük yangınları çıkartan ateş
biziz…

       size="3">“Biz”, tarihsel açıdan
Spartaküs’lerin, Demirci Kawa’ların, Şeyh
Bedreddin’lerin takipçileriyiz; o büyük yangın
çıkarmak için hâlâ ayakta ve
isyanlardayız…

       size="3">“Biz”, (genelde) Marx’ın, Lenin’in,
Guevara’nın “yeryüzü aşkın yüzü olsun
diye” verdikleri kavganın sürdürücüleri ve
takipçileriyiz…

       size="3">“Biz”, (özelde) Hüseyin
İnan’ın, Sinan Cemgil’in, Deniz Gezmiş’in, Mahir
Çayan’ın, Ulaş Bardakçı’nın, İbrahim
Kaypakkaya’nın yoldaşlarıyız…

       size="3">THKO’lu Laz Cihan Alptekin’in, Kürt Ömer
Ayna’nın, THKP-C’li Kürt Hüseyin Cevahir’in,
DDKO’lu Neco (Necmettin Büyüksevinç)’nun
“Hewal”leriyiz…

       size="3">Nihayet “Biz” (özelin özelinde de);
“Karayılan Hikâyesi (Antep Destanı)”nin “Birinci
Bap”ında Nâzım Hikmet Ran’ın, “Antep’liler
silahşor olur,/ uçan turnayı gözünden/ kaçan
tavşanı art ayağından vururlar/ ve Arap kısrağının üstünde/
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar./ Antep sıcak,/ Antep çetin
yerdir./ Antep’liler silahşor olur,/ Antep’liler yiğit
kişilerdir,” diye betimlediği Antep’lileriz…

       size="3">Ermeni Kilisesi’nden bozma Antep zindanının, eskiden ahır
olarak kullanılan kısım koğuşunda Emeğin Birliği Yazı İşleri
Müdürü  Hacı (Kılıç), Mehmet (Özcan),
Ufaklık Mahmut (Mizmizlioğlu) ile yattığım…

       size="3">Başgardiyan Seydo’nun falakasından Sami (Şimşek) ile
geçirildiğim…

       size="3">Kilis yolundaki MİT merkezinde Filistin Askı’sına
asıldığım…

       size="3">İstasyonun arkasındaki Karşıyaka Karakolu’nda
dövüldüğüm…

       size="3">Malkıtalı Mercimek Köftesi’ni
sevdiğim…

       size="3">Düztepe (Kürttepe)’sinde
afiş astığım…

       size="3">İstasyon Meydanı’nında mitinglere
katıldığım…

       size="3">Alleben Deresi’nin buz gibi sularında elimi
yüzümü yıkadım…

       size="3">Filistin’de Erbakan (Y. Ergun Adaklı) ile
Küçük Doktor (Mustafa Kurnaz)’dan, dağda da
Abbiyas (Hıdır ?)’dan çok şey
öğrendiğim…

       size="3">DKD’li Gözlük (Mustafa Çokbilir)’le,
kitapçı Kambur Ali (Yıldız)’yle, Şişko Bekir
(Reyhan)’la, Tuncay (Atmaca)’la, Celal (Özcan)
Hoca’yla, İplik-İş’li Sendikacı (Mehmet) Kelleci’yle,
Eko (Ekrem Kıllı)’yla, Kerim (İşbilir)’le,
Sütçü (Ali Kırmızıgül)’yle, (Vakkas)
Keleş’le, Bağrı Delik Stalin Yaşar
(Zorçakmakçı)’la, Ayhan (Muşlu)’la, Fato (Fatma
İrier) ile omuz omuza yeni bir dünya için
dövüştüğüm…

       size="3">Şu anda bizi bırakıp giden Cartlak Kebapçısı Kel
Mahmut (Özpolat) Hoca’nın, Marangoz (İhsan
Özsoylu)’un yoldaşı olmaktan özel bir onur
duyduğum… Antep’lilerdeniz…

       size="3">Nihayet ben kendimi böyle bir geleneğin sıradan bir
parçası  olarak görmekten; yüreği onlarla
çarpan birisi olarak “Bahtiyarım!” 
diyorum…

       size="3">Ne mutlu bana, bundan büyük onur olabilir
mi?

      *
* * * *

      Bu
onurun yapıcısı, sürdürücü olan sizlerle; hem de
Antep’te, “Newroz ile Dayanışma Gecesi”nde
olmak…

       size="3">Hem de 17. yılı (S. Çiftyürek’in, Y.
Yetişgen’in, A. Mahmut’un akıl almaz gayretleriyle) geride
bırakan bir azimle bu onuru yaşatan sizlerin safında
olmak…

      Bu
da müthiş bir “Bahtiyarlık”…

       size="3">Hayır bu “Bahtiyarlık”ı; Levent Köker gibi,
“İleri demokrasi standardının ifadesi olarak
çokkültürlü demokrasiyi kurma noktasında bulunan
Türkiye”den
size="2">[3]
söz eden(!); “Sosyalizm bir hayat yeme makinesi”
face="Times New Roman" size="2">[4] diyen yılışık AB liberallerinden Atilla Yayla
gibilerinin anlamasını bekliyor falan değilim…

       size="3">Bu onur bizimdir; bu onurun ne demek olduğunu da ancak bu onura
ömrünü verenler anlar; çünkü 
radikal sosyalizm onlar için bir yaşam biçimidir; geleceğin
ahlâkıdır…

      *
* * * *

       size="3">İşte tam da bu ahlâkla; Marx’ın “11.
Tez”indeki üzere değiştirmek istiyoruz ve değiştireceğiz de
sürdürülemez kapitalizmin yerle yeksan ettiği, III.
Büyük Buhran’ın sarsıntılarıyla savrulan
dünyayı…

      Bu
dünyayı değiştireceğiz; bu dünya değiştirilmeye
muhtaç!

       size="3">Çünkü bu dünyada 1 milyardan fazla insan
aç; hem de “Dünya Gıda
Günü”nde!

       size="3">Ayrıca Dünya Bankası’na göre, 64 milyon insan da
aşırı yoksul!

       size="3">ABD’de yayınlanan hükümet raporuna göre, 2009
yılında gıda sıkıntısı, verilerin toplanmaya
başladığı 1990’lardan beri en yüksek orana ulaştı.
Resmi rakamlara göre, 2009 yılında ABD’deki hane halklarından
yüzde 15’i gıda sıkıntısı yaşadı, açlık sorunuyla
karşı karşıya geldi. Durumdan en fazla etkilenen grup ise bekâr
anneler ve Latin Amerika kökenlilerle siyahlar… 3.5 milyon
bekâr anne sofraya yeterince yemek koyamadıklarını
söylüyor. Latin Amerika kökenli ve siyah Amerikalılar da bu
durumdan orantısız olarak etkilenen gruplar arasında. Gıda sıkıntısı
yaşayanların yaklaşık yüzde 60’ı hükümetten gıda
yardımı alıyor. Obama hükümetinin ekonomik krizle birlikte
artırdığı gıda yardımı uygulamasından, 2009 yılında her ay
yaklaşık 34 milyon kişi yararlanıyor!

       size="3">UNESCO’nun saptamalarına göre de, dünyadaki okur
yazar olmayan 876 milyon kişinin 3’te 2’sini, mutlak yoksulluk
sınırındakilerin ise yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyorken;
700 milyon kadın yeterli yiyecek ve içme suyu ile sağlık ve eğitim
hizmetlerinden mahrum bulunuyor!

       size="3">Bunlar Robert W. McChesney ile John Bellamy Foster’ın
“Abdürd Sistem Kapitalizm”
[5] size="3"> olarak niteledikleri bir vahşetin sonucu…

       size="3">Değiştirmek istediğimiz şey bu; devrimci Marksizm, radikal
sosyalistler bunun için var…

      *
* * * *

       size="3">Biliyorum:
“Alıştım”, “kanıksadım”!

       size="3">“Düş görüyorsunuz” diyenler olacak
yine!

       size="3">Umurumda değil; aldırmıyorum onlara; sadece ve sadece William
Shakespeare’in, “Bizler düşlerle aynı hamurdan
yapılmışızdır,” sözlerini anımsatmakla yetiniyorum, geceden
korkarak, ona teslim olup da, karanlığın bir parçasına
dönüşenlere!

      *
* * * *

       size="3">Karanlıktan korkmayabilir; ona teslim olmayabiliriz
de!

       size="3">Albert Camus’nün, “Geceler sonsuz
değildir”; Longzfellow’un, “Sabah yaklaştıkça,
gece kararır,” sözlerindeki üzere karanlığın da bir sonu
vardır; geceler sonsuz, sınırsız değildir!

       size="3">Kaldı  ki, karanlığın da bir diyalektiği vardır; gece,
karanlık düşüncelerin anasıdır, üretkendir;
gündüzün bir tek; gecenin ise, binbir gözü
vardır.

       size="3">Karanlık, gece; bir yanıyla aydınlık vaadi ve
çağrısıdır…

       size="3">Karanlıktan korkmadan; ona teslim olmadan bir de böyle
düşünmeli; Plato’nun, “Karanlıktan korkan bir
çocuğu kolaylıkla hoşgörebiliriz, asıl trajedi yetişkinlerin
aydınlıktan korkmaları,” uyarısındaki
üzere…

      *
* * * *

       size="3">Kimsenin kuşkusu olmasın, soru(n)larıyla hayat imdadımıza
koşacaktır!

       size="3">Kolay mı? İttihat ve Terakki’ci Türk
Milliyetçiliği’nin inkâr ve imha ekseninde (sermayenin
Türkleştirilmesi temelinde) oluşturduğu egemenliğin yarattığı
soru(n)lar ile nihayete doğru ilerlediği bir eğik
düzlemdeyiz...

       size="3">Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve olmayacak
da…

       size="3">“Cumhuriyet” dedikleri Kemalist kurgu
çözülüyor!

       size="3">Bunu gerçekleştiren AB baskıları, AKP, liberaller değil;
radikal sosyalistler ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin
ödediği bedellerdir…

       size="3">Öztin Akgüç’ün,
“Türkiye’nin markası Mustafa Kemal
Atatürk’tür,” dediği hegemonik alan boşalırken;
yalanları da yerle yeksan oluyor!

       size="3">Çözülüş; bir yanda
‘Diriliş-Çanakkale 1915’, ‘Şu Çılgın
Türkler’, ‘Cumhuriyet-Türk Mucizesi’ başlıklı
yapıtları kaleme alan Turgut Özakman’ın satırlarındaki
“Cumhuriyet” mevlidinin matemini; bir yanda da 16 Ekim 2010
tarihinde Beşiktaş Meydanı’ndaki sergide ‘Atatürk’
konulu eseri CHP’li gençlerce tahrip edilen Hollandalı
tasarımcı Rosan Bosch’ya, “Atatürkçüler
radikal dinci gibi” diye betimlediği saldırganlığı devreye
sokuyor!

       size="3">“Mustafa Kemal Atatürk’ü bir
‘ibadet’ totemine dönüştürdüğünüz
artık yetti! Kabak tadı verdi,”
size="2">[6]
itirazlarının çoğaldığı, büyüdüğü
güzergâhta sadece Kemalizm’le ve “Cumhuriyet”le
değil; onları vareden “resmî tarih”le
yüzleşiyoruz…

      *
* * * *

       size="3">Gerçekten de, nasıl unuturuz?

       size="3">1910’un ilk yarısında İttihat ve Terakki iktidarının
Batı Anadolu’da Bulgar mübadelesi ve Rum
sürgünü ile başlayan Anadolu’yu (ve sermayeyi)
Türkleştirme politikası, Ermeni kırımıyla devam ederken; bunun
ekonomi politiği de mülkiyetin Türkleştirilmesi olarak
yaşandı.

       size="3">1920’lerin birinci yarısında Erzurum Kongresi’yle
başlayan, Ekim 1919’da Amasya Protokolü ve 27 Haziran
1921’de BMM Reisi Mustafa Kemal imzalı 5 maddelik
“Kürdistan hakkında BMM Vekiller Heyeti’nin Elcezire
Cephesi Kumandanlığı’na talimatı”yla süren ve
Lozan’da gündeme gelen Kürt sorununu çözmeye
yönelik tavır, 1920’lerin ikinci yarısında kırılmayla
Kürtler’in sürgünü ve harekâtlarla yaşanan
sürece dönüştü ve devam etti.

       size="3">1930’larda Yahudilere yönelik operasyonlar ile Dersim
Kırımı ve Sürgünü, 1940’larda ve
1950’lerde gayri Müslimlere karşı Varlık Vergisi ve 6-7
Eylül imhası, 1960 cuntası ve Rum sürgünü ve
12 bin köy adının değiştirilmesi, 12 Mart devamında gayri
Müslim vakıf mallarının gaspı ve binlerce gencin sivil faşistler
tarafından öldürülmesi ve Maraş Alevi kırımı, 12
Eylül toplumsal ve sosyal kırımı, 1990’larda 3 milyon
Kürt’ün sürgünü, Sivas Yangını,
çeyrek asırdır süren “düşük yoğunluklu
savaş” ve faili meçhullerle yaşana gelindi 2010’a...

      *
* * * *

       size="3">Geldik bugüne…

       size="3">Sakın ola AKP patentli “açılamayan
açılım” yalanının  “milli birlik
projesi”ni ciddiye aldığımı zannetmeyin…

       size="3">“Türkiye’de Kürtlerin yüzde
23’ü açlık, yüzde 53’ü yoksulluk
sınırının altında yaşıyor”ken;
[7] size="3">Kürt sorunu ulusal bir sorundur; muhataplarınca
çözülecektir; ulaştığı koordinatlarda Kürt
sorunundan çok bir Türk sorunundan söz etmek daha doğru
olacaktır!

       size="3">“Kürt sorunu çözülür
mü?” diyenlere; Amerikan araştırma şirketi RAND’ın,
1968-2008 arasında dünyadaki benzer 648 hareketi inceleyerek,
ulaştığı şu sonuçları aktarayım: “Siyasi sürece
katılım, isyancı grupların son bulmalarının en yaygın
biçimidir. Söz konusu hareketlerin yüzde 43’ü
müzakere yoluyla siyasi sürece katılarak isyana son vermiştir.
Siyasi sürece geçişin mümkün olmadığı durumların
yüzde 40’ında isyanın kontrol altına alınmasında askerî
operasyondan ziyade polisiye önlemler etkili olmuştur. Vakaların
sadece yüzde 10’unda isyancı grup amacına ulaşmış, sadece
yüzde 7’sinde askerî harekât isyancı grubu
etkisizleştirmeyi başarmıştır.”

      Bu
veriler dahi; neyin ne olabileceğini yeterince açıklamaktadır
kanısındayım.

      *
* * * *

      Bu
“Cumhuriyet” sürdürülemezdir.

       size="3">Örneğin ‘Dünya İntiharları Önleme
Günü’ kapsamında İstanbul Emniyet
Müdürlüğü verilerinden derlenen bilgiye göre, 11-16
Ağustos 2010 tarihleri arasında 4 öldürme, 11 intihar, 17-22
Ağustos 2010 arasında 1 öldürme, 16 intihar, 23-28 Ağustos 2010
tarihleri arasında 6 öldürme ve 5 intihar, 29 Ağustos ile 4
Eylül 2010 tarihleri arasında 2 öldürme ve 17 intihar olayı
meydana geldi…

       size="3">İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim
üyesi ve Türkiye Psikiyatri Derneği Krize Müdahale ve
İntihar Önleme Bilimsel Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr.
Tarık Yılmaz, yaptıkları araştırmalarda kriz dönemlerinde
intiharlarda ciddi bir artış olduğunun
görüldüğünü anlatarak, 2000-2001 yılları
arasındaki intihar oranı artışının yüzde 43 olduğunu
kaydetti…

       size="3">Ayrıca Türkiye’de intihar eden erkeklerin yarısının
35, kadınların  yarısının ise 25 yaşından daha
küçük olduğu belirlendi. Kadınları intihara
sürükleyen neden, genellikle psikolojik; erkeklerse ekonomik
nedenlerle intiharı seçiyor. Devlet Bakanı Selma Aliye
Kavaf’ın verilerine göre 1974-1999 yılları arasında intihar
ortalamasının yüz binde 2.28 olduğu 2006 yılı itibarıyla ise
ortalamanın yüz binde 3.88 kişiye ulaştığı
bildirildi…

       size="3">Veriler çok net; sürdürülemez kapitalist
“Cumhuriyet”, ekonomi-politiğiyle
insan(lar)ı çıldırtıyor…

      *
* * * *

       size="3">İşte bunun Türk(iye) ekonomisine
yansıması…

      BM
‘Kalkınma Programı’nın 1990’dan beri hazırlamakta
olduğu  ‘İnsanî Kalkınma Raporları’nın
sonuncusu 2010’un Kasım ayı başında yayımlandı.

       size="3">Rapor, ülkeleri ‘İnsanî Gelişmişlik
Endeksi’ne göre sıralamaya tabi tutmaktayken; kullanılan
bileşik endeks, esas olarak “kişi başına düşen gelir, yeni
doğan bebeklerin ortalama ömür beklentisi ve 15
yaş yukarısı nüfusun okula devam süresi”
göstergelerinden (kısaca ortalama gelir, sağlık ve eğitim
düzeylerinden) oluşuyor.

       size="3">Rapora göre, Cumhuriyet’in ilanının 87.
yıldönümünde Türkiye gelişmişlik açısından
karşılaştırmaya giren 169 ülke arasında 83. sırada gelmekte. Bu
açıdan bütün AB’ye üye ve aday ülkelerin
olduğu gibi aralarında Libya, İran ve Tunus’un da bulunduğu 13
Müslüman çoğunluklu ülkenin de gerisinde. Bulgaristan
ve Romanya gibi, daha düşük gelirli ülkeler bile, daha iyi
eğitim ve sağlık standartlarına sahip oldukları için
Türkiye’nin üzerinde bir sırada yer almaktadır.

       size="3">Yine ‘Dünya Ekonomik Forumu 2010 Raporu’na
göre, Türkiye 134 ülke arasında ekonomide 131, eğitimde 109,
sağlık-yaşamda 61, siyasi yetkilendirmede 104, kadın-erkek
eşitsizliğinde ise 126. sırada yer alıyor. Genel sıralamada 125. olan
Türkiye ayrıca birçok 3. dünya ülkesinin de gerisinde
bulunuyor.

       size="3">Genel durum “bu”yken; BM’ye göre Türkiye
nüfusunun yüzde 27’si yoksulluk sınırındadır.

       size="3">Devletin resmî verilerine göre her
beş kişiden birinin yoksul, yüz binlerce kişinin açlık
sınırının altında yaşadığı Türkiye’de gelir
dağılımındaki adaletsizlik hızla artıp, emekçiler açlık
ve yoksulluk sınırı altında yaşamaya mahkûm edilirken; milyoner
mudi sayısı 1 yılda 3 bin kişi arttı.

       size="3">Tabii bu madalyonun bir (ezilenlerin) yüzü; öteki
(ezen) yüz ise çok farklı!

       size="3">Mesela Türkiye bankacılık sisteminde Eylül 2010
itibariyle 573 milyar 19 milyon TL’lik mevduat var. Bu mevduatın
yüzde 45’i yani 256 milyar 917 milyon lirası 32 bin kişinin
hesabında bulunuyor.

       size="3">Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Türk
bankacılık sektörünün aktif
büyüklüğünün 2010 yılı temmuz ayı sonu
itibarıyla 900 milyar 390 milyon liraya yükseldiği, bankaların
kârı yüzde 6.5 artarak 13.5 milyar TL’ye
çıktığını açıkladı.

       size="3">Güngör Uras’ın ifadesiyle, “Şirketler krizi
atlatmış görünüyor. Açıklanan 9 aylık şirket
kârları iyi değil de, iyinin de ötesinde, kısaca
‘çok çok iyi’. Banka kârları iyi, holding
kârları iyi, sanayi kuruluşlarının kârları iyi... Bu
kâr rakamlarını ‘iftihar’ ile açıklayan
şirketlerin sahipleri için bu bayram, ‘gerçek
bayram’ olacak. Koç’un kârı yüzde 26 artmış,
1.4 milyar TL olmuş. Sabancı’nın kârı yüzde 12 artmış
1.2 milyar TL olmuş…

       size="3">Garanti 2.6 kâr açıklamış…

       size="3">İş Bankası’nın kârı yüzde 21
artmış… 

       size="3">2.4 milyar TL olmuş. Akbank’ın yüzde 13 artmış 2.3
milyar TL olmuş...

       size="3">Tüpraş  676 milyon TL, Arçelik 418 milyon TL,
Doğuş Oto 128 milyon TL kâr etmiş…”
face="Times New Roman" size="2">[8]

       size="3">Türkiye’de bankalardaki toplam mevduatın yüzde
45’i, 32 bin 500 milyonerin hesabında. 573 milyar TL’lik
mevduatı olan Türkiye’de, milyonerlerin hesabında 257
milyar TL var.

       size="3">Nihayet ‘Fortune Türkiye’nin
hazırladığı ‘Türkiye’nin En Büyük 500
Şirket’ araştırmasına göre de, 2009 yılında istihdam
azaltan şirketler maliyetlerini hızla düşürmeleri sonucunda
kârlarını rekor seviyede artırdı.

       size="3">‘Fortune’ Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Ali
Ağaoğlu satışların yüzde 10 düştüğü 2009
yılında, şirketlerin net kârlarının yüzde 62 artarak 21
milyar liraya çıktığını söyledi. Listede yer alan
şirketlerden 429’u kâr, 71’i ise zarar açıkladı.
2008’de ise 142 şirket zarar açıklamıştı. ‘Fortune
500’ şirketlerinin net satışları önceki 2008 yılına
göre yüzde 10 azalarak 353.5 milyar lira oldu…

      *
* * * *

      Bu
sürdürülemez kapitalist
sömürü çarkında ILO’nun yıllık raporuna
göre dünyada her 15 saniyede bir işçi yaralanıyor; her 4
dakikada bir de bir işçi iş kazasında ölüyor!

      *
* * * *

       size="3">Aynı  tablonun kurbanı kadın(lar)a gelince;

       size="3">Kadına yönelik şiddetin hız kesmediği Türkiye’de
adeta kadın katliamı  yaşanıyor. 2010 Ocak-Haziran
ayları arasındaki 6 ayda 135 kadın 
öldürüldü, 51 kadın gördüğü şiddetten
dolayı yaralandı, 114 kadın ise taciz ve tecavüze maruz kaldı. Yine
ilk 6 ay içerisinde 105 çocuk ensest dahil olmak üzere
cinsel istismara maruz kaldı. 15 kadın kaçırıldı. 36 kadın
intihar etti!

       size="3">Ayrıca İstanbul Valiliği ile İstanbul Barosu Kadın Hakları
Merkezi, İstanbul’da 2010 yılının ilk dört ayı
içerisinde 10 bin 282 kadına yönelik şiddet olayı
yaşandığını açıkladı!

       size="3">Kolay mı? Cinsiyet eşitliği dikkate alındığında Türkiye
136 ülke arasında sadece 10 ülkeyi geride
bırakabiliyor!

       size="3">Türkiye’de her iki kadından biri şiddet
görüyor. Kadınların yüzde 92’si ise
yaşadıkları şiddeti gizleyip, şikayette bulunmuyor!

       size="3">Türkiye’de kadınların yüzde 53’ü
fiziksel şiddete maruz kalırken, her gün 3
kadın öldürülüyor!

       size="3">Vb’leri, vd’leri…

      *
* * * *

       size="3">100 gençten 34’ü atıl yani işsiz!

       size="3">Vb’leri, vd’leri…

       size="3">İnsan(lık) ve hayat adına ne vara her şeyi karşısına
alıp, düşman eden bu sürdürülemez kapitalist
“Cumhuriyet”in hiçbir geleceği yoktur!

      *
* * * *

      Bu
geleceksizliği nihayete erdirmek, sonlamak için
yaşadıklarımızdan, geleneklerimizden öğrenmek ve bunu da
toplumsallaştırmak gerekiyor…

       size="3">“Geçmiş” dedim; onun hakkında Tevfik Fikret,
“Mâzî… O bir muallim, o bir pir,” derken
Winston Churchill de ekler: “Ne kadar geriye bakabilirsen, o kadar
ileriyi görürsün.”

       size="3">Malûm geçmiş hiçbir zaman ölmez; hatta
hiçbir zaman geçmiş olmaz.

       size="3">Çünkü geç(me)mişi denetim altına alan
geleceği de denetim altına alır. Şimdiyi denetim altına alan geleceği
de denetim altına alırken; olasıdır ki, herhangi biri geçmişiniz
“yenildi” diyebilir!

       size="3">Onlara Wendell Philips’in, “Yenilgi, eğitimden başka
bir şey değildir”; South’un, “Yenilgi, bir umutsuzluk
kaynağı değil, taze bir başlangıç
olmalıdır,” sözlerini anımsatan aşkla,
“Savaş sürüyor…  Bitmedi bu kavga,
sürüyor, sürecek” deriz!

       size="3">Devrimci aşk, cüretkârdır;
alçakgönüllülük nedir bilmez;
çünkü “Sevgi, hayalperest düşünceler
toplar,”
size="2">[9] W.
Goethe’nin ifadesiyle…

      *
* * * *

       size="3">Bizim geleneğimiz; aşıktır, cüretkârdır,
sevdalıdır; hayalperesttir; isyancıdır;
devrimcidir…

       size="3">Bunun kanıtı da, tanığı da
“Bizimkiler”dir; Onların yoldaşı olmak; Onların
açtığı yolda ilerlemek; Onların bayrağını taşımak bir onur
(ve sorumluluk)dur…

       size="3">Onlar, “Bizimkiler” bizlerin sadece
geç(me)mişi değil; aynı  zamanda da
geleceğidir!

       size="3">Onlar ki biz(ler)e; Mevlânâ’nın, “İyi
dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur”; Miguel de Cervantes’in,
“Bana dostunun kim olduğunu söyle, sana kim olduğunu
söyleyeyim,” sözlerini anımsatan; Deniz Gezmiş’in
dilinden hiç düşürmeyip, “delikanlım!/ iyi bak
yıldızlara,/ onları belki bir daha göremezsin./ belki bir daha/
yıldızların ışığında/ kollarını ufuklar gibi açıp
geremezsin./

       size="3">delikanlım!/ senin kafanın içi/
yıldızlı karanlıklar/ kadar/ güzel, korkunç, kudretli ve
iyidir./ yıldızlar ve senin kafan/ kâinatın en mükemmel
şeyidir./

       size="3">delikanlım!/ sen ki, ya bir köşe başında/ kan sızarak
kaşından/ gebereceksin,/ ya da bir darağacında can vereceksin./ iyi bak
yıldızlara/ onları göremezsin belki bir daha,” diye haykıran
Nâzım Hikmet’in dizelerin telaffuz ettirenlerdir!

       size="3">Evet Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan 25, Hüseyin İnan da
23 yaşındaydı darağacına yürüdükleri yıl; darağacına
yürürlerken başları dimdikti; yükselttikleri kızıl sancak
gibi...

       size="3">Kolay mı? Darağacında Deniz Gezmiş, “Yaşasın
Türkiye halkının bağımsızlığı! Yaşasın
Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve
Kürt halklarının kardeşliği! Kahrolsun
emperyalizm!”

       size="3">Yusuf Aslan, “Ben halkımın bağımsızlığı ve
mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar,
şerefsizliğinizle her gün  öleceksiniz. Biz halkımızın
hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın
devrimciler, kahrolsun faşizm!”

       size="3">Hüseyin İnan, “Ben şahsi hiçbir çıkar
gözetmeden, halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için
savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu
bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler,
köylüler ve yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm!” diye
haykırmışlardı…

       size="3">Onlar Teslim Töre’nin işaret ettiği gibi,
“İnsanî değerlerin zirvesi”ydi!
face="Times New Roman" size="2">[10]

       size="3">Kolay mı? Onlardan biri, Hüseyin (İnan) Dede, -Mehmet
Mercan’ın naklettiği üzere- Savcı Yardımcısı Eyüp
İbişoğlu karşısında dahi, “Amerika ve İsrail emperyalizmine
karşı dünyanın her yerinde savaşmak kutsaldır ve devrimcilerin
görevidir,” diyendir…

      *
* * * *

       size="3">Şimdi Onların açtığı yolda; büyük bir
özgürlük savaşının eşiğindeyiz!

       size="3">Tam da bu ufukta anımsanması ve anımsatılması gereken;
Friedrich Engels’in, “Özgürlük, zorunluluğun
kavranmasıdır”; Jean-Paul Sartre’ın, “İnsan
özgür olmaya mahkûmdur”; Herbert Spencer’in,
“Herkes özgür olmadıkça hiç kimse tam
anlamıyla özgür olamaz”; Thomas Jefferson’un,
“Özgürlük ağacı zaman zaman yurtseverlerin ve
zorbaların kanıyla sulanmalıdır. Bu onun doğal gübresidir,”
uyarılarıdır…

       size="3">O hâlde özgürlükçü bir isyan
için şimdi yeniden umutla silahlanmamız
gerekiyor…

       size="3">Fatmagül Berktay’ın, 2005 yılında Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nin öğrenim yılı açılış
törenindeki konuşmasında dediği gibi, “Eğer
özgürlüğün mümkün olmadığını, insanın
tümüyle çevresinin ve kendisine dışsal yasaların
belirleniminde olduğunu düşünüyorsak, böylesi bir insan
imgesine sahipsek, politikaya ve yönetme sanatına ilişkin
düşüncemiz ancak otorite yanlısı olabilir... Akıntıya
kapılıp sürüklenen bir gemi enkazı mıyız? Yoksa akıntıya
yön verecek özneler miyiz?”
[11]

       size="3">Bugünde, nasıl şekilleneceği sorusuna yanıt arayan
yarında isyan ettiğimiz kadar varız, var olacağız, Friedrich
Nietzsche’nin “Gere meriv bibask be ji bo hezkirina kendalan/
Uçurumu sevenlerin kanatları olmalıdır,” uyarısındaki
üzere…

       size="3">Şimdi söz sırası “11. Tez”in radikal
sosyalistlerinde, tarih sahnesi Onları bekliyor…

       size="3">Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum
sizlere…

      3
Aralık 2010 21:05:26, Ankara.

       size="3">N O T L A R

       size="2">[1] 4 Aralık 2010 tarihinde Antep’te
düzenlenen Newroz ile Dayanışma Gecesi’nde yapılan
konuşma… Newroz, Yıl:4, No:155, 8 Aralık 2010; Newroz, Yıl:4,
No:156, 15 Aralık 2010…

       size="2">[2] Oktay Rifat.

       size="2">[3] Levent Köker, “İleri Demokrasinin
İfadesi Olarak Çokkültürlülük”, Zaman, 18
Kasım 2010, s.18.

       size="2">[4] Atilla Yayla, “Sosyalizm ve Harcanan
Hayatlar”, Zaman, 26 Kasım 2010, s.26.

       size="2">[5] Robert W. McChesney-John Bellamy Foster,
“Abdürd Sistem Kapitalizm: ABD’den Bir Bakış”,
Monthly Review, No:24, Ekim 2010, s.3-20.

       size="2">[6] Hadi Uluengin, “Atatürk
İbadeti”, Hürriyet, 19 Ekim 2010, s.21.

       size="2">[7] Bekir Ağırdır-Eren Putlar, “Kürtler
Açlık ve Yoksulluk İçinde”, Radikal, 3 Aralık 2010,
s.34-35.

       size="2">[8] Güngör Uras, “Şirket
Kârları Çok Çok İyi”, Milliyet, 15 Kasım 2010,
s.7.

       size="2">[9] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel
Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534,
2’inci baskı, 1986, s.62.

       size="2">[10] Teslim Töre, “6 Mayıs’ta
Ölümsüzleşenlere Mektup”, Günlük, 9 Mayıs
2010, s.5.

       size="2">[11] Fatmagül Berktay, Politikanın
Çağrısı, Bilgi Üniversitesi Yay., 2010.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder