'General Eken'i
kaçıracaktık'
src="http://i.radikal.com.tr/644x385/2010/05/06/fft5_mf428966.Jpeg" alt=""
/>
"Deniz ve arkadaşları sadece
işçi sınıfı ve halka güvendiklerini, sol veya sağ askeri
yönetimlere güvenilmeyeceğini kesin bir dille anlattı."
07/05/2010 02:00
Denizler için karar verilmişti ve cezaları
idamdı. Bu koşullarda ne yapabiliriz diye düşündük.
Bütün yasal yollar tıkanmıştı. 'Ya onları kurtaracağız ya
hep birlikte öleceğiz' diye düşünüyordum. 'Eğer
önemli birini rehin alırsak, belki değiş tokuş edebiliriz'
diyordum...
HASAN ATAOL /
ATİLLA KESKİN /
TUNCER SÜMER
HASAN ATAOL
O günden sonra her 6 Mayıs'ta olduğu gibi bugün de
içimde buruk bir acı var. Onları kurtarmayı kendime görev
edindiğim için onları kurtaramamanın ezikliğini hâlâ
yaşıyorum. Ama aynı zamanda insanların ne kadar süre yaşadıkları
değil, nasıl yaşadıklarının önemli olduğunu bildiğim için
onların boşa ölmediklerini de görüyorum. Onlar idam
edildikten bu yana birçok bebeğe Deniz, Yusuf ve Hüseyin adı
veriliyor olması ve ayrıca idamlarının sürekli olarak gündemde
tutulması bunu kanıtlamaktadır. İsimlerinin yer aldığı dizi filmler
yapılıyor, belgeseller çekiliyor.
İdealleri uğruna ve halk için, emekçiler için,
ülkeleri için mücadele edenler kendi dönemlerinde
egemen iktidarlar tarafından mahkûm edilmiş olsalar dahi bu tür
insanların zaman içinde tarih önünde hep aklandığı
çok görülmüştür. Bu tüm dünyada
böyledir ve bunun birçok örneği vardır. Birçok
örnekte görüldüğü gibi tarih genellikle
asılanları değil, asanları mahkûm etmiştir.
Denizler için her 6 Mayıs'ta Türkiye'nin
birçok yerinde ve hatta Avrupa, Amerika ve Avustralya'daki
birtakım kentlerde anma törenleri düzenlenirken bu tür
insanları asanlar ve buna yol açanlar unutulup gitmektedir.
Denizlerin emirle idam kararını veren mahkemenin başkanı Ali Elverdi
geçenlerde vefat etti. Gazetelerde yemek yerken yediği şeyin nefes
borusunu tıkaması sonucu öldüğü yazıldı. Ben hiç
kimsenin ölümünden zevk almam. Buna 'takdir-i
ilahi' mi denir, ne denir bilmiyorum. Ancak, boyu uzun olduğu
için Deniz idam sehpasında çırpınırken onu haz duyarak
seyreden Ali Elverdi acaba nefes alamamak ne demekmiş bir gün benim de
başıma gelebilir diye düşünebilir miydi?
Deniz, Hüseyin ve Yusuf'un tek suçu emperyalizme karşı
olmak, işçilerin, köylülerin, emekçilerin insanca
yaşaması için mücadele etmek, Türk ve Kürt
halklarının kardeşliğini istemekti. Banka soydular, Amerikalıları
denize döktüler, adam kaçırdılar. İmkân olsa nasıl
insan olduklarını kaçırdıkları Amerikalılardan sormak gerek.
Bunların hiçbirinin cezası idam değildi. Ancak,
olağanüstü dönem mahkemesi bunu hiç dikkate almadı ve
emirle idam kararı verdi. Onlar insan öldürmemişlerdi ve
böyle bir niyetleri de yoktu. Sadece emperyalizme, ağalığa karşı
mücadele ediyorlardı. Ayrıca emperyalizme karşı mücadele
suç değil, yurttaşlık görevidir. Kurtuluş Savaşı da bunun
bir örneğidir.
Onlar için artık karar verilmişti ve cezaları idamdı. İşte bu
koşullarda ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Tüm
yasal yollar tıkanmıştı ve önümüzde sadece iki gün
vardı, ayrıca o süreyi de bilmiyorduk. Her an idam edilebilirlerdi.
Ben, Deniz, Hüseyin ve Yusuf ile uzun süre beraber olmuş bir insan
olarak onların idamını bekleyemezdim. Madem tüm yasal yollar
tıkanmıştı, biz de kendi yöntemlerimize başvururduk. Öyle ya
da böyle ya onları da kurtaracağız ya da hep birlikte öleceğiz
diye düşünüyordum.
Bunun için 'eğer önemli birini rehin alırsak belki
değiş tokuş ederiz' diyordum. O iki gün içinde cebinde
parası, kalacak yeri olmayan insanlar olarak biz Denizleri devletten
alırız dedik. Ama kimi kaçıracaktık? Tabii ki önceden
Meclis'e güvenmediğimiz için kimleri kaçırabiliriz
diye birtakım planlar yapmıştık. Ancak, 2 Mayıs günü artık
her şeyin bittiğini, Denizlerin idamının kesin olduğunu öğrendim.
Artık yapabilecek bir tek şey vardı. Birisini bulup Denizlerle değiş
tokuş etmek. Böyle bir kişi bir bakan veya bir milletvekili olamazdı.
Amerika gibi büyük devletlerin büyükelçisi etkili
olabilirdi. Ama onların yanına yaklaşmak mümkün değildi.
Öyle ya da böyle etkili olabilecek birisini bulmamız gerekiyordu.
Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken özel olarak seçilmiş
biri değildi. Ancak yanına yaklaşabileceğimiz tek etkili kişi oydu.
Çünkü diğer kuvvet komutanları Köşk'ün
içinde kalıyordu. Bunun sonucunda Kemalettin Eken üzerinde karar
kıldık. Biz, kaçıracak yerimiz olmadığı için generali
kendi evinde rehin alıp etrafımızın güvenlik kuvvetleri tarafından
sarılmasını ve böylece pazarlık yapmayı istiyorduk. Ancak olaylar
beklediğimiz gibi gelişmedi ve ben olay yerinden yaralı olarak
kaçtım. Ayrıca, olay günü elimde bulunan silahın nasıl
kullanılacağını da bilmiyordum. Sonradan Filistin'e
kaçtığımda nasıl kullanıldığını öğrenecektim.
/>
İki gün sonra...
İki gün sonra, yani 6 Mayıs günü arkadaşlarımın idam
edildiğini öğrendiğimde, bir yandan yaralı olduğum için
yediğim iğnelerin etkisiyle, bir yandan da kendi açımdan elimden
geleni yapmaya çalıştığım düşüncesiyle,
gözyaşları içinde sevgili arkadaşlarım Deniz, Yusuf ve
Hüseyin 'Sizleri kurtarmaya çalıştım ama
beceremedim' dedim. Bizim onları kurtarma girişimimiz o dönemde
gazetelerde 'suikast' diye yansıtıldı. Oysa bizim eylem
girişiminde bulunduğumuz 4 Mayıs günü Denizler hâlâ
sağdı. İdamları kesindi ve yapılabilecek başka hiçbir şey
yoktu. Ayrıca, Denizler sağ iken generalin öldürülmesi bizim
işimize yaramazdı. General sağ olmalıydı ki değiş tokuş edebilelim.
Bu, generalin kendisinin mahkeme ifadesiyle de sabittir. General mahkemede
benim için "Bu çocuk isteseydi beni
öldürebilirdi" diyor. Bu ifade Ankara Devlet Güvenlik
Mahkemesi kayıtlarında bulunabilir.
Hasan Ataol: Deniz Kuvvetleri adına ODTÜ Makine Mühendisliği
Bölümü'nde okurken Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan,
Yusuf Aslan ve Sinan Cemgil ile birlikte aynı örgütlenmede yer
aldı. Ordudan ihraç edildi. Denizlerin idamlarını durdurmak
için arkadaşları ile birlikte dönemin Jandarma Genel Komutanı
Kemalettin Eken'i rehin alma girişiminde bulundu. Başaramadı.
Türkiye'den kaçarak Filistin'e gitti. İki yıl sonra
Türkiye'ye döndüğünde yakalanıp 10 yıl
cezaevinde yattı. Şu an İstanbul'da çevirmenlik
yapıyor.
6 Mayıs 1972 yürüyüşü, 1
Mayıs 2010 yürüyüşü....
ATİLLA KESKİN
alt="" />
Atilla Keskin (ayakta), sıkıyönetim mahkemesinde yargılanıp, idama
mahkûm olmuştu.
Mayıs 2010
6 Mayıs'tı
Korkunç acımasız...
Zalim,
İnsafsız ve vicdansızlardı.
Postal ve barut kokusuna;
zincir, pranga seslerine aşıktılar.
Tek başlarına egemen olduklarına;
ülkenin ve halkın gerçek ve tek yöneticisinin
kendileri olduğuna emindiler.
Apoletlerinde koca kokartlar,
bol bol yıldız vardı.
6 Mayıs'tı
DENİZ, YUSUF, HÜSEYİN
dostlarım, kardeşlerim, yoldaşlarımdı.
6 Mayıs'tı
Seslerini duydum,
kokularını aldım o sabah...
Ayaklarında prangalar, kollarında kelepçeler;
buna rağmen dimdik yürüyorlardı.
Dimdik, boyun eğmeden, o güne kadar yürüdükleri gibi.
/>
Mamak Cezaevi'nin hücrelerindeydim ben de.
Seslerini duydum, eminim...
Çoşkuyla marşlar söylüyorlardı;
1 Mayıs marşını, enternasyoneli.
Kokularını aldım;
türüm türüm bahar, özgürlük,
barış kokuyorlardı.
6 Mayıs'tı
Karşıdakiler;
bol pırpırlı, yıldızlı takım,
ölümün, cinayetin, işkencenin tiryakileri;
emeğin, hümanizmanın düşmanları şaşkındı.
Yaşları yirmidört-yirmibeş olan yoldaşlarımın
ütopyalarına bağlılıklarının, dik duruşlarının nedenini
anlayamıyorlardı.
1 Mayıs bugün.
Taksimdeyim.
Yüzlerce, binlerce, on binlerce
kızıl bayrağın üstünde Deniz'in resmi.
Yaklaşık kırk yıl geçmiş aradan,
Yüz binlerce Deniz yürüyor.
Dimdik yine başları...
Prangasız, zincirsiz,
ışıltılı gözleri, pırıl-pırıl yüzleriyle
yürüyorlar.
Yürümüyor, koşuyorlar; dansederek,
halay çekerek.
Bayraklarında:
'Onlar gibi, dimdik,
onlar gibi bahar, özgürlük kokarak
yürünecek...'
yazıyordu.
1 Mayıs bugün
Karşıdakiler;
neşenin, çoşkunun, emeğin, kardeşliğin düşmanları...
Denizlerin, onsekiz yaşına bile girmemiş
Erdal Erenlerin katilleri.
Onbinlerce fail-i mechul cinayetin emrini
verenler;
apoletli, yıldızlı caniler korkak ve sinik bugün.
Arjantin'de doksan yaşındaki faşist general
hapse atıldı daha dün.
'Sıra bizde mi?' diye korkuyor 'bizimkiler.'
6 Mayıs'tı
Deniz, Yusuf, Hüseyin yoldaşlarımdı.
İdam sehpasındaydılar.
Faşizme karşı, sosyalizm için;
barış ve kardeşlik için,
kürtlerin ve türklerin kardeşliği için,
haykırdıklarını duydum.
Türüm türüm bahar kokuyorlardı.
Atilla Keskin
1 Mayıs 2010 İstanbul
Atilla Keskin: ODTÜ'de okurken Türkiye
İşçi Partisi, Fikir Klüpleri Federasyonu ve Devrimci
Gençlik Federasyonu'nda aktif olarak siyasi mücadeleye
katıldı. Bir dönem ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü
başkanlığı yaptı. Geçtiğimiz günlerde ölen Ali
Elverdi'nin başkanlığındaki sıkıyönetim mahkemesinde diğer
arkadaşlarıyla birlikte idam cezasına mahkûm oldu. İdam cezası
daha sonra müebbet hapis cezasına çevrildi. Mamak ve
Niğde cezaevlerinde yattı. Atilla Keskin, 1980 yılından beri
Almanya'da yaşıyor. 'Acılara Yenilmeyen
Gülümseyişler' ve 'Herkesin bir Deniz Gezmiş
öyküsü Vardır' isimli kitaplarında tanık olduğu
dönemi anlattı.
Darbelere, cuntalara
karşıydılar
TUNCER SÜMER
Tarihe bir not düşülmesi düşüncesiyle, Deniz Gezmiş ve
arkadaşlarının zaman zaman üzerinde tartışılan bir
yönünü aydınlatmak istiyorum.
Bugüne kadar anlatılan veya aktarılan, birlikte yaşadığımız
birçok olay ya yanlış anlatılıyor veya herkes kendi anlayışına
göre yorumlayarak aktarıyor. Bunlardan birine, Deniz Gezmiş ve
arkadaşlarının 'cuntacılık' veya 'askeri
darbecilik' konusundaki yaklaşımlarına kısaca değinmek
istiyorum.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının örgütlenmeye başladıkları
günlerdeki isimleri 'dağcılar'dı. Çünkü
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan, Alpaslan
Özdoğan, Kadir Manga ve tüm ekip arkadaşları, Amerikan
emperyalizmi ve yerli işbirlikçilerine karşı silahlı propaganda
amacıyla dağa çıkacaklarını her ortamda, herkese
anlatıyorlardı.
Aynı tarihlerde de sol bir askeri cuntanın darbe yaparak yönetimi ele
geçireceği, bunun çalışmalarının yapıldığı sol
çevre tarafından biliniyordu. Hatta bu sol cunta girişimine umut
bağlayan, destek veren hatta içinde yer alan arkadaşlarımız
vardı.
Sonradan adı '9 Mart Cuntası' olarak ortaya çıkacak
olan bu sol cunta çabaları içinde yer alan bu
arkadaşlarımızdan bazıları zaman zaman Deniz ve arkadaşlarıyla
görüşmeye geliyorlardı. Sol bir askeri cuntanın gelmekte
olduğunu, eyleme geçmek için acele edilmemesi gerektiğini,
harekete geçmeden önce bizleri cunta önderleriyle
görüştürebileceklerini, bu konuda anlaşmak istediklerini
iletiyorlardı. Görüşmeler ısrarla tekrarlandı. Bu
öneriler arkadaşlarımız tarafından reddedildi. Darbelere ve
cuntalara değil, işçi sınıfına ve halka güvendiklerini, sol
da olsa sağ da olsa askeri yönetimlere güvenilemeyeceğini ve
mücadeleye devam etmekte kararlı olduklarını kesin bir dille
anlattılar.
Nitekim 25 Aralık 1970 tarihinden, generaller tarafından
'Muhtıra'nın verildiği 12 Mart 1971 tarihine kadar bu ekip
tarafından birçok eylem yapıldı. Mücadeleye devam etmekte ne
kadar kararlı olduklarını gösteren en önemli eylemleri de
dört Amerikalı askerin kaçırılması eylemidir.
4 Mart 1971 tarihinde bu eylem yapıldığı gün, kadroların
büyük bölümü kırsal alanda konuşlanmıştı.
Hatta cuntacıların bekledikleri 9 Mart müdahalesinin
gerçekleşmediği gün ve 12 Mart Muhtırası'nın
verildiği gün, bir grup arkadaşımız da kırsal kesimde aktif
haldedir. Ben de 9 ve 12 Mart'ta kırsal kesimdeki arkadaşlarımla
birlikte bulunuyordum.
Bu somut durum, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının darbelere ve cuntacılara
güvenmediklerinin ve inanmadıklarının en somut kanıtları
arasındadır.
Bir diğer kanıt ise, Filistin dönüşü Diyarbakır'da
yakalandığımızda Hüseyin İnan'ın 4 Şubat 1970 tarihindeki
Emniyet ifadesinde söyledikleridir. Hüseyin bu ifadesinde:
"Bizim bulunduğumuz grup, Milli Demokratik Devrimciler grubudur. Bizde
de iki ayrı fikir vardır: Birinci fikir askeri darbe taraftarları, kaba
tabir olarak cuntacılar. İkinci fikir; köylü, işçi,
öğrenci hareketlerine dayanan Ulusal Kurtuluş Savaşı vermek fikri.
Biz bu ikinci guruptayız," diyor.
(Ekibin liderlerinden Hüseyin İnan'ın bu ifadesi arşivimde
bulunuyor.)
Deniz Gezmiş ve arkadaşları, devrimci mücadele içinde
bulundukları tüm yaşamları boyunca darbelere ve askeri cuntalara hep
karşı oldular ve öyle davrandılar. Ölümü göze
alarak mücadele eden ve yaşamını darağacında ve kurşunlarla
kaybeden devrimcilerin bu düşüncelerinin bugünkü kısır
tartışmalara ışık tutacağını umut ediyorum.
Tuncer Sümer: THKO'nun (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu)
kurucularından. Sıkıyönetim Mahkemesi'nde İkinci THKO
Davası'nda yargılandı. 15 yıla hüküm giydi. 4.5 yıl
sonra genel afla tahliye oldu.
- BİTTİ -
Kaynak: href="http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=995462&Date=07.05.2010&CategoryID=104">radikal.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder