4 Mayıs 2011 Çarşamba

Mısır Devrimi ve Sonrası - Samir Amin

Mısır Devrimi ve Sonrası
- Samir Amin

1. Mısır Devrimi'nin Özellikleri ve Değişimin
Gereksinimleri

Devrimin kitleselleşmesinde ortak öğeler

Ocak ayının sonlarında Mısır toplumunda baş gösteren hareketlerin
devrim gerçeğine dayandığını düşünüyorum,
fazlası değil. Olanlar toplumu tekrar eskiye kavuşturmak için
başlatılan bir ayaklanma ya da bir patlamaydı. Sadece bir protesto
gösterisi olmamakla birlikte tam olarak bir devrim de değildi.
Öyle ki, hareketin Mübarek'i devirmek gibi açık bir
hedefi yoktu. Hareketin içinde bulunanların bazı açık ve
kapalı talepleri ve hedefleri vardı. Bu hareketin üç temel
öğesi bulunuyor, dördüncüye de daha sonra
değineceğim.

Birincisi, hareketin temelini politize olmuş ve birbirleri ile sürekli
irtibat halinde olan ve sayıları milyonları bulan gençler
oluşturdu. Bu gençleri yeni nesil olarak görebiliriz.
Gençlerin, kökleri halk komitelerine uzanan ve yakın
dönemde orta sınıf diye nitelendirdiğimiz kitleye ait. Ancak bu
hareketin gerçek anlamında halk kanadı yok. Yani yoksul
işçilerin ya da çiftçilerin çocukları
değiller.

Bu gençler kendilerini diğer grupların [partilerin] dışında ve
senelerdir yok edilmiş olan siyasi hayat düzeninin içinde
yetiştirdiler. Bu, tek başına övgüyü hak edecek bir durum.
Gençler homojen bir toplumun parçası değillerdi ancak
çoğunluğunun basit demokratik talepleri aşan istekleri vardı.
Talepleri sadece şeffaf seçim ve çeşitli partilerin
yasaklanmadan var olması ile sınırlı değildi; ayrıca ifade
özgürlüğü ve toplumsal faaliyetlerde
özgürlük istiyorlardı. O zaman bu isteklerin hepsi tam olarak
gerçekten demokratiktir.

Gençler modernler ve çağın getirdiği yeniliklere
vâkıflar. Dünyada neler olup bittiğini ve diğer ülke
halklarının yaşam standartlarını biliyorlar. Bundan dolayı dini
havanın da etkilediği geçmişi taklit çerçevesinin
dışına çıktılar. Demokratik taleplerinin gereği olarak da
sömürgeciliğe karşılar. Öyle ki, bu gençler
Mısır'ın şerefini yeniden kazanmak için yola çıkan
ulusalcı gençler. Gençler kesinlikle Mısır'ın
bağımsız bir devlet olması gerektiğine inanıyor. Onlara göre
Mısır özellikle İsrail'in genişleme politikasını destekleyen
Amerika'nın siyasetine tabi olmamalı. Onlar bu şekilde vatan
topraklarının istismarına karşılar. Bunu Arap milliyetçiliğinin
bir gereği olarak ortaya koymuyorlar. Aralarında milliyetçilik
anlayışına sahip çeşitli görüşlerde gençler var.
Bazen Mısır'ın çıkarı için milliyetçi
anlayıştan vazgeçilebiliyor. Şüphesiz bu gençler Arap
devletleri ile yardımlaşmadan yanalar. Ancak, Afrika, Asya ve Güney
ülkeleri için de aynı şeyleri düşünüyorlar.
Sanırım internet yolu ile uluslararası bilgilere ulaşabilme ve son 10
yılda Latin Amerika'da yaşanan olayları, çok derinlemesine
olmamakla birlikte takip edebilme fırsatına sahip oldular. Oradaki
değişimi görmezden gelmeleri ve etkilenmemeleri, Morales, Chavez gibi
liderlerden habersiz oldukları düşünülemez; zira o
bölgeler de sömürüye karşı demokratik taleplerin
çatıştığı bir arenadır.

Öte yandan bu gençler piyasacı politikalara ve kapitalizme
bilinçli bir şekilde karşı çıkmıyor olabilirler ve
değişim için gerekli şartların bilincinde olmayabilirler, ancak,
toplumsal olarak sola meyilliler. Nitekim bir tarafta milyoner ve
milyarderlerin varlığı artarken fakirleşenlerin de çoğalmasını
ve aradaki eşitsizlik uçurumunu toplumsal olarak
gözlemleyebiliyorlar. Bilinçli bir toplumsal adalete hasredemesek
de açık bir şekilde bu tarafa yönelmiş oldukları
anlaşılıyor. İşte bu gençler 25 ocak 2011’de insanları
sokağa çıkmaya davet ederek hareketi başlatanlardır. Tunus'ta
haftalar önce başlayan olaylar, gençleri cesaretlendirerek
baskı organlarına ve eziyetlere karşı teslim olmamayı öğretti.


Radikal Mısır solu gençlerin bu çağrısına hemen cevap
verdi. Zaten buna hazırdılar. Abdulnasır döneminden beri,
Mübarek gibi liderlerin iktidarı altında da uzun süre siyasi
hayattan dışlanmışlardı. Bunların arasında belli
ölçüde aydınlar, orta tabakalar ve işçiler var.
Durumu tersine çeviren ise bunların ufak çaplı da olsa
örgütlenmeleri oldu. Belki kendi hassasiyetim dolayısıyla
böyle düşünüyorum ancak sonuçta gençlerle
bu sosyalist gruplar arasında bir gönül bağı vardı. Sosyalist
olmasalar da bu gençler sömürü ve kapitalizm
karşısında yer aldılar. Dolayısıyla, Mısır devriminin geleceğinin
altyapısının çoğunluğu oluşturan gençler ve radikal sol
tarafından belirleneceğini düşünüyorum.


Mısır devriminin üçüncü önemli ayağını ise,
edebi dildeki haliyle söyleyecek olursak, liberal burjuvazi denilen
tabaka oluşturuyor. Ben bu kesimin “liberal demokrat gruba dahil
öğeler” olarak isimlendirilmesini daha doğru buluyorum.
Çünkü Mısır’da burjuvazi gerici bir tutum
sergilemekte ve dış güçlere tâbi, parazit bir topluluğu
simgelemektedir.


Burjuvaziyi para, ticaret, hizmet ve fabrika sahibi kesim olarak doğru
manası ile kullandığımızda Mısır gerçeğinde parazit olan ile
olmayanı ayırmak olanaksız. Evet halktan da fabrika sahibi olan
küçük bir kitle var, her ne kadar bunlara burjuva desek de
bunlar asıl burjuvaziye dahil edilemez. Örnek; inşaat
sektöründeki küçük şirketler, büyük
şirketlerin baskısı altındadır kendilerinden gizlice büyük
şirketlere destek olunması istenir. Mısırdaki burjuva ABD gibi
küreselleşmeden ciddi faydalar sağlamıştır. Ancak devlette
profesyonel meslek sahibi doktor, avukat, mühendis ve muhasebecilerin
durumu farklıdır. Bunların zengin, orta halli ve fakir olanları da
vardır. Bunlara burjuva diyemeyiz. Bu grup siyasi olmasından çok
ideolojik ve kültürel olarak iki ana kola ayrılır. Selefi olarak
tabir edebileceğimiz Müslümanlar [burada sorun inanalarla
inanmayanları ayırmak değil. Mısır halkının geneli ister
Müslüman ister Kıpti olsun inançlıdırlar. Dolayısıyla
sorun imanla, inançlı olmakla ilgili değil.] ki, bunlar zaten
siyasetten uzak dururlar. Bunlar orta kesimin çoğunluğunu
oluşturur. Devletten ve Körfez ülkelerinden de destek
alırlar.


Diğer orta kesim ise aydınlanmış diyebileceğimiz grubu oluşturur.
Bunlar açık fikirlidirler ve imkanları dahilinde demokratik
diyebileceğimiz çabaların içerisinde bulunurlar. Hicap gibi
konulara takılmazlar dini taassupları yoktur. Aydınlanmış olmalarından
kasıt onlar Batıyı ve Avrupayı dışlamazlar tam tersine Avrupa
ülkelerine giderler ve söz konusu ülkelerin
sömürgeci tabiatını sorun etmeden ve bilinçsiz olarak
Batı toplumunu severler. Son yıllarda 'kifaye' hareketi gibi
demokrasi ve toplumsal demokrasi yanlısı eğilimler ortaya
çıkmakta.


Her ne kadar fakirlik gibi toplumsal sorunlarla ilgilenmeseler de, solun en
büyük destekçisi olarak bu grubu görüyorum. Bunlar
arasında kapitalizm ve serbest piyasa ekonomisini benimsemelerine rağmen,
siyasi ve iktisadi hayatın değişmesi gerekliliğini vurgulayanlar vardır.
İsrail ve ABD politikasınının etkisine maruz kalmanın yanı sıra, şunu
da söyleyebiliriz: İnsanların İsrailden nefret ettiğini biliyoruz ve
bunda şüphe yok ancak bir hakikat olarak İsrail'i kabul edenler
tabi Mısırlıların Filistinli olmadığı gerçeğini da göz
önüne alıyorlar.


İşte bu saydığımız ilk üç öğe olayların ilk
gününde Kahire, İskenderiyye, Süveyş gibi ülkenin
heryerinde 1-2 milyon insanı sokağa döktü. Yirmidört saatın
ardından 15 milyon insan protesto gösterileri için sokaklara
çıktı. Ayaklananlar sadece büyük şehirlerdeki halk
değildi. İlçe ve muhafazalra, kasabalar hatta köylerde de halk
gösterilere katıldı. Zaten bu belirtilen rakam Mısır halkının
hepsinin gösterilere katıldığını gösterir. Aralarında
politize olmuş belki de en fazla 2-3 milyon kişi vardı. Geri kalanlar
kesinlikle politika ile hiçbir ilgisi olmayan halktır. Zaten Cemal
Abdulnasır döneminde başlayan, Mübarek ve ekibinin daha da ileri
götürdüğü siyasi hayatın yok edilmesi ve siyaset adına
ne varsa yukardan devlet tarafından yönlendirilmesi bu durumu daha net
açıklar. Ayrıca Mısırda islami akımın neden kazandığı
sorusuna verilecek cevap da orada mevcuttur. Zira, halka cami mimberlerinden
seslenebiliyorlardı. Hutbe veriyorlardı ancak siyasi ve toplumsal
konulardan bahsetmelerine izin verilmiyordu.


Böylece 25 ocak 2011 Mısır toplumunda gerçekleşen devrime
katkısı olan 4 gruptan da bahsetmiş olduk. Tabi bunları tüm Mısır
halkını kapsayan bir temsile ek olarak, gençler, radikal sol, ve
orta sınıf liberal demokrat kesim olarak üç kısma
ayırdık.


Hiç şüphesiz, bu büyük ayaklanmanın gerisinde
halkın son dönemde yüzyüze geldiği giderek
kötüleşen yaşam koşulları var. İşçilerin 2007'deki
grevleri, mücadelenin başlangıcı sayılabilir. Nitekim 2007 grev
dalgasıyla bağımısz sendikalar kurma fikri ortaya çıkıp hayata
geçirilmişti. Bunun yanında küçük
çiftçiler hareketlerin hükümetin tarım ekonomisini
gözden çıkarmasına rağmen büyük bir kararlılıkla
haklarını savunmaları önemlidir. Orta kesimde ise
''kifaye'' hareketinin yükselmesi gösterilebilir.
Gençler arasında bir benzeri ise 6 nisan olarak ortaya
çıkmıştır. Yani tüm bunlar bir şekilde yakın bir
zamanda  patlamanın yaşanacağını gösteriyordu ki, olan da bu
zaten.

Şimdi Değişimin gerektiridiklerine geçebiliriz. Ocak-şubat
2011’de başlayan hareketin halkın arasında büyüyerek
gelişmesi, kök salması ve ilerleyebilmesi için zamana
ihtiyaç var ve bu çok açık. Uzunca bir geçiş
sürecine ihtiyaç var.. Devrimin hükümeti devirererk
düzeni ve anayasayı değiştirme talebi bir gerçek olsa da,
bunlar henüz fiili olarak gerçekleşmiş değil. Düzeni
değiştirmeye yönelik bir talep ve eğilim bir vakia olmakla birlikte
bundan fazlası yok. Anayasanın feshedilmsiyle de
yürürlükteki yasal mevzuat ve yürürlükteki
kanunlar fiili olarak ortadan kaldıldırılmış değil. Bu da demokrasiye
ancak uzun bir geçiş dönemi sonunda geçilebileceği
demeye geliyor.

Bir süreçten söz ederken ve demokrasi değişimin
gereksinimlerinin başında gelir derken, gerçek anlamdaki
demokrasiden söz ediyorum elbette. Zira, gerçek bir demokrasi her
türlü partileşmenin ve örgütlenmenin yolunu açar
ve o alanı özgürleştirir. Böyle bir demokrasiye
geçiş süreci de 2 yıl ya da daha fazlasını gerektirir.
Böyle bir zaman dilimi, medeni, laik, demokratik bir siyaset
kültürünün oluşabilmesi için gerkelidir. Burada
demokrasi kültürü diyorum, sosyalizm kültürü
demiyorum. Çünkü bu laik siyasi kültür, aynı
zamanda demokratik burjuva örgütlenmelerini, sosylizm taleplerini
ve toplumsal istekleri de içine alır ki, ancak böylesi bir
ortamda yapılacak seçimlerin halk için bir anlamı olabilir...
Çünkü böylece toplum çoğunluğu politik alana
dahil olabilir. (2). Bu süreçte yeni yönetimin alacağı
şekle dair tartışmalar, politika alanında liderlerlikler arası siyasi
çekişmeler politik mücadelenin muhtevasını
değiştireçcektir. Aynı şekilde yeni dönemde ordunun da 
değişim sürecine tâbi olması, eski yönetimde görev
almış üst düzey unsurların sürece dahil olmaması,
sürecin dışında bırakılması gerekir. Bu şahısların
yönetime dahil olmaları durumunda  şimdi olduğu gibi
özgürlük karşıtı karar ve uygulamalar dayatılmaya devam
edecektir. Nitekim, partilerle ilgili çıkardıkları yeni yasalar,
eski yönetiminkilerin bir kopyası ki, işçilerin greve
gitmelerinin nedeni de odur. Bu yüzden bu tür kararlara imza atan
bir hükümetin “geçici hükümet” olarak
görülmemesi gerektiğini kavramalıyız. Ve bizden önce bu
işe soyunmuş Tunus’lulardan tedrici de olsa değişimin fiili olarak
gerçekleştirilmesi gerektiğini öğrenmeliyiz. Öyle ki,
“geçici hükümetin” sokağa dökülen
halk hareketlerini temsil edenler tarafından kurulması gerekir... Bu durum
Tunus ve Mısır'ın şartlarının birbirinden farklı olması olarak
açıklanabilir. Zira siyasetten uzak olan Tunus ordusu hem
küçük ve zayıf, hem de kendi ülkesinde bir
ağırlığı da yok. Özetle, Mısır ordusu gibi önemli bir role
sahip değil. Bir de Tunus'ta birbiriyle mücadele eden iki
güç söz konusu. Bunlardan biri eski yönetim ve
hükümet  partisi ile bağlantılı olan parazit
diyebileceğimiz burjuva sınıfı, diğeri de devrimci güç
olan  orta sınıf ve halk tabakasından müteşekkildir. Velhasıl,
Mısır da olduğu gibi ordunun üçüncü bir
güç odağı olmadığı durum söz konusu....

 

Ayrıca, Tunus hükümeti [yönetimi] Mısır
hükümetinden çok daha iyidir. Şimdiki Tunus
hükümeti hiçbir partinin ya da sendikanın kurulmasına
karışmıyor, insanlara seçme özgürlüğü
tanıyor. Yani orada Mısırda olmayan bir demokrasi söz konusu.
Sonuç olarak asıl solun gerçek talebi halk hareketi ve
demokrasi yanlısı orta kesimle koalisyon kurmaktır. Tabi aynı şekilde
işçi sendikaları ile de. (3)


2. Gerici Bloğun ittifakı

 

Karşı devriminin stratejisi ya da gerici ittifak bloğu iki ya da
üçe ayrılır. Birincisi, burjuvazide somutlaşmış hakim
tabakadır. Düzen ne kendilerinin ne de Mübareğin düzeniydi.
Buların bir çoğu yolsuzluklardan beslenerek zenginleştiler. Mısır
burjuvazsine dahil zengin çiftçiler de bunlara dahildi..


Ve bu noktaya iyi dikkat edilmesi gerek zira, genel olarak
çiftçilerden söz ediyorum. Köylerde yaşayan
çiftçiler farklı tabakalara ait. Mısır köylerindeki
çiftçilerin yüzde 40’ı hiç birşeye sahip
değillerdir. Yüzde otuzu ise küçük
çiftçilerdir ve diğer yüzde 30’luk kısımı ise
zengin çiftçiler oluşturur.


Tabi bu paralı çiftçilerin zengin burjuvalar gibi milyonlara
sahip olması gerekmez. Mısır toplumuna göre görece zengin,
dolayısıyla da gericidirler. Ayrıca devlet yetkilileri ve köyün
ileri gelenleri ile araları  iyidir. Mühendis, doktor ve bazı din
adamları ile de iyi anlaşırlar. Zengin çiftçiler siyasal
islamın köydeki en güçlü öğesini oluştururlar.
Nasır'ın tarım alanında yaptığı düzenlemeler Mısır köy
toplumundaki dengeleri ciddi ölçüde değiştirmişti. Ve bu
düzenlemelerden en çok faydalananlar zengin
çiftçiler oldu. Zengin ve küçük
çiftçilere çeşitli destekler verildi. Tabi bu durum
doğal olarak güçlü çiftçilerin zayıflar
üzerindeki gücünü artırdı. Nasır döneminde
küçük çiftçileri koruyucu bazı önlemler
alındı. Ancak mübarek dönemine gelindiğinde tarım ile ilgili
yapılan planlamalar iptal edildi. Bu durum zengin çiftçilere
zayıf olanların sırtından daha da zenginleşebilecekleri fırsatlar
yarattı.


Etki tepki sonucu olarak küçük çiftçiler
gerici hakim cepheye mensup zengin çiftçilere yani devrim
karşıtı bu gerici unsurlara karşı tavır aldılar. Çoğunluğu
oluşturan fakir köylülere gelince, bunlar tarım reformundan ve
yapılan düzenlemelerden faydanlanmak bir yana, tamemen dışlandılar.
Ancak “dışa açılım” döneminde durumları
değişti. Körfeze, Libya ve Irak'a göç eden
Mısırlıların büyük bölümünü bu yoksul
çiftçiler oluşturuyor. Bunlardan bazıları geri
döndüler ancak üreten çiftçi sınıfından
farklı olarak, iğreti işlerle yaparak geçimlerini sağlamaya
çalışan köylülere dönüştüler. Kanımca en
önemli, en can alıcı sorun, zengin çiftçiler ile siyasi
islam arasındaki ilişkidir. Zira, eskiden olduğu gibi zengin
çiftçiler muhafazakar ve donuk selefi islamın en
güçlü dayanakları oldu.

*Müslüman Kardeşler ve İslami Akımlar


Müslüman Kardeşler cemaatinin [topluluğunun] demokratik bir
yapıya sahip olabileceği şüphelidir. Sistemleri mürşide itaate
dayalıdır, demokrasi ve tartışma fırsatından yoksundurlar. Sadece
mürşide değil de cemaatin diğer liderlerine bakacak olursak, hepsinin
çok zegin kişiler olduğunu görürüz. Ezher de
tanınmış kişilerin de aralarında bulunduğu bu insanlar, Körfez
ülkelerinden ciddi bir maddi destek alır. Liderler demokrasiye karşı,
siyasi ve toplumsal olarak gerici olduklarının farkındadırlar
[bilincindedirler]. 1973 harbinden sonra Körfez paraları ile
güçlenen Vahabileri Mısıra'a sokanlar da onlardır.
Müslüman Kardeşler, bir Vahabi olan Muhammet Reşid
Rıza’nın düşüncelerinden etkilenerek vahhabilikten ilham
aldılar. Körfez ülkeleri Mısrdaki vahhabi oluşumu desteklemeden
çok önce bu adam vahhabiliği ülkeye tanıttı. [soktu]. Bu
çerçevede İngiltere elçiliğinin arşivinde bulunan
belgelere göre, 1927 yılında
bizzat elçilik, Müslüman Kardeşlere halk komitelerinin
siyasetten uzak tutulması karşılığında destek kararı almıştır.
Birinci dünya savaşının ardından, 40’lı yıllara kadar
ilerleme ve gelişmeyi burjuvalarla ile aydınlanmış orta kesim
yürütmüştür.


Öyle ki, burjuva dediğimiz bu kesim mezhepsel ve dinsel
tartışmaların üzerine çıkarak birşeyler yapmaya
çalıştı. Sonradan olduğu gibi bunlar Hristiyan gibi bir taassuba
girerek karar vermedi. Siyaset alanında vatanı için çalışan
Hristiyanların ön plana çıktığını gördük.

 

Mısır siyaset kültürünün ikinci unsuru da
özellikle 2. Dünya savaşı sonrasında gelişen komünizm
olmuştur.

 

Mısır siyaset kültürünün üçüncü
ögesiyseise büyük toprak sahibi gericiler.

Müslüman Kardeşler Mısır'da 20'lerden beri daima devrim
karşıtı bir rol üstlendiler. Diktatör Sıdkı paşa'ytı
desteklediler. İkinci Dünya Savaşının ardından İngilizlere karşı
Alman faşizmine meylettiler. 21 Şubat 1946'da işçi hareketinin
talebelerini dillendirdiği gösterilerde [eylemlerde] Sıdkı'nin
yanında yer aldılar. Bu sonuncu devrimde de aynı şeyi yaptılar, devrim
hareketine geç katıldılar ve katılmalarının ardından da bir
düzen partisi olan demokrat parti ile koalisyon oluşturdular.
[Müslüman Kardeşlerin] tarihi rolleri Mısır'da halk
sınıflarına ihanetin tarihidir ve halen de öyledir. Velhasıl
değişen bir şey yok...

Şahsi görüşüm, Cemal Abdulnasır'ın halk komitelerini
siyasi hayattan men ederek, onları siyasal sürecin dışana atarak,
Siyassal İslamın ülkede kök salmasını sağladığı ve
sorumlunun Nasır olduğudur. Mısır toplumunda iki önemli odak olan
komünizmi ve liberal burjuvaziyi yıktı. Delegasyon ve parti
kurmalarına izin vermedi. Kominizmle mücadele adı altında
komünistlere çok sert davrandı. İşte siyasi alanda yaratılan
bu boşluğu zaten toplumda var olan İslam değerlendirdi.
Müslüman Kardeşlerin yayılması için hazırlanan zemine
bakmadan söylüyorum bunları. Abdulnasır’ın yönetim
düşüncesi liberal burjuvazi ve kominizmi yok ederek
yönetebileceği islami bir sosyalizmin mümkün olduğu
düşüncesiydi. Tabi tarih, Siyasal İslamın kısa süre
içerisinde sadece komünizme değil sosyalizme ve demokrasiye de
karşı olduğunu gösterdi.

Şimdi Müslüman Kardeşler tarım düzenlemelerini islamın
mülkiyet hakkına sahip çıktığını vurgulayarak reddettiği
düşüncesini yaymaktalar. Bu durumun sadece ulusal olarak değil
uluslararası düzende de ne kadar gerici bir düşünce olduğu
açıktır. Örnek olarak, Avrupa'da hiç kimse
böyle bir karar çıkaramaz... Onlara göre Dünya
Bankası bile solun elindedir!

Şartlar Müslüman Kardeşleri sanki yönetim karşıtıymış
gibi gösterdi, öyle bir algıya neden oldu. Bu kesinlikle doğru
değildir. Mübarek ve yandaşları, Müslüman Kardeşleri
ön plana çıkardı. Müslümanların [özellikle
İhvan’ın] hukuk, eğitim ve medya alanına tahakküm etmelerinin
ve devlet yönetimde önemli poziyonlar edinmelerinin
önünü açtı. Velhasıl Müslüman Kardeşler
kesinlikle yönetimin bir parçasıdır.

İhvanı Müslimin’in içinde Selefiler olarak bilinen
aşırı dinciler var. Acaba bunlar gerçekten Müslüman
Kardeşlere karşı düşmanlık sergileyebilir mi? Yoksa burada bir
görev paylaşımı mı söz konusu? Öyle ki, Müslüman
Kardeşler Washington'a mutediliz [ılımlıyız] izlenimi vererek,
çizmiş oldukları yol haritasına demokrasi belgesi almaktalar...
İşte bu Obama'nın gerçekleştirdiği çirkin oyunun ta
kendisidir...

Düşman -yani sömürgeciler [siyonist yandaşları da dahil]-
siyasetin islamîleştirilmesinin toplumun ciddi sorunlarına ve asrın
taleplerine karşılık veremeyeceğini çok iyi biliyor. ABD'nin
ve Körfez ülkelerinin ve tabi ki, İsrail'inde nihai olarak
hedefi böylece devrimi yoketmektir.

Başka bir husus da şu: Mısırda Sufiler de diğer bir islami akımı
oluşturur. [Sufi tarikatlara mensup yaklaşık 15 milyon Mısırlının
olduğu söyleniyor]. Bunlar Vahhabileri kendilerine bir tehdit olarak
görüyorlar ve din ve siyasetin ayrı olduğunu
düşüncesinden hareketle de Laikliğe yakın bir tablo
çiziyorlar.

*Askeri Kurum ve Soru İşareti?

Washington hükümeti, Mısır'da kısa süreli bir
“geçiş“ planlayarak, devrimin başarısını
köstekledi ve bu süreçte iktidar hakim tabakanın [egemen
blokun] elinde kaldı. Gereksiz veya önemsiz bir kaç
değişikliğin dışında anayasa da olduğu gibi kaldı ve
Müslüman Kardeşlerin parlamentoda yer alacağı ve eski
düzenin sürdürülebileceği bir sistem kuruldu. Son
dönem yayınlanan ABD belgelerinde söylediğimizi doğrulayan
kanıtlar var.

Planın birinci aşaması referandumla gerçekleştirildi. Şimdi de
planın ikinci aşamasına yani eylül-ekim seçimlerine hazırlık
yapılıyor. ABD'nin Mısır için uygun gördüğü,
orada uygulanmak istenen sistem, Pakistan'dan esinlenerek hazırlanmış.
Kesinlikle Türkiye'den değil. Zira ikisi arasında çok
büyük fark var. Türkiye'de ordu laikliği korumak
için perdenin arkasında duruyor. Bu hiç bir şekilde
Mısır'daki durumla aynı değil. ABD'nin Mısır için
tasarladığı “demokrasi” Pakistan'dakinin bir benzeri.
Avrupa'da ve diğer Arap memleketlerinde bahsedilen Türkiye
örneği kesinlikle kafa karıştımak ve Pakistan örneğini devreye
sokmak için bir şaşırtmacadan başka bir şey değil.
Pakistan'da yönetim kendini islami olarak tanımlar ve Ülkede
asıl komprador burjuvazinin hükmü sürer. Perde Arkasında ise
askeri kurum vardır. Gerek duyulduğunda dengeleri gözetmek için
bu güç devreye girer ve tasfiyeler başlar.

Mısır'a sunulan [lâyık görülen] model Pakistan
modelidir. Perdenin arkasında İslami bir ordu, parlamentoda
seçilmiş islami parti. İşte ABD'nin biz Mısırlılara uygun
gördükleri demokrasi modeli.

O zaman bu planın gericileri destekler mahiyette olduğunu anlyabiliriz.
Velhasıl, değişime ve demokrasiye açık olmayan grupların
yönetime hakim olması.

Mısır'dan beklenen, emperyalizme tabiiyetinin, bağımlılığının
sürdürülmesi ve İsrail'le aralarındaki barış
şartlarına riayet etmesi. Yani, işgalci İsrail'in yayılma
politikasına direnen Filistin halkına destek verilmemesine özen
gösterilmesi. Diğer yandan da ekonomik olarak büyük tekellere
bağımlılığın sürmesi.

Müslüman Kardeşler ve Ordu yönetimi bu şartları tamamen
kabul etmiş durumdalar. Ve ABD ordu yönetimine tam destek veriyor.

Mısır ordusunun üst kademelirinin çoğu ABD'de eğitim
almış ve aynı zamanda daha önce de bölgedeki Amerikan
askerleriyle birlikte tatbikatlar düzenlemişlerdi. Ayrıca
ABD’nin Mısır ordusuna her yıl 1. 5 milyar dolarlık bir desteği
söz konusu.

Bu, ABD'nin başarısıdır ki, ordunun adını kötü bir
şekilde duyurmadan devrimin önderliğini onlara sundu.

*Fesatla [yolsuzlukla] İlgili bazı
mülâhazalar

Yolsuzluk [corruption] toplumun yapısına bakılmadan yapılan tehlikeli
bir adlandırma. Yolsuzluğun rezil bir durum olması itibariyle ahlak diline
girdiği söylenir. Bana göre yolsuzluk kapitalizmin bir
parçasıdır, yani onda mündemiçtir. Modern çağda
da kapitalizm ancak yolsuzlukla belli hedeflerine ulaşabilmektedir.
Velhasıl, burjuvazi yolsuzluk üzerine bina edilmiştir. Öyle ki,
1970’de burjuvazinin varolabilmesinin başka yolu yoktu. Yolsuzluğun
tarih boyunca tüm devirlerde olduğunun söylenmesi ise
yanlıştır. Yolsuzluk 40 senedir kapitalizm ile birlikte anılmaya
başlanmıştır. Çağımızda da böyledir.

Batı toplumlarına bakın artık yolsuzluk düzenlerinin bir
parçası olmuş durumdalar... Dolayısıyla, yolsuzluğu kapitalizmin
dışında değerlendiremeyiz. Bunun için kapitalizm bunama
devresine girdi diyorum.

40- 50 yıl önce gelişmiş kapitalist ülkelerde stoklama
yapılırdı. Ancak bunun yanında bundan bağımsız olarak tarım ve sanayi
üretimi mevcuttu. Bu da rekabet edebilme gücü veriyordu.
Lâkin şimdi durum farklı. O zaramlar demokrat burjuva değerler ve
iktisadi ilişkiler henüz bu ölçüde bozulmamıştı.
Ancak geçen 30 yılda üretimi ve ellerinde bulundurdukları
malları da kapsayan dairesel bir stoklama ortaya çıktı. Bu da
stoklama yaparak gücü elinde bulundurma yöntemini zaafa
uğrattı.

Marks bunların olacağını düşündü ancak bununla ilgili
birkaç kelimenin dışında bir şey söylemedi. Daha çok
sosyalizm hakkında bazı öngörülerde bulundu.

*Geçmiş tecrübeler 

Şunu çok iyi görmeliyiz ki, son yıllarda Mısır halkı
dünyanın çeşitli bölgelerinde farklı şartlara sahip
ülkelerde bir çok halk ayaklanmasına şahit oldu. Bunların
sonuçlarına yakından bakmamız gerekiyor. Bu ayaklanmaları
üçe ayırıyorum; ilk olarak Güney ülkeleri Asya ve
Afrika'da olanlar. Ki, ben bunlardan Filipinler, Endenozya ve Mali'de
yaşananları örneklendirerek bahsedeceğim. İkinci olarak
Avrupa'nın doğusunda gerçekleşenler ve
üçüncü olarak da Latin Amerika'da yaşananlar.
Zira, bu ülkelerde düzene karşı geniş bir ayaklanma ve devrim
sözkonusu.

Filipinler ve Endonezya'da Mısır'daki Mübarek gibi
diktatörler vardı. Otokratlarla etrafı çevrili bozguncu
diktatör bir liderleri vardı. Baskı ve işkence ise had safadaydı.
Ülkelerin içinde bulundukları şartlar her ne kadar birbirinden
farklı olsa da, oradaki halkın yaptığı devrim Mısır'da 2011
şubatın'da yapılana benziyordu. Yani devrimi gençler, ilerici
orta kesim ve onlara katılan halk komiteleri üstlendi. Mali'deki
diktarör Musa Traore'ye karşı ayaklanan halk için de aynı
şeyleri söyleyebiliriz. Birinci çatışma diktatörün
gitmesi ile sonuçlandı düzenin değişmesi ile değil. Mali
halkı buradaki gibi 2, 3 haftada devrim yapmadı. Bir seneye yakın bir
süre onbinlerce kurban vererek başlarındaki diktatör gidene kadar
mücadele etti. Ancak sonra ne oldu? Bizde olmayan şey oldu... tam
manasıyla hürriyetlerine kavuştular, isteyen istediği partisini
kurdu. Ancak bu sefer de halkın kazanımlarının önünü
kesmek üzere eski yönetim dış baskıyı artırdı. Bölgede
El-kaide varlığı iddia edilerek gelişmelerin önüne
geçildi. Düzen ayrıca Körfezin mali desteği ile
muhafazakar [tutucu] islamı da aleyhlerine kullandı.

Filipin ve Endonezya'da durum aynıydı. Liderden kurtuldular ancak
düzenden kurtulamadılar.

Şuna dikkat etmeliyiz, bu ülkelerde bizden daha güçlü
bir şekilde devrim gerçekleştirildi ancak siyasal gerici islamla
yönetim varlığını sürdürüdü ve ilerlemenin,
özgürlüklerin gerçekleşmesi engellendi. Bu
çirkin oyuna terör ve El-kaide gibi unsurlar da dahil edildi.
Tüm yeniliklerin önü bunlar gerekçe gösterilerek
tıkandı. Belki de elli yıl sonra Üsame Bin Laden'in ABD'de
ikamet ettiğini öğreneceğiz ve ihtiyaç duyulduğunda
açıklama yapan bu adam bir yerlere girilmek istendiğinde sahneye
çıktığı anlaşılacak.

Gelelim Doğu Avrupa'daki ayaklanmalara: Komünizm [reel sosyalizm]
aleyhine bir devrim gerçekleştirildi. Bu hikayenin ayrıntılarına
girmek istemiyorum. Bu ayaklanmalar insanları ırklara ve dinlere
böldü. Yugoslavya örneğinde görüldüğü
gibi. Başta Almanya, İngiltere ve Fransa olmak üzere her konuda Batı
Avrupa'ya tabi devletler söz konusu. Latin Amerikayla ABD ilişkisi
gibi. Burada yaşanan tecrübelerde gidenin geleni arattığını
gördük.

Bizim için devrimin kazanması ve ilerleyişi noktasında Latin
Amerika en iyi örnek olarak görülüyor. Bu devrimci
uzantıların ilki geniş halk komiteleri, yoksul çiftçiler ve
çoğu işçi olan halkın Brazilya'daki [sanayileşmiş bir
ülke] ayaklanması olarak gösterilebilir.

Bolivya'da ise çok daha güçlü bir devrim
gerçekleştirildi. 5 sene sürdü 20 binin üzerine şehit
verdiler. Ancak sonunda durumları değişti yeni bir anayasa kabul edildi,
sömürgeciliğe karşı tamamen toplumsal düzenlemelere imza
attılar. O zaman bizim için Latin Amerika devrimleri iyi bir
örnek. Bu şartlarda en güzel modeli oluşturuyor. Aynı şekilde
Venezüella. Konuyu Mısır çerçevesinden çıkarmak
istemediğim için ona girmiyorum.

*Modern Mısır Tarihine dair kısa bir hatırlatma...

Mısır'ın modern tarihine bakın, hep devrimleri göreceksiniz.
İlk devrimin ardından uzun bir gerileme dönemi. Belkide son devrim
yeni bir ikinci uzun devrim döneminin başlangıcıdır. Birinci devrim
dalgası, 1920'den 1967'ye kadar 40 yıllık uzun bir döneme
tekabül eder. 1920, 1924 arası Birinci aşamayı Vefd hazırladı.
Mısır bu dönemde Tarihinin en demokratik, en ilerici yapısına
sahipti. Ancak Vefd'in içerisinden haince Sa'd Zağlul'un
ve bir takım Vefd'in önderliğini yapan kimselerin solcu akımı ve
komünist partiyi vurması ile bu süreç yıkıma
uğradı.

21 şubat 1946'da ise Sa'dın yolundan gidenler ve diktatör
Sıdki'nin kurduğu Müslüman Kardeşler bu durumu besledi.
Devrimin uzantıları sömürgeciliğe karşı ve demokrasi yanlısı
öğrenci koalisyonları, komünistler ve işçi kitlesi
hareketi ile sürdü. Bu da Sıdki Paşa önderliğindeki
Müslüman Kardeşlerin ihanetine uğradı. Vefdin yönetime
gelmesine kadar sürdü sonra tekrar bir ihanet ki, Mısır'ın
yıkımına sebep oldu ve bu ihanete Müslüman Kardeşler de destek
verdi. Ve sonrasından Askeri darbe...

1952'de ilk, 1954'te ise ikinci bir askeri darbe oldu. Sonra Nasır
dönemi geldi. Bu dönemde sömürgecililere karşı tavır
alındı ancak Cemal Abdulnasır yavaş yavaş devrimin iç
unsurlarını bitirdi...

Mısır halkının yapabileceği ve halkın yararına bazı
düzenlemelerde bulundu ancak bunu demokratik bir şekilde değil
yukardan, bir dayatmayla gerçekleştirdi. Düzen demokrasi
karşıtıydı.

1967'ye gelindiğinde ise Siyonistler aracılığıyla Amerika'nın
sömürüsünden kurtulamadı. Bundan Sonra Nasır
tutunamadı ve kapıları ardına kadar açtı. Mübarek de onu
takip etti.

Birinci devrim dalgasının ardından 1970'ten 2011'e kadar 40 yıl
uyuyan ve uluslararı hiçbir ağırlığı kalmayan Mısır Halkı,
2011'de yeni bir devrim dalgasıya uyandı...

Bugün biz ikinci devrim dalgasına girdik ki, bunun kapsayıcılığı
ve derinliği uzun süren ilk devrim dalgasından daha da
güçlü olabilir. İnaniyorum ki, uluslararası koşulları ve
yerel durumu gerektiği gibi kavrayabilen bir hareket, bizi ilerleme yolunda
sonuca götürecektir.

 

Çeviri: Muhammed Emin Üzümcü

 

Kaynak: www.ozguruniversite.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder