19 Aralık 2010 Pazar

"Su Hakkı"nı Kabul Ettiren Bolivya ve Bütün Mümkünlerin Kıyısı / Merthan Özcan

"Su Hakkı"nı Kabul Ettiren
Bolivya ve Bütün Mümkünlerin Kıyısı / Merthan Özcan

Bolivya’da 22 Nisan 2010 tarihinde gerçekleştirilen, 
“Doğa Ana Hakları ve İklim Değişikliği Dünya Halkları
Konferansı” sonrasında su hakkının tüm canlıların temel
hakkı olduğu karar altına alınmıştı. Uluslararası hukukun oluşması
sürecini şirketler ve devletlerin pazarlığına mahkûm
olmadığını gösteren bu toplantının ardından, su hakkı talebi
Bolivya tarafından Birleşmiş Milletler’in gündemine getirildi.
BM çatısı altında, Bolivya’nın içinde bulunduğu blok
tarafından yapılan yoğun çalışmalarla su hakkı evrensel bir hak
olarak kabul edildi. Türkiye bu hakkın tanınması konusunda karşı oy
kullandı. Nisan ayından beri iklim değişikliği konusunda böylesi
önemli politik gelişmeler yaşanırken,  Eylül ayında New
York’ta gerçekleştirilen halk örgütlenmeleri
buluşmasında,  Bolivya devlet başkanı Evo Morales,
biyoçeşitliliğin kaynağı olan ormanlık alanların ve yağmur
ormanlarının ekolojik sistem ve insanlık açısından taşıdığı
önemi ve bugün dünyadaki tüm sera gazı emisyonlarının
yüzde 18′ine ormansızlaşmanın neden olduğunu vurgulayarak, her
gün 36.000 futbol sahası büyüklüğündeki ormanın
yok olduğunu, böyle giderse bu yüzyılın sonuna kadar
yeryüzünde orman kalmayacağını belirtti.
 
Morales özellikle REDD (Ormansızlaşma ve Ormanların Tahribinden
Kaynaklanan Emisyonların Azaltılması) ve onun REDD+, REDD++ versiyonu gibi
piyasa mekanizmalarıyla, bazı çevrelerin doğanın
metalaştırılmasına yerli grupları ve liderleri inandırmasından
duyduğu kaygıyı dile getirdi. Bu kaygı çerçevesinde
Morales, “karbon piyasası”nda gelişmiş kapitalist
ülkelerin, kuzeyli şirketlerin kendi emisyonlarını azaltmak ya da
ekonomik çıkarları uyarınca Güney’deki “REDD
ruhsatları”nı satın almak gibi bir seçeneği olduğunu
vurguladı. Bu mekanizmanın Türkiye’de de hayat bulması
için eylül ayından beri Çevre ve Orman
Bakanlığı’nın yoğun çabaları olduğunu da biliyoruz. 
Böylece, örneğin “gelişmiş bir ülkede” bir
tonluk CO2 emisyonu azaltımı için 40 ya da 50 dolar yatırmak
zorunda olan bir şirket, “gelişmekte olan bir ülke”de 10
ya da 20 dolar karşılığında bir “REDD ruhsatı” satın
almayı yeğleyerek, belirtilen CO2 emisyon azaltımını
gerçekleştirdiğini söyleyebiliyor. Bu mekanizma sayesinde
gelişmiş ülkeler emisyonlarını azaltma
yükümlülüğünü gelişmekte olan ülkelere
devrediyor. Bu durumda Kuzeyli şirket Güney’in ormanlarından
“ruhsatlı” karbon satın alma yoluyla çok para tasarruf
ediyor. Morales’in deyişiyle, “Kuzeyli şirketler sadece
emisyonları azaltma taahhütlerini ucuza getirmekle kalmayıp,
ormanlarla birlikte doğanın metalaşma sürecini de
başlatıyor.”
 
Morales, ormanların, doğanın ve yerli halkların satılık olmadığını
vurgulayarak, yerli halkların köylüler ve dünyadaki sosyal
hareketlerle birlikte Doğa Ana Hakları ve İklim Değişikliği Dünya
Halkları Konferansı’ndaki öneriler doğrultusunda mücadele
edilmesi gerektiğini vurguluyor.
 
Ama İşler Kolay Değil

 
Ağustos ayında Bolivya’nın yoksul yerli halkalarının yaşadığı
Potosi bölgesinde bir isyan dalgası başladı. Açlık grevleri,
yol kesmeler ve sağcı önderlerin gerilimi yükselten
eylemlilikleri sonucunda Potosi halkı ile MAS hükümeti bir
anlaşmaya vardı. Anlaşma sanki daha 4 ay önce Bolivya
hükümetinin Doğa Ana ve yerli halkaların haklarını geliştirmek
adına attığı adımın toplumsal temellerini sallıyordu. Yapılan
anlaşma doğrultusunda,  Potosi’de kurulacak çimento
fabrikası için fon ayrılması, Potosi’ye uluslararası
havaalanı kurulması, Cerro Rico zirvesinin tarihi alan olarak korunması,
yapım çalışmaları durmuş olan Karichipampa metal fabrikasının
en kısa zamanda bitirilmesi,  bölgedeki yol çalışmaların
bitirilmesi, Oruro ve Potasi bölgelerini ayıran sınırların
belirlenmesi konularında anlaşmaya varıldı. İklim adaleti konusunda
alınan tüm önemli kararlar topraksız yoksul halkın direnişiyle
karşılaşıyordu. Bolivya’da toprakların yüzde 98’nin
denetimi hala yüzde üçlük bir azınlığın elinde
bulunuyor. “İyi yaşama” giden yolu açacak yegâne
yolun bu yoksul ve emekçi halk kitlelerin talepleriyle
örtüşecek bir kapitalizmi aşma projesinde biçimlendiği
açığa çıkıyor. Aralık 2009’da resmen MAS’ı
destekleyen La Paz fabrika işçileri, şimdi hükümetle
aralarına mesafe koyup hükümetten uzaklaştılar.
İşçilerin bu tutumu, şehirdeki öğretmenler, madenciler ve
sağlık çalışanlarıyla beraber 2010 Nisan ve Mayıs’ında
gerçekleştirdikleri bir dizi grevle açıklık kazandı. Eski
ayakkabı-fabrikası işçisi Oscar Olivera liderliğinde Cochabamba
Fabrika İşçileri Federasyonu’nun politik ve ideolojik tutumu,
Morales’le aralarındaki daha derinleşmiş uçurumu
yansıtmaktadır. Güçlü bir kentsel yerli halk-proletarya
örgütü olan FEJUVE-El Alto (El Alto Mahalle Konseyleri
Federasyonu) dört yıldır ilk kez yön değiştirdi.

Bolivya’da tabandan yükselen talepleri karşılayacak ve
özel mülkiyet sistemini ilga edecek bir emekçi
özyönetimi hayata geçmezse, su hakkının da politik olarak
hayata geçmesinin olanağı kalmıyor. Bolivya bu anlamda tek
ülkede sosyalizm deneyiminin ve emekçi kitlelerce denetlenmeyen
bir iktidarın sınırlarını da gösteriyor. Bu anlamda doğanın
sömürüsüne karşı mücadele ederken emeğin
sömürüsünü de ortadan kaldıracak bir siyasal
örgütlenmenin gerekliliği bir kez daha açığa
çıkıyor.

Kaynak: ekolojistler.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder