7 Temmuz 2010 Çarşamba

Yol Açan Bir Öncü: Jean-Jacques Rousseau / Temel Demirer

Yol Açan Bir Öncü:
Jean-Jacques Rousseau / Temel Demirer

class="rteright">"Mesleğinizden başka bir şey
bilmiyorsanız cahilin
birisinizdir."[1]
 
Yazar, düşünür ve siyaset kuramcısı Jean-Jacques
Rousseau, Aydınlanma çağında yetişmiş ve Diderot'yla
birlikte Aydınlanma'nın temel yapıtlarından Encyclopédie
çevresinde toplanan filozoflar arasında sivrilmiş olmakla birlikte,
uygarlık eleştirisi ve doğaya dönüş önerisiyle Romantik
akıma öncülük etmiş, monarşiye karşı halk iradesinin
üstünlüğünü savunmasıyla da Fransız Devrimi ve
özellikle Jakobenleri etkilemiştir.
Ünlü 'Toplum Sözleşmesi' (1762) başlıklı
yapıtı ve 'İtiraflar'ının (1782) yanı sıra, 'Emile
ya da Eğitim Üzerine', kendi deyişiyle "Tüm
yapıtlarının en iyisi ve en önemlisi"dir.
Döneminin egemen anlayışlarını altüst ettiği için,
yayımlanır yayımlanmaz Paris ve Cenevre'de yasaklanan ve yakılan
'Emile', yalnızca eğitimin doğasını değil, insanın
doğasını da didik didik eder. Giderek, birey ile toplum arasındaki
ilişkiye ilişkin temel siyasal ve felsefi sorunları ele alır.
İnsanlığın doğasında var olan "iyilik", gittikçe
yozlaşan bir toplumda nasıl korunacaktır?
Yapıtın açılış tümceleri de, Rousseau'nun bu
yaklaşımını ortaya koyar: "Her şey, Yaratıcı'nın elinden
çıktığında iyidir; insanlığın elinde bozulur. İnsan bir
toprağı başka bir toprağın ürünlerini beslemeye, bir ağacı
başka bir ağacın meyvelerini taşımaya zorlar; iklimleri, elementleri,
mevsimleri birbirine karıştırır, her şeyi altüst eder, her şeyin
biçimini değiştirir, biçimsizliği, aykırı yaratıkları
sever; hiçbir şeyi, hatta insanı bile, doğanın yaptığı
şekliyle istemez. İnsanın, eğitim yerinde eğitilen bir at gibi, kendisi
için eğitilmesi gerekir; onu, bahçesindeki bir at gibi, kendi
tarzında yetiştirmelidir."
Evet, Rousseau, Sanayi Devrimi'nin Batı toplumlarını, yaşam
biçiminden ahlâkına, tepeden tırnağa allak bullak edeceği
dönemin öngününde, uygarlığın geldiği aşamayı
yüreklilikle tartışır Emile'de. Onu kalıcı kılan da,
günümüzde gittikçe yoğunluk kazanan bu tartışma
değil midir?[2]
Kanımca Rousseau'yu önemli ve aktüel kılan da
budur…
Bu temelde irdelenmesi gereken J. J. Rousseau, XVIII. yüzyılın
önemli filozoflarındandır. Özgürlüğü
yüceltmesi, yurttaşlık bilincini sistemleştirmesi, dış otoriteye ve
akla karşı duyguyu, uygarlığa ve teknolojiye karşı doğayı savunması
ve her şeyin köktenci bir biçimde siyasete bağlı olduğunu
ileri sürmesiyle Aydınlanma'nın en özgün
düşünürlerinden birisi olmuştur.
* * * * *
Genel olarak toplumsal-tarihsel-kültürel bir varlık olarak
nitelediğimiz insanı ve onun gelişim sürecini bilgi-deneyim
eşliğinde anlamaya çalışan Rousseau'nun söylemi,
günümüzde birincil gündem maddesini oluşturan eğitimi
anlama açısından son derece kışkırtıcı
görünüyor.
Bir filozof olarak insan-dünya-bilgi ilişkisini sorgulayan
Jean-Jacques Rousseau, felsefe tarihinin en etkileyici öznelerinden
biridir. "Philosophia-paideia" özdeşliğini anıtsal
nitelikli 'Emile ya da Eğitim Üzerine' başlıklı
yapıtında ölümsüzleştiren Rousseau -dünya ve bilgiyle
olan ilişkisi çerçevesinde- insan gerçeğinin ya da
insanlık durumunun peşine düşer sanki.
Rousseau'yu yeniden düşünmek, bizi, insan
dünyasının özeti olan gerilimli ilişkilerin ortasına bir kez
daha atar. "Kendisi" olmaya çalışan özneler
için Rousseau bir 'özgürlük' limanı
gibidir.
Bu çerçevede insanı, insanın gelişimini eğitim
aracılığıyla izlemeye, kavramaya çalışan Rousseau, insan-doğa
ya da insan-dünya ilişkisini en ince ayrıntısına kadar, değişme,
ilerleme kategorisinin eşliğinde araştırmayı dener; felsefi antropoloji
kadar, gelişme psikolojisinin de yolunu açar.
"İnsan doğuştan iyidir" temel önermesiyle her
türlü gerilimi çözümlemeye çalışan
Rousseau, sürekli olarak yargıda bulunma yetisinin önemine
değinir ve bu tutumuyla "algı yargısı", "deney
yargısı" ayırımını yapan, yargıgücünü öne
çıkaran Kant'ın yolunu açar; "İdrakin
içine giren her şey duyulardan geldiğinden insanın ilk
düşünme yetisi duyumsal bir akıldır; entelektüel aklın
temeli budur: Bizim ilk felsefe hocalarımız ayaklarımız, ellerimiz,
gözlerimizdir," saptamasıyla…
Dünyaya uzanışta duyuların önemini her şeyin
üstünde tutan Rousseau, insanı özellikle, duyulara dayalı
yargıda bulunma gücü bağlamında etkin bir özne olarak
değerlendirir: "Duyuları çalıştırmak onları sadece
kullanmak demek değildir, bunlar aracılığıyla doğru biçimde
yargılayabilmek, deyim yerindeyse hissetmeyi öğrenmektir;
çünkü biz sadece öğrendiğimize dokunur, onu
görür ve işitiriz."
* * * * *
Bunlarla birlikte 'Emile'de "bilmek"le
"yapmak" arasındaki gerilimli ilişkinin serüvenini de
buluruz.
Rousseau'ya göre önemli olan; çocuğa, yetişecek
olana yargılarınızı dayatmak, ezberletmek değil, tam tersine onun kendi
yargılarının oluşmasına ya da kendi yargılarını oluşturmasına
yardımcı olmak, bunu gerçekten sağlamaktır. Elbette yetişecek
olana, eğitim süreçlerine etkin olarak ortak edilecek olana,
'özne adayı'na yardımcı olmak gerekir. Bu yardımı
yapacak olan da öğretmendir. "Öğretmenlik sanatı,
çocuğun dikkatini hiç yararı olmayan önemsiz şeyler
üstünde yoğunlaştırmak değildir, uygar bir toplumun iyi ya da
kötü düzeni hakkında akıl yürütebilerek, yerinde
hükümler verebilmesi için onu bir gün mecbur kalacağı
önemli ilişkilere yakınlaştırmaktır. Çocuğun
düşünmesini geliştirirken, onu eğlendirirken yapılan
konuşmaların da eksik edilmemesi gerekir."
Rousseau'ya göre, "Eğitimin büyük sırrı,
bedensel ve zihinsel alıştırmaların karşılıklı ve yer değiştirerek
birbirlerini dinlendirme işlevi görebilecek bir biçimde
düzenlenmelerinde gizlidir."
* * * * *
Özetle hakikâtin peşine düşmek serüveninde
varolanı tanımanın, anlamanın yolunun varolana ilişkin bir mesafe
kazanmaktan geçtiğini tüm yapıtına yayan Rousseau, insanın
özne olma serüvenine ilişkin önemli saptamalarda bulunur.
Düşünen, entelektüel algılarını geliştirmeye
çalışan insanın, inançlarını mercek altına almasının ve
içinde bulunduğu toplumun tüm kurumlarını gözden
geçirmesinin gerekliliği üzerinde durur.
Rousseau da her filozof gibi hakikâtin peşine düşer;
çünkü insan, hakikâtin peşine
düştükçe özgürleşecek,
özgürlüğünü elde edecektir. Ona göre duyan,
düşünen varlık olarak insan, kendisiyle, başka insanlarla ve
giderek tüm varolanlarla ilişkisinde aşama aşama
gerekçelendirme işleminin içinde, tüm bilgilenme
süreçleriyle bağlantısı içinde "kendisi"
olacak ve özgürleşecektir.
Bu güzergâhta Rousseau'ya göre,
"Mülkiyet şeytanı dokunduğu her şeyi
zehirlemektedir."[3]
Rousseau'yu güncel kılan asli
özgünlüğü, bireyin "ben"ini bir inceleme ve
yaşama alanı olarak görüp öne çıkartmasındadır.
Siyasal ve toplumsal bir özne olarak bireyin konumunu irdelerken,
söz konusu bireyin "ben"ini de göz ardı
etmemiştir.
Arnold Hauser'in belirttiği üzere, "XVIII.
yüzyılın sonunda Rousseau'nun düşüncelerinden
etkilenmemiş insan kalmamıştır. Bu denli büyük bir etki
yaratabilmek için, en derin anlamıyla kuşağının temsilcisi ve
sözcüsü olmak gerekmektedir. Rousseau ile,
küçük burjuva ve bütün bir yoksul kitle,
ezilenler, kanun kaçakları gibi toplumun geniş bir kesimi edebiyatta
ilk kez ifade edildiler. Aydınlanma devrinin düşünürleri de,
sıradan halktan yana olmakla birlikte, daha çok onların
koruyucuları veya arabulucuları durumundaydılar. Rousseau ise sıradan
insanlardan biridir ve onlar arasından ilk konuşandır (…) Rousseau
ilk gerçek devrimcidir."[4]
Rousseau aynı zamanda XVIII. yüzyılda
"Cumhuriyetçi" istemleri radikal bir biçimde dile
getiren ilk düşünürdür. Bu bağlamda da reformist
nitelikli diğer Aydınlanma düşünürlerinden ayrılır. Yani
Goethe'nin dediği gibi, "Voltaire nasıl bir dünyanın
sonuysa, Rousseau da bir dünyanın başlangıcıdır."
* * * * *
"İnsan doğası gereği iyidir" saptamasından hareketle
ahlâksal, toplumsal ve siyasal düşüncelere yön veren
Rousseau'nun felsefesinde ahlâk ve siyaset birbirinden ayrılmaz.
"Toplumu insanlar aracılığıyla ve insanları da toplum
aracılığıyla incelemek gerekir: Siyaset ve ahlâkı ayrı ayrı
irdelemek isteyenler bunlardan hiçbirini hiçbir zaman
anlamayacaklardır," diye yazar O…
Yine Ona göre "Bütün bilgilerin en
önemlisi" ama "en az ilerlemiş olanı" insan
hakkındaki bilgidir. İnsanı tanımak bizi doğrudan doğruya
kötülüğün birinci derecedeki kaynağına, insanlar
arasındaki eşitsizliğin kaynağına götürecektir.
Rousseau, insanı toplumsal bir varlık olarak kabul eder ama bu
bağlamdaki sıra dışılığını da sergiler: "İnsan, kendisine
insanlık için geliştirilen bir ahlâkın gerekli olduğu
toplumsal bir varlıktır."
Ona göre, "Bütün kötülükler insandan
değil kötü yönetilen insandan gelir."
* * * * *
Siyaset felsefecisi ve bir Rousseau uzmanı olan Robert Derathe'ye
göre, 'Toplum Sözleşmesi'
düşünürün en çok okunan yapıtlarından biri
değildir ama, belki de en çok incelenen yapıtıdır ve sürekli
olarak yeni yorumları yapılmaktadır ki bu, kitabın
günümüzde de ne denli güncel içerikli olduğunu
gösterir.[5]
Kitap Fransa'da 1762'de yayımlandığında, dağıtılması
sürekli olarak engellenir ve hatta Cenevre'de yakılmasına karar
verilir. Rousseau bu yapıtında ele aldığı genel istenç, egemenlik
ve özgürlük anlayışıyla her dönemde tartışmalara yol
açmıştır. Açıktır ki Rousseau'da 'liberalizmle
hiçbir ortak yanı olmayan bir özgürlük
anlayışı' vardır. Toplum Sözleşmesi, devrim sırasında
popüler bir kitap olmuştur. Ama 19. yüzyılın liberal
Fransa'sında kitap, liberalizm karşıtı bir ürün olarak
değerlendirilmiş ve şiddetle eleştirilmiştir. Almanya'da ise
çalışma, filozofların ilgisini çekmiş, Kant, Fichte ve
Hegel Toplum Sözleşmesi'ni siyasal felsefenin bir başyapıtı
olarak kabul etmişlerdir. Derathe kitabın, tartışmalara neden olan
argümanlarının izlenmesinin kimi zorlukları içerse de,
sergilenen ilkelerin açık ve seçik olduğunu savunur:
i) "Hiçbir insan başka bir insan üzerinde doğal bir
otoriteye sahip değildir. Dolayısıyla kurumsallaşmış ya da itaat
edenlerin rızası olmadan uygulanan hiçbir otorite meşru olamaz
(…)
ii) "Siyasal otorite (egemenlik) esasen halktadır. Başkasına
devredilemez ve halk, uygulamasını herhangi birine, bir monarka ya da
temsilcilerine bırakamaz. Özgürlüğünden vazgeçen
bir birey dolayısıyla insanlığından da vazgeçer. Aynı şekilde
itaat yoluyla egemenlik uygulamasından vazgeçen bir halk bu eylemle
kendisini yok eder. O zaman artık egemen yoktur, yönetici de yoktur,
efendi ve köleleri vardır sadece (…)
iii) "Hükümet ya da devlet yönetimi egemen
güce bağımlı bir güçten başka bir şey değildir ve ona
sahip olanların elinde basit bir görevden başka bir şey değildir.
Halk onu isterse başkalarına emanet edebilir. Ama elinde güç
olan hükümet sürekli yasama otoritesinden kurtulmaya
çalışır ve devlet yönetiminde halkın iradesi yerine kendi
iradesini koymak ister. Bunu başarınca da toplumsal anlaşma bozulur,
siyasal topluluk dağılır ve doğal özgürlüklerini elde
etmiş olan bütün sade yurttaşlar itaate zorlanırlar ama mecbur
değillerdir."[6]
Çok yönlü bir düşünür olan Jean-Jacques
Rousseau siyasetten edebiyata, müzikten botaniğe, eğitimden ekonomiye,
hukuktan tiyatroya dek uzanan geniş bir yelpazede eserler vermiş bir
Aydınlanma bilgesi ve savaşçısıdır.
Sivil topluma köktenci eleştiriler getirmesi, eşitlik ve
özgürlük anlayışı, burjuva-yurttaş, erklerin ayrılması,
temsili sistem ve doğrudan demokrasi bağlamında gerçekleştirdiği
sorgulamalar ve özellikle siyaset felsefesi kuramı, siyasal
düşünce tarihinde yerinin belirlenmesini
güçleştirmiştir.
Rousseau'yu klasik liberal akımın içinde sayan
araştırmacılar olduğu gibi, onu toplumcu ve ortaklaşmacı
düşüncenin yandaşı olarak gören ve böylelikle
Marx'ın yolunu açan bir öncü olarak tanımlayan
uzmanlar da vardır.[7]
Kanımca Onu "Marx'ın yolunu açan"lardan
birisi olarak nitelemek daha doğru olur.
 
18 Nisan 2010 16:55:45, Ankara.
 
N O T L A R
[*]Sosyalist Mezopotamya, No:28, Haziran
2010…
[1] J.-J.Rousseau, Emile ya da Eğitim Üzerine,
Çev: İsmail Yerguz. Say Yay., 2009, s.369.
[2] Celâl Üster, "Aydınlanma'nın
Romantik Düşünürü", Cumhuriyet Kitap, No:1004, 14
Mayıs 2009, s.6.
[3] J.-J.Rousseau, Emile ya da Eğitim Üzerine,
Çev: İsmail Yerguz. Say Yay., 2009, s. 251-262-358-379-628
[4] Arnold Hauser, Sanatın Toplumsal Tarihi, Remzi
Kitabevi.
[5] Robert Derathe, Toplum Sözleşmesi Üzerine,
bkz. Toplum Sözleşmesi ya da Siyaset Hukuku İlkeleri, J.-J. Rousseau,
Bütün Yapıtları, No:2, Say Yay., 2008.
[6] J. J. Rousseau, Toplum Sözleşmesi, 1, III,
böl X
[7] Mustafa Hazım Bayka, "Cumhuriyetçi ve
Özgürlükçü Bir Filozof", Jean-Jacques
Rousseau", Cumhuriyet Kitap, No:962, 24 Temmuz 2008, s.4-5.
 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder