TEMEL DEMİRER
"Tüm ruhum bir çığlık;
tüm yapıtlarım
bu çığlığın bir
yorumu."[1]
Yaşamayı, sonuna değin, en çok hak edenlerden birisiydi.
"Dünya öyle güzel ki, öleceğime
yanıyorum," derdi O, José Saramago, çocukluk anıları
ile yüzyıl başındaki Portekiz'i anlattığı, biyografik
'Küçük Anılar'ında;[2] tarlada
gün boyu çalışmış 90 yaşındaki ninesinden
naklen…
Yaşamayı, sonuna değin hak etmek; ona bağlanmakla
mümkündü; ki O da bunu gerçekleştirenlerdendi.
* * * * *
1998 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kabul
konuşmasında, "Portekiz'in ne okyanusa kıyısı, ne de
İspanya'ya sınırı olan en içerlek, en yalnız vilayetidir
Ribatejo; adını, bağrından akan lacivert nehirden alır. Toprağı
bereketli, üzümleri ve şarabı meşhurdur. Bağcılık
yapmayanların at ya da boğa yetiştirdiği köylerde, toprakla
mütemadiyen haşır neşir ve hayvanlarıyla hasbıhâl
hâlinde insanlar yaşar," diyen O; "Hayatım boyunca
tanıdığım en bilge adam okuma yazma bilmiyordu," diye eklerdi;
Ribatejolu bir köylü, Jeronimo Meirinho'dan söz
ederken.
"O adam" yani Jeronimo, karısı Josefa ile birlikte,
havanın don yaptığı kış gecelerinde ağır bir battaniyenin altına
kıvrılmadan önce, üşümesinler diye ağıldaki domuz
yavrularını da yatağına taşıyan; dedesiydi.
Jeronimo'nun, soğuğu unutmak ve unutturmak için
anlattığı destansı hikâyeler, küçük torununun
zihninde, bin bir dönüşümden geçip çoğalarak,
dünya edebiyatının en kuvvetli seslerinden birini yaratmıştı
ihtiyar; farkında olmadan belki de.
Ribatejo'da sarhoş bir nüfus müdürünün,
hüviyetine, ailesinin gerçek soyadı yerine, köylülerin
babasıyla alay etmek için kullandıkları "yabani turp"
anlamındaki "Saramago" kelimesini yazdığı o
küçük torun, yıllar içinde büyük bir
yazara dönüşecek, Nobel Edebiyat Ödülü'ne
uzanacaktı.
José Saramago, yazarlığını besleyen şeyin, onu kendi
geçmişine, kendi içine ve hep daha derine bakmaya zorlayan bu
"yoksulluk" olduğunu unutmadı.
Saramago'yu, Saramago yapan bunlardı; ha, bir de
komünistliği…
* * * * *
"Ben demokrasiye inanmıyorum," diye
haykırmaktan bir adım geri atmayan O, ironi ve toplumsal eleştirinin
ustasıydı.
Onu, José Saramago'yu, 18 Haziran 2010 tarihinde 88
yaşında kaybettik.
Yoksul bir köylü ailenin çocuğu olarak dünyaya
gelen Saramago, eğitimini sürdürememiş ve işçi
olmuştu.
1947 yılında ilk kitabını yayımlayıp, ardından dergilerde,
yayınevlerinde, gazetelerde çalışarak yeni bir hayata başladı; 18
yıl yeni bir roman yazamadı.
Yaşamının son günlerine kadar muhalif olmayı
sürdürdü, 1960'larda Portekiz Komünist
Partisi'ne üye oldu.
80'lerde romancı olarak büyük bir ün kazandıktan
sonra da PKP üyesi olmaktan vazgeçmedi, politik tavrını
sürdürdü. Filistin'deki İsrail ya da Irak'taki
ABD işgalini en sert biçimde protesto etti.
1992'de, 'İsa'ya Göre İncil' başlıklı
romanına Avrupa Edebiyat Ödülü verilmek istendi; ancak
Portekiz yapıtı Hıristiyanlık açısından "sakıncalı
bulup" ödüle engel olunca, Saramago ülkesini terk edip,
Lanzarote adasına taşındı.
Bu olayın ardından ölümüne kadar yaşayacağı
İspanya'nın Kanarya Adaları'na yerleşen Saramago, daha sonra
yazdıkları ve söyledikleriyle muhafazakârları sarsmayı,
onlarla mücadeleyi sürdürdü. Örneğin, 2007'de
"İspanya ve Portekiz birleşmeli", 2009'da ise
"İncil, kötü alışkanlıkların el kitabıdır,"
diyerek büyük tartışmaların önünü
açtı.
1998'de "Okurlarını farklı bir gerçeklikle
tanıştırdığı, hayalgücünün ve ironin hâkim olduğu
bir boyut vaat ettiği," için Nobel Edebiyat
Ödülü'ne değer bulundu.
Romanlarında toplumsal ve siyasi kurumların "sahte"
yanını ve toplumsal düzenin nasıl kırılgan bir zemine kurulduğunu
fantastik bir atmosferde anlatan Saramago, gerçek kişiler ve
olayları ironik yaklaşımıyla ele alan, etkili yapıtlar
üretti.
* * * * *
Saramago yazarlığı konusunda, "Her bir harfte, her bir
kelimede, her bir sayfada, birbiri ardından her kitapta yaptığım şey,
aslında yarattığım karakterleri peyderpey içime yerleştirmektir.
Bu karakterler olmasaydı, bugün karşınızdaki bu adam olmayacaktım
ben," der Nobel konuşmasında…
İlk romanı 'Günah Ülkesi' 1947'de
yayımlanır. Ardından yıllar boyunca sessizliğe gömülür;
1966'da "Muhtemel Şiirler" adlı kitabıyla edebiyata geri
dönecektir.
Bu kesitte teknik okulda öğretmenlikten gazeteciliğe farklı
işler yaptığı aktarılmaktadır. Dünya görüşü
nedeniyle, komünist olmasından ötürü sıkıntılı
yıllar yaşamış, bela başından eksik olmamıştır. 1998 yılında Nobel
Edebiyat Ödülü'nü aldığında, "Eskiden bana
'İyi adam ama komünist' derlerdi; şimdi
'Komünist ama iyi adam' diyorlar," diyecekti
büyük romancı Saramago!
Gerçekten de, büyük bir romancıydı O.
Kaleme aldığı romanlarda okuyucuyu her seferinde soluksuz
sürükleyen bir hikâye anlatıyor olması yanında,
anlatının yarattığı "büyük imge"nin
metni aşan bir özellik taşıması ve onu çağcıl bir imgeye
dönüşüyor olmasından kaynaklanıyordu.
Örneğin, 'Körlük' romanında anlattığı
hikâye, siyaset felsefesinin de en temel sorunsallarından biri olan
insan doğasının niteliğinden, XXI. yüzyıl insanının içinde
bulunduğu ümitsiz duruma kadar birçok konu hakkında
büyük bir imge oluşturmanın peşindeydi.
Ferit Edgü'nün "Karanlık, umutsuzlukla
eşanlamlı ise,/ umutsuz bir yazardı o./ Çünkü yalnız
geceleri yazdı./ Ama, sabah uyandığında/ yazdıklarını okuyup ocakta
yakardı," dizeleriyle de betimlenmesi mümkün olan duruşuyla
O kendisini, "iyimser olmak isteyen bir
kötümser" olarak konumlandırırken; bu konudaki
açıklaması Pandora'nın Kutusu'nda kalan
son şey olan umuda insan yaşamında yer vermenin gerekliliğini gözler
önüne seriyordu:
"Genel hatlarla kötümser biri olarak
bilinirim. Belki kimi zaman, şu çok uzak olmayan zamanlarda adına
ahlâki gelişim denen türden etkin ve temel bir iyileşme
olasılığı konusunda radikal kuşkuculuğumu ısrarla söylememden
dolayı öyle görünmüştür, ama iyimser olmayı
tercih ederdim, yalnızca, güneşin her gün doğduğu için,
yarın da doğacağı umudunu korumak için bile olsa."
Saramago tavrıyla, politik mücadelenin aktif bir üyesi oldu,
küresel sorunlara ilgisiz kalmadı.
Siyaset alanında doğru bildiğini çekinmeden söyleyen
dürüst bir kimliği yansıttı.
Bush'tan Berlusconi'ye, Sarkozy'den Obama'ya
kadar dünya liderleri hakkındaki zehir zemberek görüşleri
çağının ortak aklını temsil eden bir ses olup, "ABD gibi
büyük bir ülkenin neden ve nasıl olup da onca kez o kadar
çapsız başkanları olduğunu soruyorum kendime. Bush belki de
hepsinin en çapsızı. Vasat zekâ, devasa cehalet, karmaşık ve
sürekli saf saçmalığın dayanılmaz baştan
çıkarıcılığına kapılan sözel ifade; bu adam sanki
dünya kendisine miras kalmış da bu dünyayı bir
büyükbaş hayvan sürüsüyle karıştıran kovboyun
gülünç edasıyla çıkıyor insanlığın
karşısına," diye haykırdı.
Filistin'de uygulanan şiddet ve katliamlar konusunda, sessiz
kalabalıkların sesi olan Saramago'ya göre, "Davut'un
taşları el değiştirdi, şimdi onları atanlar Filistinliler. Golyat
öbür tarafta, savaşlar tarihinde kimsenin olmadığı kadar, Kuzey
Amerikalı arkadaş hariç, tabii, silahlı ve ekipmanlı. Ah, evet,
intihar komandosu teröristlerin neden olduğu korkunç sivil
kayıpları… Korkunç, evet, kuşkusuz, lanetlenecek, evet,
kuşkusuz, ama eğer bir insanı canlı bombaya dönüştürecek
nedenleri anlayamıyorsa, İsrail'in hâlâ öğrenecek
çok şeyi var."
"Vatan, Millet, Sakarya" edebiyatına asla teslim olmayan;
komünist olmanın "olmazsa olmazı" enternasyonal duruştan
taviz vermeyen Saramago'nun duruşu; Juan Goytisolo'nun,
"Hiçbir zaman vatansever ve milliyetçi
olamayacağım… "Vatan tüm kötü
alışkanlıkların anasıdır: İlletten tedavi olmanın en hızlı ve etkin
yolu onu satmak, ihanet etmektir," saptamalarındakiyle
paraleldi…
Bu tutumunu özellikle, 'Los Angeles Times'ın,
"Don Quijote geleneğinden gelen 'Yitik Adanın
Öyküsü', Saramago'nun belki de en iyi
kitabı," diye nitelediği yapıtında[3] ortaya
koyar.
Yani O, 'Yitik Adanın Öyküsü'nde destansı
bir yolculuk eşliğinde "insan doğası", "kimlik",
"ulus", "sınır", "politika",
"din", "varoluş" gibi konuları her zamanki
olağanüstü üslubu, ince ironisi ve hayranlık verici
gözlem gücü ve fantastik kurgusuyla aktarır.
* * * * *
Çocukluk ve ilkgençlik anılarından oluşan
'Küçük Anılar'ındaki günleri, ortalama
yetmiş yıl sonra, seksenli yaşlarında berrak bir anlatımla
çocukluk yıllarına götüren Saramago,
pürüzsüz bir dille o yılları aktarmasına neden olan şey,
yapıtının bir yerinde "Şimdi madalyonu çevirip
öbür yüzünü gösterecek cesareti bulmam
gerekiyor," sözleriyle açığa vurur…
Yapıtları 20'den fazla dile çevrilen Saramago, sayfalarca
uzunlukta cümleler yazan, imla kurallarını esneten bir yazar olarak,
edebi eserlerle ender yüzleşen okura zor görünen romanlar
yazmıştır.
Bunlardan ilk kez 1982'de XVII. yüzyıl Portekiz'inde
geçen tarihsel bir aşk öyküsünün anlatıldığı
'Baltasar ve Blimunda' başlıklı romanı, 'Günah
Ülkesi/ Terra do Pecado', 'İsa'ya Göre İncil/ O
Evangelho Segundo Jesus Cristo', 'Körlük/ Ensaio Sobre
a Cegueira', 'Görmek', 'Ricardo Reis'in
Öldüğü Yıl' önemli yapıtlar içinde bir
adım öne çıkanlardır.
Örneğin 'Ricardo Reis'in Öldüğü
Yıl' romanı, Portekiz tarihinin günümüze daha yakın
bir dönemini, Salazar diktatörlüğünün ve
1926'dan 1971'e kadar süren 'Estado Novo'
rejiminin yerleştiği 1930'ları ele alır. Arka planda
Portekiz'deki milliyetçi cehaletin, komşu İspanya'daki
iç savaşın ve Avrupa'da yükselmekte olan saldırgan
faşizmin yer aldığı bu roman, şair Fernando Pessoa tarafından
kullanılan takma adlardan biri olan Ricardo Reis hayali kişiliğini yeniden
yaratır.
"Tarih gibi edebiyat" olarak da betimlenmesi
mümkün olan bu çalışmada Saramago, romanının tamamı bir
başka yazarın yarattığı bir hayali kişilik üzerine kurulmuştur;
bu hayali kişilik ise, kitap boyunca yaratıcısı ile diyalog
hâlindedir ki, bu da Onun, 'Magazine Littéraire'in
Nisan 2000 nüshasında François Brusnel'in sorularını
yanıtlarken, "Kurgu, gerçeğin bir
ürünüdür… Yazmak, hayatın alanını genişletir.
Gerçek kurguyu besler, kurgu da gerçeği. Kurgunun bağımsız
bir varlığı yoktur, o da gerçekliğin bir
ürünüdür," diye anlattığıdır…
* * * * *
Evet, hülyalı bir duruştur Saramago, Onu niteleyen önemli
özelliklerinde birisi de budur…
Çünkü O, "Faşizm karşıtı… Militan
bir tanrıtanımazdı," Asuman Kafaoğlu-Büke'nin
deyişindeki üzere…
Bundan ötürü Saramago'nun cenaze törenini dahi
beklemeyen Vatikan'ın yayın organı 'Osservatore Romano'
gazetesinin 19 Haziran 2010 tarihli nüshasında yayımlanan
'Anlatıcının Sınırsız Gücü' başlıklı yazıda,
Onun, "din karşıtı bir ideolog olduğu"na vurgu yapılarak,
"hiçbir metafizik inanışa sahip olmadığından,"
"son nefesine kadar Marksist felsefeye sadık kaldığı"ndan
söz edilip, "Tanrı'nın varlığını hep reddeden
Saramago'nun dünyaya kötülük yaymak için
geldiği"ne dikkat çekilerek, "Popülist bir
Marksist" olmakla "suçlandı"!
Kolay mı? Kendisini her zaman bir ateist ve
"iflah olmaz bir karamsar" olarak niteleyen
O, tutuculuğun eleştirmeniydi; sadece eleştiri olmakla sınırlanmayan bir
itiraz ve karşı duruştu; Yasemin Çongar'ın da
itirafındaki üzere: "Asidir o; iflah olmaz bir
komünisttir. Diktatörlüğün zulmünü kavramış
bir Portekizli olarak mazlumla dayanışmaya, zalime direnmeye önem
verir."[4]
Komünist olmanın ve kalmanın getirisi olan ateist
görüşlerinden ötürü sık sık tutucu
yönetimler ve Katolik Kilisesi'yle karşı karşıya gelen
Saramago, pek çok edebiyat eleştirmeni tarafından
büyülü gerçekçilikle keskin politik
yorumlarını bütünleştiren bir yazar olarak nitelenirdi.
Son yapıtı 'Kabil' ile Katolik Kilisesi'nin
öfkesini bir kez daha üstüne çeken Saramago, Kilise
yönetimiyle girdiği tartışmada, Kutsal Kitap'ı
"ahlâksızlığın el kitabı" ve "insan doğasının
en kötü yanlarının katalogu" olarak nitelendirmişti.
Onun binlerce önemli özelliğinden birisi de
"körlükle, körleşme"yle mücadeledir! Tıpkı
1995'te yayımlanan ve herkesin kör olduğu bir ülkenin
çöküşünü betimlediği
'Körlük' başlıklı romanı (2008'de
beyazperdeye de uyarlanmıştı) ile 'Körlük'ten sonra
kaleme aldığı ve genel seçimlerdeki oyların yüzde sekseninden
fazlasının boş çıktığı bir ülkede sağcı
hükümetin şiddet dolu tepkisini konu aldığı
'Görmek' başlıklı yapıtında gerçekleştirdiği
üzere…
* * * * *
Saramago'nun, 1995'te, en önemli kitaplarından biri
sayılan, Türkçe'ye de kısaca
'Körlük' diye çevrilen, 'Körlük
Üzerine Bir Deneme'de, adları değil, sadece sıfatları olan
karakterlerini, bir körleşme salgınının kurbanı yapan yazar,
görmeyen gözlerin tanıklığında, toplumun
çürümesini anlatılır.
Komünist Saramago'nun, Portekiz'deki Antonio
Salazar'ın diktatörlüğüne karşı mücadelesiyle
de ilintisi yanında Latin Amerika mistisizmini realizmle kaynaştıran
'Körlük', insan varoluşunun özüne
mündemiç bir romandır.
"Fantastik bir durum karşısında insanlığın aldığı
hâlleri anlatan romanla ünlenen Saramago'nun
'Körlük'ü, kapitalist toplumsal düzeni ve bu
düzenin insanlığı düşürdüğü en kötü
ve trajik durumları anlatan kara
ütopyaydı."[5]
O romanında körlüğü bir metafor gibi kullanarak
Platon'un mağaralar benzetmesini çağrıştıran bir
hikâye yaratır. Mağarada mahkûmlar nasıl ellerinden ve
ayaklarından bağlıysalar körlük de bir çeşit
bağlanmayı simgelerken; mahkûmlardan biri nasıl dış dünyaya
çıkıp "gerçek"i keşfederse, yapıtta da bu
rolü doktorun karısı üstlenir.
"Bakabiliyorsan; gör… görebiliyorsan;
gözle" epigramı ile başlıyor kitap, sonunda tekrar görmeye
başlamalarıyla şöyle bitir: "Sonunda kör
olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük,
Gören körler mi, Gördüğü hâlde görmeyen
körler?"
Saramago'nun ahlâki değerleri masaya yatırırken;
"Körlük ile insanı insan yapan tüm değerler yok
oluyor," saptamasını ortaya koyduğu; "kolektif
körlüğün insanlığı ne hâle getirdiğine"
dikkat çeken yapıtla, bir yerde Camus'nün
'Veba'sı, Kafka'nın, 'Dava'sı,
Golding'in 'Sineklerin Tanrısı' arasında
"paralellikler" kurulabilir…
'Körlük', arabasının içinde
geçmesine izin verecek, ya da geçmek için kendini haklı
göreceği yeşil ışığı beklerken kör olan bir adamın duyduğu
korku ve çaresizlikle başlarken; Saramago'nun modern insan ve
onun ürettiği liberal demokrasiye eleştirilerini dile getirir bu
yapıt…
'Körlük', araba kullanmakta olan bir adamın
yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşmesiyle
başlar. Adamın körlüğü başvurduğu doktora da bulaşır.
Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün şehre
yayılır; öldürücü olmasa da bütün
ahlâki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen
gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur.
'Körlük' o denli hızlı yayılır ki, yayılma
hızı Etna'nın püskürmesiyle civarında ne kadar yerleşim
varsa lavların altında kalmasına benzetilir. Saramago'nun da
yarattığı, ya da zaten olan ama görmek için kafaların kumdan
çıkması gerektiği bir çürüyüşün
öyküsüdür.
Arabasında kör olan adamın yardımına giden hırsız, ve bu iki
adamı tedavi etmeye çalışan doktor hepsi kör olurlar. İktidar
derhâl çözümü bulur! Bu insanları eski bir akıl
hastanesine kapatır! Bu noktada; Michel Foucault'un,
"Hapishanenin tarihi, gözetim altında tutma ve cezalandırmanın
tarihidir," sözleri körler ülkesine dönen
dünyayı bu romanla bir kere daha açığa vurur…
Devamla: Tutsaklık günleri ertesi sabah duyulan anonsla başlar.
Buyruklar kesindir! Kimse dışarıya çıkmaya
çalışmayacaktır. Özgürlük istemi iktidarın en
ağır olarak gördüğü ölüm cezasıyla
sonlandırılacaktır. Günler geçer,
'Körlük' ülkede gitgide yayılır…
Evet Saramago, insanlığın maruz kaldığı toplumsal yıkımları
gözlemlemiş, iki dünya savaşının, faşizmin şiddetinin,
toplama kamplarının, açlığa mahkûm milyonlarca insanın
acısını derinden duymuş ve Salazar'ın
diktatörlüğüne baş kaldırmış bir yazar olarak,
birikimlerini yapıtına aktarmıştır.
'Körlük'te birdenbire toplumsal bir
körleşme felaketine uğrayan insanların içine
düştükleri durumda Nazi toplama kamplarında yaşanan cehennem
manzaralarını çağrıştırır.
Onun satırlarından okurken, hep 1530'larda yaşamış
olan Bruegel'in tabloları gözünüzün
önüne gelir.
Acaba yazar bu orta çağ sonu ressamının eserlerinden
etkilenmiş olabilir mi?
Biribirinden hayli uzakta olan bu iki çağın iki
sanatçısı yaşama aynı optikten bakmaktadır sanki.
Evet insanlık bir beyaz körlük içinde
hâlâ!
İnsanlığın yaşadığı felaketi, içinde yaşadığımız
körlüğü bir kez daha yüzümüze vuran
'Körlük' ile Bruegel'in tabloları benzer
şeyleri anlatır hâlâ!
'Körlük', Saramago'nun politik bir
"taşlaması"dır bir yerde; 'Görmek' romanı
ile 'Körlük'le aynı güzergâhta
ilerler:
Adı belirsiz bir ülkenin başkentinde seçim günü
bardaktan boşanırcasına yağmur yağınca kimse oy vermeye gitmez.
Öğleden sonra sandıkların kapanmasına yakın bir saatte yağmur
durunca, seçmenler sanki emir almışçasına oy vermeye
koşar.
Ama sandıklar açılınca, kullanılan oyların büyük
çoğunluğunun boş olduğu görülür. Sağ, merkez ve
sol parti oyların çok küçük bir
bölümünü alabilmiştir. Boş oyların fazlalığını
yağmurun yağışına bağlayan ülke yönetimi bir hafta sonra
seçimleri yeniler ama güneşli günde yapılan
seçimlerin sonucu daha da vahim çıkar: Bu sefer, kullanılan
oyların yüzde 83'ü boş çıkmıştır. Halkın
arasına salınan muhbirlerden tüm güvenlik birimlerine kadar
hiç kimse halkın neden boş oy kullandığı konusunda tatmin edici
bir cevap bulamaz.
Zamanla bu durumun bozguncu bir grubun, dahası uluslararası anarşist
bir örgütün işi olduğunu düşünen
hükümet olağanüstü hâl ilan eder. Ama ortada
sıkıyönetimi gerektirecek bir neden yoktur. Çünkü
halk kendi tercihini yapmış ve seçimde boş oy kullanmıştır. Ama
bu durumu önemli bir tehlike olarak gören hükümet,
(çoğu zaman bizde de olduğu gibi) yaşanan herhangi bir olayı dış
mihrakların bir oyunu olarak yorumlayıp halkı cezalandırmak için
devletin başkentini başka bir yere taşıma kararı alır.
'Görmek'de demokrasinin kırılganlığı ve
hükümetlerce saptırılması üzerine müthiş bir taşlama
olduğu düşünülürse, bu taşlamayı yaparken birtakım
etkili biçimsel yollara da başvuruyor Saramago;
'Körlük'te olduğu gibi, 'Görmek'
romanında da anlatıcı ile roman kahramanlarının diyaloglarını tek bir
monolog şeklinde sunar…
* * * * *
Aslı sorulursa Saramago'nun yazdıkları "dünyaya
karşı bir tavrı"dır!
Buna örnek olarak O'ndan aktarılması gereken anekdotlardan
birisi şudur: Chiapas'ta Komutan Yardımcısı Marcos halka yaptığı
bir konuşmanın hemen ertesinde, yanında bulunan Saramago'nun
kulağına eğilip İspanyolca, "No nos abandones/ Bizi terk
etme," deyince, O da bir an dahi duraksamadan, "Bunun olması
için kendimi terk etmem gerekir," yanıtını verir!
Saramago'nun yazdıklarını betimleyen, ezilenlerden yana ki
bu ikircimsiz "politik tavrı"dır!
Tüm ezilen insanlığın sesi olabilmeyi başaran, "Yalnızca
kitap sayfalarının geri dönüşü vardır, yaşamınkilerin,
yok," diyen O, bu tavrıyla da çağının büyük
vicdan(lar)ındandır…
Tam da bundan ötürü Saramago'nun dehası
çok yönlüydü; hem büyük bir komedyendi hem de
acımasız gerçeklerin yazarı.
Uyuşukluk ve körlüğe karşıydı…
Okuyucusunu sarsmayı, gözlerini açmayı, harekete
geçmesi için kışkırtmayı denerdi.
Berger, Galeano ve Howard Zinn gibi isimlerle birlikte altına
imzasını attığı Filistin'e karşı tavrı için
İsrail'i suçlayan bildiriye kadar. Zaten pek çok kez
Filistin'de yaşananları Auschwitz'de yaşananlara benzetip
öfkeli okların hedefi olmuştu.
Saramago'nun 'Not Defterimden' başlıklı kitabında
yer alan kısa yazılarından "Gazze (22 Aralık 2008)"
başlıklısı, bu konudaki politik tavrını anlamlı biçimde
özetler:
"BMÖ kısaltması, herkesin bildiği gibi, Birleşmiş
Milletler Örgütü demektir, yani, gerçeğin
ışığında, hiçbir şey ya da çok az şey. Bunu, yiyecekleri
tükenmekte olan, ya da orada sığınmacı olarak kayda geçen
yedi yüz elli bin kişiyi, görünüşe göre,
açlığa mahkûm etmeye kararlı İsrail ambargosu böyle
dayattığı için zaten tükenmiş olan Gazzelilere
söylesinler.
Ekmekleri bile yok artık, un tükendi, yağ, mercimek ve şeker de
aynı yolda ilerliyor. 9 Kasım'dan beri Birleşmiş Milletler
ajansının yiyecek yüklü kamyonları İsrail ordusunun Gazze
şeridine girmelerine izin vermesini bekliyorlar, bir kez daha reddedilen ya
da aç Filistinlilerin son umutsuzluğuna ve son çileden
çıkışına kadar ertelenecek bir izin.
Birleşmiş Milletler mi? Birleşmiş mi? Uluslararası suç
ortaklığına ya da korkaklığına güvenen İsrail, tavsiyelere,
kararlara ve protestolara gülüyor, canı ne isterse, ne zaman
isterse ve nasıl isterse onu yapıyor. Sanki İsrail'in
güvenliğini tehdit edecek ürünlermiş gibi, kitapların ve
müzik aletlerinin girişini engellemeye kadar vardırdı işi. Eğer
gülünçlük öldürseydi, İsrailli politikacı
ya da askerlerin, o zulüm uzmanlarının, o eğitimlerinin temeli olan
küstahlığın tepesinden dünyaya bakan aşağılama doktorası
yapmışların bir teki bile ayakta kalmazdı. Yolundan gidenleri
tanıdıkça Eski Ahit'in Tanrı'sını daha iyi
anlıyoruz. Yehova ya da Yahve, ya da her nasıl deniyorsa, İsraillilerin
sürekli güncel tuttuğu kindar ve kıyıcı bir
tanrı…"
Evet, 2006'daki Lübnan Savaşı sırasında, İsrail'i
çok sert bir dille kınayan dünya yazarlarının
öncülüğünü yapmasından, İsrail işgali altındaki
Filistin topraklarında hayatın, Nazilerin Auschwitz Toplama
Kampı'nda yaşananlardan farksız olduğunu söyleyecek netlikte
meydan okuyan Saramago'nun duruşu Aydınlanma dönemi
insanlarınınkine benziyordu.
Howe onu "Avrupa şüpheciliğinin sesi ve ironi
uzmanı" olarak niteler, James Wood aynı anda hem avangard hem
gelenekçi olup ikisinin de hakkını verecek tek kişi olduğunu
söylerdi. Eleştirmenlerin kralı denilen Bloom ise İngilizce olmayan
edebiyatın global başarı konusunda çok az şansının olduğu bir
dünyada onu ve yapıtlarını "eşsiz" olarak
nitelemişti."
Vatikan'ın, ölümüyle ilgili olarak, "Son
nefesine kadar Marksist felsefeye sadık kaldı" diye kin kustuğu
Saramago'nun naaşı, Lizbon'daki Alto de Sao João
Mezarlığı'nda yakıldı.
Küllerinin bir kısmı çocukluğunu geçirdiği
Azinhaga köyüne, bir kısmı da hayatının son 17 yılını
geçirdiği Kanarya Adaları'ndaki evinin bahçesinde bir
ağacın altına gömüldü.
Üyesi olduğu Portekiz Komünist Partisi ise
açıklamasında, parti militanlarının, yurtseverlerin, sol
güçlerin, Portekiz halkının ve işçilerin yazara minnet
duyduğunu ifade etti; haklı olarak; "İncil kötü
alışkanlıkların el kitabıdır… İncil'in Tanrı'sı
güvenilir değil, kötü biri ve öç almaya kararlı.
İncil'de acımasızlık, zina, her türlü şiddet ve kan
dökme var. Bu inkâr edilemez," diyen
Saramago'ya!
* * * * *
'Magazine Littéraire'in Nisan 2000
nüshasında François Brusnel'in, "Esin
kaynaklarınız neler?" sorusuna "Hepimizde olan şey:
Omuzlarımızın üzerinde taşıdığımız kafamız ve
içindekiler," yanıtını veren Onun yazarlığını, belki de
en iyi Horatius'un, "Sen konuya egemen ol,
sözcükler ardından gelir"; Jean de la Bruyere'in,
"Yazarlık akıldan fazlasını gerektirir"; Georges
Simenon'un, "Yazarlık bir meslek değil, bir mutsuzluk
uğraşıdır"; Jorge Luis Borges'in, "Yazmak
yönlendirilmiş bir düşten başka bir şey değildir";
Ernest Hemingway'in, "Gerçek bir yazar için, her
kitap, erişilemeyecek bir şeye yeniden kalkıştığı yeni bir
başlangıç olmalıdır"; Thomas Mann'ın,
"Araç olarak dili kullanan bir sanat her zaman
güçlü bir eleştirel yaratıcılık gösterir,
çünkü sözün kendisi hayatın eleştirmenidir:
Yaratırken adlandırır, niteler, yargılar"; Jean-Paul
Sartre'ın, "Yazarın, yani özgür insanlara seslenen
özgür bir insanın tek bir konusu vardır:
özgürlük," saptamaları betimler…
O; yaşarken ve yazarken; artık hiç kimsenin ölmediği
bir dünya anlatıp, "Ertesi gün hiç kimse
ölmedi" cümlesiyle başlayan romanı okuyanların,
"Ölüm iyi ki var" diyerek kapattıkları
'Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş' başlıklı
yapıtında ifade ettiği dünyayı "11. Tez"deki üzere
değiştirmek istiyordu; bunun için yaşıyor ve
yazıyordu…
O tam da bunlardan ötürü, bir komünist olduğu
için önemlidir…
27 Haziran 2010 18:12:21, Ankara.
N O T L A R
[*] Newroz, Yıl:4, No:139, 22 Temmuz 2010…
[1] Nikos Kazancakis.
[2] José Saramago, Küçük Anılar,
Can Yay., 2008.
[3] José Saramago, Yitik Adanın
Öyküsü, Merkez Kitaplar, 2006.
[4] Yasemin Çongar, "Beni Karakterlerim
Yarattı", Taraf, 19 Haziran 2010.
[5] Ümit Kurt, "Saramago'dan
Artakalanlar", Radikal İki, 27 Haziran 2010, s.8.